A
Abdestsiz
camiye girmek: Abdesti bulunmayan bir kimsenin mescitte oturması müslümanların
icmaıyla caizdir. Ebu Hanife kafirin bütün mescitlere girmesinin caiz olduğunu
söylemiştir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Abdestsiz ezan
okumak: Ezan
okunurken ve kamet getirirken abdestli olmak daha uygun ise de, abdestsiz
olarak da ezan okunsa caizdir. Çünkü ezan namaz değil bir zikirdir. (Hidaye
Tercümesi) Abdest ve kan
çıkması: Eğer
çıkan kan veya irin silinmesi adet olmuş bir miktarda ise abdesti bozarlar.
Vücuttan çıkan kan, irin ve kusmuğun normal yollardan çıkan diğer pislikler
gibi olmayıp abdesti bozmaları için kan ve irinin çıktıkları yerden akmaları ve
kusmuğun da ağız dolusu kadar olması gereklidir. Kanın vücuttan çıkması ancak
yerlerinden taşmaları ile gerçekleşmiş olur. Aksi takdirde yani deri veya
kabuğun yırtılıp ve altındaki kan veya irinin sadece dıştan görünüp akmamaları
halinde abdest bozulmaz. Bir iki damla kandan dolayı, eğer akmazsa abdest
alınmaz. (Darekutni) şunu da bilmek lazımdır ki kan, irin ve kusmuk az
oldukları zaman abdesti bozmadıkları gibi İmam Ebu Yusuf’a göre neciste
değildirler ki sahih olan görüş budur. Kusma ile abdestin bozulması kusmuğun
safra, yiyecek ve içecek olması haline mahsustur. Eğer bulantı neticesinde
kusulan şey balgamdan başka bir şey olmazsa, İmam Hanife ve Muhammede göre
abdest bozulmaz, İmam Yusufa göre eğer ağız dolusu kadar olursa bozar. Eğer kan
başın içinden akıp burnun yumuşağına kadar inerse, ittifakla bozulur. Zira kan
yıkanması gerekli yere kadar indiği için kesin olarak vücuttan çıkmış sayılır.
(Hidaye Tercümesi) Abdestte
kıllar: Bıyığın
ve kaşların kılları ile çenedeki sakal yıkanır. Kılların dibine suyu iletmek
vacip değildir. Çeneden sarkan kılları yıkamak da vacip değildir. (Fetevayi
Hindiyye) Abdest ve
köpek: Silkinerek
sıçrattığı su, elbiseyi pisletmediği gibi elbisenin üzerinde salyası
görülmedikçe ısırması ile elbise pislenmez. Bahr’da
ısıran köpeğin salyasının görünmeisnden murad,
ıslaklığın görülmesidir, denmektedir. (İbni Abidin-1) Abdestte
kulakların meshi: Hanefilere göre kulakları başın suyuyla meshetmek sünnettir. (Hidaye
Tercümesi) Abdest ve
Kuran: Bize
göre eğitim, öğretim, hatırlama gibi maksatlarla abdestsiz kimselerin Kurana
dokunmaları caizdir. İbadet maksadıyla okumak isteyenlerin ise- durum müsait
olduğunda- bunu abdestli olarak yapmaları tercih edilir. (Helaller ve
Haramlar-Hayrettin Karaman) Fukaha,
Kuranın abdestsiz ele alınmayacağında icma etmişlerdir. Abdestsiz olarak
tutulmasını, yalnız öğrenmek ve öğretmek kasdıyla ele alanlar için caiz
görenler de vardır. Bu da zarurettir. (Ahkam Tefsiri-Muhammed Ali Sabuni) Abdestte
niyet: Niyetsiz
olan abdestin, ibadet olması bakımından sevabı yoksa da onunla namaz
kılınabilir. (Hidaye Tercümesi) Abdest ve
oturmak: Ayakta
yahut oturarak, yada rüku ve secdede uyuyan kimsenin abdesti sahih olan kavle
göre bozulmaz. Zira bu durumlarda olan uyku ile, kişinin mafsallarında tam bir
gevşeme olmaz. (Hidaye Tercümesi) Hanefi
ve Şafilere göre abdesti bozan uyku kalçanın yere iyice oturmadığı veya yanı
üzere yaslanarak veya herhangi bir şeyin üzerine kapanmış olarak uyumaktır.
Ancak kalçasını yere, bir bineğin sırtına ve buna benzer bir zemine
yerleştirmiş olarak oturup uyuyan bir kimsenin abdesti bozulmaz. Herhangi bir
şeye yaslanıp, yaslandığı bu şey çekildiği takdirde düşecek olursa ve kalçaları
da yerde değilse, Hanefi’lere göre abdesti bozulur. (İslam Fıkhı
Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Abdest ve
sakal: Alt
çenenin aşağısında biten sakalın hiçbir yerini yıkamak vacip değildir. Çünkü
çıkar çıkmaz yüzün hududunu geçer. (İbni Abidin-1) Abdestte
yardım almak: Abdest
alırken, mazeretsiz yardım istemek mekruhtur. Çünkü bunda ibadete aykırı olan
bir nevi kibirlenme vardır. (Büyük Şafi İlmihali) Akıl ile hüküm
vermek: Nakli
delil olan bir meselede, aklen hüküm vermek caiz değildir. (Tefsiri
Kebir-Fahruddin Razi) Alışverişte
paranın alınma zamanı: Satılan malın bedelinin ne zaman alınacağının bilinmesi de şarttır.
Eğer bu meçhul olursa, satış fasid (geçersiz) olur. (Fetevayi Hindiyye) Allah’a mekan
isnad etmek: Allah’a
mekan ve yön isnad eden kimsenin kafir olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır.
Alimlerin çoğu kafir olmadığına hükmediyorlar. (Fetavai Hadisiyeden) çünkü
istiva ayetlerinin zahiri, bu manayı ifade ediyor. Hatta Şabi, İbnül Müseyyeb
ve Süfyan gibi zevatlarda “Tevil etmeden bu tip ayet ve hadislere iman etmek
gerekir” diyorlar. (Fetvalar-Halil Gönenç) Allah’ı sever
gibi sevmek: Gerçekte
insanların çoğu bir halifeyi, bir alimi, bir şeyhi ya da bir idareciyi öylesine
severler ki onu Allah’a eş koşarlar. Her ne kadar o kimseyi Allah için
sevdiğini iddia etse de işin aslı budur. Her kim Resulden başkasını, Allah’ın
ve Resulünün emirlerine ters olduğunu bile bile her emrettiği ve yasakladığı
konuda itaat edilmesi gerekli birisi olarak bellerse, işte o kimseyi Allah’a
ortak koşmuştur. (Dua ve Tevhid-İbni Teymiyye) Allah her
yerdedir demek: Bu sözü söylememeye dikkat etmek lazımdır. Malesef avam tabaka “Allah
her yerde hazır ve nazırdır” sözünü çok söylemektedirler. Bunun yerine “Allah
her şeyi bilir” demek gerekir.(Berikadan) (Fetvalar-Halil gönenç) Altın yüzük: Hz Peygamber sav ipeği sağ
eline ve altını sol eline alarak “Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır” (Ebu Davud-Libas, Nesai-Zineh, Ahmed-Müsned) buyurmuşlardır. Kamil
Miras’ın tercüme ettiği Diyanet İşlerince basılan Buhari Tercüme ve Şerhinde
ise; bir miskali (4.25 gr) gümüş yüzük ile alem (sembol, nişan, rozet vb)
olarak kullanılan ipek ve altına ruhsat verilmiştir. (C. IV sayfa 287-C. XII
sa. 108) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Anne ve babayı
ikaz etmek: Bir
kimse ana ve babasının şeran günah olan, örfte ayıp ve ar olan fena bir fiili
işlediklerini gördüğünde onlara bir defa bu fena fiili bırakmalarını emreder,
kabul ederlerse ne âlâ, hoş görmezlerse sukût edip bir daha emretmez, fakat
onlar için dua ve istiğfar eder. (İbni Abidin-8) Arsa, ev ve
arabanın zekatı: Ticaret için olmayan, ev ,arsa, araba ve benzeri şeylerin kıymatlrı üzerinden zekat gerekmez. Eğer bunların kazancı
varsa ve bu getiriler, sahibinin diğer zekata tabi malları ile birlikte nisap
ölçüsüne ulaşırsa, yıl sonunda getirilerinin zekatı verilir. Şayet bunlar
ticaret için kullanılıyorsa her yıl kıymetleri üzerinden zekat gerekir.
(Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar) Aşura günü
orucu: Sadece
aşura gününde oruç tutmak mekruhtur. Muhit’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Atalarla
övünmek: Ali
ra’den: Atalarınızla övünüp, böbürlenmeyiniz. (İbni Kesir sıhhati hususunda
birçok şahidler vardır, diyor) (Bidaye) (Hayatüs Sahabe-4) Av
hayvanlarını doldurmak: Resmin gölgeli olanının (heykel) haram olduğunda ittifak vardır. İçi
doldurulan hayvan, bu konuda insanların yaptığı heykellerden geri değildir.
Ayrıca bu iş abesle iştigaldir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Ayağa kalkmak:
“Ebu Umame’den: “Peygamber efendimiz asasına
dayanarak mescide geldi. Hepimiz ayağa kalktık. Bize: “Birbirlerine aşırı
derecede saygı göstererek ayağa kalkan Acemler gibi kalkmayın” buyurdu.
(El-Kenz, İbni Cerir) Ubade b. Samit’ten: “Hiç kimse için ayağa kalkılmaz.
Ancak Allahu Zülcelal için ayağa durulur.” (Heysemi, İmam Ahmed) Enes ra’den: “Ashab, Resulullah’ın gelmesinden duydukları
sevinci hiç kimsenin gelmesinden duymadıkları halde, Peygamber Efendimiz
geldiği zaman –hoşlanmadığını bildikleri için- ayağa kalkmazlardı.” (Buhari)
Ebu Miclez’den “Kim, Allah’ın kullarının kendisi için kalkıp ayakta
durmalarından sevinç duyarsa, kendine ateşten bir yer hazırlansın” (Buhari)
buyurmuştur. Ebu
Halid . valibi’den Ali ra dışarıdan geldi. Onu görünce ayağa kalktık ve ayakta
durarak gelip oturmasını bekledik. Yanımıza gelince : “Niçin put gibi ayakta
duruyorsunuz? Diye bizi azarladı. (Tabakat) (Hayatüs Sahabe-3) Ayakta su
içmek: Ayakta
su içmekte bir beis yoktur. (Fetevayi Hindiyye) İçilmeyeceğine
dair olan hadisi İmam Hanbel rivayet etmiştir. Buhari de ise peygamberimizin
ayakta iken su içtiğine dair bir rivayet vardır. Bu iki hadisi alimler şöyle
tevil etmişlerdir; yasaklanan, yürüyerek yapılan yeme ve içmedir. (Hadis
Müdafaası-İbni Kuteybe) “Resulullah sav Kepşe’nin
yanına girdi, evinde asılı bir tulum vardı, ondan ayakta su içti. Bunun üzerine
Kepşe tulumun ağzını keserek Resulullah sav’in
mübarek ağzının değdiği yeri ile bereketlenmek istedi.” (İbni Mace, Tirmizi;
Tirmizi bu hadis hasen sahih gariptir, demiştir” Ulema bu hususta ihtilaf
etmiştir. Kimi ayakta su içmenin yasaklanmasını nesh etmiştir, dedi. Nehy,
tenzih içindir, fiil ise cevazı beyan eder, diyenler de vardır. Nevevi bu
görüştedir. Hılye sahibi yukarıda zikredilen hadisle Nevevi’ye
itiraz etmiştir. Hılye sahibinin delili, İbni Ömer ra’den rivayet edilen “Biz Rasulullah sav devrinde ayakta yer,
içerdik” (Tirmizi) hadisidir. Tirmizi hasen demiştir. Tahtavi de ayakta su
içmekte bir beis görmemiş yasaklamanın zarar vermek endişesinden geldiğini
söylemiştir. (İbni Abidin-1) Ayaküstü namaz
kılma: Abdullah
b. Üneys, islam düşmanlarından Halid b. Süfyan b. Nübeyl el-Hüzeli’yi öldürmeye
giderken ikindi vakti girer, o da aralarında boğuşma olurda ikindiyi kaçırırım
düşüncesiyle üstüne giderken baş işaretiyle namaz kıldığını söyler. (Hayatüs
Sahabe-1) Ayet ve hadis
metnini üzerinde taşımak: Korku gibi şeylerden korunmak için dua etmek ve ayet ile hadis gibi
şeyleri yazıp taşımak dinen caizdir. Abdullah bin Ömer Peygamberden sav şöyle
rivayet etmiştir. “Sizden biriniz uykuda
korkarsa şöyle desin; Allah’ın gazabı, azabı ve kullarının şerrinden,
şeytanların vesvesesinden sözlerine sığınırım” (Fetvalar-Halil Gönenç) Bahis
tutuşmak: Tek
taraftan belirli bir şeyle müsabaka yapmak caizdir. Şöyle ki; Eğer sen beni geçersen,
sana şu var. Şayet ben seni geçersem, bana senin bir şey vermen gerekmez” derse
bu müsabaka caiz olur. (Fetevayi Hindiyye) Baldız ile
oturmak: Karısının
kız kardeşi ve süt kız kardeşi ile başbaşa kalamaz. (Ehli Sünnet
İtikadı-Gümüşhanevi) Banka faizleri:
Darul
harbde, harb emirine beyat etmekle kendileri için faizin helal olacağını iddia
edenler, bir büyük bir hata içindedirler. İslam coğrafyasında kurulu bulunan
bankalar kâr amacıyla mı kurulmuş yoksa zarar amacıyla mı? Hiçbir banka
müslümanlar kar etsin diye kurulmamıştır. Biz paramızı bankaya yatırdığımız
zaman banka bizden kâr ediyor, biz bankadan kâr etmiyoruz. Dolayısıyla bu faiz
işleminde fazlalık banka tarafına geçiyor. Bu durumda bankaya para yatıran
inkılapçı bir müslüman kendi malını harbinin elinde kendisine karşı kullanılan
bir silah haline getirmiş oluyor. Dolayısıyla bugünkü bankalardan müslüman faiz
alma yoluna gidemez. (Darul Harb Fıkhı-Mustafa Çelik) Başka mezhep
imamının ardında namaz: Şafi mezhebinde olanların Hanefilerin ardında, Hanefilerin de Şafilerin
ardında namaz kılabileceklerine dair ilk devirlerde ulema ittifak etmişlerdir.
Asıl itidal bizim fakihlerimizin; dört mezhebin hangisine mensup olurlarsa
olsunlar, arkasında namaz kıldığı kimsenin kendi namazını geçersiz kılıcı bir halinden
kesin olarak haberdar olmadıkları sürece bir müslümanın, diğer herhangi bir
müslümanın ardında namaz kılabileceğine dair söylediği sözlerdir. (Mezhepsizlik
Bidattır-Said Ramazan el-Buti) Başkasının
ilahına sövmek: Ebu Nüheyk ile Abdullah b. Hanzele ra’den “Bir adam Meryem suresini okudu, bir başkası
da Meryem ile oğluna küfretti. Biz de adamı kan içinde bırakıncaya kadar
dövdük. Adam, Selman ra’e gidip bizi şikayet etti. Olay anlatılınca “Onun
yanında niçin okuyorsunuz? Allahu Zül Celalin “Allah’tan başkasını ilah diye çağıranlara sövmeyin ki, onlar da
bilmeyerek aşırı gidip Allah’a sövmesinler” (Enam:108) diye buyurduğunu
işitmediniz mi? Dedi (Hılye) (Hayatüs
Sahabe-4) Başkasının
okumasıyla hatim: Zeyd, Kuranı Azimüşşanı Fatiha’dan sure-i Fil’e kadar yahut sure-i
ihlasa varıncaya kadar kıraat edip, diğer sureleri kıraat etmeyip Amr’e, “Sen
kıraat et” demekle, Amr’de onun yerine Zeyd’in kıraat etmediği sureleri kıraat
etse, Zeyd Kuranı hatmetmiş olur mu? Cevap: Olmaz. Bu surette Amr o sureleri
okuduğunda hazır olup dinleyen kimseler, Kuran hatminde bulunmuş sayılıp, Kuran
hatminde bulunanlara verilecek sevaba nail olurlar mı? Cevap: Olmazlar.
(Fetavai Behçe) (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal) Başlık parası:
Kız damat
tarafına teslim edilirken, kızın ağabeyi veya onun gibi birisi, güvey
tarafından bir şey almadan teslim etmek istemezse, damat verdiği şeyi geri
alabilir. Keza babası kızı başlık vermeden nikahlamaya razı olmazsa, verilen
şey mevcut olsun olmasın damat onu geri alabilir. Çünkü rüşvettir. (Bezzaziye)
(İbni Abidin-5) Damad
veya damadın babası istek ve arzuyla kızın babasına bir hediye verseler dinen
bir sakınca yoktur. Hatta sünnettir. Ama kızın babası paranın veya başka bir
şeyin verilmesini şart koşuyorsa verilmediği takdirde kızı vermeyecekse alınan
mal haramdır. Yani damad veya onun babası verdikleri şeyden ötürü mesul
olmayacaklar ama kızın babası günahkar olur. (Fetavayi
Haliliye) (Fetvalar 2-Halil Gönenç) Başörtüsü ve
okul: İslama
hizmet gayesiyle okuduğunu söyleyen bir bayanın başını açması konusundan;
Zaruret, yasak bir şeyi yapmadığı takdirde helaki veya helake yaklaşmayı
gerekli kılan şeydir. (Suyuti-El-Eşbah) Buna göre islama hizmet gayesiyle de
olsa İslama taban tabana zıt düşen, kadının namahrem yerlerini ve avretini
açmaya zorlayan okullarda okumanın zaruret kabul edilmesi mümkün değildir.
Ayrıca kadınların mutlaka bilmesi gereken şeyleri avretlerini açmayı
gerektirmeyen okul ve kurslardan öğrenmeleri pekala mümkündür. Yasak emre
tercih edilir. Kadına gusül gerekse ve erkeklerden gizlenecek bir yer bulamazsa
guslü terkeder. (İbnü Nüceym) Demek oluyor ki haramı işlememek için farz bile
terkedilir. (Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık Akkiraz) Başlık parası:
Damad veya
damadın babası istek ve arzuyla kızın babasına bir hediye verseler dinen bir
sakınca yoktur. Hatta sünnettir. Ama kızın babası paranın veya başka bir şeyin
verilmesini şart koşarsa verilmediği takdirde kızı vermeyecekse alınan mal
haramdır. Yani damad veya onun babası verdikleri şeyden ötürü mesul
olmayacaklar ama kızın babası günahkar olur. (Haliliyeden)(Halil Gönenç) Kız
damad tarafına teslim edilirken, kızın ağabeyi veya onun gibi birisi güveyi
tarafından birşey almadan kızı teslim etmek istemezse, damad verdiği şeyi geri
alabilir. Çünkü rüşvettir. (Bezzaziyye) (İbni Abidin-5) Başörtüsü
nasıl olmalı?: Sömürünün bir başka şekli gibi görünen moda, müslüman kadını yavaş
yavaş hem takva kimliğinden uzaklaştırmış, hem de iyi bir tüketici yapmıştır. “Süslerinizi
gizleyiniz” emrine inat dış kıyafetler, allanmış pullanmış ve ancak
bir müslüman kadının eşine süslenme aracı olabilecek halde iken dış kıyafet
olarak piyasaya sürülmüştür. (A. Türkkol Ribat Dergisi Sayı 161) Bazı batıl
işler: Davul
çalmak, güzel sesle şarkı okumak, kadınlarla delikanlıların bir arayatoplanması, zikir ve Kuran okumak için ücret almak vb
gibi şu zamanlarda görülen nice münkirat daha vardır.
Bunların haram ve vasiyet edilmelerinin batıl olduğunda şüphe yoktur. (İbni
Abidin-3) Besmele: Bazıları her rekatta
Fatiha’nın başında Besmele çekmenin vacip olduğunu ileri sürmüşlerse de esah
olan sünnettir. Tütün içmek gibi pis kokulu bir şey kullanıldığı
zaman besmele çekmenin mekruh olduğunu söyleyenler vardır. Haram bir iş
yapılırken besmele çekmek haramdır. Bezzaziye sahibine göre kesin haram
olanlara besmele çeken kafir olur. (İbni Abidin-1) Bıyıklar: Ebu Zerr’in rivayet ettiği
bir hadiste Rasulullah sav şöyle buyurdular: “Kıyamet gününde Allah üç tip insanla konuşmaz, onlara bakmaz, onları
temize çıkarmaz ve onlar için şiddetli azab vardır.” Ravi, Rasulullah
sav’in bunu üç kez tekrarladığını söyleyip, hüsrana ve ziyana uğrayan bu
kişilerin kimler olduğunu sorduğunda Rasulullah sav şöyle buyurdu: Bunlar bıyık uçları uzun olan, yaptığı
iyiliği başa kakan ve malını yalan yeminle satan” (Müslim-İman, İbni Hibban,
Hakim) (Tevhid-14) Bidatler: Gelin ve cenaze önünde
aşikare zikir yapmak, kabir üzerine bina yapmak, nafile namazları cemaatle
kılmak (Regaib, Kadir, Beraat, Tesbih namazları gibi), türkü dinlemek, hutbe
okunurken salatü selam getirmek, radiyallahu anh demek, amin demek, mescidde
dilenmek, kadınların yabancı bir evde taziye veya tebrik için toplanmaları,
açıktan tevhid getirmeleri.. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Bidat
Çıkaranların durumu: İbni Abbas ra rivayet eder: “..Benim
ümmetimden bir takım kimseler getirilip sol tarafa ayrılacaktır. Ben “Ey
Rabbim, bunlar benim ashabımdırlar, derim. Cenabı Allah bana: “Bunların senden
sonra neler yaptıklarını sen bilmezsin” der. Ben de Allah’ın salih kulu İsa
as’ın dediği gibi “Aralarında bulunduğum müddetçe onları gözetliyordum. Sen
benim canımı alınca onları gözetleyen sen oldun. Her şeyin gözetleyicisi
sensin. Onlar senin kullarındır. İstersen azab edersin, istersen bağışlarsın.
Zira izzet ve hikmet sahibi sensin. (Maide:117)derim. Cenabı Hak “Sen aralarından ayrıldığın gün, onlar
gerisin geri döndüler” buyurur” Bir rivayette “Benden uzak olsunlar, benden
uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, derim ziyadesi vardır. (Tergib, Buhari,
Müslim) Bidatçı ve zorba imamın ardında
namaz: Kötü
inancına rağmen, zorba biri namaz kıldırırsa ona uyularak namaz kılınır. Namaza
bir değişiklik, bidat, uydurma bir şey getirmişse ona uyulmaz. (Ahkamus
Sultaniyye-İmam Maverdi) Bilardo: Oyun sonunda oyun
malzemesinin kirasını veya içilen çayların parasını yenilen tarafın ödemesi
gibi, küçük de olsa, bir menfaat karşılığında oynanan her türlü oyun kumardır.
Menfaat sağlamak söz konusu olmasa da sadece vakit geçirmek amacıyla oynanan
tavla, kağıt ve tombala gibi oyunlar, insanın vaktini boşa harcaması ve kumara
vesile olmaları itibarıyla mekruh görülmüştür. İbadeti veya çalışmayı
engellemeden ve yenilen tarafın yenen tarafa bir menfaat temin etmeden oynanan
bilardo ve benzeri sportif oyunların oynanmasında ise beis yoktur.
(Fetvalar-Diyanet Vakfı) Bilinmeyen beş
husus: “Kıyametin ilmi muhakkak ki
Allah’ın katındadır. Yağmuru o yağdırır. Rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın
ne kazanacağını bilemez. Hiçbir kimsede hangi yerde öleceğini bilemez. Şüphesiz
ki Allah her şeyi bilendir. Her şeyden haberdardır. (Lokman suresinin son
ayeti) Ayette
yağmurun ne zaman yağacağı ve anne karnındaki çocuğun cinsiyetinin
bilinemeyeceğine dair bir ifade mevcut değildir. İmam Maturidi çoğu müfessirin
aksine “Ayette geçen beş şeyin gayb olan yönleri olabilir ama bu beş şey
hakkında hiçbir bilgi edinemeyeceğimiz manasına gelmez” demektedir. Ona göre
bilinemeyecek olan bu beş şeyin hakikatidir. Bir şeyin hakikati, onu, o şey
yapan şeydir. (Seyyid Şerif-Tahrifat) mesela düşünen canlı olmak insanın
hakikatı ve mahiyetidir. Ama gülen canlı olmak insanın hakikati değildir. İnsan
gülmese ya da gülme özelliğinden mahrum olsa yine insandır. Ama düşünme
özelliği olmayan bir canlıya insan diyemeyiz. Maturidi ayeti tefsir ederken, bu
beş hususun bir kısmında hesap yoluyla bilgi sahibi olunabileceğini ifade eden
telmihlerde bulunmaktadır. Müneccimlerin hesap yoluyla bildikleri şeyler bu
kabildendir, demektedir. (Te’vilat) Onun bu ifadesine bugünkü meteorolojik
tahminler örnek gösterilebilir. Anne karnındaki çocuğun cinsiyetinin bilinip
bilinmeyeceği konusunda Maturidi, çoğu müfessirin benimsediği görüşe zıd bir
görüş beyan etmektedir. Ayetteki “rahimlerdekini
bilir” ifadesini pek çok müfessir “erkek mi dişi mi olduğunu ancak Allah
bilir” şeklinde yorumlamaktadır. Bu tefsire göre cenin doğmadıkça cinsiyetini
tespit etmek mümkün olmayacaktır on bir asır önce yaşayan İmam Maturidi’nin
yorumu, cenin cinsiyetinin tespit edilebileceği şeklindedir. Bu konudaki
ifadeleri aynen şöyledir: “Rahimlerdekini bilirden maksad, ceninin sırasıyla
nutfe, alaka, muğda safhalarına intikalini, bir halden diğer hale geçişini ve
her an cenin üzerinde meydana gelen değişiklikleri (gerçek mahiyette) bilir
demektir. Bunu Allah’tan başka kimse bilemez. Anne karnındaki çocuğun erkek mi
dişi mi olduğunun bilinmesine gelince bunun Allah’tan başkasının bilmesi de
mümkündür. (Tevilat) (Hadis Araştırmaları-Selahaddin Polat) Biriken
paranın zekatı: Ev edinmek için biriktirilen paralarda tabii olarak çoğalma ve artma
özelliği vardır. Binaanaleyh bu maksatla biriktirilen paralar borçtan ve temel
ihtiyaçlardan sonra nisap miktarına ulaşmış ise o paradan zekat vermek gerekir.
(Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar) Boğa güreşi: İbni Abbas’ın naklettiğine
göre; Resulullah efendimiz sav hayvanları birbirine kışkırtmayı yasaklamıştır” (Ebu
Davud-Cihad, Tirmizi-Cihad) Sebep, hiçbir fayda söz konusu değilken bir
canlının canını acıtmak ve abesle iştigal etmektir. Horoz, deve, boğa, köpek,
koç vb hayvanları dövüştürme hep bu yasak içerisinde yer alır. Böle şeylerle
meşgul olmak, hafif akılılıktan, basitlikten ve karakter bozukluğundan
kaynaklanır. (Ceziri-Mezahibul Erbaa) ( Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk Beşer) Boks oynamak: Boksta vuruşmak ve rakibe
eziyet etmek kasdı vardır. İki insanı karşı karşıya getirerek eziyet ettirmek
haramdır. (Envarül Ebrar) onu oynamak haram olduğu gibi seyretmek de haramdır.
(Halil Gönenç-Fetvalar) Borçluya
zekat: Eğer
meşru olmayan bir iş için baorçlanmışlarsa,
kendilerine zekat verilmez. Ancak tevbe edip de tevbelerinin
hakiki olduğuna kanaat getirilirse, verilebilir. (Büyük Şafi İlmihali) Borsa: İslam Fıkıh Akademisinin
girişimiyle 1988 yılında Rabat’ta toplanan Borsa Semineri’nin sonuç
bildirisinde ve adı geçen akademinin 1992 yılında Cidde’de yapılan VII. Dönem
Toplantısından hisse senetlerinin kâr ve zarara iştirak etmesi sebebiyle kural
olarak helal olduğu, fakat şeri hükmünün bunu çıkaran şirketin ticari işlem ve
amaçlarının meşrû oluşuyla yakından ilgili bulunduğu belirtilmiştir. Şirketin
faiz, içki imali ve ticareti, karaborsacılık, hile, yalan ve aldatma gibi dinen
haram vasıtalarla kazanç sağlaması halinde hisse senetlerini alıp satmanın ve
bundan gelir elde etmenin haram ve masiyete iştirak etmek olduğundan caiz
olmayacağı bildirilmiş, esasen faaliyet alanı haram işlemler yapma, dinen yasak
hizmet ve mal üretiminde bulunma olmamakla beraber, bazı haram işlemlere taraf
olması sebebiyle şirketin kârına haram kazanç karışmış olması hallerinde ise,
pay sahiplerinin bu miktarı yaklaşık olarak hesaplayıp kendisinin hayır ve
hasenat niyeti olmaksızın ve toplum hakkı olduğu inancı ile hayır yolunda
harcaması tavsiye edilmiştir. (Diyanet İslam İlmihali-2) Ait
olduğu iktisadi değerden bağımsız olarak değer kazanıp kaybeden bir hisse
senedini, eldeki parayı değerlendirmek, değerini korumak, iniş çıkışlarını
gözeterek para kazanmak maksadıyla alıp satmak. Borsadaki alış verişler daha
çok bu ikinci maksada yöneliktir. Bu manada borsada oynamak! Tam olarak değilse
de biraz kumara, piyangoya benziyor, gerçek değerinin üstünde ve dışında
kağıtların pahalanıp ucuzlamasına sebep oluyor, ekonomiye ve üretime önemli bir
katkısı olmaksızın paralar kazanılıyor ve kaybediliyor. İşte bu bakımdan
borsada oynamayı makbul bir ticaret olarak görmüyorum. Ancak mevcut düzende ve
şartlarda oynama olmadan borsanın da olmayacağı, halbuki parayı faizle
nemalandırmaya karşı borsanın bir meşru seçenek olduğu gerçeğini de
görmezlikten gelemiyorum. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Hadislere
baktığımızda ise: “Yanında olmayan bir
şeyin satışı helal değildir” “satın alınan bir şeyin, alındığı yerde satılması
memnu’dur”, “serbest piyasanın oluşabilmesi için kırsal kesimden mal
getirenlerin yolda karşılanması menhidir”, spekülasyon yasaktır” ifadeleriyle
karşılaşırız. Bütün bunların özünde haksız kazancın, aldatmanın, ğararın,
meçhuliyetin önlenme esprisi vardır. Hisse senedi satışı bunlardan bütün bütün
uzak değildir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Sonuç olarak anonim
şirketlerinin bugünki yapısı ve borsanın işleyişi
karşısında hisse senetlerinin Menkul Kıymetler Borsasından alım-satımını caiz
görmek mümkün değildir. Çünkü bu, insanların mallarının haksız^ yere yenmesine
göz yummak olur. Allahü Teâlâ, ekonomik ilişkilerin bel kemiği sayılan bir
âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:“Müminler,
mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin, ama karşılıklı rıza ile
yapılan bir alım satımla yiyebilirsiniz" (Nisa 4/29) (Abdülaziz
Bayındır-Faiz ve Ticaret) hakikaten çok
güzel ve ayrıntılı bilgiler var. Merak edenler mutlaka okumalı) Boşamak: Boşamak veya talak
kelimesini kullanmadan “defol, git, babanın evine git” gibi sözlerle boşamanın
vaki olabilmesi için boşamaya niyet etmiş olmak, bu niyetle söylemiş bulunmak
gerekir. Aksi halde bunlarla eş boşanmış olmaz. Öfkeli olarak, kişinin
söylediği sözlerle “söz nasıl olursa olsun” boşanma yapılmış olmaz. İki hayız
içinde eş ancak bir kere boşanır, birden fazla boşamanın hükmü ve tesiri
yoktur. Hayız halinde veya temizlik başlayınca cinsi birleşme yapıldıktan sonra
yapılan boşamalar da muteber değildir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Boşanan
kadının kalacağı yer: Talak ve ölüm iddeti bekleyen kadınlar iddetin vacip olduğu evde iddet
beklerler, ondan çıkarılmazlar. (Metin) Cevhere’de
şöyle denilmiştir: “Bu talakı ric’i olduğuna göredir.
Bain olursa mutlaka bir perde lazım gelir. Ancak
erkek fasık ise o zaman kadın çıkar.” Bu ifadeden anlaşılır ki, ric’i talakla boşanan kadın kocası fasık bile olsa evinden
çıkamaz, perde çekmesi de vacip değildir. Çünkü aralarında evlilik devam
etmektedir. (İbni Abidin-7) Boynuzu kırık
hayvan ve kurban: Boynuzu olmayan veya boynuzu kırık olan hayvan kurban olur. Kafi’de de
böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Buluntunun
hükmü: Lukata
(buluntu) yı bulan kimse kendisi muhtaç ise onu, ilan ve tarif ettikten sonra
kendi nefsine sarf edebilir. Muhit’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Eğer
bulan kimse, onu kaldırmadığı takdirde zayi olacağından kaygı duyarsa o zaman
ona kaldırmak vacip olur. (Hidaye Tercümesi) Buluntu eğer on dirhem veya fazla
olursa bir yıl ilan etmek gerekir. Eğer buluntu kalıcı olan şeylerden değilse
bulan kimse onu bozulacağından endişe duymaya başlayıncaya kadar ilan eder ve
ondan sonra fakirlere verir. Sonra buluntu nerede bulunmuşsa orada ilan etmek
gerekir. Eğer buluntu gerekli olan süre ilan edildikten sonra sahibi çıkmazsa, sadaka olarak fakirlere verilir.
Buluntuyu bulan kimsenin kendisi fakir olduğu zaman ondan yararlanmasında
sakınca yoktur. (Hidaye Tercümesi) Bulunan
para ile kitap alıp hediye etmek caizdir. Ayrıca sahibinin namına dini kitaplar
dağıttığınız için sevap işlemiş olursunuz. (Fetvalar-Nevzat Akaltun) Bulunmayan bir
malın satışı: Bulunmayan bir şeyi
bedelinden yüksek bir fiyata satmakta bir beis yoktur. (Fetevayi Hindiyye) Büyüklerin
gelişi için kurban kesmek: Zeyd, ekabirden Amr’in gelişi için bir koyun kesip üzerine Allah’ın
ismini söylese dahi yenmesi helal olur mu? Cevap: Olmaz. (İbni Nüceym, Mülteka
Tercümesi) (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal) Cahiliyye
selamı: Umeyr, peygamberimize yaklaştı ve cahiliyyet
devrindeki usule göre –Sabahı hayr, sabahın hayırlı
olsun dedi. Peygamber efendimiz de: “Ya Umeyr, cenabı
Hak senin bu selamından daha güzel bir selam, cennet halkının selamını ihsan
buyurmuştur, dedi. (Hayatüs Sahabe-1) Camide ikinci
cemaat oluşturmak: Camide imamla namaz kılındıktan sonra tekrar cemaat halinde ezan ve
kamet ile namaz kılınması mekruhtur. Fakat ezan ve kametsiz mihrabın başka bir
tarafında mahdut kimselerin tekrar cemaatle namaz kılmaları mekruh değildir.
(Büyük İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç) Camide
konuşmak: Camide
yapılan konuşma din ile ilgili ise ibadet olduğundan makbuldür. Fakat dünyevi
olup da bir kimsenin gıybet ve dedikodusu yapılmıyorsa mubahtır. (Hindiyyeden)
(Fetvalar-Halil Gönenç) Mescitlerde
tartışmak, ses yükseltmek, kayıp ilanı, alışveriş, icare vb akitler mekruhtur.
Ancak fıkıh öğrenen kimselerin seslerini yükseltmesi bunun dışındadır. Bunlara
göre mübah olmayan sözlerle konuşmak da mekruhtur. Şayet mübah olan sözler ile
konuşulursa namaz kılanlarda şaşırmıyor ise mekruh değildir. Hanefilere göre
mescitte dilencilik etmek haramdır. Dilenciye mescit içerisinde birşeyler
vermek mekruhtur. Fesaddan emin olmak kaydıyla kadınların mescitte namaz
kılmasına müsaade edilir. Genç kadının mescide gitmek maksadıyla evinden
çıkması mekruhtur. Mescidlerde mübah sözler ve dünyevi ve buna benzer işlere
dair mübah şeylerden söz etmek caizdir. İsterse bu tür konuşmalar esnasında
gülme husule gelmiş olsun; yeter ki, konuşmalar mübah özelliğini muhafaza
etsin. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Camide Kuran
okumak: Ebu
Said el-Hudri ra rivayet edip demiştir: Rasuli Ekrem sav mescidde itikafta idi. Mescidde Kuranı
sesli olarak okuyanları işitti. Hemen Rasulü Ekrem sav, itikafa girdiği yerin
perdesini açtı ve dedi: “Kulak veriniz ve
dikkat ediniz! Şüphesiz hepiniz Rabbisine niyaz edip
yalvarmaktadır. Binaanaleyh bazınız diğer bazınıza eziyet etmesin ve bazınız
diğer bazınız üzerine Kuranı Kerim okumada sesini yükseltmesin.” (Ebu Davud)
İmam Malik Muvatta da: “Rasulullah sav insanların yanına çıktı. Halbuki
insanlarda namaz kılıyorlardı ve onların Kuranı Kerimi sesli olarak
okuyuşlarına da muttali oldu. Bunun üzerine Rasuli
Ekrem dedi ki: “Muhakkak namaz kılan kimse Rabbisine münacaat eder. Binaanaleyh her ferd
Rabbisine münacaat edip
ibadet yapanın haline baksın ve bazınız diğer bazınız üzerine Kuranı sesli
olarak okumasın.” (El-İbda) Rasuli Ekrem sav Hz.
Ali’ye şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! İnsanların namaz kıldığı yerde, Kuranı Kerim
okumanı ve dua etmeni sesli olarak yapma! Zira senin Kuranı sesli okuyup duayı
sesli yapman, insanların namazını ifsad eder.” (El-İbda, El-Medhal)
Bu hadisi şerifler gereğince, Ebu Hanife merhum, namazdan sonra okunan
Ayetel Kürsi’yi ve duayı sesli olarak okumayı kerih
görmektedir. İşte bu hadisi şerif gibi pek çok hüküm ve beyanlar, camide ve hatta
evlerde ibadet ve namazla meşgul olanların yanlarında, sesli olarak Kuranı
Kerim okumak, zikri ilahi, tesbih, tehlil ve duaları sesli olarak yapmak
haramdır. Dürril Muhtar’da da aynı hüküm mezkurdur.
(İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal) Camide
musafaha yapmak: Namazlardan sonra, namazın bir tetimmesi (tamamlayıcısı) olarak,
herkesin herkesle musafaha etmesi bidattır. Musfaha aslında sevgi doğurucu bir
sünnet olmakla beraber, namazlardan sonra, namazın bir parçası ve bütünleyicisi
gibi icra edilmesi, ibadete bir katma anlamı taşıdığından bidat olmuş olur.
(Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer) Beş
vakit namazdan, Cuma namazından ve Bayram namazlarından sonra (cami ve
mescitlerin içerisinde) musafaha yapanlar görülüyor. Bu zamanlarda musafaha
yapmak bidat ve kerahattır. Müslim şerhinde İmam Nevevi merhum ise şöyle
zikrediyor: İkindi ve sabah namazından sonra musafaha yapmak aslı olmayan
şeylerdendir. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal) Camiyi
süslemek: Fazla
israfa kaçmak, mihrap ve kubbesini akıl ve hayale gelmeyecek nakışlarla
nakışlayıp süslemek ve milletten toplanan parayı lüzumsuz yere harcamanın bir
manası yoktur. Bu paralara yazık olur. Peygamber sav “camileri çok yükseltmekle emrolunmadım. Siz
zaman gelecek yahudi ve hristiyanlar gibi camilerinizi süsleyeceksiniz”(Ebu
Davud) “Halkın camileri yükseltip süslemekle böbürlenmeleri kıyamet
alametlerindendir.”(Ebu Davud)
(Halil Gönenç) “Herhangi bir ümmet amel yönünden
bozulunca mutlaka camileri süslemeye yönelir.” (İbni Mace Mescidler:2) Ebu Husayn
şöyle rivayet eder: “bir ümmetin ameli kötüleştiği vakit mescitlerini
süslerler.” (İmam Malik) (Asrı Saadette İslam-1) Hanefiler, helal olan mal ile mescitlerin
süslenmesi caizdir; mihrabı bundan müstesnadır. Onun bu şekilde süslenmesi
mekruhtur, çünkü namaz kılanı oyalar, demişlerdir. Ebu Hanife’den bu konuda
ruhsat verdiği rivayet edildiği gibi, Ebu Talib el-Mekki’nin de: “Mihrabın
süslenmesinde kerahet yoktur” dediği rivayet edilmektedir. (İslam Fıkhı
Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Camileri
yağlı boya vb şeylerle süslemek mekruhtur. Cami duvarlarına yazı yazmak
Hanefilerce doğru değildir. Şafilere göre mekruhtur. (Din Görevlisinin El
Kitabı-Mevlüt Özcan) Resulullah
sav’in mescidi sade olduğu gibi, tâ Selçukluların sonuna kadar tüm islam
dünyasındaki mescidler de genellikle sade idiler. “Ben muhteşem mescitler yapmakla
emrolunmadım.” (Ebu Davud-Salat) hadisini şerheden Münavi der ki:
İbadethaneleri süslemek ehli kitabın işidir. Müslümanların bu konudaki tavrı
itidal olmalıdır. Hz. Ömer onca maddi devlet gücüne rağmen mescidi
değiştirmemiştir. İslamda ilk mescid süsleyen Velid b. Abdülmelik’tir.
Selefimizin çoğu insanlar fitne korkusundan ona bir şey diyememişlerdir.
(Münavi-Feyzül Kadir) bu hadisle ilgili olarak Ebu Davud’un nakline göre İbni
Abbas: “Ama siz yine de Yahudi ve Hıristiyanlar gibi mescidleri övünme vesilesi
yapacaksınız” demiştir. Hatta Ebu Davud’un müteakip hadisi de bunu destekler: “İnsanlar mescidler
konusunda birbirleriyle övünmedikçe Kıyamet kopmaz.” (Ebu Davud-Salat) Süslenebilecek
kısımların badana ya da altın suyu ile bezenmesi mekruh değilse de bu camiye
vakfedilen (cami yapılması için verilen) paralardan yapılamaz. Kişiler bunu
ancak kendi hesaplarına yaptırabilirler. (Fetevayi Hindiyye) (Fetvalarla Çağdaş
Hayat-Faruk Beşer) Caminin üstüne
ev vb yapmak: Mescidlerin
üstü sonsuza kadar mescid sayılacağı için, artık mescidin üzerine ev yapılamaz.
Mescidin üzerinde hela ve cinsellik ihtiyacı gibi ihtiyaçlar giderilemez.
(Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer) Camideki
yazılar: Şafii,
Hanefi ve Hanbelilere göre mescidlerin duvarlarına, tavanlarına yazı yazmak
mekruhtur, diğer taraflarda mekruh değildir. Çünkü yazı, namaz kılanın kalbini
meşgul eder; hatta namazını bırakıp yazılanları okumakla dahi uğraşabilir.
Nitekim mescidin boyanması ve namaz kılanı namazdan alıkoyup uğraştıracak her
bir şey de mekruhtur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Fethül
Kadir’de: “Paraların, mihrapların, duvarların üzerine Kuran ve Allah’ın
isimlerini yazmak mekruhtur. (İbni Abidin-1) Vakıf
malı ile nakış caiz değildir, çünkü haramdır. Mütevelli nakış veya kireçle
badana yaparsa öder. Ancak zalimlerin tamaından (kınamasından) korkulursa
nakışlamakta bir beis yoktur. (Metin kısmından) Mescidin duvarlarına yazı
yazmak doğru değildir. (İbni Abidin-2) Camide yer
sahiplenmek: Bir
kimsenin cami ve mescitlerde kendisi için özel bir yer tayin ve tahsis ederek
namazları daima orada kılması mekruhtur. (Diyanetten Günümüz Meselelerine
Fetvalar) Camilere
ziyaret düzenlemek: Turlar düzenlenerek cami ziyareti için yolculuğa çıkmak kesinlikle caiz
değildir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Ebu
Hureyre anlatıyor: “Tur’i Sinaya gitmiştim.. Oradan ayrıldıktan sonra Basra b.
Ebi Basra el-Gıffari’ye rastladım. Bana: -Nereden geliyorsun? Dedi. Ben de:
-Tur’dan dedim. Bunu duyunca –Oraya gitmeden önce sana rastlasaydım gitmezdin.
Resulullah sav buyurdular ki: “Üç mescitten başka yere (ziyaret maksadıyla) sefer yapılmaz:
Mescidi Harama, bu mescidime(Mescidi Nebevi) ve İyliya (Kudüs) mescidine yahut
Beyti Makdis’e” (İmam Malik, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai) (Muvatta 1-İmam
Malik) Cariyenin
avreti: Cariyenin
avreti göbeği ile dizkapağı arasıdır. Bu cumhurun görüşüdür. Bu görüşün
peygamberimize dayanan (merfu hadis şeklinde) bir dayanağı yoktur. Hz. Ömer’in
kavli ile ihtiyaca dayandırılmıştır. (İbni Hümam-Fethül Kadir) zahirilere göre
avret konusunda cariye ile hür kadın arasında bir fark yoktur, cariyenin de el,
ayak ve yüzü hariç, tüm bedeni avrettir. Çünkü bu ikisini ayırmak için nakli ve
sağlam bir delil gerekir bu ise yoktur. (İbni Hazm-Muhalla) İmam Şafinin bir
kavline göre cariyenin –dirseklere kadar- elleri ile başı avret değildir.
(Şirazi-Mühezzeb) İmam Malik’ten bir rivayete göre yalnızca saçı avret
değildir. (Şevkani- Neyl) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Cemaat: El Gayede “Alimlerimizin
âmmesi, gerçekten cemaat vaciptir, dediler” denilmiştir. Müfid’de ve onun
tesmiyesinde “Cemaat, sünnetle vacip olduğu için sünnettir” denilmiştir. Bedai
de “Cemaat, akıllı, ergenlik çağına gelmiş, cemaatle namaz kılmaya zahmetsiz
gücü yeten erkekler üzerine vaciptir” denilmiştir. (Fetevayi Hindiyye) Cemaat
taassubu: Ne
yazık ki günümüzde müslüman olduğunu söyleyenler de çeşitli guruplara,
tarikatlara, partilere, hiziplere bölündüler. Tıpkı tarihte olduğu gibi. Her
grup insanları peşinde gittiği şeyhe, lidere, mezhep ve meşrebe çağırmaya, onu
ön plana çıkarmaya çalışıyor. Bunun adına da “ilahi kelimetullah için cihad”
denmekte. Bu guruplardan biri diğerinin imanını, amelini, samimiyetini kısacası
tavırlarını kendi gurubuna göre değerlendirmekte. Halbuki tevhid dini İslamda
lider bir kişidir, cemaat bir cemaattir, ilkeler birdir. Her cemaat kendi
ağabeyini, liderini veya ileri gelenlerini mutlak lider görmeye başlayınca biri
diğerine tabi olmak şöyle dursun, bazen bile bile karşısındakini haksız yere
suçlayabilmekte. Halbuki müminler birbirlerini hiç kimsenin malı olmayan ve hiç
kimsenin tekelinde olmayan Allah’ın dinine çağırmaları gerekirken birbirlerini
bağlı bulundukları mezhebe, meşrebe, ırka ve lidere davet etmekteler. Bizler
ayrılığa üzülmek yerine onun rahmet olduğunu savunup duruyoruz. (İnsanları
Tefrikaya Düşüren Faktörler-Mahmut Balcı) Bir zaman öyle kimseler gelecektir ki, ilim
boğazlarından inmez, içleri başka dışları başkadır, bildikleri ile yaptıkları
birbirine uymaz. Cemaat kurup otururlar ve birbirleriyle iftihar ederler. Eğer
onlardan biri, bir başkasının yanına oturursa ona kızar ve onu
arkadaşlıklarından atarlar. İşte bunlardır ki, amelleri oturdukları yerde kalıp
Allah’a yükselmez. (Hz. Ali) (Murabıta Notlar-1 Abdullah Büyük) Cenabet olanın
zikir yapması: Abdestli olmayanların, cünübün, hayızlı ve nifaslıların, kalp veya dil
ile, tesbih, tahmid, tehlil, tekbir ve salavat okumak suretiyle zikir ve dua
etmeleri caizdir. (Asım Köksal-İslam Tarihi 18.cilt) Cenaze namazı
ve ayakkabı: Eğer
ayakkabı temiz ise, çıkarmaya gerek yoktur. Şayet ayakkabıların altında veya
başka bir yerinde necis var ise, ayakkabıyı çıkarmak gerekir. Çıkarılan
ayakkabının üstüne basmakta hiçbir mahzur yoktur. Hatta yerlerde çamur ve
emsali gibi ıslaklıkların olması halinde, ayakkabıların üstüne basıp kılmak
zarureti vardır. Binaanaleyh ayaklardan ayakkabıyı çıkardıktan sonra altındaki
necis zarar vermez. (Halebi Sağir, Fetavayı
Abdurrahim, Mülteka) (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal) Cenaze
namazında kadın: Bahır’da: “Namazı bozan şeyler cenaze namazını da bozar. Yalnız kadınla
bir hizaya durmak müstesnadır. O bozmaz. Nasıl ki Bedayi’de beyan olunmuştur.
(İbni Abidin-3) Cenaze namazı
ve sünnet namazlarının terki: Cenaze namazı, bayram hutbesinden, akşam namazının
sünneti ile öğle, Cuma ve yatsının sünnetleri gibi sünnetlerden önce kılınır.
Çünkü cenaze namazı farz, bayram hutbesi sünnettir. Akşam namazının sünneti
hakkında da aynı şey söylenebilir. (Tatarhaniye) Fetva cenazenin, Cuma ve akşam
namazlarının sünnetinden sonra kılınacağına göredir. Çünkü bunlar daha
kuvvetlidir” denilmiştir. (İbni Abidin-3) Haccda,
farz namazı kılınır kılınmaz, hemen cenaze namazını kıldırıyorlar. Haremi
şerifte ve Ravzayı Mutahhara’da da aynı hâl ve amel işlenmektedir. Hatta 1982
yılında Medine-i Münevvere’de Teravih namazını kılıyorken, 8 veya 10 rekat
teravih namazı kılındığı an, bir cenaze geldi ve hemen teravih namazının
selamını verince, arada cenaze namazı kılınıp tekrar teravih namazı kılınmaya
devam edilmiştir. (İslama Sokulan bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal) Cenaze ve
tesbihin terki: Namazın tesbih ve sünnet olan zikrini terketmek sünnet olamaz.
Peygamber sav cenaze olduğu zaman bunları terkediniz dememiştir. Ancak farz ve
vacip olmadığı için terkinden dolayı günaha girilmiş olmaz.(Fetvalar-Halil
Gönenç) Cenazenin
ardından tezkiye etmek: Cemaatin tanımadığı veya kötü olarak bildiği bir kimse için “Bu adamı
nasıl bilirsiniz*” sorusuna, iyi biliriz, Allah rahmet eylesin demek yalandır.
Bu tezkiye ölüye fayda vermediği gibi cemaati de günaha sokar. (Halil Gönenç) Müslüman
olmayanın cenaze namazı: Müslüman bir kimsenin müslüman olmayan bir kimsenin cenaze namazına
katılması caizdir. Ebu talip öldüğünde Peygamber sav Hz. Ali’ye defn ve tedvin
işleri için emir buyurdu. Aynı şekilde müslüman olmaya annesinin cenaze
merasimine katılmasını da emir buyurdu. (Yes elüneke Anil Din vel Hayat) (Halil
gönenç) Cenaze için
kalkmak: Fukaha
ve Cumhuru ulema, cenaze geçerken görüldüğünde, görenler oturuyorsa cenazeye
kalkmanın mekruh olduğunu beyan etmişlerdir. (Halebi Kebir ve Dürretül
Fahireden) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Peygamberimizin
ayağa kalktığını bildiren hadis Hz. Ali’den rivayet edilen Resulullah sav ayağa kalktı. Sonra oturdu.”
(Ebu Davud, İbni Mace, İmam Ahmed) hadisi ile neshedilmiştir. Müslim de bu
manada bir hadis rivayet etmiş, vaktiyle vardı fakat sonradan nesh edilmiştir,
demiştir. (Münye Şerhinden) (İbni Abidin-3) Cenazenin
geceleyin defni: Cenazeyi gece defnetmek caizdir. (Fetvalar-Nevzat Akaltun) Cenaze
giderken yürümek: Cenaze içinde yürüyenler arasında en efdal olanlar, cenazenin arkasında
yürüyenlerdir. Cenazenin önünde de yürümek caizdir. Ancak herkesten ileri
gitmek ve cenazeden uzak kalmak mekruhtur. Cenazenin sağından ve solundan
yürümekte iyi değildir. Fethul Kadir’de de böyledir. Cenazenin arkasından
gidenlerin üstüne düşen vazife susmaktır. Bunların yüksek sesle Kuran okumaları
ve zikretmeleri mekruhtur. Tahavi
şerhinde de böyledir. Cenazede en efdal olan mezar toprak dolana kadar
oturmamaktır. Muhit’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Cenaze
namazında ellerin salınması: Cenaze namazında, dördüncü tekbirden sonra eller
önce salınır, sonra sağa ve sola selam verilir. (İslam İlmihali-Enisül Abidin-Cep
İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç) Cenaze
namazının yeniden kılınması: Cenaze namazı her nerede olursa olsun bir defa
kılındı mı aynı imam ve cemaat tarafından ikinci defa kılınmaz. Öncelik hakkı
olan velisinin namazını kıldırmasıdır. Velisinin izni olmaksızın kendisi de
iktida etmemiş olmak takdirinde, isterse kendi kendine veya başka cemaat ile
bir namaz kılabilir. (Hindiyye-Nimeti İslam) (İkaz-Mehmet Güleç) Cenaze
yıkanmadan Kuran okumak: Ölü yıkanmadan yanında Kuran okumak mekruhtur. Ancak başka bir odada
okunmasında bir mahzur yoktur. Yıkandıktan sonra yanında da okunabilir.
(Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar) Cenaze
yıkayana ücret vermek: Yıkayan kimse ücret isterse orada başka yıkayacak bulunduğu takdirde
ücret vermek caizdir. Başkası yoksa caiz değildir. Çünkü yıkamak ona taayyün
etmiştir. Taşıyanın ve mezar kazanın hükmü de böyle olmak gerekir. (Sirac,
Metin kısmı İbni Abidin-3) Cennette
evlilik: Cennette
kişi ve onun evliliği dünyadaki gibi değildir. Dünyadaki eşler birbirini
isterse beraber olurlar, bunda bir problem yoktur. Biri ister diğeri istemezse,
Allah Teala her birine istediğini yeniden yaratarak verebilir. (Helaller ve
Haramlar-Hayrettin Karaman) Cihadın
şartları: Cihadın
mubah olmasının iki şartından biri de şudur: Müslümanların, bu savaşın sonunda,
kuvvet ve kudret sahibi olacaklarını ümid etmeleri... (Savaşa hazır olup, zafer
kazanacak güçte olmalarını ümit etmeleri) bu durumda olmayan müslümanların
savaşması, nefsi tehlikeye atma durumundan dolayı helal olmaz. (Fetevayi
Hindiyye) Cihadda anne
ve babanın izni: Cihada çıkmak isteyen bir kimsenin anne ve babası varsa, bunların
iznini almadan cihada çıkması uygun olmaz. Ancak, cihad umûmi olursa, onlardan
izin almadan çıkabilir. (Fetevayi Hindiyye) Cihadda
karısının izni: Bir kimsenin karısı bulunur ve cihada gitmesi halinde onun helâk
olacağından korkarsa, bu şahıs karısının izni olmadan cihada çıkamaz. (Fetevayi
Hindiyye) Cihadda
düşmandan kaçmak: Silahı olmayan bir kimsenin, silahı olan bir şahıstan kaçmasında bir
beis yoktur. Bir kişinin, üç kişiden kaçmasında da bir beis yoktur. Serahsi’nin
Muhitçinde de böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Cinden
korunma: Übey
b. Kâb’dan: “Karşılaştığı
bir cinden, korunmak için ne yapması lazım geldiğini sorunca Cin: Bakara
suresinden Ayetül Kürsi sizi bizden korur, kim onu
akşamleyin okursa, o gece sabaha kadar ve kim sabahleyin okursa o gün akşama
kadar bizden korunmuş olur, dedi. Oalyı
Peygamberimize anlatınca Kâb doğru söylemiş,
buyurdu.” (Kenz, Nesai, Hakim, Beyhaki) (Hayatüs Sahabe-4) Cuma ezanı
nerede okunmalı: İmam minbere çıktıktan sonra oturur ve müezzin minberin karşısında
durup tekrar ezan okur. (Hidaye Tercümesi) İmam
minbere çıkınca ve müezzin imamın önünde ezan okumaya başlayınca alış veriş
yapmak tahrimen mekruhtur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Camilerde
işlenen bidatlardan birisi de, Cuma günü hatip efendi hutbeye çıkıp oturduktan
sonra ikinci ezanın minberin önünde okunmayıp rasgele yerde veya minberin
karşısında olmadığı halde uzak yerlerde okunmasıdır. Ecdadımız bu sünnet yerini
bulsun diye, camileri yaptırırken, Cuma günü minberin önünde ikinci ezanı
Muhammedi ifa edilsin diye, müezzin mahfelileri yaptırmışlardır. Konya’da
Sultan Selim, İstanbul’da Fatih, Bursa’da Ulu cami, Edirne’de Selimiye
camilerinde minberin önünde yapılan camiler bu sünneti ifa içindir. (İslama
Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal) Cuma günü
yolculuk: Sabah
vakti girince Hanefi ve Malikilere göre yolculuğa çıkılabilir. Hanefilere göre
Cuma günü öğle vakti girmeden önce, şehrin mamur, oturulan yerlerinden
ayrılınırsa, sefere çıkmakta bir beis yoktur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe
Zühayli) Cuma namazıyla
ilgili hükümler: Cumhur, Cuma namazının sahih olabilmesi için yerleşim biriminin şehir
veya köy olmasına itibar etmeyip sadece sayı ve ikameti esas almışlardır. Toplayıcı şehirden başkasında Cuma namazı ve
teşrik tekbiri yoktur. Şeklindeki söz Hanefilerin iddia ettikleri gibi
Peygamberimiz sav’in sözü olmayıp Hz. Ali’ye nispet edilen sahih mi, zayıf mı
olduğu muhaddisler arasında tartışmalı olan mevkuf bir haberdir. Nitekim İmam
Tirmizi “Köylerde Cuma kılınmaması hususunda Peygamberden rivayet edilen hiçbir
hadis sahih değildir” der (Beyhaki, Dârekutni, Nevevi, Darulfikr, Azımabadi)
İmam Ahmed b. Hanbel “Bu söz hadis değildir. Sadece Hz. Ali’nin kendi sözüdür.
Ancak Hz. Ömer ona muhalefet etmiştir” demektedir. Aynı görüşler Beyhaki ve
Hafız İbni Hacer’den de nakledilir. Buhari ve Ebu Davud’un İbni Abbas ra’den
rivayetlerine göre, O şöyle demiştir: “Resulullah sav’in Medine’de kılınan
cumadan sonra (Medine haricinde) kılınan ilk Cuma namazı, Bahreyn köylerinden
bir köy olan Cuvasa’da kılınan Cuma namazıdır.” Ebu Hureyre’den rivayete göre:
“Biz Bahreyn’de iken kendisine burada Cuma kılıp kılamayacağımızı sormak üzere
hz. Ömer ra’e mektup yazmıştık. Bunun üzerine Ömer bize cevaben “Nerede
olursanız olun, Cuma namazını kılın” diye yazdı.” (İbnu Ebi Şeybe, Darekutni,
İbnu Hacer) Buhari’nin katibi Leys b. Sa’d den rivayete göre şöyle demiştir:
“İçerisinde cemaat bulunan her şehir ve köy Cuma ile me’mur olurlar. Zira Mısır
ve sahillerinde oturan ahali Ömer ve Osman ra zamanlarında, aralarında
sahabeden bir gurupta olduğu halde Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın emriyle buralarda
Cuma namazı kılıyorlardı. (İbnu Hacer, Ali Nasıf) Ka’b b. Malik’ten rivayete
göre Esad b. Zürare Medine’ye iki mil mesafede bulunan Beni Beyada köyünde
Hezmün Nebit denilen semtte Cuma namazı kıldırmış ve buna devam etmiştir. Ne
Peygamber sav ne de sahabeden buna karşı çıkan kimse olmamıştır. Beyhaki,
Vâhidi, İbnu Sâ’d ve daha pek çok kimselerin rivayet ettikleri gibi, Peygamber
sav Mekke’den Medine’ye hicret ettiği esnada Kuba ile Medine arasında bir köy
olan Salim oğulları yurdunda Cuma namazı kıldırmıştır. Burası şehir merkezi
olmayıp küçük bir köydür... Câbir hadisinin (cumanın devlet başkanınca
kıldırılması hadisi) olan Ali b. Zeyd b. Cü’dan hakkında hadis otoritelerinin
görüşleri şöyledir: İmam Buhari “Ahmak ve aklı kıt bir kimse idi. Hadisiyle
ihticac olunmaz.” Hafız İbnü Hacer “Zayıf bir ravidir” Ahmed b. Hanbel bir
defasında “Ali b. Zeyd bir şey etmez” derken bir defasında da “O zayıfül
hadistir” demiştir. Tirmizi “Ali b. Zeyd saduktur” saduk; hakkında bu tabir
kullanılan bir kimsenin hadisleri ancak denemek ve araştırılmak maksadıyla
yazılır. Darekutni de onu zayıf saymıştır.
Aynı hadisin diğer ravisi olan Abdullah b. Muhammed el-Adevi hakkında
ise Buhari “Abdullah b. Muhammed, Ali b. Zeyd b. Cüdan’dan, Velid b. Bükeyr’de
kendisinden hadis rivayet etmiş olup, münkerül hadistir. Hadisinin mütabii
yoktur” (Hadisi kabul edilmeyen, rıza gösterilmeyen kimse) İmam Nesei “Adevi
hadis uydururdu” derken, İbnü Hibban “Adevi’nin rivayet ettiği hadislerin delil
gösterilmesi helal değildir” der. Hanefi ulemasından Mevsili ise uydurma
hadisleri bir araya topladığı kitabında Cabir hadisini de zikrederek "Bu
konuda Resulullah sav’den rivayet edilen hiçbir hadis sahih değildir”
açıklamasını yapmıştır. Hadisin ravileri sebebiyle asılsız olması bir yana,
metnin muhtevasının da asılsız olduğuna bir delil vardır. Çünkü hadisin sonunda
hac, zekat ve oruç ibadetlerinden bahsedilmektedir. Her ne kadar bu ibadetler
biliniyorsa da farz kılınmamıştır. Bir kavle göre hac, hicretin altıncı
senesinde, meşhur olan diğer bir kavle göre ise hicretin dokuzuncu yılında farz
kılınmıştır. Cuma namazının farz olduğunu beyan eden ayetler ise, hicretin
hemen ilk günlerinde nazil olmuştur. Keza oruç hicretin ikinci yılında, zekatta
yine aynı yılda oruçtan önce farz kılınmıştır. Şu halde henüz ortada ne oruç ne
zekat ve ne de hacc ibadeti yokken iki ila dokuz yıl aradan sonra meşru kılınacak
olan ibadetlerden bahisle Resulullah sav’in “Bilmiş olun ki böylesinin ne haccı
ne zekatı ne de orucu kabul edilir...” buyurmuş olması garip değil midir? Diğer
bir hususta hadisin değişik yollarla gelen metinleri karşılaştırıldığı zaman,
birbirinden farklı lafızlar ihtiva ediyor olmasıdır. Mesela, aynı hadisin, Ebu
Yâ’lanin Müsned’inde geçen metninde “âdil ve zalim bir imamı varken” ifadesi
mevcut değildir. Sonra haberdeki imam lafzıyla mutlak devlet başkanı
kastedildiği de tartışma götürür bir şeydir. Cabir hadisi mevzu olmayıp sahih
bile olsa haberi ahad tarikiyle gelmiştir. Dolayısıyla böyle bir hadisle gelen
hüküm Hanefi imamlarına göre şart sayılmaz, onunla Kuran’ın hükmü tahsis
edilemez ve üzerine ziyade yapılamaz. Hanefi fukahasından İbnü Hümam söz konusu
“Hidaye” üzerine yazdığı “Fethül Kadir” isimli şerhinde bu ifadenin hadis
olmayıp Hasanı Basri’ye ait bir söz olduğunu belirterek: “Hasan dört şey
sultana aittir dedi ve bunlar arasında Cuma ve bayram namazlarını da zikretti”
kaydını koymuştur. Yine İmam Serahsi el-Mebsut’ta bu ifadeden bahisle “Eserde
dört şey sultana aittir. Cuma da bunlardandır denilmiştir” demek suretiyle bu
sözün hadis olmayıp, peygamberden başkasına ait olduğuna dikkat çekmiştir.
Bilindiği gibi eser tabiri özellikle peygamberden başkalarına ait sözler için
kullanılır. Cuma namazını sultana izafe eden haberler, Tabiundan İbnu Muhayriz
ile Atâ el-Horasani’ye ve İbnu Hazm’ın Muhallasındaki şekliyle Ebu Abdullah’a
aittir. Hafız İbnü Hacer’de Keşşaf’ta geçen hadislerin aslını araştırmak üzere
kaleme aldığı kitabında “Ben bu haberi merfu olarak görmedim” demiştir. Başta
İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel olmak üzere cumhuru fukahaya
göre namazla doğrudan bir alakası bulunmadığı ve namazın maslahatından olmadığı
için Cuma namazını devlet başkanı ve onun izin verdiği kimsenin kıldırması ve
onun izin vermesi şart değildir. Hanefi fukahasından İmam Muhammed’de bu
görüştedir. Medine’de Hz. Osman muhasara altına alındığı zaman, sahabeye Hz.
Ali Cuma namazı kıldırıyordu. Onun bu namazı Hz. Osman’ın emriyle kıldırdığına
dair herhangi bir rivayet sabit değildir. Halbuki o sırada devlet idaresi Hz.
Osman’ın elindeydi. Allahu Teala Cuma namazını herhangi bir şarta bağlamaksızın
mutlak olarak emretmiştir. Dolayısıyla kayıtsız ve şartsız mutlak olarak eda
edilmelidir. İmam Muhammed Cuma namazının şartlarını sayarken bu hususta son
derece temkinli davranarak şöyle demektedir “Cuma namazının şartları; cemaat,
hutbe ve vakittir. İkincisi ise vali ve şehir olup bunlar ihtilaflıdır” (Camiüs
Sağirden) ibni Abidin, Reddül Muhtar adlı eserinde “Cuma namazı insanların en
zalimi olan Haccac zamanında bile kılınmaya devam etmiştir. Halbuki o, islami
hükümlerin tamamını tatbik etmiyordu. Bu sebeple bir memlekette bir vali vefat
etse yahut herhangi bir fitne sebebiyle Cuma namazına gelemese ve Cuma namazını
kıldırma yetkisine sahip olanlardan hiç birisi de bulunmasa, cemaat zaruri
olarak aralarından kendilerine bir hatip seçerler ve Cuma namazını kılarla. Bu
surette kafirlerin istila ettiği beldelerde bile sahih olmasına rağmen, fitne
zamanlarında kılınan Cuma namazı geçerli değildir, diyenlerin cahilli ortaya
çıkmıştır. Vehbe zuhayli’de şunları kaydeder: “İmamın izni ve kendisi olmadan
Cuma kılmak sahih ve muteberdir. Zira Hz. Osman Kufe valisi Velid b. Ukbe b.
Ebi Muayt bir gün Cuma namazını kıldırmaya gelmemişti. Bunun üzerine İbnü Mesud
onun izni olmadan sahabelerin de hazır bulunduğu cemaate Cuma namazını
kıldırmıştır.. islam devletinin dışında ve darul harbde Cuma namazı kılınmaz
diyen tek bir Hanefi alimine rastlamak mümkün değildir... Netice olarak biz
diyoruz ki, bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi hem de
imametinin meşruluğunun sebeplerinden biridir. Fakat devlet başkanının bu
namazları kıldırmak vazifesiyle yükümlü olması, bu namazların farziyyetinin ve
meşruluğunun bir sebebi değildir. Keza hicretten önce henüz bir darul harb olan
Medine’de müslümanlar Resulullah sav’in müsadeleriyle Cuma namazını
kılıyorlardı. Hiçbir kimse Medine’de o dönemde islami bir otoriteden, hatta
ıstılahi manada bir cemaatin varlığından bile söz edemez. (Devlet, Siyaset ve
İbadet Üçgeninde Cuma Namazı-Recep Çetintaş) Cuma namazına
sonradan yetişmek: İmam Muhammed “Şayet imamla birlikte ikinci rekatın rukuuna yetişirse
cumayı onun üzerine bina eder. Daha sonra yetişirse o namazın üzerine öğlen
namazını bina eder. Çünkü bu namaz bir cihetten Cuma bir cihetten öğledir. Zira
bazı şartları kaçırmıştır. Binaanaleyh öğleye itibar ederek dört rekat
üzerinden kılar, fakat cumaya itibar ederek iki rekatta behemehal oturur.
Nafile olmak ihtimalinden dolayı son iki rekatta kıraat okur.” Şeyhayna göre, o
kimse bu halde cumaya yetişmiştir. Hatta kendisine cumaya niyet etmek şarttır
ki, o da iki rekattır. İmam Muhammed’in söylediklerinin vechi yoktur. Zira
bunlar muhtelif iki namazdır. Biri diğerinin tahrimesi üzerine bina edilmez.
Hidaye’de de böyle denmiştir. (İbni Abidin-3) Cuma namazı ve
köy: Zahirilere
ve kaybolmuş mezhep sahiplerinden biri olan Ebu Sevr’in görüşüne göre, Cuma
namazı aşiret mescitlerinde de kılınabilir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe
Zühayli) Bulaşıcı bir
hastalığa müptela olan kimse ve Cuma Namazı: Bulaşıcı bir hastalığa müptela olan kimsenin
Cuma ve bayram namazı gibi namazlara gitmesi caiz değildir. Hatta başkasına
zarar verecek fıtri veya sarmısak ve soğan gibi şeyleri yemekten dolayı arızı
bir kokusu olan kimsenin Cuma namazına ve cemaate gitmesi doğru değildir.
(Fetvalar-Halil Gönenç) Cuma Hutbesi
ve minberin basamaklarında dua: Hatiplerin hutbe okumak için minbere çıkarken her
basamakta dua etmeleri bidattır. Kadı Beydavi’nin vermiş olduğu caizdir fetvası
tuhaftır.(Mugnil Muhtaçtan) (Fetvalar-Halil Gönenç) Cünübün Kuran
okuması: Ebu
Hanife’nin “Cünüp olan bir kimsenin ellerini ve ağzını yıkadıktan sonra Kuran’a
dokunmasında ve okumasında bir sakınca yoktur” şeklinde ikinci bir kavli de
vardır. (Halebi Sağir-Halebi Kebirden) Malikilerden hayızlı olduğu halde
kadının Kurana dokunabileceği ve okuyabileceğine dair fetvalar vardır. Buhari
Kitabul Hayız bab 7’de “Haiz (hayızlı kadın), beyti tavaf etmenin dışında tüm
menasikleri yerine getirir” başlığında şu rivayetleri nakletmektedir: İbrahim
dedi ki: (Hayızlının) ayet okumasında herhangi bir sakınca yoktur” İbni Abbas
Cünüp için kıraatte (Kuran okumakda) bir sakınca görmedi. (İslamda Meseleler ve
Çözümler-Ziya Eryılmaz) (Şunu hatırlatmakta fayda var ki, önemli olan görüşler
değil fetvaya esas olarak kabul edilenlerdir. Bu tür rivayetleri ehli sünnnetin
genel anlayışı ile değerlendirmek ve ona tabi olmak gerekir.) Cünübün tırnak
kesmesi ve traş olması: Cünüp olan kimsenin yıkanmadan traş olması ve tırnak kesmesi haram
olmazsa da iyi değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç) Cünübün yemek
yemesi: Erkek
olsun, kadın olsun Cünüp olan bir kimsenin, ellerini ve ağzını yıkamadan yemek
yemesi ve su içmesi mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye) Çalgı
aletleri: İslama
uygun olmak kaydıyla oynamak, kaval ve kudum gibi aletler kullanarak sevinç
izhar etmekte bir mahzur yoktur.. İbni Hacer ve Kurtubi gibi alimler ise,
tambur ve kemençe gibi fasık ayyaş ve sefihlerin kullandığı çalgı aletlerini
kullanmanın ve dinlemenin icma ile haram olduğu görüşünü ileri sürüyorlar. (Kef
el-Ruâ) Ebu İshak el_Şirazi’de bu hususta şunları söylüyor. “Ud ve tambur gibi
çalgıları çalmak haramdır” Peygamberimiz sav şöyle buyuruyor: “Allah Teala ümmetime içkiyi, kumarı ve
darında yapılan içki ile davul ve tamburu yasaklamıştır.” Bir başka hadiste
“İçki içip, davul ve çalgı aletlerini kullanmak yüzünden ümmetimin bir kısmı
mesh olunacaktır” Demek oluyor ki, insanın şehvet ve arzularını tahrik
etmeyen aksine hüzün ve benzeri duygulara yol açan aletleri çalması ve
dinlemesi caizdir. (Halil Gönenç-Fetvalar) Çalışan
Fakirlere Zekat: Fakir birisi, kendisine uygun bir iş sahası olur, bununla da kendisinin
ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyaçlarına yetecek bir kazanma gücüne
sahip olursa, böyle bir kimseye zekat vermek caiz olmaz. Nitekim peygamberimiz
sav: “Sadaka (zekat) zengine ve iş sahası
olup da çalışabilecek güçte olana helal değildir.” (Tirmizi) (Büyük Şafi
İlmihali) Çamur: İnsan yürürken, ayaklarından
kendine sıçrayan yolun çamuru affedilmiştir. (Büyük Şafi İlmihali) Çocuğun camiye
götürülmesi: İçerde
oyun oynamayacak çağda olan, yahut oynaması yasaklanınca oynamaktan kaçınan
küçük çocukların mescide götürülmeleri caizdir. (İslam Fıkhı
Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Çocuğun ezanı:
Mekruh
olmakla beraber caizdir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Çocuk
düşürmek: Ulema
“Dört aydan önce velev kocasının izni olmadan, çocuğu düşürmek mübahtır.”
Demiştir. (Metin kısmı) Nehir sahibi diyor ki: Şimdi şu kalır; acaba gebe
kaldıktan sonra çocuğu düşürmek mübah mıdır? Evet, henüz bir uzvu yaratılmamış
olmak şartıyla mübahtır. Bu da ancak 120 gün sonra olur. Haniye’nin
kerahet bahsinde şöyle denilmektedir. “Ben helaldir, diyemem. Çünkü ihramlı bir
kimse bir avın yumurtalarını kırsa onu öder. Zira yumurta avın aslıdır. Bu,
ceza ile karşılaştığına göre, burada en azından özürsüz düşürse, günah
yazılır.” İbni Vehban “Şu halde çocuk düşürmenin
mübah olması özür haline yorumlanır. Yahut çocuk düşüren kadın öldürmüş kadar
günah işlemiş sayılmaz, manasına alınır. (İbni Abidin-6) Çocuk ve
namaz: Çocuk
yedi yaşından sonra dövülür. Çocuk el ile dövülecek ve üç tokattan fazla
vurulmayacaktır. Hocanın da talebesine üç tokattan fazla vurmaya hakkı yoktur.
(İbni Abidin-2) Dar’ul islamın
Dar’ul harb olmasının şartları: İmam Ebu Hanife’ye göre, Darû’l islam şu şartla
dârul harb olur. 1) Kafirlerin hükümlerini alenen icra etmek, islamın
hükümleriyle hükmetmemek. 2) Darul harble darul islam arasında bir islam
yurdunun bulunmaması, darul harbe bitişik olmak. 3) Kafirler istila etmeden
önce sabit olan güvenin olmaması. Bu şartların üçünün de olması gerekir.
İmameyne göre ise bu durumda bir şart yeter başkası gerekmez, o şart da küfür
ahkamının izhâr edilmesidir. (Fetevayi Hindiyye) Darul harbde
faiz ve kumar: İmam Serahsi şöyle diyor: “Ebu Hanife ve İmam Muhammed ra, Darul harbde
bir müslüman için, harbiye, bir dirhemi
iki dirhemle vermenin caiz olduğuna fetva verdiler.” Şafii mezhebine göre
ilgili hadis zayıf olduğundan caiz değildir. (Mebsut) İbni Hümam şöyle diyor:
“Gerek kumar meselesinde olsun ve gerekse faiz meselesinde olsun eğer fazlalık
müslümana geçiyorsa bu muameleler mubahtır.”(Darul Harb Fıkhı) Bilinmektedir
ki, Darul harb fıkhı Mekke dönemi müslümanlarınca yaşanmamıştır. Bu konuda Ebu
Bekir ra’in müşriklerle bahse girmesi olayı delil olarak öne sürülmektedir. Baz
ı Hanefi müctehidleri bu olayı örnek göstererek, darul harbde bulunan
müslümanların kazanacaklarından emin olma şartıyla, harbilerle mal ve para
karşılığında bahse girmelerine cevaz vermişlerdir. Bahis kazanılınca Rasulullah
sav bahis karşılığı olan develeri (safların ayrıldığı o dönemde bir harbi olan
müşriklerde kalmaması için) Ebu Bekir ra’e almasını ve bu develeri fakirlere
tasadduk etmesini emir buyurmuştur. Dikkat edilirse bahis karşılığı olan bu
develer ne beytül mâle kabul edilmiş ne de Ebu Bekir ra’in kullanmasına izin
verilmiştir. Kaldı ki Resulullah sav’in bu olayda bahse ilişkin verdiği izin
umuma değil, kişiye özeldir. Böyle bir izni umuma şamil kılmak ise fıkıh
usûlüne aykırıdır. (Rabbani Yol ve Sünnetullah-Said Hakim) Not: Kaldı ki Ebu
Bekir ra bu bahse girmesinde Kuran ayetinden yola çıkarak kalkışmıştır! Almanya
vb ülkelerde müslümanlar faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanlarında
hissesi vardır. Bankalarda müslümanlarında paraları vardır, bu durumda faiz
müslümanlar arasında cereyan etmiş olur. (Helaller ve Haramlar-Hayreddin
Karaman) “Darul
harbde, müslüman ile harbi arasında faiz olmaz” anlamındaki hadis Zeylai ve
İbni Hümam’ın tespitlerine göre “ahad” bir haberdir ve garibdir (sahih
değildir) İmam Azam ve İmam Muhammed bu hükmü verirken, parayı iktisadi bir
silah olarak düşünüp, müslümanın onu kafirin ülkesinde ve onun rızasıyla,
herhangi bir yolla alabileceğini, böylece onu iktisaden zayıf düşüreceğini,
müslümanın hiçbir surette faiz veremeyeceğini, yani fazlalığı müslümanın alması
halinde bunun caiz olabileceğini kastettikleri, arkadaşları olan imamlar
açıklamışlardır. ( Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk Beşer) Hz. Ebu Bekir kazanacağını Allah Rasülünün
haber vermesiyle kesinlikle bilmektedir. ( Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk
Beşer) Davete icabet:
Bidat olan
davete gidilmez. (Fetevayi Hindiyye) Bir kimse düğün yemeğine davet edildiğinde
oraya gidince oyun veya şarkı, türkü bulursa, oraya oturup yemek yemesinde bir
sakınca yoktur. Şayet gücü yeterse bundan meneder, yetmezse sabreder. Bu şahıs
imam, müezzin, hakim, müftü, vaiz, müderris değilse böyledir. Kendisine uyulan
kimse gücü yetmeyince oturmaz, oradan hemen çıkar gider. Bunların hepsi,
davetli vardıktan sonra çalgı-oyun gibi şeyler olursa böyledir. Fakat gitmeden
önce durumu bilirse, hiç gitmez. Çünkü böyle bir davete icabet gerekmez.
Siracül Vehhac’ta da böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Dedikoduya bir
örnek: Aişe
ra’den “Bir gün Peygamber efendimizin
huzurunda bir kadından söz ederken: “Uzun eteklidir” dedim. Peygamber efendimiz
bana –Ağzından at, ağzından at buyurdu ve tükürdüğüm zaman ağzımdan bir parça
et çıktı. (Tergib, Ebu Davud) (Hayatüs Sahabe-2) Delillerin
tearuzu: Bir
hüküm hakkında ihtilaf vaki olursa, yani ulemanın bir kısmı yapılması lazımdır,
bir kısmıda yapılması lazım değildir derse, ihtiyaten yapılaması daha uygundur.
Çünkü gerçekten gerekli olduğu halde eda edilirse zarar vermez. (Fetvalar-Halil
Gönenç) Helal
ile haram diye hüküm varsa, hüküm haram olarak verilir. İki delil çatışır;
delillerden biri hususun mübah olduğunu diğeri de haram olduğunu söylüyorsa,
haram olduğu cihetine itibar edilir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Denizde ölen
balıklar: Deniz
ölüsü; denizin kenara attığı için ölen
demek olup, denizde sebepsiz ölüp su üzerine çıkan demek, değildir. Çünkü ancak
birinci manada ona deniz ölüsü denebilir. Yılanbalığı, sazan balığı vesair
balık ve çekirge nevilerinin yenmesinde bir sakınca yoktur. Bize göre balıkta
asıl olan şudur: Balık, eğer herhangi bir olay neticesinde ölmüşse, canlı
yakalanan balık gibi helaldir. Eğer kendiliğinden ölmüşse, su üzerine çıkan
balık gibi helal değildir. (Hidaye Tercümesi) Devir ve
iskat: Kuran
ve sünnette böyle bir şey yoktur. Namaz vücutça ne kadar halsiz olunsa da
kılınmalıdır. Zayıf bir rivayete dayanan bir söze göre İmam Muhammed’in
bulunduğu çare böyle mahut namazların borçlarını, oruç borcuna kıyas,
mezheplerin hiçbirisi tarafından kabul edilmemiştir. İmam Muhammed’in bu sözü
ümid etmek yolunda olup; namaz borcundan tamamen ibrayı tazammun etmez. Büyük
meblağları ödemek güç olduğundan çok kereler devir yapılması gerekir ki
(paranın elden ele dolaşması) bu cidden gülünç bir haldir. (1965 Diyanet
Fetvası) (Fetvalar-Nevzat Akaltun) Ölmeden
önce her türlü imkanlara sahip olduğu halde önden birşey göndermeyen insanlar,
bunu yakınlarının, arkasından göndermesini vasiyet ederler. Bu vasiyeti yerine
getirmek üzere “devir sektörü” devreye girer. Hıristiyanların işledikleri her
bir günah için belli bir bedel vardır. Adam gider kiliseye, papaza hesabını
çıkarttırır, parası varsa borcunu öder. Böylece günahlarının hesabından
kurtulduğunu zanneder. Buna benzer bir adeti cahil müslümanlar “alt üst görmek”
veya “küçük ve büyük devir” adları altında icra ederler. Ölen kişinin
vasiyetinde yazılmadığı halde, şu kadar namaz, bu kadar oruç vs diyerek bir
hesap çıkarırlar. Bu tür işler islam dininde şiddetle reddedilmiş olur, asıl
olan insanın iyi amellerini ölmeden evvel yapıp göndermesidir. Önden
göndermeyip, hep arkadan bekleyenler elbette ahiret gününde çok pişman
olacaklardır. (Surelerle Yolculuk-Mustafa Uzun) Devleti
dolandırmak: Düzen
ne kadar bozuk olursa olsun devlet, hakiki değil hükmi bir şahsiyettir ve
yaptığı harcamaları ve hizmetleri kendi parasından değil yine halkın parasından
yapmaktadır. Dolayısıyla devletindir deyip aşırılan paralar, ya da elektrik,
su, ulaşım vasıtaları vb şeylerden yararlanıldığı takdirde verilmeyen bedelleri
aslında milletin fertlerinin fırsat bulabilenleri, bulamayanları soyabilir
demek olur. Öyleyse bunu inananların yapmaması gerekir. (Fetvalarla Çağdaş
Hayat-Faruk Beşer) Dil ile niyet:
İbni Hümam
“Peygamber sav’in namaza başlarken filan namazı kılıyorum dediği (yani dille
söylediği) sahih veya zayıf hiçbir hadisle sabit olmadığı gibi sahabe veya
tabiinden de sabit olmamıştır.” Buyurur. İbni Abidin “Niyeti dil ile söylemek
bidattır diyenler de vardır” der. İmam Rabbanî de bidattır diyor. (Fıkhi
Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) Dilenciye para
vermek: Bizzat
kendisinden dilenen olur ve “Allah rızası için..” diye dilenirse ona az da olsa
mutlaka birşey vermeli ve öyle dileyerek dilenmesinin çok kötü olduğunu ona
uygun bir dille anlatmalıdır. Cami içlerinde dilenenlere ise bir şey vermemesi
daha uygun olur. Çünkü böylece bir bidatın önüne geçilmiş olur. İhtiyacı
olmadığı halde dilenmeyi bir meslek haline getirdiğini bildiği kişilere de
bizzat kendisinden istemedikçe vermemesi daha uygundur. Ama her halukarda
dilenciyi azarlamamak bir Allah emridir. (Bakara:263) (Fetvalarla Çağdaş
Hayat-Faruk Beşer) Dinde
aşırılık: İlim
ve amel yönünden zayıf yapılı bir dindar kişi, yahut da Allah’ın haramlarını
çiğneyen ve koyduğu esasları inkar eden bir ortamda yaşayan, yetişen kimse en
düşük düzeydeki din bağlılığını bile taassup ve katılık olarak değerlendirir.
Sırf fıkıh görüşlerinden azimet yolunu seçti diye herhangi bir kişiyi dinde
aşırı gitmekle suçlayamayız. Yüz, ellerin kapatılması gerektiğine dair bir
kısım alimler Kuran ve sünnetten delil getirmişlerdir. Şimdi buna inanan ve
yüzünü peçe, elini eldivenle kapatan bir genç kıza, aşırılık damgası
vurulabilir mi? Ya da gömlek ve pantolon yerine uzun boy elbisesi giymek, bu
elbiseyi topukların üstünde tutmak gibi uygulamaları aşırılıkla suçlayamayız.
Aşırılık delillerinin ilki başkalarına hayat hakkı tanımayan çok katı bir görüş
saplantısı.. Azimet yolunu seçenin makbul olmayan yani bütün bunlarla halkın
çoğunluğunu da yükümlü saymasıdır. Kabulü mümkün olmayan sert tutumlardan biri
de yersiz ve zamansız sertliklerdir. Bu tür tavırların islam ülkesi olmayan bir
yerde sergilenmesi gibi. Ya da islama yeni girmiş veya yeni tevbe etmiş
kimselere karşı ortaya konulması gibi. Oysa bu tür kimselere karşı fer’i
meselelerde ve ahlaki konularda kolaylık göstermek gerekir. Bundan emin
olduktan sonra onları islamın esaslarına çağırır. Sonra imanın şubelerine daha
sonra ihsan mertebesine davet eder. Dün Haricilerin yaptıklarını bugün “tekfir
ve Hicret” cemaatı yapıyor. Onlar günah işleyen, işlediği günahta ısrar gösterip
tevbe etmeyen herkesin küfrüne hükmediyorlar. Allah’ın indirdikleriyle
hükmetmedikleri gerekçesiyle hükmetme mevkisindeki kişilerin de küfrüne
hükmediyorlar. Hükmedilenlerin küfrüne de hükmediyorlar. Çünkü onlar, bu
kişilere rıza göstermekte ve verdikleri hükümlere uymaktadır. (İslami Uyanışın
Problemleri-Yusuf Kardavi) Dirhem: Bir dirhem miktarı, bir
rivayete göre ki sahih olan budur, yüzölçümü itibariyledir. Bu da avuç içinin
genişliği kadardır. (Hidaye Tercümesi) Irak
dirhemi 3.17 gr, şimdiki Mısır dirhemi 3.12 gr, Arap dirhemi 2.975 gr. 40
dirhem 1 ukiyye altın yapar. 10 dirhem 7 miskal altındır. (İslam Fıkhı
Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Doğum günü: Dinimizde yaş kutlaması diye
bir uygulama yoktur. Ancak her yıl kişi kendini hesaba çekmeli, tevbe etmeli,
bir önceki yıla nazaran maddi-manevi kendini daha kârlı çıkarmaya bakmalıdır.
Yoksa müslüman sadece yaşı sayısınca mum söndürmenin saçmalığına kendini
kaptırmamalıdır. (Fetvalar-Diyanet Vakfı) Sıradan
şahısların yaş günleri ile ilgili kutlama ve merasimlerin günümüzde dinle
ilgisi kalmamıştır, bunlar milli örfler haline gelmiş, hatta millilik sınırını
da aşarak küreselleşmiştir. Bunun dini bir sakıncası yoktur. Ancak kendi
çocuklarımızın yaş günlerini kutlarken şekilde başka kültürleri taklid etmemeliyiz.
(Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Domuzun kılı: Bakara 173.ayetin tefsirinde
Razi der ki: Domuzun kılından istifade etmeye gelince, fukaha arasında, kılının
pis olmadığını söyleyenler vardır ki, bu en sağlıklı görüştür. (Tefsiri
Kebir-Fahruddin Razi) İmam Yusuf’a göre domuzun kılı necistir. İmam Muhammed, terzilere gerekli olduğundan, zarureten fetva vermiştir. Dürer de ise; zamanımızda bu zorunluluk kalktığı için kullanılması caiz değildir, deniliyor. (İbni Abidin-1) Dökülen
meyveleri yemek: Başkasına ait olan ağaçtan dökülen meyvelerin yenmesi de yine örfe
bırakılmıştır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Döviz alış
verişi: Altın
ve gümüş olmayan belli bir parayı belli iki paraya satmak caizdir. Bu İmam Azam
ile İmam Yusuf’a göredir. İmam Muhammed’e göre ise caiz değildir. (Hidaye
Tercümesi) Duada
büyükleri vesile etmek: Kişinin yapacağı duasında, falanca şahsın hakkı için, veya Resul ve
Enbiyaların hakkı için demesi mekruhtur. Çünkü Hâlık üzerine mahlukun hiçbir
hakkı yoktur. (Hidaye Tercümesi) Kuduri
diyor ki: “Ebu Yusuf’un şöyle dediğini işittim: Ebu Muhammed dedi ki, dua
ederken, falanın, filanın hakkı için bana şunu, bunu ver demek, bir müslümana
yakışmaz. Çünkü kulların Allah’ta hakları yoktur ki bir defa insan aracılığı
manasına “filan evliyanın, falan şeyhin hakkı içün” denildi mi, artık o veli
veya şeyh, avam nazarında mukaddesleşmekte, türbesine kandiller yakılıp
kurbanlar kesilmekte. Bu tür hareketler putperestlerin ve sapık itikatlıların
hareketlerine öylesine benzer ki, adeta; bunlar putperestliktir, diyesimiz
gelir. (Kurana Muhatap Olmak-Said Çekmegil) Dua: Ezbere dua okunmaz. Çünkü
ezbere okunan dua kalbin inceliklerini telef eder. Muhit adlı kitapta da
böyledir. Kuranı Kerim hatmedilince cemaatle birlikte dua etmek mekruhtur. Çünkü
Resuli Ekrem sav’den naklonmamıştır. Duada ellerin bitiştirilmesi muteber
kaynaklardaki tarife uygun değildir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) Hünye şerhinde ve Bahır’da dua eden kimse, bir şeyin
olmasını dilerse avuçlarının içini, bir şeyin giderilmesini dilerse dışını gök
yüzüne doğru kaldırması sünnettir, Şafilerin hükmü de öyledir. Gizli duada el
kaldırmak olmadığı Münye şerhinde belirtilmiştir. Çünkü eli kaldırmak ilan
etmektir. (İbni Abidin-2) Duada ellerin
şekli: Elleri
bitişik tutmak ile ayrı tutmak arasında hiçbir fark yoktur. (Fetavai Remliden)
(Fetvalar-Halil Gönenç) Duada ellerin
yüze sürülmesi: Duada eğer eller kaldırılmışsa yüze sürülür, eller kaldırılmadan dua
edilmişse sürülmez. (Nimeti İslamdan) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Düğünlerde
oynamak: İslam
dininde düğün gibi şenlikler için erkekler ve kadınların ayrı ayrı olmak
şartıyla kendi aralarında İslamın yasaklamadığı şarkı, türkü ve şiir söyleyip
oynamalarında bir sakınca yoktur. Bir hadiste “Şiir normal bir söz gibidir. İyisi iyi,
çirkini çirkindir. (Müzehheb)” (Halil Gönenç-Fetvalar) Davul, zurna
kiralamak: Teganni
(şarkı, türkü vb) nevha (sesli ve söyleyerek ağlamak) zurna, davul gibi şeyleri
icarlamak caiz değildir. Bunların tamamı üç imamızın kavlidir. Gayetül Beyan’da
da böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Düğün daveti
ve içki: Alim
ve salih kimse olduğundan dolayı müslüman halk için örnek olursa orada kalması
günahtır. Sofrasında olmazsa ve müslümanlar için örnek sayılmıyorsa kalmasında
beis yoktur. (Hindiyyeden) (Fetvalar-Halil gönenç) Düğün
yemeğine veya ziyafete davet edilen kişi, gittiği yerde oyun veya musiki ile
karşılasırsa, oturup yemesinde bir sakınca yoktur. İmam Ebu hanife, ben,
bununla bir defa musibetlendim, ama sabrettim demiştir. Sebebi ise, davete
icabet etmenin sünnet olmasıdır. İmam Ebu Hanife başkası tarafından yapılan
bidat yüzünden davetin icabetini terk etmezdi. Örneğin kılınması vacip olan
cenaze namazı sırasında ağıt söylenmesi gibi. Eğer kişinin gücü yeterse mani
olur. Gücü yetmezse sabreder. Bu da eğer uyulan bir kimse değilse, böyledir.
Eğer kişi uyulacak vasıfta olursa ve bidat işleyenleri men edemezse, davet
yerinden çıkıp oturmamalıdır. Çünkü orada oturup kalmakta, dine kusur ve
müslümanlara günah işleme kapısını açma sakıncası vardır. İmam Ebu Hanife’den
hikaye edilen hâl, daha uyulan kişi olmadan önceki hayatına aittir. Şayet sözü
edilen bidat sofrada hazırsa, her ne kadar uyulan kişi olmasa da oturup kalmak
layık değildir. Çünkü Allah cc “Hatırladıktan sonra artık zulmedenlerle beraber oturma”
(Enam:68) buyurmuştur. Bunların hepsi davet yerinde hazır
bulunduktan sonra uyulacak şeylerdir. Şayet bunları daha önce bilirse, davate
icabet hakkı lazım gelmez. Ama bu hâl ile üzerine gelirse, artık kaçınılmaz bir
durum olur. (Hidaye Tercümesi) Dünya menfaati
için oy vermek: Bahili’den, Ömer ra Şam toprağına geldiği zaman Cabiye de bir hutbe vererek: “Ey nâs! Biliniz ki, Cenabı
Allah üç kişiyi temize çıkarmaz, yüzlerine bakmaz. Bunlardan biri, herhangi bir
kimseyi başa geçirmek üzere dünya menfaati için oy veren ve ondan umduğunu
bulduğu zaman ona bağlı kalan, görmediği zaman ise aleyhine dönen kimsedir.
(Kenz, Adenî’den) (Hayatüs
Sahabe-4) Ehli kitap: Resuli Ekrem efendimizin
peygamberliğini kabul etmedikleri için Ehli Kitapta kafirdirler. (Bedayi,
Muhit, haniyye) (İbni Abidin-9) Ehli kitapla
evlilik: Huzeyfe, bir yahudi kadınıyla evlenmek istediğinde Hz. Ömer
ona o kadını bırakmasını söyleyen bir mektup yazdı. Hz. Ali ve İbni Ömer açıkça
Ehli kitap kadınlarıyla evlenmeyi tasvip görmeyip mekruh olarak
nitelendirirler. (Siret Ansiklopedisi-2) Ehveni şer: İki kötüden hafif olanın
yapılabilmesi için, hayır olan ihtimal bulunmaması ve ikisinden birini mutlaka
yapmak zorunda kalması şartları vardır. Bu kuraldan hareketle, etrafa
yayılmasında endişe edilen bir yangını söndürmek için gerekirse itfaiye
birisinin evini yıkabilir. Millete ve inanca en az zararlı olan partiye rey
verir. Sünnetten ya da farzdan birinin mutlaka gideceği yerde, kalbi kan
ağlayarak sünneti bırakır, farzı yapar... (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Elbisenin
rengi: Elbise
renginin beyaz olması ve asfur ile boyanmış olması, erkeklere mekruhtur
(İhtiyardan) Bu görüş Hanefilere aittir. Birbirini tamamlayan hadislerden
anlaşıldığına göre mekruh olan asfur ile boyanan kırmızıdır. Diğer kırmızılar
mekruh değildir. (Avnul Mabud) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Elbise üzerine
namaz: Namaz
kılacak kişi yere palto sararsa, omuz tarafını ayaklarının altına getirerek
eteği üzerine secde eder. Çünkü bu tevazuya daha yakındır.
(Metin kısmı) Bize göre efdal olanı çıplak yere yahut yerde biten nebat üzerine
secde etmektir. Çünkü etekler yere daha yakındır. (İbni Abidin-2) Elektrikli
aletlerle hayvan kesimi: Elektrikli aletlerle kesim, ihtiyaca binaen müslümanlar tarafından yapılmış
olursa hayvanın eti yenir. Tavuğu kesen elektrikli kesim aletini ve kesilecek
hayvanı ayarlayıp besmele ile düğmeye basınca onu kesmiş, boğazlamış olur.
(Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) El öpmek: Alim ve adil sultanın elini
öpmek caizdir. Başkasının elini öpmeye ruhsat yoktur. (Fetevayi Hindiyye) Emekli maaşı
almak: Eğer
verilen emekli maaşı devletin geçim yardımı ise, bunu ancak geçimden aciz
olanlar, bu maaşı almadığı zaman geçinemeyecek olanlar alabilirler. Geliri
geçimine yeterli olan kimseler, çalışırken kendilerinden kesilen emekli
keseneğini değer kaybı ile birlikte aldıktan sonra (emekli ikramiyesi ve emekli
maaşı olarak verilen meblağ bu miktara ulaştıktan sonra) alacağı maaşı fukaraya
vermelidir, çünkü devlet yardımının mahalli fukaradır. Emekli maaşı ertelenmiş
ücret sayılırsa kişi öldükten sonra kalan ücretini mirasçıların tamamının
hisselerine göre almaları gerekir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Devlet
ikramiyeye müstehak olan kimsenin ikramiyesinin bir
kısmını peşin, bir kısmını tahvil suretinde vadeli ve ilaveli olarak verirse,
ona faiz denilse de dinen faiz değildir. Borçlu olan kimse borcunu ödediğinde
şartsız olarak bir de hediye verebilir. Şafiiye göre
bu sünnettir. (Fetvalar-1 Halil Gönenç) Öyleyse;
iş yeri açmak, ya da helal bir işte çalışmak için Bağkur’a (Sosyal Sigortalara,
Emekli Sandığına) kaydolma zorunluluğu getiriyorlarsa kaydolunur. Kaydolanın
iradesine rağmen kesilen pirimler ödenir. Verildikleri zamanlardaki değerleri
(en az yanıltan altına göre) hesaplanır. Emekli olunca, verdiklerinin tamamını
değer olarak tahsil edinceye kadar emekli maaşı almaya devam eder. Çünkü bu
onun kendi parasıdır. Böylece kendinden pirimler olarak kesileni bitirdikten
sonra duruma bakar. Fakir ise, çalışma gücü ve işi yoksa almaya devam eder.
Çünkü bu durumda devlet zaten ona bakmakla görevlidir. Fakir değilse veya
geçinecek kadar para alabileceği bir işte çalışma imkanı varsa ondan sonra
alacağı aylıklar şüphelidir. Takvaya uygun olanın onu alıp, hayır kurumları
vasıtasıyla tekrar millete iade etmek olduğu söylenmektedir. (Fetvalarla Çağdaş
Hayat-Faruk Beşer) Enflasyon: Bezzaziyyede Mülteka’dan
naklen şöyle denilmektedir: “Bakır paralar pahalılaşır veya ucuzlarsa İmam Azam
ve ilk kavlinde Ebu Yusuf’a göre bu paralardan başka bir şey gerekmez. Ebu
Yusuf’un ikinci kavline göre ise paraların satış ve teslim günündeki değerini
öder. Fetva buna göredir. Zahire ile Hulasa’da, Münteka’dan naklen şöyle
denilmiştir, bunu Bahır sahibi de nakletmiştir. Muteber kitapların bir çoğunda
fetva buna göredir, diye kayıtlıdır. Ben İmam Azam’ın kavline göre fetva veren
görmedim. (İbni Abidin-10) İslam
zamanı gelince borcun hoşnutlukla ödenmesini, alacaklının memnun edilmesini
istemiştir. Enflasyon dönemlerinde borç ile beraber enflasyon farkının da
ödenmesi gerekir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Bugün
enflasyonun mevcut bulunduğu ülkelerde ödünç alınan memleket parası, ödemeye
kadar geçen zaman içinde değer kaybına uğrarsa, ödenirken bu kaybın telafisi
için, alınan meblağa eş değerde paranın ödenmesi gerekir. Başlangıçta borç
alınırken, alındığı gündeki altın veya döviz karşılığı hesap edilerek ödemenin
buna göre yapılması da şart koşulabilir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin
Karaman) Günümüzde
ödeme vasıtası olarak altını esas almak gerekmektedir. Akdin yapıldığı sırada
Cumhuriyet altını bin lira iken ödeme yapılacağı zaman bin yüz liraya yükselmiş
yani kağıt para altına nispetle %10 değer kaybetmişse yüz bin lira borca, yüz
onbin lira ödeyecektir. (Ribat Dergisi 164.sayı) Allah alım-satımı helâl, faizli
işlemi haram kılmış(Bakara:275) ve şöyle buyurmuştur: «Eğer faizcilikten vazgeçerseniz ana mallarınız sizindir. Ne (fazla
alarak)haksızlık edersiniz, ne de (noksan alarak) haksızlığa uğrarsınız.» (
Bakara 2/279) ( Kadı Beydavi, Envarut Tenzil
ve Esrarut Tevil) Kağıt para ile
olan bir borcu, eksiği ve fazlası olmadan ödemenin tek yolu, borçlanılan para
ile ödenen paranın aynı alım gücüne sahip olduğunu tespittir. Bundan fazlası
faiz, azı da alacaklıya zulüm olur. Bu hükümler,
kağıt para ile olan borçlanmalarda paranın satın alma gücünün esas alınmasını,
aksi takdirde ya faize, ya da haksızlığa girileceğini göstermekterdir.
Borçların ödenmesinde para değerini dikkate almak, verilen para ile alınan para
arasında eşitliği sağlamaktır. Çünkü kağıt paralarda eşitlik ancak bu şekilde sağlanabilir.
(Abdülaziz Bayındır-Faiz veTicaret) Ergenlik yaşı:
Ebu Yusuf
ile İmam Muhammed’e göre; gerek kız gerek erkek çocuk 15 yaşına girince
erginlik çağı ile hükmolunur. Bunların kavilleri de İmam Azam’dan rivayet
edilmiştir. Fetva da buna göredir. Erginlik çağının en az müddeti erkek
hakkında 12 yaş, kız hakkında dokuz yaştır.(Mülteka Tercümesi-2) Erkeğin avret
mahalli: Zahirür
Rivaye’de, avret mahalli, göbekle avret yerinin kıl biten kısmı arasıdır. Bir
kimse, başka bir erkeğin dizini açık görse, onu rıfk ile ikaz eder, onunla,
eğer inad ederse kapatmaz ise munazaa yapmaz. (Fetevayi Hindiyye) Eskiyen Kuranı
Kerimler ne yapılır? Bir Kuranı Kerim eskir, yırtılır, okunmaz hale gelir ve onun zayi
olmasından korkulursa, temiz bir beze sarılıp, üzerine necaset atılmayacak,
ayak basmayacak temiz bir yere defnedilir. vE onun için lahd yapılır çünkü eğer
toprak yarılarak Kuran defnedilirse, onun üzerine toprak atılmış olur. Bu ise
bir nevi hakaret olur. Ancak üzeri tavan gibi yapılır ki, üzerine toprak
dökülmesin, işte bu en güzel olandır. Gaib’de de böyledir. Kuran eskiyip
okunmaz hale gelince ateşte yakılmaz. Buna Şeybani Siyeri Kebirinde işaret
etmektedir. Biz de bunu kabul eyledik. Zahiyre’de de
böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Eti yenmeyen
hayvanlar: Tırnak
ve dişi bulunan yırtıcı kuşların eti yenmez. (Fetevayi Hindiyye) Tane yiyen
kargayı yemek helaldir. (Fetevayi Hindiyye) Etlerinin yenmesi helâl olmayan
hayvanlar ise şunlardır: 1. Azı dişleri ve
pençesiyle avını tutup parçalayan ve dövüşen vahşî ve yırtıcı hayvanların
etleri haramdır, yenmez. Kurt, ayı, aslan, kaplan, sırtlan, pars, sansar,
sincap, fil, maymun, tilki, gelincik, kedi, köpek gibi... 2. Tırnaklarıyla avını kapıp avlayan ve tab'an kerih görülen kuşların da etleri haramdır veya tahrimen mekruhtur. Bunlar; çaylak,
kuzgun, kartal, akbaba, yarasa, atmaca, şahin, alacakarga
gibi hayvanlardır. 3. Tab'an habis ve iğrenç olan hayvanların etleri de yenmez.
Fare, köstebek, kirpi, kertenkele, akrep, yılan, kurbağa, kaplumbağa,
salyangoz, solucan, arı, sinek, kurt, böcek, v.s. 4. Temiz olmayan şeyleri yemiş olan tavuk, koyun,
sığır gibi hayvanların etleri de, bir temizlik süresi geçmeden yenilemezler.
Bunun için böyle necasetle gıdalanan hayvanlar
hapsedilir, temiz gıda ile beslenirler. Bu hapis süresi tavukta üç gün, sığır
ve deve için 10 gün, koyun için de 4 gündür. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen) Hanefiye göre yenenler: Zürafa, kırlangıç, bağırtlan kuşu, bülbül, çekirge, yabani eşek, serçeler,
kanaryalar ve çeşitleri ki 425 çeşittir, deve kuşu, tavus kuşu, yılan balığı...
Haram olanlar: Midye, istakoz, suda sebepsiz ölen balıklar.. Şafiye göre
helaller: At, kirpi, sırtlan, tilki, samur, sincap, martı, deniz kaplumbağası..
Haram olanlar: Tavus kuşu, zürafa, kırlangıç.. Yılan Hanbeliye
göre başı ve kısmen kuyruğu kesildikten sonra yenilebilir. (Din Görevlisinin El
Kitabı-Mevlüt Özcan) At,
kertenkele, samur, kirpi, veber ve sincap gibi
hayvanların eti mubahtır. Sırtlan ve tilki gibi azı dişi zayıf olupda onunla kapıp parçalama durumunda olmayan hayvanların
eti haram değildir. Ekin kargası helaldır. Keler
haramdır. (Büyük Şafii İlmihali) İstakoz,
midye, kerevit ve istiridyenin yenmesi tahrimen mekruhtur. (Ebussuud)
(Fetvalar-Nevzat Akaltun) Baliğ olmayan
Çocuğun Velisi tarafından evlendirilmesi: Hanefi, Maliki, Şafii mezheplerine göre baliğ
olmayan kimsenin nikahı velisi tarafından akdedilebilir. Fakat bundan sonra ne
çocuk karısını boşayabilir, ne de velisi onu boşayabilir. (Halil
Gönenç-Fetvalar) Hanefi
fukahası “Kadın ister bakire olsun, ister dul oslun
zevcini seçmekte hürdür. İzni ve müsadesi olmadan
katiyyen evlendirilemez. (İmam Serahsi-İbni Hümam) (Fıkhi Meseleler-Yusuf
Kerimoğlu) Hür
olan, deli olmayan ve ergenlik çağına varan kadın –ister kız ister dul olsun-
nikahı İmam Ebu Hanife ile zahir olan rivayete göre İmam Ebu Yusuf’a göre,
velisi bulunmasa da kendi muvafakatı ile kıyılabilir.
(Hidaye Tercümesi) Velisi tarafından evlendirilen küçük çocuğun nikahı caizdir.
Baba ve dededen başka veliler tarafından evlendirilen çocuk ise, büyüdükten
sonra muhayyer olup isterse evliliğini sürdürür isterse bozar. (Hidaye
Tercümesi) Ezan duası: Ezanın sonunda, hem müezzin,
hem de ezanı işitenlerin, salavatı şerife okuyup vesile duasında bulunmaları
müstehaptır. Bunu da kendi başlarına ve kendilerinin işitecekleri seviyede
yapmalıdırlar. Cemaatten birinin yüksek sesle vesile duasını okuması cemaatin
de amin demesinin âdet haline getirilmesi bidattir. Cemaatin bu duayı
ezberlemesi görevlilerce sağlanmalı, bunu bilmeyenlerin başka salatü selamları
okuyabilecekleri de unutulmamalıdır. (Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet
Vakfı) Ezana
icabet aslında, ezanla çağrılan namaza gitmektir, ama bizzat ezanın sözlerini
dinleyip müezzinin söylediklerini söylemek de icabetin bir parçasıdır. Hatta bu
yüzdendir ki, cünup olan kimse ezan okunurken onun
sözlerini tekrarlar ama, hayızlı ve nifaslı kadın
tekrarlamaz, çünkü onlar o hallerinde ezana asıl icabet sayılan namaza ehil
değillerdir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer) Ezan okunurken
konuşmak: Ezan
okunurken yürümek mekruhtur. Ezan okunurken konuşmak hatta selam almak bile
mekruhtur. Kuranda olsa ezan okunurken okumakta olan okumasını kesmesi
müstehaptır. Ezana icabet etmek ilim öğrenen ve öğretenlere şamil değildir.
(İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Kendi
kendine Kuran okuyan ve tesbih çeken kimse de bunları bırakıp ezana icabet
etmelidir. Ama mescidde başkaları dinlerken Kuran okuyan, okumasına devam
edebilir. Dini bir konuda konuşan ve vaaz eden de konuşmasına devam edebilir
mi? Bunu açıklayan bir fıkıh ibaresine rastlamadım. Herhalde vaazlarda
anlatılan şey Kuranın açıklaması olduğu, daha doğrusu olması gerektiği için,
ona kıyasla bu tür konuşmalar devam ettiriliyor olmalıdır. Zaten ezan sırasında
konuşmanın mekruh olmadığı da söylenmiştir. (Ö. N. Bilmenden) (Çağdaş
Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer) Faiz: Taberi ra şunu kaydediyor:
“Faizden vazgeçmeyen ve faiz üzerinde mukim olan bir kimseyi tevbeye davet
etmek, imamül müsliminin ödevidir. Şayet faizden
vazgeçmez ve çekişmeye kalkışırsa, o zaman derhal boynu vurulur” (Camiul Beyan fi Tefsiril
Kurandan) (Lâ-2_Mustafa Çelik) Riba
şu üç unsuru ihtiva eder: 1. Ana paranın haricindeki fazlalık veya ziyadelik.
2. Bu ziyadeliğin zamana bağlı olarak belirlenmesi. 3. Önceden belirlenen
fazlalığın kredi sahibine ödenmesini kayda bağlayan muamele. Bu şartları
taşıyan her işlem riba muamelesi olarak mütelaa
edilir. (Siret Ansiklopedisi-2) Faizin
harcanması: Faiz
gelirini, vermeye mecbur olduğunuz bir yere vermek, bununla kendi borcunuzu
ödemek, caiz değildir. Öderseniz faizden kendiniz istifade etmiş olursunuz.
(Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Faize para
yatırmak: Geçinmekte
zorluk çekenler paralarını öncelikle helal yoldan, kar-zarar ortaklığı ile
çalışan kurumlardan ya da değeri azalmayan, hatta artan madenlere ve taşınmaza
yatırarak; bu da olmazsa ve elindeki para bitince geçime muhtaç hale geleceği
anlaşılırsa ancak bu takdirde banka faizine müracaat edebilir. (Helaller ve
Haramlar-Hayrettin Karaman) Almanya
vb ülkelerde müslümanlar faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanların da
hissesi vardır. Bankalarda müslümanlarında paraları vardır, faiz müslümanlar
arasında cereyan etmiş olur. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Farz namaza yetişmek:
Bir kimse
tek başına farz namazı kılmaya başladıktan sonra bulunduğu yerde aynı namaz
cemaatle kılınmaya başlansa, o kimse eğer birinci secdeye varmamış ise hemen
namazını bozup imama uyar. Eğer üçüncü rekatın kıyamı için kalktıktan sonra
yanına cemaatle namaza başlandığını farketse –ayakta
veya oturarak- sağ ve sola selam verip namazdan çıkar, imama uyar, cemaatle
beraber kılar. (Büyük İslam İlmihali-Nimeti İslam) (İkaz-Mehmet Güleç) Farz namazın
riyası: Dükkanlarda,
kırda veya halkın görebileceği yerlerde farz namazı kılmak riyakarlık değildir.
Riya diye söylenenlerin aslı astarı yoktur. Farz ve vacip namazların riyası
olmaz. Hatta zekat verilirken zekat olduğunu fakire söylemek yoksa da zekatı
halkın anlıyabileceği şekilde alenen vermek efdaldir.
(Büyük İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç) Fasık evlada
miras: Bir
adamın çocuğu fasık olur ve bu durumda baba, malını hyır
yoluna sarf etmeyi irade ederek onu mirasından mahrum ederse, böyle yapması ona
mal bırakmasından daha hayırlıdır. Hulasa’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Fatihadan
sonra okunan zammı süre: Her namazın ilk iki rekatında Fatihadan sonra sure okumak ise
sünnettir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Fatihadan
sonra birkaç sureyi birden okursa birşey lazım gelmez. (İbni Abidin-2) Farz
namazların son rekatlarında zammı sure okumak: Farzın son iki rekatinde unutarak zammı süre okursa secde-i sehiv lazım
gelmez. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Fetvaların
çakışması: Bir
meselede iki sahih kavil bulunursa, bu iki kavilden hangisiyle fetva verilirse
caiz olur. Ama bu, o iki kavilden birisi daha kuvvetli olmadığına göredir. Eğer
birisi diğerinden daha kuvvetli ise, bu takdirde muhayyerlik yoktur, hangisi
kuvvetli ise onunla fetva verilir. Mesela
iki kavilden birisi “sahih” diğeri “fetva bunun üzerine” lafzıyla kayıtlanmış
olursa, “fetva bunun üzerinedir” diye kayıtlanmış hükümle fetva vermek daha
evladır. Çünkü bu kavil daha kuvvetlidir. Keza iki kavilden birisi metinlerde
zikredilir veya zahir rivayet olur veya ekseri ulema bunun üzerinedir
denilirse, bu kaville amel edilir. (İbni Abidin-9) Fıkıh
öğrenmek: Fıkıh
öğrenmek, Kuranı ezberlemekten efdaldir. Fatihayı ve bir sureyi ezberlemek her
müslümana vaciptir. Vacipten bir şey noksan bırakmak mekruhtur. Fıkıhtan murad
dini hususta ihtiyacından fazlasını öğrenmektir. Aksi taktirde yani muhtaç
olduğu kadarını öğrenmek farzı ayındır. (İbni Abidin-2) Fısk
topluluğunda tebliğ: Ecri gerektiren, tesbih, tahmid gibi sözleri, Kuran, hadis, fıkıh gibi
şeyleri okumanın bulunduu fısk topluluğunda istihza
ve muhalefete sebep olacağını bilen bir kimse bu işleri yaparsa, gerçekten o
yüzden günahkar olur. Şayet o fısk meclisinde bulunanları, o günahtan geri
koyacağını ve onların itibar edeceklerini bilirse, ozaman
bu işleri yapması güzel olur. (Fetevayi Hindiyye) Bir
kimse, fısk meclisinde Allah’ı zikreder de, bunlar fısk ile meşgul iken
kendisinin tesbih ve tehlil ile meşgul olduğunu kasdederse
fazilet kazanmış olur. Eğer, tesbihi, fasıkın fıskını yapması için getirirse günahkardır. İbadet için
tesbih çekerse sevap alır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Fitre ve büyük
çocuk: Büyük
çocuklar babaları tarafından beslenseler bile fitreleri babalarına vacip
değildir. Baba veyahut da kendiliklerinden verirlerse istihsanen
caizdir. (Hidaye Tercümesi) Fotoğraf: Tazim ve hürmet kasdıyla
yapılmadığı ve uzuvlarının eksik olduğu dikkate alınırsa (resim olarak
değerlendirildiği zaman) haram olmadığı açıktır. Çünkü fukaha; resim konusunda,
tazim ve hürmet üzerinde hassasiyetle durmuştur. (İbni Abidin-İbni Hümam) (Fıkhi
Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) Futbol ve
boks: Futbol
oynayanların spor yaptığı kabul edilebilir. Ancak seyredenler için aynı şeyleri
söylemek mümkün değildir. Books müsabakalarında
insanların birbirine eziyet etmeleri söz konusudur. Hayvanlara eziyet etmek
yasaklanınca, insanlara eziyetin evleviyetle yasak
olması gerekir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) Oyun
sebebiyle ibadetlerini aksatmak, dünyevi ödevlerini aksatmak ve bakmak zorunda
olduğu fertlere karşı görevlerini ihmal etmek, oynarken giyeceği elbiselerde
avret sınırına riayet etmemek, futbolu kazanç aracı olarak görmek ve uygulamak,
bu ve buna benzer mahzurlar futbol oynamayı, mahzur olma derecelerine göre,
mekruh ya da haram hale getirmiş olurlar. Böyle mahzurlar olmaksızın futbol
oynamakta bir beis olmadığı gibi bazen sevimli ve istenen bir spor dahi
olabilir. Ancak bu günkü şekliyle futbol bir spor değildir. Çünkü oynayanlar
onu vücudu güçlendirmek için oynamamakta, seyredenler ise hiçbir hareket
yapmamaktadırlar. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Gaybdan haber vermek: Ashabın seçkinlerinden olan
Osman İbni Mazun’un vefatı anında Resulullah onun
yanında bulunuyordu. O anda kadın sahabi Ümmül
Ala’nın İbni Mazun hakkında şöyle dediğini işitti:
“Ey Ebu Saib, Allah’ın sana ikram ettiğine şehadet
ederim.” Resulullah ona şöyle buyurdu. “Allah’ın ona ikram ettiğini ne biliyorsun?” (Buhari-Cenaiz-Şehadat,
İbni Hanbel) Böylece Resulullah kadının gaybi bir
konuda hüküm verdiğini bildiriyor ve onu uyarıyordu. Çünkü gaybi
bir konuda hüküm vermek caiz değildir. Zira gaybı Allah’tan başkası bilmez.
Bunun üzerine kadın şöyle dedi: “Sübhanallah, Ey Allah’ın Resulü. Allah ona
ikram etmemişse kim ikram eder?” Apaçık bir karşılık ve itiraz değil mi? Ama
Resulullah ona bundan daha beliğ ve açık bir ifade ile cevap vermiş ve şöyle
buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki,
ben Allah’ın Resulü olarak yarın bana ne yapılacağını bilmiyorum” işte
burada Ümmül Ala şu şeri ve büyük hakikate ulaştı ve
şöyle dedi: “Allaha yemin ederim ki, bundan sonra
hiçbir kimseyi tezkiye etmem.” (Tasavvuf ve İslam-İbrahim Sarmış) Peygamberimiz
sav Allah’ın en seçkin kulu olmasına rağmen, Onun hakkında Kuran diliyle şöyle
buyurulmuştur: “De
ki: Allah’ın dilemesi dışında ben kendim bir fayda ve zarar verecek durumda
değilim. Görülmeyeni (gaybı) bileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük
de gelmezdi.” (Araf:88) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Ebu Hanife’ye nispet edilen
şu söz gerçekten onun ise kalplerdekinin bilinebileceği görüşünün tereddütle
karşılanması gerekir: “Kalplerde olanı Allah ve O’nun vahyettiği
Rasulden başka kimse bilemez. Vahiy olmadan,
kalplerdekini bildiğini iddia eden, alemlerin Rabbinin ilmine sahip olduğun
iddia etmiş olur” (İmam Azamın Beş Eserinden) biraz değişik ifadelerle
Müslim-İman 158, İbni Mace-Fiten 1, ve Müsned IV/438-39’da bulunan bir hadis de
Ebu Hanife’ye nispet edilen bu hükmü destekler görünür: savaşta bir müşrikle
karşı karşıya gelen sahabi onu “Allahtan başka ilah
yoktur” demesine rağmen öldürür. Peygamber sav bundan hoşlanmaz ve: “Karnını yarıp da
kalbinde olanı bilseydin ya!” diye
üzüntüsünü belirtir. Yine münafıkları sadece Hz. Peygamber biliyordu.
(Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Gayri müslimlerin ölen çocuklarının durumu: Gayri müslim çocukları
konusunda islam bilginleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Doğru olan,
bunların da müslümanların çocukları hükmünde olmalarıdır. Zira onlar da islam
fıtratı üzerine doğmuş olup, ergenlik çağına gelmeden öldükleri için
günahsızdırlar. Bu yüzden onlar da kabir sualinden muaf olup, cennete girerler.
(Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar) Gazete almak: Bu tür gazeteleri almak ise
ayrı bir olaydır ve alanın niyetine göre değişir. Sözü edilen konular vb de,
çocuklara islama zıt giyinen ve zıt düşünen dansözleri, akristleri,
artistleri sevdirmeye çalışmalarında hikmet ve keramet aramadan, bunları yanlış
bilerek ve yanlışlarına müslümanca dikkat çekmek için alınmasında -Allahu alem-
beis olmaz. ( Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk Beşer) Gazete, Dergi
ve Televizyondaki Kadına bakmak: Gazete ve dergilerdeki müstehcen resimler ile
televizyondaki açık görüntüler gerçek değil resim ve hayal ürünü olduğundan
onlara bakmak hakiki kadının vücuduna bakmak gibi haram sayılmaz. Ancak şehvet
ile bakan bir kimse için haram olur. İbni Hacer ile Şirvani “Aynada veya suda
görülen kadının görüntüsüne bakmak haram değildir. Ancak fitneye vesile olduğu
takdirde haram olur” demişlerdir. (Halil Gönenç-Fetvalar) Gazetelerin
verdiği hediyeleri almak: Herhangi bir emtianın satışını çoğaltmak maksadıyla kitap elbise ve
benzeri şeyleri müşterilere armağan etmenin dini bir sakıncası olmadığı gibi
alınan armağan da haram değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç) Göz zinası: Peygambersav “Bilerek namahreme bakmak gözün zinasıdır” (Buhari, Müslim) buyurmuştur.
(Fetvalar 2-Halil Gönenç) Gusül ve boya:
Saçları
veya bıyıkları kına ve benzeri, suyun nüfuzuna engel olmayacak nitelikteki
boyalarla boyamak gusül abdestine mani değildir. (Günümüz Meselelerine
Fetvalar-Diyanet Vakfı) Guslün
farzlarından: Burundaki
kirin altını yıkamak da lazımdır. Fethül Kadir’de “Burundaki kurumuş kir,
çiğnenmiş ekmek ve hamur gibidir, gusle manidir” denilmiştir. (İbni Abidin-1) Gusül ve
misafirlik: İmam
Yusuf’a göre guslün gerekmesi için, meninin atılarak çıkması gerekir. Töhmetten
korkan veya utanan misafir hakkında onun kavli ile fetva verilir. Müstesfa’da da böyledir. Bir kimse ihtilam olur da zekerini
tutur, şehveti sukûnet
bulduktan sonra salarsa, meni çıktığı takdirde İmam Yusuf’a göre yıkanması
gerekmez. Ebu Yusuf’un kavliyle zaruret yerlerinde fetva verilir. Bu kişi şüphe
ve töhmetten korkarsa namaz kılar görünerek niyetsiz ve tahrimesiz
ellerini kaldırır. Bir şey okumaz. (İbni Abidin-1) Gümüş yüzük: Erkeklerin gümüş yüzük
kullanmaları caizdir. (Fetevayi Hindiyye) Günah
aletlerinin satışı: Kendisiyle doğrudan doğruya günah işlenen şeylerin satılması tahrimen
mekruhtur. Kendisiyle doğrudan doğruya günah işlenmeyen şeylerin satışı ise
tenzihen mekruhtur. Buna göre şarabın satılması katiyyen caiz değildir. Üzümün
satılması sahih ve caizdir. Zeylai’de “Şarkı söyleyen
cariyenin, süsen koçun, dövüşen horozun, dönerek uçan güvercinin satılması
mekruh değildir. Çünkü bunların bizzat kendileri günah değildir. Günah ancak
bunların kullanma şeklindedir.” Diye zikredilmiştir. Kendisinden şarap yapılsa bileşıranın; şarkıcı cariyenin satışı caizdir. (İbni
Abidin-9) Günah üzerine
yemin etmek: Bir
kimse günah olan bir şey üzerine yemin etse mesela: “Vallahi anam babamla
konuşmayacağım” gibi veya fiil üzere olsun mesela; “Vallahi bugün filan kimseyi
öldüreceğim” gibi, böyle günah üzerine yemin eden kimsenin yeminini bozması,
sonra keffaret vermesi vacip olur. Çünkü yemini bozmak her ne kadar günah ise
de ana baba ile konuşmamak veya adam öldürmek günahından ehvendir. (Metin)
(İbni Abidin-7) Günaha yardım
etmek: Bir
kimseye taât ve ibadet hususunda yardım eden onun
sevabına iştirak ettiği gibi, haram hususunda yardım eden de günahına ortak
olur. (Sahihi Müslim Tercümesi-Ahmed Davudoğlu) Günaydın
demek: Peygamberimiz
sav şöyle buyuruyor: “Bizden başkasına kendini benzeten kimse bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanlara kendinizi benzetmeyiniz. Yahudilerin selamı
parmaklarla işaret etmek, hristiyanların selamı da el
ile işaret etmektir. (Tirimizi) Yukarıda zikredilen hadislerden anlaşıldığı
gibi müslümanlar birbirine rast geldiklerinde es-Selamü
Aleyküm sözünü söylemekle söze başlayacaklar. Baş parmak ve el işaretiyle selam
vermeleri caiz olmadığı gibi “günaydın” gibi sözlerle de caiz değildir. Ancak
es Selamü Aleyküm demekle beraber el ile de işaret
edilse veya selamdan sonra günaydın veya merhaba dense beis yoktur. (Mirkatül Mefatih) (Fetvalar-Halil
Gönenç) Güneş enerjisi
ile ısınan sudan abdest: Güneşte ısınmış su ile veya güneş enerjisindeki sıcak sı ile abdest
almak veya gusletmek mekruh değildir. Kitaplarımızda “Güneşte ısıtılmış (dikkat
buyurunuz, ısınmış değil) su ile abdest alınmaması ve gusül yapılmaması
âdaptandır” denilir. Güneş enerjisiyle kendiliğinden ısınan suda güneş doğrudan
suyu değil, suyun dışındaki camı, camdan boruyu ve cihazı ısıtıyor. Böylelikle
cihaz da suyu ısıtıyor. Ayrıca dahası var; cihazdaki su yerinde sabit durmuyor,
devir yapmaktadır. (İkaz-Mehmet Güleç) Hacının elinin
içini öpmek: Haccın
rükünleri içinde hacının elinin içini öpeceksin diye bir emir yoktur. Böyle bir
meseleye rastlamak mümkün değildir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Hacc ve
evlilik: Hacc
yapacak olan kimse bu imkanla evlenmek isterse evlenmeyip hacca gitmesi
gerekir. Çünkü hacc farzdır. Tebyin’de de böyledir.
(Fetevayi Hindiyye) Hadislerle
amel: Bir
kimse, aksine kat’i delil bulmadığı süre içerisinde Resuli Ekrem sav’den
duyduğuna göre amel etmek zorundadır. (Risale-İmam Şafii) Ebu
hanife talebesine “Delil bulursanız onunla hüküm verin” demiştir. Neticede
İmameyn, mezhebin aşağı yukarı üçte biri hususunda üstadlarına muhalif
içtihadlarda bulunmuşlardır. Allame Bîrî’nin el-Eşbah şerhinde naklettiği:
“Hadis sahih olur da mezhebin hilafını ifade ederse, hadisle amel edilir. Bu
hadis onun mezhebi olur. İmam Azam’ı taklid eden bir kimse o hadisle amel
etmekle onun mezhebinden çımış olmaz” Sahih rivayete
göre Hz. İmam “Hadis sahih ise benim mezhebimdir” demiştir. Bunu İbni Abdil Ber ve başkaları diğer imamlardan da rivayet
etmişlerdir. Nitekim İmam Şarani dört mezhep imamının aynı sözü söylediklerini
nakleder. Malumdur ki bu iş, delillere bakarak onların muhkemini, mensuhunu
anlayanlara mahsustur. Ehli mezhepten olanlar bir delile bakıp onunla amel
ederlerse, o delilin mezhebe nispet edilmesi sahihtir. Çünkü mezhep sahibinin
izni ile sadır olmuştur. Şüphesiz o zat bu delilin zayıf olduğunu bilmiş olsa
ondan döner ve daha kuvvetli delile tabi olur. Bundan dolayıdır ki, muhakkik
İbni Hümam bazı ulemanın İmameyn kavli üzere fetva vermelerini reddetmiş, İmam
Azam’ın kavlinden ancak delil zayıf ise o zaman vazgeçilir” demiştir. (İbni
Abidin-1) Halifeliğe
engel haller: Görmesini
ve aklını kaybetmesi, inançla ilgili şüpheli halleri olup bunlar Hak olana zıt
düşüyorsa, Basra alimleri dışındaki alimlere göre görevden düşer. Sağırlık,
dilsizlik engeldir. Bir guruba göre işaretlerle anlaşılabileceğinden düşürmez.
İki elin ve iki ayağın kesilmesi engeldir. Biri olmazsa yine halife olamaz.
Halife iken böyle bir noksanlık varsa bir görüşe göre engel, diğer görüşe göre
engel değildir. Halifenin idarecilerinden, en yüksek memurlarından birinin
devlet işlerini, bir kötülük, suistimal yapmaksızın
aksatmadan yürütmesi hali (hacir hali) halifeliğe engel olmaz. (Ahkamus
Sultaniye-İmam Maverdi) Haram işte
çalışmak: Bir
kimseyi, başka yerlerde iş bulamamak gibi bir zaruret, bu gibi işlere sevketmişse (banka, içkili lokanta) işi sevmemeli,
benimsememeli ve daimi bir helal kapı arayışı içinde olmalıdır. Aynı görüş
Yusuf el-Kardavi’nin de var. (Helaller ve
Haramlar-Hayrettin Karaman) Haram kazanan
kocanın geliri: Koca ailenin reisidir ve evinin nafakasını temin etmekle yükümlüdür.
Kazanç yollarının meşruluğuna riayet onun sorumluluğundadır. Ancak, kadın,
kocasını bu emirlere riayet etmeye zorlamalıdır. Etkileyemezse bu kazançtan
yiyebilir, vebali kocaya aittir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar) Haramla
tedavi: Haram
ilaç ile tedavi olmanın haram olması, helal ilaçlarında bulunması haline
mahsustur. Eğer haram ilaçtan başka ilaç bulunmazsa onunla tedavi olmak
caizdir. (Hidaye Tercümesi) Domuzdan vb haram şeylerden maddeler ihtiva eden ilaçların terkibini iyi bilmek gerekir. Eğer başkalaşım (istihale=kimyasal tepkime) varsa pisliği gitmiş olacağından kullanılması haram olmaz. Fıkıh kitaplarımızda, hınzırın tuzda kalıp tuzlaşması, gübrenin toprağa karışıp topraklaşması, tezeğin yanıp kül olması, pis olan zeytinyağının sabun yapılması gibi olgular istihaleye örnek olarak verilebilir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Hastaya
okumak: Hasta
olan kimse için dua etmek ve ona okumak caiz
olduğu gibi salih kimselere bunu yaptırmak da caizdir. İçinde Süryanice
veya manası anlaşılmayan birşey varsa hem okunması hem yazılması haramdır.
(Fetevayi Kübradan) (Fetvalar-Halil Gönenç) Hastalık ve
teyemmüm: Su
kullanıldığı takdirde canına bir zarar gelmesinden yahut bir uzvuna zarar görmesinden;
nezle, ateş yükselmesi veyaa buna benzer bir
hastalığın meydana gelmesinden korkarsa yahut su kullandığı takdirde
hastalığının artmasından ya da uzayacağından yahut iyileşmesinin gecikeceğinden
korkacak olursa teyemmüm eder. Bu gibi durumlar adeten
ve bilen bir tabibin bildirmesiyle tespit edilir. Maliki ve Şafilere göre bu
doktorun müslüman olması şart değilken Hanefi ve Hanbelilere göre müslüman
olması gerekir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Hatim duası: Birisinin Kuranı hatmi
münasebetiyle cemaatin hatim duasını icra etmeleri mekruhtur. (Fetvalar-Halil
gönenç) Kuran
hatmedilince cemaatle dua etmek mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye) Hayvan kesimi:
Normal bir
kesim, boğazla göğüs arasında olur. Çünkü burası damarların toplandığı ve kanın
akıp geçtiği yerdir. Kesilmesiyle en iyi şekilde kanın akıtılması gerçekleşir.
Bu itibarla hayvan boğazın neresinden kesilirse kesilsin farketmez. Hayvan
kesiminde kesilecek yerler dörttür. Nefes borusu, yemek borusu ve iki yandan
şah damarlarıdır. Bize göre adı geçen şeyle, kesildiğinde yenmesi helal olur.
Şayet kesilecek 4 şeyden çoğunu keserse İmam Azama göre yine helal olur.
Hayvanı keserken başın tamamını veya omurga içindeki sinire kadar kesmek
mekruhtur. Ancak kesilen hayvanın eti yenir. Bunun mekruh oluşu Peygamberimiz
sav’in “Hayvan
kesilirken, omurga içindeki sinire kadar veya siniri kesmeyin” şeklindeki nehyine dayanmaktadır. Keza
hayvan kareket etmekten kesilmedikçe, omurga içindeki
siniri de kesmek mekruhtur. Ancak hareketten sonra kesmek ve derisini yüzmek
mekruh değildir. Çünkü artık hayvanın incinmesi söz konusu olmaz. (Hidaye
Tercümesi) Hayvanların
yenilmesi haram olan kısımları: Temiz ve helal olan hayvanın yedi şeyini yemek
haramdır. 1- Akan kanı, 2-Tenasul Uzvu, 3-4-
Husyeleri, 5- Bezi, 6- İdrar torbası, 7-Ödü (Fetevayi Hindiyye) Hayvanların
yüzüne vurmak: Onları öldürmek, özürlü de olsa yüzüne vurmak çok güç bir durumdur.
Allah’a yalvarıp gözyaşı dökmekten başka yapacağı hiçbir şey yoktur. (Ehli
Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Hayvanların
zekatı: Hayvanlar,
çalıştırılmak için, mesela; çift sürmek, yük taşıtmak veya başka işlerde
kullanmak üzere besleniyorlarsa zekata tabi değildir. (Büyük Şafi İlmihali) Helal ve haram
şüphesi olan parayla hacc: Helal mal ile hacca gitmek isteyen ve fakat kendi parası hakkında
şüphesi olan bir kimse başkasından borç alır ve kendi parasını o kimseye verir.
Fetevayi Kadıhan’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Hırsızlık ve
namaz: Bir
kimsenin namaz kılarken bir dirhem kıymetinde bir şeyi çalınırsa, namazını
bozar ve hırsızı arar. Bu durumda kılınan namaz ister farz olsun ister nafile
müsavidir. (Fetevayi Hindiyye) Hırsızlık ve
nefsi müdafaa: Camiüs Sağir’in hırsızlık bahsinde: “Bir
kimse, gece veya gündüz başkasına silah çeker veya geceleyin şehirde veya
gündüz şehir dışındaki bir yolda sopa ile saldırır ve kendisine saldıran kişi
öldürülürse bir şey lazım gelmez” denilmiştir. Küçük sopa ise, durdurulması
mümkün olmakla birlikte gece yardım ulaşmayacağından saldırıya maruz kalan,
saldırganı öldürmek suretiyle defetmek zorunda kalır. Demişlerdir ki,
durdurulması mümkün olmayan sopanın da, iki imama göre silah hükmünde olma
ihtimali vardır. Bir kimse evine girip eşyasını çalan hırsızı kovalayıp
öldürürse kendisine birşey lazım gelmez. Çünkü Peygamber Efendimiz: “Malın için çarpış (Müslim) buyurmuştur.
Ancak bunun caiz olabilmesi için öldürmekten başka bir yolla malını geri
almasının imkansız olması gereklidir. (Hidaye Tercümesi) Hilalin Gündüz
gözükmesi: Hilal,
zevalden önce veya sonra gözüksün, mutlak surette gelecek gece içindir. Metin
kısmındaki “mezhebe göre” sözünden murad, İmam Azam’la Muhammed’in kavlidir.
Bedayi’de şöyle denilmiştir: “O gün, İmam Azam ile İmam Muhammed’e göre ramazan
ayından değildir. Ebu Yusuf’a göre ise zevalden sonra olursa hüküm budur. Önce
ise, geçen gece içindir. O gün ramazandan olur. Şevval hilali de bu hilafa
göredir. Tarafeyn’e göre mutlak olarak gelecek gece içindir ve o gün ramazandan
olur. Ebu yusuf’a göre zevalden önce ise geçen gece
içindir ve o gün bayram günüdür. Çünkü âdeten zevalden
önce hilal görünmez; meğer ki iki gecelik hilal ola! Binaanaleyh ramazan
hilalinde o günün ramazandan, şevval hilalinde ise bayram olması icap eder.
Tarafeyn’e göre asıl olan, hilalin gündüz görülmesinin itibara alınmamasıdır.
Muteber olan, güneş kavuştuktan sonra görülmesidir. Çünkü peygamber sav “Hilali gördüğünüz vakit oruç tutun!
Gördüğünüz vakit bayram edin!” buyurmuş; gerek orucun gerekse bayramın onu
gördükten sonra olmasını istemiştir. Ebu Yusuf’un dediğinde nâssa muhalefet
vardır.” (İbni Abidin 4) Hutbeye
çıkarken dua okumak: Hatiplerin hutbe okumak için minbere çıkarken her basamakta dua
etmeleri bidattır. Kadı Beydavi’nin verdiği fetva tuhaftır. (Muğnil Muhtaç) (Fetvalar-1 Halil Gönenç) Hutbeden
önceki bidatlar: Cumanın iç ezanından önce selatü selamlar ve temannalar okumak bidattir. (Çağdaş Meselelere
Fetvalar-Faruk Beşer) Zamanımızdaki
mutad terakkiye (İnnallahe ve melaiketühü...)
İmam Azam’a göre mekruh, imameyn’e göre mekruh
değildir. İbni Hacer, Tuhfe adlı eserinde bunun bidat
olduğunu söylemiştir. (İbni Abidin-3) Hutbe
esnasında selavat getirmek: Hutbe okunurken Peygamber
sav efendimize selavat getirmek mekruhtur.
Tatarhaniye’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Bakali muhtasarında şunları söylemiştir: “Hatip duaya
başlarsa cemaatin el kaldırmaları ve aşikâre dile ile amin demeleri caiz olmaz.
Bunu yaparlarsa günahkar olurlar. Bazıları günahkar değil isaet
(kabahat) etmiş olacaklarını söylemişlerdir. Sahih olan kavil birincisidir.
Fetva da ona göredir. Keza peygamber sav zikredilince cemaatin aşikare olarak
salavat getirmeleri caiz değildir. Bunu kalpleri ile yaparlar. Fetva buna
göredir. (Remli) (İbni Abidin-3) Hutbe
okunurken namaz: Hutbe okunurken sünnet kılınmaz, konuşulmaz, selam alınıp verilmez,
etrafa bakılmaz. Kılınan sünnet iki rekata tamamlanır ve hutbe dinlenir.
(Fetvalar 1-Nevzat Akaltun) İbadet
karşılığı ücret almak: İmam Birgivi de İkazun
Naimin adlı risalesinde: “Sadece bedeni bir ibadet
olup, bir vesile olmayan namaz, oruç, Kuran okumak, tehlil, tesbih, tekbir ve tasliye gibi bir ibadete; bir mal almak amacıyla, sevabını
da verdiğini, sadece bu sevabın kendisine ulaşması için verene bağışlamak
niyetiyle koyulmak ve başlamak, ne islam mezheplerinden bir mezhepte, ne de
semavi dinlerden birinde caizdir” der. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer) İbadette
kendini tercih etmelidir: İmam Şafii şöyle demiştir: “Su kıtlığında temiz su ile abdest almak
hususunda, setri avrette ve birinci safa geçmekte, insan başkasını değil
kendini tercih etmelidir. Çünkü ibadet Allah’a tazim içindir. Başkasını tercih
ederek bu tazim ihlal edilmemelidir. Ebu Muhammmed
Faruk’ta şöyle demiştir. Abdest suyunu başkasına vermek caiz değildir. Fakat aç
bir adamın kendi yiyeceğini başkasına vermesinde bir mahsur yoktur. Bu ikisinin
arasındaki fark; biri Allah’ın hakkıdır, tercih yapamaz; diğeri kendi hakkıdır,
tercih yapabilir. İlim talep eden bir kimse okuma sırasını başkasına veremez.
(Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) İçki ve nikah:
Salih bir
kimse olan Zeyd’in kızını, yakın velisi içki içen bir kimseye nikahlaması sahih
değildir. (Ali Efendi, Kaynak, Abdurrahim) (Fetvalar-Nevzat Akaltun) İkrah: Öldürülmesi yahut bir uzvunun kesilmesi yahut
şiddetli dövülmesi gibi tahammülünü aşan bir şeyle mürted
olması için zorlanan bir kimsenin kalbi iman üzere sabit ve bununla mütmain olduğu halde lisanıyla emredilen şeyi söylemesiyle mürted olmaz. (İbni Abidin-9) İlham: Veliye gelen ilham, sadece
kendisi için delil olabilir. Bu ilhamın dini hükümlere yani kitap ve sünnete
uygun olduğu veya olmadığı hususunda araştırma yapmak, sonunda o ilhama tabi
olmak veya olmamak o veliye aittir. Veli, kendine gelen ilhamı bırakıp da kitap
ve sünnete göre amel ettiği takdirde bu ilhama uymadığı için sorumluluk
yüklenmez. (İslam Akaidi-Lütfi Kazancı) İslama
göre ilham; bir şeyin sıhhatini bilme sebeplerinden değildir. İlham feyiz
yoluyla kalbe bir mananın konulmasıdır. Mutasavvıflar ve Rafıziler, ilhamı bir
ilim kaynağı olarak kabul ederler. Bu iddialarına delil olarak: “Sonra da, ona hem
kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham eder ki..” (Şems:8) ayetini delil gösterirler. Aslında
buradaki ilham, umumi manada kullanılmış olup, resuller ve kitaplar vasıtasıyla
bildirme, demektir. (Akaid-Ömer Nesefi) Keşf
ile yeni bir akide sabit olmaz. Nasslardan farklı bir ziyadelik getirilmez.
Ümmet için ibadet vesilesi olmaz. Sahiplerini tasdik etmekle, ümmet mükellef
tutulmaz. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva) Keşf
ile yeni bir akide sabit olmaz. Nasslardan farklı bir ziyadelik getirilmez.
Ümmet için ibadet vesilesi olmaz. Sahiplerini tasdik etmekle, ümmet mükellef
tutulmaz. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva) Evliyanın
ilhamı başkaları için hiç bir surette delil oluşturmaz. Kendileri hakkında da
ancak şeriate uygun olursa delil teşkil eder. (Nurul Envar
ve Haşiyesi Kamerul Ekmardan)
Velinin başkasını kendi ilhamina çağırması, kendi
ilhamına göre davranmasını istemesi ve sahih olarak içtihad
eden bir müctehidi –kendi ilhamı ile onun içtihadının hata olduğunu bilmiş olsa
dahi- ictihadı ile amel etmekten alıkoymak istemesi caiz olmaz. (Lüknevi-Kamerul Akmar) Salikin, işin künhüne
ulaşıncaya kadar, Hak ehli alimleri taklid etmesi, bunu kendisi için gerekli
görmesi, keşfine ve ilhamına da muhalefet etmesi gerekir. Bu konuda alimlerin
haklı olduğunu, kendisinin ise hata ettiğini kabullenmelidir. Çünkü alimlerin
dayanağı, vahiy ile desteklenen, hata ve yanlıştan korunan peygamberlerdir.
Onun keşfi ve ilhamı sabit hükümlere muhalif olması halinde hatadır, yanlıştır.
Binaanaleyh, keşfi alimlerin görüşlerinden önde tutmak, gerçekte onun Allah’ın
indirdiği kesin hükümlere tercih etmek demektir ki bu, hüsranının ve sapıklığın
tâ kendisidir. (İmam Rabbani-186.mektup, Mustafa Sabri Efendi-Mevkıful Akl) (Fetvalarla Çağdaş
Hayat-Faruk Beşer) Ebu
Süleyman Darani “Hakikate ait vazı keşfi bilgiler,
kırk gün süreyle kalbimi sarar, ben, iki şahid
olmadan onların gönlüme girmesine izin vermem. O iki şahid
Kitap ve Sünnettir.” Cüneydi Bağdadi: “Allah’a giden
yol, ancak Resulullah’ın yaşadığı gibi yaşayan, O’nun sünnetini diri tutanlara
açıktır.” Sehl b. Abdullah Tusteri: “bizim yolumuzun
temel prensipleri yedidir. 1. Allah’ın kitabına sarılmak, 2. Allah’ın Resulünün
sünnetine ittiba..” Sehl başka seferinde “Kitap ve
sünnetin kabul etmediği her türlü vecd ve keşf
batıldır.” Ebul Kasım Nasrabazi:
“Tasavvuf, kitap ve sünnete sarılmaktır. Heva ve bidatleri terktir. Şeyhlerin
yasakladıklarına saygıdır. Evrada sarılmaktır. Ruhsat ile amel etmeyi terktir.”
Şahı Nakşibend hz.: “Bütün hallerinde ayağını emir ve
nehy seccadesine koyasın. Sünnete bağlanıp, ameli yerine getiresin; taviz ve
bidatlerden uzaklaşıp daima Allah Resülünün hadislerini rehber edinesin”
derler. (Kamil Yılmaz Altınoluk Dergisi 123.sayı) Evliyaya
gelen ilham, helali haram, haramı da helal yapmaz, bir şeyi farz veya sünnet
yapamaz. İlhamlar ve keşifler onları başkalarından üstün kılamaz, taklid
boyunduruğundan kurtaramaz. İlham ve keşf başkası için hüccet değildir. Sufilerin sünnette yeri olmayan riyazet ve nefis
mücadeleleri muteber bir şey değildir. Bu hususta onlara Hind,
Yogi ve Brahmanları ile Yunan filozofları ortaktır. Oysa bu riyazetler onların
sadece sapıklıklarını ve ziyanlarını artırmıştır. (Mektubatı Rabbani
55.31.221.mektup) Sefihlerden
bir cemaat, riyazat ve mücahede
yollarını tercih ettiler. Ama enbiyanın yoluna intizam etmeden.. sırf sofiyyei ilahiyenin taklidine
gittiler ki bunlar: her asırda enbiyanın tabilerindendir. Üstte anlatılan mana
uyarınca, vakitlerinin safasına aldandılar.
Rüyalarına ve hayallerine itimad ettiler. Hayal keşiflerini sair hallerinde
dahi kendilerine mukteda eylediler. Böylelikle,
kendileri delalete düştükleri gibi, başkalarını da dalalete düşürdüler.
(Mektubatı Rabbani 435.mektup) İmamın
arkasında Fatiha okumak: Ebu Hureyre’den: “Rasulullah sav
üç defa, tekrar ederek namazında Fatiha sıresini
okumayanın namazı eksiktir, buyurdu” (Müslim, Malik, Nesai) Ebu Hureyre’ye:
İmamın arkasında isek yine okuyacak mıyız diye soruldu. Ebu Hureyre: İçinizden
okursunuz, karşılığını verdi.” Şu noktaya dikkat edelim: Hadisi dinleyen kişi
imamın arkasında okuyacak mıyız, diye soruyor ve Ebu Hureyre içinde okuyacağını
belirtiyor. Bu da gösteriyor ki, imamın arkasında okumama biliniyordu,
meşhurdu. Ebu Hureyrenın kendis
bile reddetmemiş, hadisi dinleyene, onu içinden oku, demiştir. İnsanın içinden
okuması demek, kalbinde okuması demektir. Yani manaları zihinden geçirmektir.
İçten okumak dil ile telaffuz anlamına gelmez. (Tartışmalar-Said Havva) İmamların bazı
hadislerle amel etmemelerinin sebepleri: Bu mazeretlerin hepsini üç kısımda
toplayabiliriz: 1. Resulullah sav’in o sözü söylediğine inanmaması, 2. Bu
sözle, söz konusu meseleyi kastetmiş olduğuna inanmaması, 3. Bu hükmün
neshedildiğine inanmış olması. Bu üç kısımdan ise birçok mazeret sebepleri
doğmaktadır. A. Hadisin müctehide ulaşmaması, b. Hadis müctehide ulaşmıştır
ancak, onun nezdinde sabit (ve sahih) değildir, c. Müctehid ictihadıyla, diğer
tariklerine bakmaksızın bir hadisin zayıf olduğuna inanırken, başka müctehidler
ise onun aksine inanırlar, ç. Haberi ahad konusunda başkalarından farklı
şartlar ileri sürerler, d. Hadisi unutmuştur, e. Müctehidin, hadisin söz konusu
hükme delalet ettiğini bilmemesi. Bu son üç sebep İbni Teymiyye tarafından
ilave edilmiştir, f. Müctehidin, hadiste, ilgili meseleye delaletin
bulunmadığına kanaat getirmesi, g. Bu delaletin karşısında, onun kastedilmediğini
gösteren bir başka delilin onunla çeliştiğine inanması, h. Müctehid bir hadisin
zayıf olduğunu, ya mensuh olduğunu, yahut tevil götürürse tevil edildiğini
gösteren ve ittifakla muarız olabilecek bir ayet, başka bir hadis veya icma
gibi kuvvetli bir delil ile çeliştiğine inanır. (Sünneti Anlamada Yöntem-Yusuf
el-Kardavi) Harekeleri
terkeden imam: İmam Nesefi “Bir mescidin imamı, okuduğu Kuranın harekelerine dikkat
etmiyorsa, onun mescidini terketmekte bir beis yoktur, denilmiştir.” (Fetevayi
Hindiyye) İmamın maaşı: Raşit halifeler döneminde sadece
imam ve müezzin tayin edilip onlara maaş ödenmekle kalınmıyor aynı zamanda
fakihler, muhaddisler ve Kuran öğreticileri gibi dini konularda halkı irşad eden muallim ve müderrislere de düzenli maaşlar
ödeniyordu. (Mevlana Şıblî-Asrı Saadetten) Hz. Ömer her şehre bir imam bir müezzin tayin
ediyor ve bunlara hazineden hazineden aylık
bağlıyordu. İbnül Cevzi de “Siretül Ömerey adlı eserinde” Hz. Ömer ve Hz. Osman, imamlara,
müezzinlere maaş veriyorlardı” demektedir. (Devlet Siyaset İbadet Üçgeninde
Cuma Namazı- Recep Çetintaş) İmama sonradan
yetişen kimse: Mesbuk, imama oturuş esnasında yetişirse, Sübhanekeyi okumaz, hemen tekbir alır, sonra da eğilerek
oturur. Bahrur Raık’da da
böyledir. Mesbuk akşam namazının son rekatına
yetişmiş olsa –yetişemediği- iki rekati kılarken,
oturmakla onların aralarını ayırır. Bu şekilde –akşam namazında- üç defa
oturmuş olur. Ve –yetişemediği için kaza ettiği- her rekatte, Fatiha’yı ve
zammı sureyi okur. Bu rekatlerden birinde, kıraati terk
etmiş olsa namazı bozulur. (Fetevayi Hindiyye) Mesbuk imama yetiştiği yerde imam kıraati gizli okuyorsa mesbuk Sübhanekeyi okur. Cehri okuyorsa okumaz; namaz sonunda ayağa kalkınca okur. Yetişemediği rekatları kaza eder. İmamla kıldığı rekatın son oturuşunda yalnız ettehiyyatüyü okur. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) İmamın
yanlışını ikaz etmek: İmam birinci oturuşta oturmayıp kalkarsa, bu durmda,
imamı ikaz için “sübhanallah” denilmez. Çünkü imamın geri dönmesi caiz olmaz.
İmam kıyama yakın olduğu zaman, tesbihte faydalı olmaz. Bahrur
Raık’ta da böyledir. (Fetevayi Hindiyye) İmanın
gizlenmesi: Amr
b. Abese mekke döneminde Peygamberimize “sana tabi
olurum” dedim, bana: “Sen bugün buna dayanamazsın, şimdilik çocuklarının yanına
dön ve ne zaman benim ortaya çıktığımı öğrenirsen gel bana yetiş” dedi. Ben de
müslüman olup çocuklarımın yanına döndüm. Peygamberimizin Medine’ye geldiğini
öğrenince bende geldim. (İmam Ahmed, İbni SA’d, Müslim) (Hayatüs Sahabe-1) İmsaktan hemen sonra sabah namazını
kılmak: İmsak
vaktinin girmesi ile yatsı vakti çıkmış, sabah vakti girmiş olur. Bu itibarla
imsak vakti girince sabah namazı kılınabilir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine
Fetvalar) İpek ve altın
kullanmak: Hz.
Peygamber sav, ipeği sağ eline ve altını sol elinde alarak; “Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır”
buyurmuşlardır. (Ebu Davud Libas, Nesai-Zineh, Ahmed) (Helaller ve
Haramlar-Hayrettin Karaman) Erkeklerin
elbiseleri üzerinde dört parmak eninde çizgi halinde ipek işlemeler haram
değildir. Bu miktar ipeğe ruhsat verilmiştir. Ziyadesi haramdır. Çözgüsü ipek
olup, argacı ipek olmayan elbisenin giyilmesinde bir beis yoktur. Argacı ipek
olup, çözgüsü ipek olmayan elbisenin giyilmesi caiz değildir. (Mülteka
Tercümesi-4) İstihare: İstihareye yatılacak
meseleler, iki tercih arasında muhayyer bırakıldığımız, hangisinin daha hayırlı
olduğuna karar veremediğimiz meseleler olabilir. İslamın apaçık olan emir ve nehiylerini içeren meselelerde istihareye yatmak en açık
ifadesiyle sapıklık ya da küfürdür. İnsanlar istihareye yattıkları meselenin
cevabını uyuyorken görecekleri rüyada değil, uyanıkken okuyacakları Kuran’da
aramaları gerekir. (Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş) İstimnanın
hükmü: Hanefi,
Şafii ve Maliki mezheplerine göre haramdır. Hanbeli mezhebine göre ise zina
korkusu olmazsa istimna etmek haramdır. (Fetvalar-Halil gönenç) Müminun suresi 5-7 ayetlerini
tefsir eden İbni Kesir istimnanın “haddi aşmak” olduğuna işaret buyurduktan
sonra, İmam Şafii indinde bu fiilin haram olduğunu bildirmektedir. Resulullah
sav “Elini nikah
eden melundur” buyurduğu
sabittir. Kitabul Fıkıh’ta el ile istimna büyük günahlardandır denilmiştir (El
Ceziri) Zina korkusu olursa ya derhal evlenmeli ya da oruç tutulmalı. (Fıkhi
Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) İslami
hükümlerin gizlenmesi: İslami hükümlerin mükellefe ulaştırılmasının fitneye medar olacağına
inanmak büyük bir zulümdür. Resuli Ekrem sav’in “Allahu Teala cc bildiği şeyden sorulup da
gizleyen kimseyi kıyamet gününde ateşten bir gemle gemleyecektir. (Ebu Davud) İslami Hükümlerin, meşru bir
mazeret yokken insanlardan gizlenmesi büyük bir zulümdür. Hatta gizleyenlerin
lanete müstehak olacakları kat’i nasla
bildirilmiştir. Nitekim Kuran’ı Kerimde “Hakikat indirdiğimiz apaçık ayetlerimiz ve
doğruyu biz kitapta insanlara onu pek aşikâr bir surette bildirdikten sonra
gizleyenler yok mu? İşte onların hali! Onlara hem Allahu Teala lanet eder, hem
de lanet etmek şanından olanlar lanet ederler” (Bakara:159) (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) İş elbisesi
ile namaz: Namazın
şartlarından birisi de necasetten taharettir. Kan, idrar, şarap, dışkı ve
benzeri necasetler, namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz
kılacağı yerde kesinlikle bulunmamalıdır. Kişinin iş elbisesinde bu tür
pislikler yoksa namazın sıhhati yönünden, temiz hükmündedir. İşin cinsine göre
iş elbisesinde bulunan badana, boya, madeni yağlar, pas, kir ve benzerleri
namazın sıhhatine mani değildir. Ancak kişi, camiye veya mescide gidecekse
temiz elbise giymesi Kuranı Kerim’in emridir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine
Fetvalar) İşçinin yol
açtığı zararın tazmini: Hanefi ve Maliki de dahil bütün müslüman hukukçular, belli bir ücretle
belli bir zaman periyodunda istihdam edilen bir işçinin mallara kasden ve bile bile zarar verdiği ispat edilmedikçe, hukuken para cezası
verilemeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. (Siret
Ansiklopedisi-2) İş yerinde
namaz ve patronun izni: İşçinin mesaisini su-i istimal etmemesi kaydıyla işveren bilhassa farz
ve vacip namazların kılınmasından işçisini men edemez. Çünkü Allah’a isyan
konusunda mahluka itaat yoktur. Aksi halde işçinin, ibadetini yapabileceği
başka bir iş bulması gerekir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar) Şarih
“ücretle çalışana da Cuma farzdır” dediğine göre iş sahibi onu Cuma namazından
men edemez. Bu husustaki iki kavilden biri budur. Metinlerin zahiri de buna şahiddir. (İbni Abidin-3) İtikaf: Namazı beklemek, ilimle
uğraşmak veya buna benzer bir sebeple mescidde oturan kimsenin, itikafa niyet
etmesi gerekir. Çünkü süresi az dahi olsa itikaf sahihtir. (İslam Fıkhı
Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) İzinsiz meyve
yemek vb: Aralarındaki
dostluk vs dolayı razı olacağını bildiği bir kimsenin mülküne izinsiz girmek
caizdir. İzin meselesi sadece mülke girmeye de mahsus değildir. Hayvanına
binmek, aletinden istifade etmek, yemeğini veya meyvesini yemek yahut alıp
evine götürmek vs hep aynı hükümdedir. İbni Abdilber’in
dediği gibi bu durumda dostunun memnun kalacağını bilmek şarttır.(Sahihi Müslim
Tercümesi 1-Ahmed Davudoğlu) Kabir azabı: Muhtemeldir ki Allah Teala
Berzah aleminde her ruh için dünyadakine benzer cesetler yaratacak, be alemin
özelliklerine uygun cesetler içinde ruhlar azab veya mükafata nail
olacaklardır. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Kabirleri inşa
etmek vb: Kabirleri
inşa edip üzerine sanduka yerleştirmenin üstüne perde çekmenin ve baş tarafına
sarık sarmanın İslamda yeri yoktur. (Halil Gönenç) Kabirde tuğla
ve ağaç kullanmak: Kabirde tuğla ve ağaç kullanmak mekruhtur. Zira yapılarda tuğla ve ağaç
sağlam ve daha uzun ömürlü olduğu için kullanılır. Kabir ise çürüme yeridir.
(Hidaye Tercümesi) Hanefilere
göre, tuğla ve tahta ile kabri örtmek mekruhtur. Çünkü bunlar dünya
ahkamındandır. Kabir ise çürüyen şeyler yeridir. Bir de tuğlada ateş eseri
vardır. Onun için tefaülen mekruh görülmüştür. Kerpiç
ve kamış kullanmak müstehaptır. Bunlar peygamberimizin kabrinde
kullanılmışlardır. (Sahihi Müslim Tercümesi-Ahmed Davudoğlu) Kadına bakma: Sahih hadisle zayıf hadis
çelişirse bu hadisler uzlaştırılmaz. Ebu Davud ve Tirmizi’deki,
erkek âmâ da olsa kadının ona bakmasını haram kılan “ikiniz de âmâ mısınız?” şeklindeki Ümmü Seleme hadisini, müminlerin
annesi Aişe hadisi ve Fatıma binti Kays hadisi ile reddettiler ki bunların ikisi de
sahihtedir. Seleme hadisini Tirmizi hasen ve sahih demişse de hadisin senedinde
Ümmü Seleme’nin mevlası Nebehan vardır ki kendisi mechul
olup, onu İbni Hibban’dan başkası sika görmemiştir.
Zehebi onu zayıf raviler arasında zikretmiştir. Bu hadis sahihteki şu hadisle
çelişmektedir. Aişe ra’den “Ben mescidde
(savaş oyunları) oynayan Habeşlilere bakarken, Nebi as’ın cübbesiyle
beni örttüğünü gördüm.” (Buhari, Müslim) Kadı Iyaz
der ki: “Bunda kadınların, yabancı erkeklerin yaptıklarına bakmasına cevaz
vardır. Ancak erkeklerin güzel yönlerine bakmaları ve bununla zevk alamayı arzulamaları kadınlara mekruh olur. Buharinin bu hadis için koymuş olduğu başlıklardan birisi
“Başkalarını sui zanna düşürmeksizin, kadının,
Habeşlilere vb bakması babı” şeklindedir. Yine Buhari’den rivayet edilen Fatıma
b. Kays’tan “Kocası
onu üç talakla boşadığında Nebi as ona buyurdular ki: “Git İbn Mektum’un evinde iddet bekle
çünkü o âmâ bir adamdır. Olur ki, elbiseni çıkarırsın ve o seni göremez. Daha
önce ona Ümmü Şerik’in evinde iddet beklemesine
işaret etmiş, sonra da şöyle buyurmuştur: “O, ashabın yanına girip-çıktığı bir
kadındır. Sen, İbni Ümmü Mektum’un evinde iddet bekle.” (Müslim-Talak:6) not: hadis Buharide bulunamadı. (Sünneti Anlamada Yöntem-Yusuf
el-Kardavi) Kadının boşama
hakkı (hulu’): Hz. Peygamber sav’in beyanına göre, hulu’ üçüncü ve son boşanmaya eşittir. Bundan sonra koca,
bekleme devresinde uzlaşma yoluna gidemez. Çünkü bu hak hulu’nun
geçerliliğini iptal etmiş olur. Kadın, kocasından boşanmak için malının bir
kısmını verir, adam da bunu kabul ettikten sonra kadını bırakmamakta direnirse
bu, İslami hükümlere aykırılık ve bir satekarlık
olur. Yine de eğer kadın aynı adamla tekrar evlenmek isterse bu olabilir. Çünkü
hulu’nun hükümleri boşanma gibi değildir. Peygamber
sav erkeğin mehir olarak verdiğinden fazlasını
almasını onaylamamıştır. (Siret Ansiklopedisi-2) Kadınların
camide namaz kılması: Kadının evde namaz kılması, vaaz-u nasihat dinlemek ya da ilmi
sohbetlere iştirak etmek veya Kuranı Kerim dinlemek amacı dışında sadece namaz
kılmak için camiye gitmesinden daha üstündür. Ancak yukarıda saydığımız
sebeplerden dolayı camiye gitmesi de daha üstün ve evlâ olanıdır. Özellikle
günümüzdeki erkekler kadınlara gerekli dini bilgileri verememektedirler. Şu da
var ki, kadının evden çıkması –camiye de olsa- kocasının izni dahilinde olması
gerekir. Kadın camiye gitmek istedikten sonra, itibar edilebilecek bir engel
olmadığı sürece erkeğin kadına camiyi yasaklama hakkı yoktur. Müslim Peygamber
sav’den şöyle bir hadis rivayet
etmiştir: “Allah’ın
cariye kullarını camiye gitmekten, alıkoymayınız.” Şeri engeller şunlar olabilir; erkeğin
hasta olması, evde küçük çocukların bulunması.. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-
Yusuf el-Kardavi) Kadının
dışarıda abdest alması: Hanefi mezhebinde ayak avret sayılmadığından bir sakınca olmaz. Böyle
bir durumda mütemadiyen kadının ayağına bakan kimse günahkar olur.
(Fetvalar-Halil Gönenç) Kadının dışarı
çıkması: Kadın
zaruri ihtiyaçları ve makbul sebepleri için ancak evinden çıkabilir; bu da
başını örtüp dış giysilerini giymesiyle mümkün olmaktadır. (Siret
Ansiklopedisi-2) Kadının
doktora gittiği için abdest alması: Kadın doğum doktoruna gittiği için gusül gerekmez,
ancak abdestin tazelenmesi gerekir. Kadın veya erkeğin cinsel organlarına
sokulan pamuk vb şeylerin yaş olarak çıkarılmaları halinde de abdesti tazelemek
gerekir. Bunlar içinde durduğu müddetçe içe gelen uçları ıslanmış olsa bile
abdest bozulmaz. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Kadının erkek
doktora muayene olması: Kadın, hasta olduğunda ehliyetli bir kadın doktor varsa ona gidip
muayene olabilir. Yoksa erkek bir doktora gider muayenesini ona yaptırır.
Erkekte aynıdır. (Bedai el-Sanai) (Fetvalar 2-Halil
Gönenç) kadınların
erkeklerin yanında çalışması: Bu islamın emrettiği şekilde olursa yani birkaç
kadınla birlikte veya açık bir yerde çalışırsa beis yoktur. Ama kapalı bir
yerde yalnız yabancı bir kimse ile birlikte kalacak olursa halvet olduğundan
haramdır. (Mezahibi Erbaadan) (Halil Gönenç) Kadınların
görevleri: Aslında
hak görüş, ev içi ile ilgili konulardaki hizmeti kadına vermektir. “Kadınların hakları
örfe ugun şekilde vazifelerine denktir” (Bakara:228) İbni Kayyım şöyle demektedir: “Kadınla
erkek arasında yapılan mutlak akd, örfe göre
gerçekleşir. Örf ise kadının hizmet etmesi, ev işlerini çekip çevirmesidir.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler” (Nisa:34) Kadın erkeğe hizmet etmedi mi –yani
erkek kadına hizmetkar oldu mu- kadınlar erkekler üzerine hakim olurlar. Sahabe
kadınlarından rivayet edildiğine göre, onlar kocalarına hizmette kusur
etmiyorlardı. Ev işlerini kadınlar yerine getiriyorlardı. Ebu Bekir Ra’ın kızı
Esma şöyle dedi: “Ben Zübeyr’e hizmet ediyordum. Ev
işlerinin tümünü ben yapardım. Atına ot toplar, tımarını yapar hazır hâle
getirirdim. Kadınların efendisi Fatımatüz Zehra, Hz.
Ali’ye hizmette kusur etmezdi. Efendimize zorluklarından şikayette
bulunduklarında Peygamberimiz ev işlerini yapmasını Hz. Fatıma’ya tembih etti.
Haz. Ali’ye de dışarıdaki işlerle uğraşmasını söyledi. (Çağdaş Meselelere
Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Hukukçular
süpürme, mutfak vb ev hizmetlerinin kadına vacip olup olmadığı hususunda
ihtilaf etmişlerdir. Kimine göre bunlar vaciptir, kimine göre vacip değildir,
kimine göre de hafif yapması vaciptir. (Siyaset-İbni Teymiyye) Kadının
imamlığı: Kadının
kadına imam olması kerahetle caizdir. Namaz kıldıran kadın öne geçmez. (Ahkamus
Sultaniyyeden) Malikilere göre caiz değildir.
(Mezahibi Erbaadan) (Din Görevlisinin El
Kitabı-Mevlüt Özcan) Kadının
kocasının ismiyle çağırması: Bir adamın babasını, bir kadının kocasını adıyla
çağırması mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye) Kadının koku
sürmesi: Kadın
evinde koku sürünebilir. Ancak evinden başka yerde koku sürmekten men edilir.
Çünkü bu fitne ve fesada sebep teşkil eder. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe
Zühayli) Kadının
misafire ikramı: Her ne zaman Peygamber as’ın bir misafiri evine gelse Aişe onlara
hizmet ederdi. (Siret Ansiklopedisi-2) Kadının
namazdaki şekli: Namazların ne farzları ne vacipleri ne sünnetleri ne de edepleri
konularında kadınla erkek arasında bir fark yoktur. Dolayısıyla bu zikredilen
farklar kadını daha tesettürlü kılar gerekçesi ile fıkıhçıların güzel bulduğu
farklardır. (Fetavayi Hindiyyeden) Zaten İmam Ebu
Hanife’den gelen nakle göre “Kadın da tekbirde ellerini kulak hizasına kadar
kaldırır, çünkü elleri avret değildir. (Kasani-Bedayi, Merginani-Hidaye)
(Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer) Farz
namazlarda kıyam, namazın farzlarındandır. “Erkekler görüyor” gerekçesiyle
hanımların farz olan kıyamı terkedip, oturarak namaz
kılmaları caiz değildir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar) Kadınların saç
kestirmesi: Kadının
insan saçından yapılmış peruk takması, kaşlarını çekmesi caiz değildir,
haramdır. Kadın saçını erkek saçına benzer şekilde keserse haramdır. Ancak
kadın saçını erkeğe benzemecek şekilde kısaltsa ve bu
memleketinde âdet olduğu için arkadaşlarının ayıplamasına sebep olmazsa bunda
bir beis yoktur. (Gayetül Me’mul) (Fetvalar-Halil
Gönenç) Kadının sesi: Şafi ulemasının
kaydettiklerine göre kadının sesi avret değildir. Hanefi mezhebinde de en
kuvvetli görüşe göre avret değildir. Bazı ulemaya göre namazda avrettir onun
dışında avret değildir. (İbni Abidinden) (Fetvalar-Halil Gönenç) Tercih
edilen kavle göre kadının sesi avret değildir. Nevazil isimli kitapta ise
kadının sesi avrettir, der. Kadının Kuranı kadından öğrenmesi daha makbuldür.
Kurtubi der ki; zekası kıt olanlar zannetmesinler ki, biz kadının sesi
avrettir, demekle konuşmasını kastediyoruz. Bu anlayış doğru değildir. Biz
ecnebi erkeklerin ihtiyaç olursa kadınlarla konuşmalarına cevaz veriyoruz.
Yalnız kadınların yüksek sesle konuşmalarını, seslerini uzatmalarını,
yumuşatmalarını ve aruza göre okumalarını caiz görmüyoruz. (İbni Abidin-2) Kadınla
oturma: “Bugünden
itibaren kocası bulunmadığı zaman hiçbir kadının evine girmeyiniz. Ancak
yanında bir veya iki kişi olursa müstesnâ. (Müslim) Her ne zaman Peygamber as’ın
bir misafiri evine gelse Aişe onlara hizmet ederdi (Siret
Ansiklopedisi-1_Afzalur Rahman) Nevevi
yukarıdaki hadisle ilgili olarak diyor ki: “Hadisin zahirine bakılırsa
beraberinde iki üç kimse bulunan bir adam kendisine ecnebi sayılan bir kadınla
bir yerde bulunabilecektir. Ulemamıza göre meşhur kavil ise bunun haram
olmasıdır. Şu halde hadis, salâh ve doğruluklarından dolayı kendilerinden
kötülük beklenmeyen bir cemaat bir kadının yanına girebilir diye tevil olunur.
Kadı Iyaz da bu tevile benzer bir işarette
bulunmuştur.” (Sahihi Müslim Tercümesi 9-Ahmed Davudoğlu) Ensardan bir adam bir misafir alır. Hanımı : çocuklara hazırladığım yemekten başkası yok, der. Adam; ben misafirin yanında oturuyorum. Sen çocukları avut ve uyutmaya çalış. Ne zaman ki uyurlarsa yemeği getir önümüze koy ve bir bahaneyle kalkıp çırayı söndür ki, kendisiyle beraber yemediğimizi bilmesin ve utanmadan doyasıya yesin, dedi. Peygamber Efendimiz “Cenabı Hak, bu akşam misafirinize karşı yaptığınız hareketten çok hoşlanmıştır” buyurdu. (Müslimin rivayetinde bu kişinin Ebu talha olduğu kayıtlı) (Hayatüs Sahabe-2) Said
b. As’ten Peygamberimiz Aişe’nin
elbisesini giyerek uzanmıştı. Ebu Bekir izin isteyince verdi. Sonra Ömer ra
izin istedi ona da verdi. Daha sonra Osman ra izin istedi. Peygamberimiz kalkıp
oturdu. Aişe’ye de “Kendini topla” buyurdu. Osman ra
çıkınca da “Osman içeri girdiği zaman eğer seni yanımda görseydi ne konuşur ne
de çıkıncaya kadar başını önünden kaldırırdı.” Dedi. (Hayatüs Sahabe-3) Bir
müslümanın evine akrabası dışında kalan dost ve arkadaşlarının da gelmesi
tabiidir. Bu durumda kadın ve erkeklerin beraber oturması ve evin kız veya
kadınının misafirlere hizmet etmesi mevzu bahis olabilir. Ashabdan
Ebu Useyd evlenirken zifaf gecesi, Hz. Peygamber sav’i ve dostlarını davet etmiş, fakat onlar için yemek hazırlamamamış ve bir şey de ikram etmemiştir, ancak eşi
geceden, bir tas kabın içinde hurma ıslatmış, bunu ezip sulandırmış ve
misafirlere ikram etmiştir. (Buhari-Nikah, Müslim-Eşribe)
İbni Hacer, Ayni gibi Buhari şarihlerinin işaret
ettiği üzere bu hadisi şerif vb’den şu netice
çıkarılmıştır: Kadın, kocasının arkadaşlarına hizmet edebilir ancak bu durumda
tesettüre riayet etmesi, tarafların kötü duygulara kapılmaktan emin olmaları,
tahrik edici davranışlardan kaçınmaları şarttır. (Helaller ve
Haramlar-Hayrettin Karaman) Aile
içinde mahrem olmayan yakınlar veya yabancılar bulunduğunda kadınlar tesettürlü
olarak yanlarında bulunabilir, aynı sofrada yemek yiyebilir, aynı kaptan su
içebilirler. Kadının hamile olması bu konuda farklı hüküm getirmez. (Helaller
ve Haramlar-Hayrettin Karaman) İslam,
aralarında nikah bulunmayan ve nikah düşecek kadar da birbirine yabancı olan
kadın ile erkeğin, üçüncü şahsın bulunmadığı ve ansızın gelme ihtimalinin de
söz konusu olmadığı zaman ve zeminlerde başbaşa kalmalarını yasaklamıştır.
(Sonsuza Yürüyüş-Hekimoğlu İsmail) Zinetlerini, dolayısıyla zinet yerlerini, ayet ve hadislerin istediği ölçüler içerisinde ve özellikle de el-Ahzap 59. (cilbab ayeti) gereği kapadıktan sonra, kadınların, erkeklerin yanında, halvet de değillerse, oturamayacaklarını söyleyen bir nass yoktur. Ama bu yine de kötü duygulara sebep olmuyorsa kaydına bağlanmış, her yönüyle cazip ve latif bir varlık olan kadında, koku, teberrüc (süs, kırıtma) vb bulunmaması şartıyla caiz görülmüştür. Bütün bunlara dikkat edildikten sonra kadının, yanında yakınları varken, yabancılarla aynı sofrada yemek dahi yiyebileceğine fetva verilmiştir. Ancak buna gerek olup olmadığı ayrı bir konu olduğu gibi, takvaya uygun olan da elbette, tabiiliği aşmayan “haremlik-selamlık” uygulamasıdır, denilebilir. İmam Malik: “Kadın, mahremi olmayan erkekler ve uşağıyla berabebr yemek yiyebilir. Kocasıyla beraber iken kocasının yemek yediği kimselerle yemek yiyebilir. Der. (Haraşi) Bir erkeğin, yabancı hür bir kadınla, bir evde başbaşa kalmaları, harama yakın mekruhtur. (Serahsi, Tahavi) Ancak bulundukları odaların araları kesikse ve her birinin ayrı ayrı kilidi varsa; ya da kilidi yoksa da aralarında duvar ve perde gibi bir engel olup, erkek de güvenilir birisi ise veya kadının yanında bir mahremi, ya da cinsel ilişkide bulunamayacak, ancak saldırıyı önleyebilecek derecede yaşlı bir kadın varsa, veya erkek o derece (yaşlı kadın gibi) yaşlı ise veya yanında bulunduğu kadın borçlu olup, erkek onu takip için orada bulunuyorsa, halvet haram değildir. (Bazı fıkıh kitaplarında haramdır denilir, Mesela; İbni Nüceymin El-Eşbah ven Nezair kitabında) erkek yabancı kadınlarla, birden çok olsalar da bir arada bulunamaz. (Alauddin Abidin) Serahsinin ifadesine dayanarak bazıları; bir erkekle bir kadının halveti, yabancı da olsa, bir başka erkeğin bulunmasıyla önlenmiş olur, ancak mahremi ve güvenilir bir yaşlı kadın dışındaki yabancı kadınlarla ortadan kalkmaz ve erkeğin birden çok yabancı kadınla başbaşa kalması da, harama yakın mekruh olur, demişlerdir. (Serahsi-Mebsut) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Kadınla
tokalaşma: Yabancı
bir kadının yüzüne ve eline, el sürmek –her nekadar
şehvetten emin olsa bile- helal olmaz. (Fetevayi Hindiyye) Şehvetlenilmeyen ihtiyar kadınla musafaha yapmakta bir beis
yoktur. (İbni Abidin-2) Özellikle belirtmek gerekirse, kadın ve erkeğin tokalaşmasını yasaklayan bir ayet olmadığı gibi Hz. Peygamberin bu yönde herhangi bir sözü de yoktur. (Mevcutlar zayıf kabul edilir) Resulullah döneminde kadınlarla erkeklerin tokalaşmaları gibi bir adet yoktu. Bu sebeple bu yöndeki açıklamalardan sarih bir yasaklama hükmü çıkarmak doğru olmaz. Yaygın olarak kabul edilen bir fıkıh kuralına göre, harama götüren şeyde haramdır. Tokalaşmada bu kuraldan yola çıkılarak haram kılınmıştır. Bu tokalaşmanın zinaya götürme ihtimali zayıfladığında hükümde haramlıktan mekruhluğa indirilmiştir. Zinaya götürme hususu da kişiye ve toplumlara göre değişkendir. Dinin açık ilkelerinde değişkenlik söz konusu olmazken onları koruyucu mahiyetteki dolaylı sınırlama ve tedbirlerde bundan söz edilebilir. Bu itibarla fertlerin, dinin bu önlemlerle korumak istediği ilkeleri ve sakındırmak istediği hususları bilmesi ve davranışlarını ona göre ayarlaması, bu konuda bireysel insiyatif ve sorumluluğa alan bırakması gerekir. (Diyanet İslam İlmihali-2) Erkekler ve kadınlar
enişteleri, yengeleri, baldızları veya yabancı kadın ve erkekler ile musafaha
(toka) yapmamalıdırlar. Bunlar her haramdır. (İkaz-Mehmet Güleç) Bazı alimler ise burada şehveti esas almış, şehvetin söz konusu olmadığı durumlarda mesela el sıkışmanın caiz olduğun söylemişlerdir. (Şerbasi-Yeselunek) Kadınla tokalaşma, kadın genç ve şehvete sebep olabilecek durumda ise, haramdır. (Fetevayi Hindiyye) Ancak şehvet duyulmayacak derecede ihtiyar olan bir kadınla musafaha etmekte bir beis yoktur. Hz. Ebu Bekir, süt annesinin kabilesinden olan ihtiyar kadınlarla musafahalaşırdı. Allah Resulünün de biatta ihtiyar kadınlarla musafaha yaptığı rivayeti mevcuttur. (Sabuni-Revai) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Şehvetsiz
tokalaşmak caizdir. Peygamberimiz cariyenin elinden tutmuştur. (İmam Ahmed,
Buhari-Edep 61) Dokunma ile ilgili hadisteki tehdidi cinsi birleşme olarak
anlıyor. (Sünneti Anlamada Yöntem-Yusuf el-Kardavi) Peygamber
sav’e biat eden kadınlar dediler ki: Ey Allah’ın Rasülü biat ederken elimizi
tutmadınız. Peygamber sav kadınların elini tutup tokalaşmam, buyurdu. (Ahmed,
Nesai, İbni Mace) Peygamber sav bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Sizden birinizin başına iğne ile
dürtülmesi, kendisi için helal olmayan kadına dokunmaktan daha hayırlıdır.” ((Fetvalar
2-Halil Gönenç) Kafir anne
babayla ilişki: İyi mücadele için ana-babanın müslüman olması şart değildir. Esma binti Ebu Bekir ra’den: “İman etmemiş annem, müslümanlar ile
Kureyşli müşrikler arasında barış anlaşması
olduğu dönemde babası ile geldi. Peygamber sav’in tavsiyesini almaya gittim
“Annem geldi ve teveccühümü ümid ediyor” dedim. Peygamber as buyurdu ki: “Evet,
annene karşı iyi ol” (Buhari) (Siret
Ansiklopedisi-2) Kafir demek: Ne darul islamda ne darul
harbde hiçbir müslüman diğer bir müslümanı tekfir edemez. Müslümanların küfre
girip girmediğine şeri mahkemeler karar verir. Çünkü tekfir bir mahkeme işidir.
(Salim el-Behsenaviden) (Darul Harb Fıkhı-Mustafa
Çelik) Hakkı
bilmelerine rağmen inkar eden kafirleri tekfir etmek caiz iken; cahillerin
tekfir edilmeleri caiz değildir. Bu kimselerin ne ve açık bir şekilde
uyarılmaları ve kurtuluşa davet edilmeleri gerekir. (Rabbani Yol ve
Sünnetullah-Said Hakim) Düşüncesi,
inancı, sözü ve fiiliyle kafir olan biri tekfir edilmeyip, işlediği suçun
cezası verilmezse, toplum fertleri arasında dağılan bu tip şahıslar
aşıladıkları batıl düşüncelerle neslin bozulmasına sebep olacaklardır. Aile
fertleri ve akrabalar böyle birinden nefret edeceklerdir. Tekfire karar verecek
kişi kelam ilminde münakaşa edilen meseleleri derinlemesine ihata edecek,
fıkhın ve fıkıh usülünün inceliklerini anlayabilecek
ve bunlara göre olayı değerlendirip neticeye varabilecek kapasiteye ve bilgiye
sahip olmak zorundadır. (İman Küfür Sınırı-Saim Kılavuz) (En güzeli bizlerin
insanları küfürle itham etmekten ziyade, yapılan bir amelin veya sözün küfür
olduğunu biliyorsak, şahsa hitaben bu söz ya da amel küfür sözüdür, bunu
yapanın durumunu Allah bilir demektir) Bir
kimsenin küfür mü, değil mi diye tereddüt edilen bir işi, ya da sözü, doksan
dokuz ihtimalle küfre yorulsa, bir ihtimalle de imana hamletme imkanı bulunsa
biz onu imana hamleder ve o iş ya da sözüyle ona
kafir denilemeyeceğini söyleriz. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer) Onun
için Allah’ın fethinden olduğu iddiasıyla söylenen her söz için bakarız, şayet
Allah’ın kitabı ve Rasulünün sünnetine uyuyorsa baş göz üstüne. Ama onlara
uymuyor fakat kişinin itikadı düzgün ameli salih olup sözü tevil kabul
ediyorsa, onu, şahsın bu itikad ve ameliyle uyuşacak şekilde tevil ederiz.
Tevil kabul olmayıp ondan sadır olduğu kesin ise ilim ve istikamet ile bilinen
bir kimse olsa bile bu sözünden dolayı hangi cezayı hak ediyorsa ona o hükmü
verir ve bundan dolayı tevbe etmiş olması ihtimalini veririz. Ancak şunu da göz
önünde bulundurmalıyız ki, dinden olduğu zaruri olarak bilinmeyen hususlarda
hükmü ehli verir. Şayet dinde bilinmesi zaruri şeylerden ise, o mesele hakkında
her müslüman hüküm vermeye yetkilidir. (Tartışmalar-Said Havva) Bir
müslümana “Ey kafir” diye küfreden kimse, şeran tazir olunur. Bu sözü söyleyen
kimse kafir olur mu? Eğer bu sözüyle islam akidelerine inanan muvahhid bir
müslümanın küfrünü itikad ederse, kafir olur. Fakat o müslümanın küfrü
gerektiren bir şey işlemesiyle küfrünü itikat ederse, kafir olmaz. Bu kaville
fetva verilir. (Vehbaniye Şerhi) (İbni Abidin-8) Fetih’te
zikredilmiştir ki; “Bir kimse inanmasa bile şaka yoluyla küfür kelimesini
söylese –Allah’a sığınırız- mürted olur. Çünkü dini
hafife alıp küçümsemiştir. Buna göre küfür kelimesini şaka yoluyla söylemek
inad küfrü gibidir. Kitaplarda zikredilen küfür kelimelerinden hiçbiriyle, bir
kimsenin küfrüne fetva verilmez. Ancak, alimlerin küfrüne ittifak ettikleri
surette, onun küfrüne hükmolunur. (Metin) nitekim bir kimse, KALP İLE TASTİK
ETSE BİLE puta secdede bulunuyorsa veya Mushafı Şerifi pisliğe atsa, kafir
olur. Çünkü bunlar dini yalanlama hükmündedir. (Akaid Şerhi) Nurul Ayn’de zikredilmiştir ki, ayeti kerime ve mütevatir haberin
delaleti kesin olmazsa yahut haber mütevatir olmazsa yahut haber kesin olur
fakat kendisinde şüphe bulnursa yahut icması bütün mütün müctehidlerin icması olmazsa yahut sahabenin icması
olup bütün sahabenin icması olmazsa yahut bütün sahabenin icması olur fakat
tevatür yoluyla sabit olmadığı için kesin olmazsa yahut kesin olup fakat sukûti icması olursa bu suretlerin her birinde inkar eden
kafir olmaz."”Bahır’da zikredilmiştir ki; Bu hususta asıl kaide şudur: Bir
kimse haramı, helal itikat ederse bakılır; eğer haram ligayrihi
(başkasından dolayı haram) olursa, mesela; başkasının malı gibi, kafir olmaz.
Eğer haram liaynihi (Kendinden dolayı haram) olursa
yine bakılır, eğer haram liaynihinin delili kesin olursa
yine kafir olur, delili kesin olmazsa kafir olmaz. Bazı fukahaya göre bu
tafsilat alim hakkındadır. Cahil haram liaynihi ile
haram ligayrihinin arasını ayırt edemez. Cahilin
helal itikat ettiği haram, kesin delille sabit olan haramlardan olursa kafir olur.
Aksi takdirde kafir olmaz. Mesela cahil, şarap haram değildir, derse kafir
olur. (İbni Abidin-9) Kafirlerin
elbiselerini giymek: Gayri müslimlerin giydikleri elbiseleri
giymekte bir beis yoktur. Ancak bir memlekette adet olmayıp, halkın nazarı
dikkatini çeken kıyafete bürünmekte doğru değildir. El-Mugire
b. Şube’nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir. Peygamber sav kolları dar bir
Rum cübbesi giymişti.(Buhari-Müslim) bu gün
giydiğimiz palto da dinen cübbe sayılır.
(Fetvalar-Halil Gönenç) Kafirin emri altında
çalışmak: Bir
müslüman bir kafirin emri altında bulunsa yani bizzat kendi şahsına hizmet
ederse mutemed görüşe göre tenzihen mekruhtur. Fakat şahsına değil, tarla,
fabrika, ziraat ve ticaret gibi işlerinde çlışırsa
mekruh sayılmaz.(Mezahibden)(Halil Gönenç) Kafirlerle
alışveriş yapmak: Kafirlere savaş aletleri satmak haramdır. Ama yiyecek maddelerinin,
kumaşın satılması istihsanen caizdir. Ama bu hüküm
müslümanların bunlara ihtiyacı olmadığına göredir. Bunlara müslümanlar muhtaç
olurlarsa satılmaları caiz değildir. (İbni Abidin-8) Kafirlerle
oturmak: İslamı
tebliğ edip anlatmak için kafir olsun, fasık olsun herkesle oturmak caizdir.
(Halil Gönenç) Erkeğin kadını
muayene etmesi: Kadın, hasta olduğunda ehliyetli bir kadın doktor varsa ona gidip
muayene olabilir. Yoksa erkek bir doktora gider muayene olur. Erkekte aynıdır.
(Bedai el-Senai) (Halil Gönenç-Fetvalar) Kalp
temizliği: Abdullah
b. Amr’in anlattığına göre Resulullah sav’e en mükemmel insanın kim olduğu
sorulması üzerine şu cevabı vermiştir: “Kalbi kirden arınmış ve dili doğru
söyleyenler” Etrafındakiler
dili doğru söyleyeni anladıklarını fakat ,kalbi kirden arınanları
anlamadıklarını söylemeleri üzerine Rasulullah sav “Pâk olan, günahtan, şüphe, hile, yalan ve
hasetten arınmış olan” buyurmuştur.
(Siret Ansiklopedisi-1_Afzalur
Rahman) Hz.
Ömer ra’ın Sa’d b. Ebi Vakkas’a tavsiyesinden: “Şunu
da bil ki kişi, kalbinin temiz olmadığını iki yoldan öğrenebilir: Eğer kişi hak
yolunda kendisini övenlerle yerenleri bir tutarsa kalbi temizdir. Diğer yol da,
kişinin kalbinden diline hikmet dökülmesi ve halk tarafından sevilmesidir. (Taberi) (Hayatüs Sahabe-2) Osman
ra’den: “Eğer kalpleriniz temiz olursa Allah’ı anmaktan usanç duymaz” (Hayatüs
Sahabe-4) Kametle ilgili
meseleler: Hanefilere
göre cemaat “haya alel felah”ta imam ayağa kalktıktan
sonra ayağa kalkar. Kametin kıbleye yönelerek ve yürüyüp konuşulmadan
getirilmesi sünnettir. Hanefilere göre, imamlık edecek kimsenin müezzinlikte
yapması en faziletlisidir. Çünkü peygamberimiz sav ez-Ziya’da bildirildiğine
göre bir yolculukta ezan okuyup kamet getirmiş ve öğlen namazını kıldırmıştır.
(İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Müezzin
kamet getirirken mescide giren kimse
imam mihraba geçinceye kadar oturur. Ayakta beklemesi mekruhtur. Oturur,
müezzin “hayya ale’l felah”
cümlesine varınca kalkar. (İbni Abidin-2) Kamet
getirirken yürümek mekruhtur. (İbni Abidin-2) Kametten önce
ihlas okumak: Bu
bidattır. Kuran dinlemek farzdır. Halbuki bu esnada cemaat nafile ile
meşguldür. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Kametten önce ihlas suresi ya da daha başka şeyler okumak bidattır. Bu tür okuyuşlar zaten klişeleşmiş hale geldikleri için kimse onları, şuuruna vararak Kuran gibi dinlememektedir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer) Karanlıkta
namaz kılmak: Karanlıkta
namaz kılmak sahih ise de ışık yakmak mümkünken karanlıkta namaz kılmak birkaç
bakımdan mekruhtur. Işık, asgari secde yerini görecek kadar olmalıdır.
(Fetvalar 4-Nevzat Akaltun) Kardeşe zekat:
Ahmet’in
fakir olan kardeşine zekat vermesi caiz olur. (Nevzat Akaltun Fetvalar 1) Karşılama,
temel atma kurbanları: Törenlerde birinin gelmesinin şerefine kurban kesmek, puta veya o gelen
kişiye ibadet maksadıyla kesilen kurban değildir. Bu hayvanlar ya o kişinin
gelişine şükran olarak, ya da kurban niyeti olmaksızın, gelenin şerefine, şuna buna et yedirmek için
kesilir. Bu maksatla kesilen hayvanın eti haram olmaz. (Helaller ve
Haramlar-Hayrettin Karaman) Bir
insan için kurban kesilmesi küfürdür ve kesilen meyte
hükmündedir, yenmez. Hacıların ya da gazilerin kudümü (gelişleri) için hayvan
kesilmesi de küfürdür” denmiştir. (Hindiyye) Yeni alınan araba, ev, atılan
temel vb şeyler de aynıdır. Yalnız burada şu incelik vardır, başkası için
demek, keserken başkasının adını anarak demektir. Binaanaleyh, bir büyük zatın
gelişine, ev ya da araba almasına duyduğu sevinçten ötürü kurban keserse bu
küfür olmadığı gibi kesilen hayvan de leş olmaz, eti yenir. (Şeyh Davud-İçtihad Tartışması)
Bismillah diyerek kesse dahi bir kimsenin yoluna, bir evin temeline, bir arabanın
tekerine vb kesilen, kanı oraya buraya sürülen kurban en azından çirkin bir
bidattır, küfrü gerektirmese dahi günahı gerektirir ve etinin yenmesi de
şüpheli olur. Zaten bu kurbanı görenler, filan, falanın gelişi için, yada filan
iş için kurban kesti derler ki, bu da onun kesiliş gayesinin Allah için
olmadığını gösterir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Kasaptan
alınan et: Netice
olarak müslümanların yaşadıkları bölgelerdeki mezbahalarda kesim işlerini yapan
kasaplar, ateist olmayan Ehli Kitap kimselerdense ve kesimi Allah’tan başkası
adına yapmıyorlarsa, meseleye yaklaşımımız, bunların kestiklerinin
yenilebileceği noktasındadır. (Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş) Halkının
çoğu müslüman veya kitap ehli olan ülkelerde, kesilmesi gereken hayvanların etleri
yenebilir. Resulullah sav’e “Ya Resulallah gittiğimiz yerlerde bize et
getiriyorlar, keserken besmele çekip çekmediklerini bilmiyoruz, bunu yiyelim mi
diye sordular”, “Allah’ın
adını anın ve yiyin” cevabını aldılar. (Buhari-Zebaih) Kaynana ve
kayınpeder ilişkileri: Baba dostlarına iyi muamele etmek ve eşlerinin anne-babası sağ ise
onları toplumsal anlayışa göre kaynana ve kaynata görmeyerek, birer anne ve
baba gibi kabul etmektir. Şanı yüce Rabbimiz kendisine kulluk eden müminlerin
anne ve babalarına nasıl değer veriyorsa, herhangi bir müminde kendisine hizmet
eden hanımının veya kendisi için çalışan kocasının anne ve babasına da aynı
değeri vererek, onlara güzel muamelelerde bulunmak durumundadır. (Kişiye
Özel-Mehmed Alagaş) Kaza namazını
mescitte kılmak: Kaza namazlarını mescitte kılmak mekruhtur. Zira namazı geciktirmek
günahtır. Bunu meydana çıkarmamalıdır. (Bezzaziye) (İbni Abidin-2) Kerahat vakitlerinde Kuran okumak: Bahr’da, Buğye’den
naklen “Kerahat vaktinde Peygamber sav’e salâvat
getirmek Kuran okumaktan efdaldir” denilmiştir.
(Dikkat edin yasaktır değil, efdaldir.) (İbni Abidin-2) Kısa kollu
gömlekle namaz: Erkeklerin uzun kollu gömlekle kollarını sıvayarak namaz kılmaları
mekruh ise de kısa kollu gömlekle namaz kılmaları mekruh değildir. (Günümüz
Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı) Kıyafette teşebbüh ve şapka giymek: Teşebbüh, yani kafir ve fasıklara
benzemek yasaktır. Şapka Osmanlı döneminde sırf gayri müslümleri
taklid gayesiyle giyilmesi bakımından teşebbüh
alameti sayılırdı. Fakat bugün şapka giymede gayri müslimleri
taklid söz konusu değildir. Belki adet böyle olduğu için giyilmektedir. Bu
itibarla niyette gayri müslimlere benzem
söz konusu olmayınca şapka giymek teşebbüh alameti
sayılmaz. (Halil Gönenç-Fetvalar) 40 ve 52.
Geceler: Ölünün
40 ve 52 gecesi ile ilgili hiçbir şey varid olmamıştır. Böyle gecelerde özel
merasim tertip etmek doğru değildir. Bu cahil halkın uydurduğu bir bidattir.
(Halil gönenç) Kız istemek
nikah sayılır mı?: Bir kimse nikah maksadıyla kız istemeye kalabalık kimseler gönderir de,
kızı babası veya velisi, onların huzurunda tezviç
ederse sahih olur. İçlerinden yalnız konuşan dünür sayılır. Kalanlar nikaha
şahittirler. Bununla fetva verilir. (Fetih) (İbni Abidin-5) Kredi Almak: Bu kesinlikle haramdır.
Çünkü bu Muhammed sav’in alanı, vereni, yazıcısını ve şahitlerini lanetlediği
faizin kendisidir. Böyle kesinlikle haram olan işlerin helallik kazanabilmesi
için gerekli azık, elbise ve tedavi edilmediği takdirde hayata mal olacak
hastalık gibi nedenlerinin olması gerekir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf
el-Kardavi) Faiz
ödeyenin darda kalmış olması onu günahtan kurtarabilir; ancak bunun için bazı
şartlar vardır: 1- Faizli borç almanın sebebi zaruret veya haklı bir ihtiyaç
olacaktır; lüks harcamalar ruhsat kapısını açmaz. 2- Daha önce bütün kapılar
çalınacak, faiz vermeden ihtiyacı giderme yolları aranacaktır. 3- Alınan borç
zaruret ve ihtiyaç miktarını aşmayacaktır. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin
Karaman) Bir
müslümanın başka imkanı yoksa, faizsiz kredi de bulmamıyorsa
mesken edinmek, kiralayacağı bir yere peşinat ve dipozit
ödemek, işini kurmak için alet, tezgah, makina vb
temin etmek maksadıyla faizli kredi alır, bu durumda faiz ödemek kendisi için
caizdir, bundan dolayı günahkar olmaz, günahkar olanlar onu bu durumda
bırakanlar, islamın sosyal adalet ve dayanışma kurumlarını ihmal edenlerdir,
cemaattır, toplumdur. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Ancak
burada enflasyon oranı faiz oranından çok çok düşük
olduğundan pozitif faiz olmasa da bir negatif faiz gerçekleşmekte ve krediyi
alanın faiz vermesi şöyle dursun, para değerinin düşmesiyle, aldığının çok
azını vereceğinden devletten faiz almaktadır. Problem buradadır ve aslında
milletten alınan bu fazlalığın tekrar millete verilmesi şartıyla bu tür
krediler caiz olmalıdır, demektedirler. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Bir hususun altını çizmekte fayda var: “Enflasyon kadar faiz, riba değildir” hükmüne katılmıyorum. Anlatmaya çalıştığım bu değil. Bazı hocalarımız, enflasyon %80 ise bankaların %80 dolayında verdikleri faizler riba hükmüne girmez diyorlar. Bu hükmü iki bakımdan sakıncalı buluyorum. 1. Enflasyon tam bir sıhhatle ölçülemediği için, iki oran arasındaki küçük farklar faiz şüphesini artırır. 2. Böyle yapmakla, faizci bankacılık sistemini meşrulaştırmış oluruz. Benim anlatmaya çalıştığım, devletin hepimizden topladığı vergilerden meydana getirdiği bir takım fonları, hakkımız olduğu halde kullanmamamız halinde, bunu rakiplerimizin kullanacağı ve piyasada aleyhimize bir rekabet ortamının meydana geleceğidir. Aslında gerek konut, gerek tarım veya ihracat kredilerine faiz hiç uygulanmayabilir ve devletin ilave bir zararı olmaz. Mesela, yüzde 30 faizle iki yıllığına verilen bir konut kredisinin bileşik faizi 69 milyondur. Bugün aldığınız 100 milyon TL karşılığında, iki yıl sonra 169 milyon Tl ödersiniz. Devlet bu parayı normalde %80 faizle banka kredisi olarak kullandırmış olsaydı, iki senenin sonunda 324 milyon olurdu. Yani, evi olmayan vatandaşa 155 milyon liralık transfer yapılmıştır. Devlet dese ki, krediyi bir yıl sonra ödeyeceklerden hiç faiz olmayacağım, vatandaşa sadece 80 milyon liralık bir transfer yapmış olur. Ve birçok vatandaş, bu şıkkı tercih edebilir. Devletin görünürde faizli olan şıkkı tercih etmesi, birçok dindar vatandaşın bu haktan faydalanmasını önlemek içindir. (Mustafa Özel-7 Haziran 1996 Yeni Şafak) Dikkat! Yazar bir fıkıhçı değil bir ekonomisttir...(Yukarıdaki yazının devamı niteliğinde) Devlet vatandaşa %30 faizle kredi verdiği takdirde, vatandaş bu krediyi kullanarak (%80 enflasyona karşı) %50 kazançlı çıkıyor, diyorsunuz. Peki Devlet bu durumda %50 zararlı çıkmış olmuyor mu? Devlet aleyhine zarara yol açmış olmakla faizli bir muamele yapmış olmaz mıyız? Olmayız. Devlet bu transferi fakir fukaranın ev sahibi olması için yapıyor. Bir nevi zekat fonundan fakirlere yardım edilmesi gibidir bu. Ancak, 7 Haziran tarihli yazıda da belirttiğim üzere, eviniz olduğu halde bu transferden faydalanırsanız, yoksul bir insanın hakkını gaspetmiş olursunuz. (19 Haziran 1996) İslam
her çeşit faizi azıyla ve çoğuyla kıyamete kadar haram kılmıştır. Enflasyonun
altında kalan faizlerin haramlığın dışında tutulması diye bir şey yoktur. Bir
lira da olsa faizdir ve haramdır.(Ziya Eryılmaz-Meseleler ve Çözümler) Kız kaçırma: Kızlarını evlendirmede
islami esasları ölçü almayan anne-babaların, başka dünyevi gerekçelerle
vermemeleri halinde kızlarını karşılıklı rıza ile kaçırarak evlenmek Hanefi
mezhebine göre caizdir. Şafii mezhebine göre değildir. Ama islama zıt hareket
etmeyen anne-babanın kızı da Allah’ın rızasının babanın rızasına bağlı olduğunu
bilmelidir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Koçun
yumurtalıkları: Kesilen koçun yumurtalarının yenmesi dinen mekruhtur. (Fetvalar
4-Nevzat Akaltun) Kokmuş etin
yenmesi: Kokmuş
eti yemek haramdır. Halebi “Necis olduğu için değil, zarar vereceği için
haramdır” der. (İbni Abidin-1) Kolonya: Kolonya içinde alkol maddesi
bulunduğunda necistir. Bir yere isabet ederse onu yıkamak icap eder. Hanefi
mezhebinde fetva var ise de sakınmaları daha evladır. (Fetvalar-Halil Gönenç) İspirto
ve kolonya İmam Azam’a göre necis değildir. (Ezber Mecellesi) (Fetvalar-Nevzat
Akaltun) Bu
mesele içkinin pis olup olmaması ile ilgili bir meseledir. İmam Serahsi ve İmam
Kasâni’nin tasniflerine göre; 1-
Şarap çiğ üzüm suyunun, kabarıp keskinleşerek köpük atmış halidir(
İmamayn’e göre hamr olabilmesi için köpük atması şart değildir). Bu bütün
imalara göre kaba(muğallaza) pisliktir. Bir dirhem miktarından fazlası namaza
manidir. 2- Yaş ve kuru hurmadan ve kuru üzümden
yapılan içkiler( seker,fadîh, nakî). Bunlar da aynen şarap gibi kaba
pisliktirler. Pis olmadıklarına dair bir rivayette vardır. Ebu Yusuf’a göre
hafif pislik olup; sadece fazla miktarı namaza mânidir. 3- Yedi grup içkinin geriye kalanları ise-
sarhoş edenlerini içmek haram olsa dahi- pis olmayıp namaza mani değildirler. Bütün bunlardan şu sonuca varabiliriz; Hanefi mezhebinde, özellikle Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre üzüm ve hurma dışındaki şeylerden yapılan içkiler, sarhoş edenlerini içmek haram olsa bile pis değildirler. Kolonya, şampuan, esans, parfüm vb sıvılar üzüm ve hurma dışında bir şeyden yapılıyorsa- ki şu anda hepsinin öyle olduğunu sanıyorum- veya bu iki şeyden yapılsa dahi sarhoş edici alkol ihtiva etmiyorsa bu iki imama göre pis değildirler, namaza mani olamazlar. Alkol ihtiva etmeleri halinde diğer bütün imamlara göre pistirler. Bu durumda müslümanların önünde iki yol vardır; ya takvaya ve ihtiyatlı olana sarılıp, en azından şüphelidir, diyerek kullanmamak; ya da fetvayı esas alarak bu tür sıvılardan sakınmamak. Bunların her ikisine de bir şey denilemez. ( Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk Beşer) Kollar sıvalı
iken namaz kılmak: Bir kimsenin, elbesesinin kollarını
dirseklerine kadar sıvayıp, kolları açık namaz kılması mekruhtur. Fetevayi Kadihan’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Kotla namaz: Şart olan, avret sayılan
mahallerinin, cildin rengi belli olmayacak şekilde örtülmesidir. Vücut
hatlarının belli olması, cildin rengi görülmedikten sonra, namaza mani
değildir. (Ceziri, ö. N. Bilmen) Kölelerin
satışı: İki
yakın akraba olan, biri küçük diğeri de onun nesep yönünden akrabası ve büyük
ise bu iki kölenin birbirinden ayrılarak satılması caiz değildir. Zira Hz.
Peygamber, baba ve anadan biriyle küçük çocuğunu ayıran kardeşle kardeşi
birbirinden ayıran kişilere lanet etmiştir. (İbni Mace) (İbni Abidin-10) Köpek
havlaması ve horoz ötmesi: Köpek havlayınca euzü çekilir. Ebu Davud’dan hadis var. Horoz ötünce Allah’tan fazilet ve
ihsan istenir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Kumar: Bakara 219.ayetin tefsirinde
Razi derki: İbni Sirin, Mücahid
ve Âta’dan; kendisinde kaybetme riski olan herşeyin, hatta çocukların cevizle
oynadıkları oyunların kumar olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir. (Tefsiri
Kebir-Fahruddin Razi) Kunut duasının
anlamı: Ey
Rabbimiz! Biz ancak senden yardım dileriz. Sana istiğfar ederiz. Hidayeti
senden bekleriz. Sana iman eder, yaptığımız hatalardan dolayı sana tevbe
ederiz. Sana tevekkül eder, sana güvenir ve dayanırız. Her hayrın her nimetin
senden olduğunu itiraf ederek sana teşekkür ettiğimiz gibi ayrıca sana küfredip
duranları alaşağı ederiz. (Surelerle Yolculuk_Mustafa Uzun) Kuran
okutma(sahabeye): Peygamber sav zaman zaman sahabileriyle
birlikte oturup kıraati güzel olan sahabilerinden birine, kendilerine Kuran
tilavet etmesini teklif ederdi. (Acuri’den) (Asrı
Saadette İslam-1) Kurana karşı
ayak uzatmak: Kuranın
bulunduğu tarafa ayak uzatmak eğer aynı hizada değilse mekruh olmaz. Keza,
Kuran çivide asılı olduğunda, bir kimse, o istikamete ayaklarını uzatsa, bu
mekruh olmaz. Garaib’de de böyledir. (Fetevayi
Hindiyye) Yatarken Kuran
okumak: Ayakta
ve yatarken de Kuranı Kerimi okumakta bir beis yoktur. (Hindiyyeden)
(Fetvalar_Halil Gönenç) Kuranı Kerimi
okumak ve dinlemek: Bir kimse bir kitap yazmakla meşgulken birisi gelip Kuranı Kerimi yüksek
sesle tilavet eder ve onu dinlemek mümkün olmazsa yüksek sesle Kuranı tilavet
eden kimse vebale girer.(Hindiyye) Kuran okuyanın yanındakilerin dinlemesi
mümkün değilse, sessizce okuması gerekir. (Halil Gönenç-Fetvalar) Kuran
toplantıları: Maliki
mezhebinde bir sureyi mesela yasin suresini okumak için toplanmak mekruhtur.
(İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Kurbanlık: Kulak ya da kuyruğunun üçte
birinden fazlası kopuk olmamalı, yaratılıştan kulaksız olmamalı, doğuştan
kuyruğu yok olmamalıdır. Sığırın dişisi tercih edilmelidir. Koyun boğazlamak
sığırın yedide birine iştirakten daha iyidir. Kıymette eşit olduğu takdirde koç
diğer koyunlardan efdaldir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Kurban derisi:
Kurban
derisi sadaka olarak verilebilir veya evde kullanmak üzere işlenebilir. (Hidaye
Tercümesi) Kurban etinin
taksimi: Tahmini
taksim caiz değildir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Kurbanın eti
nerelere verilir?: Kurban kesen zat onun etinden dilediği kimselere verebilir. İster
zengin, ister fakir olsun, ister müslüman, ister zimmi
olsun farketmez. Gıyasiyye’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Kurbanlık
hayvan ölür veya çalınırsa: Kurban niyetiyle satın alınan hayvan öldüğünde,
zengin olanlar için, yerine başka bir hayvanın kurban kesilmesi lazım gelirken,
fakirlere bir şey lazım gelmez. Şayet kurbanlık hayvan çalınırsa veyahut
kaybolursa yerine kurban niyetiyle başka bir hayvan satın alnırsa,
daha kesim günleri çıkmadan önce çalınan veya kaybolan hayvan da bulunursa,
zengin için, hayvanlardan yalnız birisinin kesilmesi lazım gelirken, fakir
için, her ikisinin kesilmesi lazım gelir. (Hidaye Tercümesi) Kuş beslemek: Bülbül ve kanarya gibi
kuşlarla oynayıp onlarla vakit geçirmek doğru değildir. Bununla beraber böyle
kuşları evde bulundurup kafeste hapsetmek de haram değildir. (Halil gönenç) Kutuplarda
namaz: Kutup
bölgeleri ile benzer yerlerde yaşayan müslümanlar ise namaz vakitlerini
kendilerine en yakın normal vakitlerin bulunduğu bölgelere göre takdir
etmelidirler. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Kutuplar gibi gece-gündüzlerin
anormal uzunlukta olduğu yerlerde, namaz ve oruç gibi ibâdetlerin ifası
hususunda, bâzı âlimler, Müslümanları ibâdetlerin feyzinden mahrum etmemek için
ihtiyat ve temkin yolunu benimsemişler, takvâ cihetini tercih etmişlerdir. Buna göre,
kutuplar gibi anormal vakitli yerlerde oturan kimseler, namazlarını aynı
meridyen üzerinde kendilerine en yakın bulunan normal vakitli yerlerin
takvimlerine uymak suretiyle kılarlar. Oruçlarını da aynı şekilde îfa ederler. Bu şekilde düşünen
İslâm âlimleri, "Ancak bir sene kadar uzun sürecek Deccal
günlerinde namaz vakitleri takdir edilir..." meâlindeki hadîs-i şerîfin
işaretine dayanmaktadırlar. (Bk. Merakı'l-Felâh, s.
53, İst. 1327). Görüldüğü gibi
hadîs-i şerîf'te, 1 gün, bir sene kadar uzadığı takdirde 5 vakit namazın normal
24 saatlık vakit üzerinden takdir yoluyla
kılınabileceğine ima edilmektedir. Demek ki kutuplarda vakit yok diye namazı
terk yerine, takdir yoluyla, namazları 5 vakit kılmak mümkündür. Ve bu daha
ihtiyata uygundur. Böylelikle Müslümanlar ibâdetlerin feyz
ve nûrundan nasibsiz kalmamış olurlar. Kutuplarda takdir
yoluyla günde beş vakit namazın kılınabileceğini söyleyenler; güneşin batıp
hemen doğması sebebiyle sabah veya yatsı ve vitir namazlarının vaktinin olmadığı
yerlerde ise, bu namazların sâkıt olmayacağını kazasının gerektiğini söylerler.
Çünkü, her ne kadar namazın sebebi vakitse de, asıl sebeb ve illet, emr-i
İlâhîdir. Allah'ın "Namaz kılınız" şeklindeki emir ve hitabıdır. Bu cihetle her
Müslüman günde 5 vakit namazla mükelleftir. Vakti olmayan namazlar ise, kaza
edilir. İmam-ı Şâfiî'nin
de ictihadı bu şekildedir. Oruç ibadetinde de
aynı durum vardır. Orucun sebebi olan ay'ı görmek mümkün olduğu halde, imsâk ve
iftar vakitleri taayyün etmemektedir. Bu sebeble, oruç ibâdetinin mükelleften
sâkıt olacağını söyleyen âlimler olduğu gibi, namazda olduğu şekilde, takdir
yoluyla oruçların tutulması gerektiğini söyleyenler de vardır. (İslam
İlmihali-Mehmed Dikmen) İmam Şafiye göre tanyeri ağarması
ile güneşin batışının belirgin biçimde görülmediği yerlerde yaşayan
müslümanlar, tanyeri ağarması ile gün batımının belirgin biçimde gözlenebildiği
en yakın yerin vakitlerine uyarak oruç tutarlar. Gece veya gündüz süreleri 24
saatten uzun olan yerlerde de aynı hüküm geçerlidir. Namaz konusundaki hüküm de
aynıdır. Güneşin batışı, tanyerinin ağarmasının başlangıcı olan yerlerde de
aynı hüküm geçerlidir. Böyle yerlerde yatsı namazının vakti akşam şafağının
kaybolma ve bir süre sonra tanyeri ağarma olaylarının yaşandığı en yakın yerin
yatsı vaktidir. (İslam 3-Said Havva) Küfür ehlinin
bayramına katılmak: Ebu Hafsel Kebir diyor ki: “Bir kimse bir
yumurtayı Nevruz gününe saygı duyarak bir gayri müslime hediye ederse kafir
olur.” (Fetvalar-Halil Gönenç) Küfür sözleri:
Bir kimse
imanında şüpheye düşüp “inşallah ben müslümanım” dese, bu şahıs kafir olur. Et-Tehyir Fi Kelimatil Küfr
kitabında “Bir kimse eğer başkasının küfrüne rıza gösterirse, uzun süre azap
görür fakat kafir olmaz denilmiştir.” Günah işleyen bir kimse, “ islami işleri
açıktan yapmak lazımdır” dese, kafir olur. Allahu Teala’nın emirlerinden
biriyle alay eden kimse kafir olur. Bir kimse diğer kimseye yalan söyleme der,
diğeri de yalansız iş mi var? Derse, o anda kafir olur. Bir kimse
Peygamberlerin sünnetinden birine razı olmazsa kafir olur. Bir kimse alime
sebepsiz yere buğz ederse küfründen korkulur. Bir kimse haram maldan bir fakire
sadaka verse ve bundan sevap beklese kafir olur. Nevruz günü, onları tazim
maksadıyla, onlara bir yumurta bile hediye etmek küfürdür. Bir kimse kalbi
imanla mutmain olduğu halde, kasden küfür söylerse kafir olur. Allah yanında
mümin olmaz. Fetavayi Kadıhan da da
böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Zikirle
istihza eden, içki içerken, zina ederken ve haramlığı kesinleşmiş fiilleri
yaparken bismillah diyen kafirdir. Zar ve remil atarken, küçük taşlarla fal
bakarken ve oyun oynarken bismillah derse kafir olur. Haram bir şeyi
bitirdikten sonra elhamdülillah diyen kimse helal kabul ederek derse kafir
olur, bazılarına göre kafir değildir. Bir kimse, bir fakire haram bir maldan
tasadduk eder de sevap umarsa kafir olur. Fakir de verilenin haram olduğunu
bildiği halde dua eder, öbürü de amin derse kafir olur. Bir kimse bir
müslümanın ağzına küfür ederse kafir olur. Yemeğe cima kelimesiyle söven kimse
kafir olur. Eti yenen hayvanlardan birine söverse İmamı Azam’a göre kafir,
İmameyne göre değildir. Bir kimse küçük günah işleyip kendisine tevbe et diyene
ne yaptım ki tevbe edeyim derse kafir olur. Bir kimse küfür kelimesini
söylerken diğeri de buna gülerse, gülen kafir olur. Söz de güldürücü bir taraf
varsa ve zaruri bir gülme hasıl olmuşsa kafir olmaz. Bir vaiz küfür kelimesini
konuşur, dinleyenler de bunu kabul ederlerse kafir olurlar. Günah işleyen bir
kimse islam açıktan olmalıdır, derse kafir olur. Bir kimse, diğerine, git filan
adama iyiliği emret derse, diğeri de onun bana ne zararı var, bana ne kötülük
yaptı ki ona iyiliği emredeyim derse kafir olur. Zira bu adam iyiliği emretmeyi
kabul etmemekte ve iyiliği emretmeyi nefsi, şahsi ve dünyevi şeylere bağlamaktadır.
Fakat bana ne zararı var derse bazılarına göre kafir değildir. Bir kimse bir
kötülüğe, bir günaha başlarken, diğerine gel güzel güzel
yaşayalım veyahut da kimse bizim gibi neşeli olamaz derse kafir olur. (Ehli
Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) İmam
Kurtubi Tefisirinde: “Küfre rıza küfürdür. Masiyete
rıza masiyettir” diyor. Molla Hüsrev Siyerül Ecnas’da
“Şayet bir kimse, kelimei küfür konuşsa ve bir cemaat de o konuşanın sözünü
kabul eylese, o cemaatin hepsi kafir olur” (Dürerul
Hükkam) El-Muhit adlı kitapta şu meseleden bahsedilmiştir: “İnsanlar küfür
kelimesini söyleyen kimseye hiç bir şey söylemeyip, küfür kelimesini
konuştuktan sonra mecburiyet yokken onun yanında otururlarsa, küfre iştirak
etmiş olurlar” (Fıkhı Ekber Şerhi) (Küfür Tek Millettir-Mustafa Çelik) Küfrü
söylemek: Bir
kimse küfür lafzını söylerken ne demek olduğunu bilir, fakat inanmazsa en doğru
görüşe göre kafirdir. Çünkü iman ikrar ve tasdiğin
birleşmesi ile tamamlanır. Küfredince ikrar ortadan kalkmış olur. Şayet
küfreder de, manasının ne demek olduğunu bilmezse Kadıhan’a
göre kafir olmaz. Küfrü icab ettiren bir lafzı herhangi bir zorlama olmaksızın
bilerek kullanırsa, bütün alimlerce kafirdir. bİlmeyerek
kullanırsa ekseriyete göre kafir, bazılarına göre değildir. Bir kimse kendi
isteği ile elfazı küfürden bir söz sarfeder de, bu sözün küfür olduğuna
inanmadığını veya bilmediğini söylerse, bütün alimlerce kafirdir. Zira,
bilmemek özür değildir. Bir kimse zorlama olmadığı halde dili ile küfrü icab
ettiren bir söz söyler ve kalbi ile mutmain olursa yine kafirdir. Zira bize
göre bir kimsenin kafir veya mümin olduğu ancak sözü ile anlaşılır. (Ehli
Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Küfürbazlık: Biri, “Kahpe orospu” dedi.
İbni Abbas ra: “Senin dediğin doğru da olsa, Allah ağzı bozuk ve küfürbaz
kimseleri sevmez, dedi. (Buhari) (Hayatüs Sahabe-3) Kürtaj: Ulema “Dört aydan önce velev
kocasının izni olmadan çocuğu düşürmek mübahtır” demişlerdir. Nehir sahibi
diyor ki: “Şimdi şu kalır; Acaba gebe kaldıktan sonra çocuğu düşürmek mubah
mıdır? Evet, henüz bir uzvu yaratılmamış olmak şartıyla mübahtır. Bu da ancak
120 gün sonra olur. Haniyye’nin kerahet bahsinde
şöyle denilmektedir: “Ben helaldir diyemem çünkü ihramlı bir kimse bir avın
yumurtasını kırsa onu öder. Zira yumurta avın aslıdır. Bu ceza ile karşılaştığına
göre, burada da en azından özürsüz düşürse, kadına günah yazılır” İbni Vehban şu halde çocuk düşürmenin mübah olması özür haline
yorumlanır. Yahut çocuk düşüren kadın, öldürmüş kadar günah işlemiş sayılmaz,
manasına alınır. (İbni Abidin-6) İmam
Gazali çocuğun oluşmasını, aşılanmadan doğuma kadar evrelere ayırdıktan sonra
ilk devrede (sperm yumurtayı aşılayınca) düşürmenin cinayet olduğunu, devreler
ilerledikçe cinayetin daha da büyüdüğünü kaydetmiştir. (Muhammed Murtaza-İtfafüs Sade(İhya Şerhi)
(Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Mehir ve hediye: Eğer bir kimse karısına bir
şey verdikten sonra kadın ona: “Sen bunu bana hediye olarak verdin” o da:
“Hayır, ben onu sana mehirden mahsuben verdim” derse,
söz erkeğindir. (Hidaye Tercümesi) Mehirden söz edilmezse nikah caiz
midir?: Mehirden bahsedilmemiş ise mihri misil icab eder.
Yani kız kardeş, hala ve amca kızı gibi soyları bir olanların mihri ne kadar ise o kadar vermek lazımdır. (Hidayeden)(Halil Gönenç) Mehirden vazgeçmek: Hz. Ömer ve Kadı Şureyh ra “Eğer bir kadın mehrinin
hepsinden veya bir kısmından vazgeçerse, fakat daha sonra isterse, kocası ona mehri geri vermelidir. Çünkü kadının sonradan istemesi, mehirden kendi isteğiyle vazgeçmediğini gösterir” diye
hüküm vermişlerdir. (Tefhimül Kuran-Mevdudi) Mekruh: İmam Muhammedden
rivayet edilen şudur: Tüm mekruhlar haramdır. Ancak haramlığında kesin nâss
bulunmadığı için mekruh, haram tabiriyle ifade edilmez. Şeyhayn’a
göre (İmam Azam ve Ebu Yusuf) mübahtan çok, mekruhun harama daha yakın olduğu
söylenmiştir. (Hidaye Tercümesi) Merveri, İmam Muhammed’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir.
Hakkında nass bulunan her mekruh haramdır. Ancak bir mekruh hakkında nass
bulunmaz ve haramdır diye lafzına ıtlak olunmazsa, o müstesnadır. Yani böyle
bir mekruh haram değildir. İmam Azam ve İmam Yusuf, mekruh, harama yakın
şeydir, buyurmuşlardır. Hidaye’de de böyledir. Muhtar olan da budur. (Fetevayi
Hindiyye) Mektupla
boşanma: Başka
memleketten karısına gönderdiği mektupla boşama vukû bulur. (Ali Efendi,
Kaynak) (Fetvalar 3-Nevzat Akaltun) Mektupla
selam: Bir
kimseye mektupla bir selam geldiğinde, ona da mektupla karşılık vermek farzdır.
Çünkü Allah Teala: Bir selam ile selamlandığınız vakit, siz ondan daha güzeli
ile selamı alın” buyurmuştur. Nisa suresi 86.ayetin tefsirinden
sonra. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi) Memurluk: Firavunların istilası
altında bulunan meşru müesseselerde, müslümanlar ikame-i adalet ve icra-i
ahkamı şeriat yapmaya muktedir oldukları müddetçe kafirlerin velayetleri
altında dahi olsa çalışmaları caizdir. (Ruhul Meani-Alusi) (M.Çelik)
darul harbde müslümanların firavunların birtakım yaptırımlarını kabullenmeleri,
firavunları kabul ettikleri anlamına gelmez. Müslümanlar nerede olurlarsa
olsunlar, şeran meşru olan her fiili yapabilirler. (Darul Harb Fıkhı-Mustafa
Çelik) Tağutun
memuru olmasına rağmen insanların uyanmasına vesile olacak faydalı şeyler
anlatan bir öğretmenin durumu, geleneksel bir dini grubun maaşlı personeli
olarak insanları uyutacak şeyler anlatan kişinin durumundan çok daha iyidir.
(Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş) İçine
düştüğümüz bir yanlışta, bugün devlet kuruluşlarında çalışan insanları
samimiyetsizlik, hatta imansızlıkla suçlamamızdır. Halbuki peygamberimiz as ve
onun şanlı ashabı bedelini ödeyip de azad edinceye kadar hiçbir köleye, artık
sen müslüman oldun öyleyse artık müşriklere hizmet etme, kaç, bırak gel! Senin
rızkını Allah verir dememişlerdir. Bilakis bedellerini ödeyerek onları
hürriyetlerine kavuşturmuşlar, daha sonra bırakın gelin, demişlerdir. Bugün
bizler bedel ödemeye pek yanaşmıyoruz da efendim bu insanlar rızık korkusuyla,
makam korkusuyla yapıyorlar, halbuki rızık Allah’a aittir deyip ucuz
kahramanlık yollarına sapıyoruz. Rızkın Allah’a ait olduğunu Pegamberimiz as ve ashabı herhalde bizden çok daha iyi
biliyorlardı. Fakat onlar bizim gibi her şeyi hep başkalarından beklemiyorlar,
bilakis nerede bir köle varsa iflas etmek pahasına onları azad ediyorlardı.
(Surelerle Yolculuk_Mustafa Uzun) Memurun maaşı:
Hiçbir
kimse benim elimdeki mal şüpheden hâlidir,
helaldir diyemez. Çay, kahve, şeker gibi şeyler devlete ait Tekel dairesinden
gelmiyor mu? Halkın elinde sigara, tuz, para vb şeyler hepsi devletin malı
değil midir? İbni Hacer, Zerkeşi’den naklen söyle diyor: “Haram, bir ülkede
umumileşir helal nadiren bulunursa, ihtiyaç nispetine göre ondan istifade etmek
caizdir.” (Fetavayi Kübradan) (Fetvalar-Halil Gönenç) Resmi
kurumlarda çalışırken tağutluk misyonunu reddeden ve
bu misyonun icraatinden sakınan kardeşlerimizin,
maaşlarını nereden aldıkları değil, hangi iş karşılığında aldıkları önemsenmesi
ve mn plana çıkarılması gereken bir husustur.
(Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş) Peygamberimiz:
“Vali tayin ettiğimiz kimsenin eğer eşi
yoksa kendisine eş, evi yoksa kendisine ev, hizmetçisi yoksa kendisine hizmetçi
ve bineği yoksa kendisine binek sağlanmalıdır.” (Tirmizi) (İslam 4-Said Havva) Mesbuk: Namaza sonradan yetişen
kimse, kaçırdığı rekatları kazaya başladıktan sonra yalnız başına namaz kılan
gibidir. Sübhanekeyi okur, kıraat için euzü besmele çeker ve okumaya başlar. Sübhanekenin
okunma yeri, eğer gizli okunan namazsa iftitah
tekbirinden sonradır. İmam Hanbelden rivayet edilen Yetiştiğiniz
kadarını kılın, kılamadığınızı kaza edin” hadisi Ebu Hureyre’den
merfu olarak gelmiştir. Müslim demiştir ki: Uyeyne bu
lafızda hataya düşmüştür. Bu hadisi ondan başkasının Zühri’den
rivayet ettiğini bilmiyorum. Bu hadisi altı imam “Yetiştiğiniz kısmı kılın, yetişemediğinizi
tamamlayın” ifadesiyle
rivayet etmişlerdir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Mebuk kıraat hakkında namazın başını, teşehhüd
hakkında sonunu kaza eder. (İbni Abidin-2) Mescide
abdestsiz girmek: Sahih olan kavle göre mescide abdestsiz girilir. (Fetevayi Hindiyye) Mescidde
konuşmak: Hızanetül Fıkıh kitabında, şöyle zikredilmiştir: Mescidde
mubah olan dünya kelamı konuşmanın haramlığına dair bir belge yoktur. Mubah
olmayan sözler ise konuşulmaz. Salatül Cellabi isimli kitapta “Dünya kelamından mubah olanları,
mescidde konuşmak caiz olur. En evla olan, zikirle meşgul olmaktır”
buyurulmuştur. (Fetevayi Hindiyye) Mescidlerin
süslenmesi: Bazı
alimlerimiz mihrab üzerine nakış yapmayı ve kıble
cihetinin duvarına nakış yapmayı kerih görmüşlerdir. Çünkü bunlar namaz kılan
şahsın kalbini meşgul eder. Fakih Ebu Cafer’de, Siyeri Kebir şerhinde, “Mescid duvarını
süslemek ister az olsun, ister çok olsun mekruhtur. Fakat tavanını az süslemeye
ruhsat vardır; çoğuna ise yoktur” buyurmuştur. Muhit’te de böyledir. (Fetevayi
Hindiyye) İmam
Malik, Ebu Husayn’ın şöyle dediğini rivayet eder: “bir ümmetin ameli
kötüleştiği vakiti, mescitlerini süslerler.” (Asrı
Saadette İslam) Mesh ve
çoraplar: İmam
Ebu Hanife’ye göre çoraplar üzerine meshetmek caiz değildir. Ancak eğer çorabın
dibine deri çekilmiş ise, ozaman caizdir. Diğer iki
imam ise; “Su çekmeyecek kadar kalın çorapların meshi caizdir” demişlerdir.
Kalın çorap; bir şeye bağlanmadan yere dikildiği zaman boğazı üzerinde durup
yere düşmeyen çoraptır ki böyle çorap mesh gibidir. (Hidaye Tercümesi) Mesh eden
imama uymak: Ayaklarını
yıkayanın mesh edene uyması da sahihtir. (İbni Abidin-2) Mesh ve
sürenin bitmesi: Meshin süresi bittiğinde kişi mestlerini çıkarıp ayaklarını yıkadıktan
sonra namaz kılabilir. Abdestin geri kalan kısmını yenilemesi gerekmez. Süre
bitmeden de mestler çıkarılırsa mesh bozulur. Çünkü mestler ayaktan çıkınca,
ayak yıkanmadığı için abdestsizlik ona geçmiş olur.
(Hidaye Tercümesi) Mevlid: Bundan daha çirkin olmak
üzere, minarelerde mevlid okutmayı nezrederler. Halbuki bu mevlidde şarkı ve
oyun gibi şeyler de vardır. Sonra bunun sevabını peygamber sav’e hediye
ederler. (İbni Abidin-4) Ehli
sünnet alimleri; Mevlid Merasimlerinin bidat olduğu hususunda müttefiktir. İbni
Abidin, mevlidin “müzik ve eğlence, başka bir şey olmadığı” üzerinde
hassasiyetle durmuştur. (Şifaül Alil) konu sadece yüksek sesle şiir okumak
şeklinde ele alınsa dahi, fetva verilemez. Çünkü peygamberimiz mescidde yüksek
sesle şiir okunmasını yasaklamıştır. Bunu her ferd;
kendi evinde istediği gibi okuyabilir ve muhtevası üzerinde düşünür. Hiç
kimsenin bu mahiyete bir itirazı olamaz. Ancak ibadet kasdıyla; merasim
düzenlemek ve bu işi meslek edinenlere ücret karşılığı okutturmak caiz
değildir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) İmam
Şarani “Son zamanlarda zuhûr eden en kötü bidatlardan birisi de, büyük ibadet
diye üzerine düştükleri mevlid cemiyetleridir. Bu cemiyetlere çoluk, çocuk,
kadın, erkek toplanıyorlar, böylece haramları, bidatları ve daha bir çok
kötülükleri işliyorlar.” (Tenbihül Muğterin) Bir de
mevlidin son kısmında (Muhammed hakkı için, Arşı ala hakkı için) gibi cümleler
zikrediliyor. Bu da doğru değildir. Zira hiçbir varlığın Allah’tan alacağı
yoktur. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal) Mezarlıkta
Kuran okumak: Şeyhül
İmam Ebu Bekir Muhammed bin Fadl’in şöyle buyurduğu
rivayet edilir: “Kabristanlıkta, Kuranı Kerimi gizli okumakta bir beis yoktur.
Aşikare okumak ise mekruhtur. Ebu İshak el-Hafız hocası olan, Ebu Bekir
Muhammed bin İbrahim’in şöyle dediğini nakletmiştir: Mülk süresini mezarlıkta,
ister gizli ister aleni okumakta bir beis yoktur. Fakat bunun haricinde, başka
süre okunmaz, kabristanda Kuran okumak, eğer sesine aşina olmak niyetiyle
olursa, aleni olabilir. Böyle bir niyeti olmayınca, gerçekten Allahu Teala her
hangi şekilde okursa okusun onu duyar. Fetevayi Kadıhan’da da böyledir.
(Fetevayi Hindiyye) bir adam ölünce, onun varislerinden birisinin, sahih kuran
okuyan şahsı oturtup, kabrinde Kuran okutması mekruh olmaz. Bu İmam Muhammedin
kavlidir. Ebu Bekir bin Ebu Said’in şöyle dediği
rivayet olunmuştur: “Kabirleri ziyarette müstehap olan İhlas suresini yedi defa
okumaktır. (Fetevayi Hindiyye) Mezar taşına
yazı yazmak: Mahiyeti
ne olursa olsun mezar taşına yazı yazmak caiz değildir. Cabir’den
rivayet edildiğine göre, “Peygamber sav, mezar taşına yazı yazmak, üzerine bina inşa etmek ve
ayak ile üzerine basmaktan nehy etmiştir”(Tirmizi-Nesai) Hanefi uleması bazı ölünün tanınması için üzerine
isim ve soyisim yazılmasına müsaade etmiştir. (İbni
Abidinden) (Halil Gönenç) Mezhepler
arasındaki farkların nedenleri: Bu
ayrılıklar, çeşitli sebeblerden ileri gelir. Kur'an'da
hüküm ifade eden âyetleri (ki bunlara, nass denir) anlayış, herkes için başka başka olabilir. Zira nassların, usûl-i fıkıhta beyan
edildiği üzere, pek çok kısımları vardır: Hafî, mücmel, sarîh, kinâye, mecaz,
hakikat, mutlak - mukayyed, hâs - âmm
gibi. Bu yüzden müctehidlerin aynı nassı anlayışları farklı farklı
olmaktadır. Ayrıca, hadîslerin
de nevileri, çeşitleri vardır. Mütevâtir, meşhûr, haber-i vâhid, mürsel,
muttasıl, münkatı' gibi. Bu hadîsleri delîl
olarak kullanma konusunda da müctehidler ihtilâf etmişlerdir. Bunun neticesinde
de farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Meselâ Hanefîler hadîsler konusunda titiz
davranır. Haber-i vâhidi (Tek sahâbenin rivâyet ettiği hadîsi) delil olarak
kabûl etmezler. Şâfiîler ise, haber-i vâhidi kabûl eder ve onu Kıyâs'a tercih
ederler. Hanefîler mürsel hadîsi alır, Şâfiîler almazlar. İşte bu gibi
delillerdeki ihtilâf ve kabûl edilen delilleri de farklı anlayış, müctehidlerin
aynı mes'elede farklı hükümler vermelerine sebeb
olmuştur. Fetva verilen
beldenin örf ve âdetleri de, müctehidlerin yaptıkları ictihadlara te'sir etmiştir. Müctehidler Arasında Görüş Ayrılıkları
Olmasının Mahzûru Var mıdır? Hayır, bil'akis bu ihtilâflar, ümmet için rahmet olmuştur.
Herhangi bir mes'ele hususunda bir mezhebde zorlukla karşılaşınca, zaruret halinde, o mes'ele başka bir mezhebin kolaylık ifade eden hükmü ile
halledilme yoluna gidilmiştir. Böylece mezheblerin
varlığı ümmet için kolaylık ve genişliğe vesile olmuştur. "Ümmetimin
ihtilâfında rahmet vardır" meâlindeki hadîs-i şerîfin ifade etmek istediği
mânâ da bu olsa gerektir. Mezheblere Ne Lüzum
Var? Herkes Kendisi Kur'an'ı ve Hadîsi Okuyup Hüküm Çıkaramaz mı? Müslüman olan her
ferdin, dinî mes'eleleri ve hükümleri doğrudan
doğruya Kur'an ve Sünnetlerden öğrenmesi mümkün değildir. Bunu, ancak müctehidlik pâyesine erişmiş, salâhiyetli İslâm âlimleri
yapabilir. Geriye kalan Müslüman halka, o büyük din âlimlerinin îzah ve
görüşlerini anlamak ve benimsemek, onların yolundan gitmek düşer. İlâçların ham
maddesi bitkiler, otlar, madenler vs. olduğu halde, nasıl herkes ondan ilâç
yapamıyor, bu iş için ayrıca eczacılık tahsili gerekiyorsa, dinî mes'elelerde temel kaynak Kur'an ve Sünnet olduğu halde,
ondan hüküm çıkarmak işini de sıradan her Müslüman yapamaz; ancak müctehidlik seviyesine ulaşmış âlimler yapabilir. Herkesin
dinî kaynaklardan hüküm çıkarmağa ilmi, bilgisi, aklı, idrâk seviyesi, basiret
ve feraseti yetmez. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen) Mezhep
değiştirmek: İbni
Abidin şunları kaydeder. “Bazılarına göre o kimseye o mezhepte kalmak lazımdır.
Bazıları da lazım olmadığını söylemişlerdir ki, essah
olan da budur. Ulema arasında şuyû bulduğuna göre,
avamdan olan bir kimsenin mezhebi yoktur.” Hidaye şerhinde diyor ki: “Amminin
kalbine yatan kavil ile amel etmesi bence daha doğrudur. Şu halde iki
müctehidden fetva ister de, kendisine muhtelif cevaplar verirlerse, evlâ olan,
kalbinin yattığı müctehidin sözü ile amel etmesidir. Bana göre kalbinin
yatmadığı müctehidin sözü ile de amel etmesi caizdir. Zira âmminin kalbinin
yatması ile yatmaması eşittir. Ona vacip olan, bir müctehidi taklid etmektir,
bunu da yapmıştır” (İbni Abidin) Eğer bir kimsenin kendi mezhebinden başka bir
mezhebe geçmesi kendisi için açık bir ictihad ve delil sebebiyle olursa bu
caizdir. hAtta sevaba nâil olur. Eğer bir mezhepten
diğer bir mezhebe geçmesi, bir içtihad ve delil
sebebiyle olmayıp, bilakis dünya maksadı ve menfaatı için olursa bu çirkindir,
günahtır, te’dip ve taziri gerektirir. (Yusuf
Kerimoğlu-Fıkhi Meseleler) Bir gün bir mezhebe göre namaz kılar, ertesi gün başka bir mezhebe göre kılmak isterse, bundan men edilmez. Hulasa muayyen bir mezhebi iltizam etmek lazım değildir. Muhalif mezheple de amel edilebilir. Birbiriyle bağlantısı olmayan iki hadisede, iki ayrı mezheple amel etmesi caizdir. (İbni Abidin-1) Minbere
çıkarken okunan ayet: Terkiye “innallahe ve melaiketühü...”
ayeti ile “Arkadaşına
sus dersen, hata etmiş olursun”
hadisini okumaktır. Bu İmam Hanefi’ye göre tahrimen mekruh, İmameyn’e (İmam Muhammed, Ebu Yusuf) göre caizdir.
Malikilere göre mescidin vakıf şartnamesine konmadığı sürece bidat ve
mekruhtur. Şafilere göre bidatı hasenedir.
Hanbelilere göre konuşmak caiz olduğundan o da caizdir. (İslam Fıkhı
Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Hatibin
hutbe okumak için minbere çıkarken her basamakta dua etmesi bidattır. Hakkında
bir hadis veya bir eser varid olmamıştır. Asrı saadette böyle bir şeyi yapan
olmadığı gibi, selefi salihin zamanında da olmamıştır. Kadı Beydavi’nin bu
husus için verdiği fetva tuhaftır. (Mugnil Muhtaçtan) Bazı yörelerde hatip
cumanın sünnetini kılınca müezzin tarafından hayrat sahibine, caminin bânisine
ve Bilali Habeşiye dualar
yapılır. Sonra da İnnallahe ve melaiketühü..ayeti
okunur. Bu ayet okunurken imam minbere çıkar. Bütün bunlar bidattir. Bunlar
hutbenin sünnetlerine aykırıdır. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Mirasta
kadının payı: Bir
kadın; babası, erkek ve kız kardeşi, yakın akrabaları, kocası ve çocuklarının
malından pay alır. (Siret Ansiklopedisi-2) Mudaraa: Ebu Derda ra’den “Biz,
birtakım kimselerin yüzüne gülüyorsak da kalbimiz onlara lanet okur. (El-Hılye)
(Hayatüs Sahabe-2) Muska taşımak:
Bazı Kuran
ayetlerini ihtiva eden muskaların taşınması ve üzerinde olduğu halde helaya
girilmesi ve onlara dokunulması caizdir. Cünüb dahi olsa böyledir. Şu kadar var
ki kendilerinden ayrı bir kapak ile muhafaza edilmeleri gerekir. (İslam Fıkhı
Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Alimler
rukye (üfleme)nin üç şart dahilinde caiz olabileceğini söylemişlerdir. 1.
Allahu Teala’nın isimlerinin söylenmesi. 2. Manasının anlaşılır olması ve okunan
şeylerin Arapça olması, 3. Şifanın, bu okunan şeyden değil de Allah’tan
geleceği inancıyla okunması. İnsanın şifa amacıyla astığı veya taktığı her şey
islam tarafından yasaklanmıştır. İbrahim Nehai’de “Sahabeler ister kuran
ayetlerinden olsun ister başka şeylerden olsun muska takmayı hoş
karşılamazlardı” demiştir. Tercih edilen muskanın bütün türlerinin yasak
sayılmasıdır. Peygamberimiz “Muska taşıyanın Allah muradını tamam etmesin. Kim de nazar boncuğu
takarsa Allah huzurlu bir şekilde yaşatmasın” dediği rivayet edilir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf
el-Kardavi) Ruveyfi
der ki: Resuli Ekrem sav bana dedi ki: “Ey Ruveyfi’ umarım ki sen, benden sonra uzun zaman yaşarsın.
Şu insanlara söyle ki; kim sakallarını boyarsa veya boynuna (nazar için ip veya
boncuk) takarsa yahut hayvan tezeği ile veya kemikle taharet yaparsa Muhammed
sav ondan beridir.” (Ebu Davud 1, Nesai, İmam Ahmed) boynuna ip
takmak sözü ile muska takmak veya nazar boncuğu takmak yasaklanmıştır. Hanefi
ulemasından Ayni, bu iplerin muska takmak için kullanılan ipler olduğunu
söylemiştir. (Ebu Davud Tercümesi 1) Peygamber
sav hastalıkların tedavisini emretmiş, hastalandığı zaman kendisi de günün şart
ve imkanları ölçüsünde, ilaçlar kullanmış ve tedavi görmüştür. Ayrıca, Cenabı
Hak’tan şifa isteyerek dua etmiş, şifa talebi ile bazı sure ve ayeti kerimeleri
okumuştur. Böyle yapan kişilerin yaptıklarını da reddetmemiştir. Ayet ve
duaların yazılıp, muska olarak taşınmasına gelince; Hz. Peygamber, uykuda
korkanların okumalarını tavsiye buyurduğu bir duayı, ashaptan Abdullah b.
Amr’ın aklı eren çocuklara öğrettiği, henüz aklı erecek yaşa gelmemiş olan
çocukların da yazıp boyunlarına astığına dair rivayete dayanarak, bazı
bilginler bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. Ancak İbni Abbas, İbni Mesud ile
Hanefiler ve bazı Şafiler de nazarlık vb taşınmasını yasaklayan rivayetlere
bakarak ayet ve duaların yazılıp taşınmasının caiz olmadığı görüşünü
benimsemişlerdir. Muskacılığın meslek haline gelmemesi, dinin ve dini
duyguların basit çıkarlara alet edilmemesi bakımından ayet ve duaların muska
olarak yazılmaması, şüphesiz daha uygundur. Çocuklara ve okuma bilmeyenlere,
okuma bilenler menfaat beklemeden okuyabilirler. (Fetvalar-Diyanet Vakfı) Abdullah
b. Mesud ra’den: “Hamail
ve tılsımlar, nazar boncukları ve şirinlik muskaları şirktir.” (İmam
Ahmed) (Hayatüs Sahabe-3) Said
b. Cübeyr’den rivayet edilmiştir: “Kim bir insanın boncuk ve muska takmasını
engellerse, bir köle azad etmiş gibi sevaba girer” Eğer bu muska, Kuran ayetlerinden bir
ayet veya Allah’ın isim ve sıfatlarından biri olursa, bu durumda bunu kullanmak
nehy kapsamına girer mi? Yoksa, istisna edilip takılması caiz olur mu? Selef bu
hususta ihtilaf etmiştir. Bazıları ruhsat vermiş, bazıları ise menetmiştir.
Nehyin genel olması, şerre giden yolun kapatılması, Kuranın pisliklerle karşı
karşıya gelmesi, Kuranın hafife alınması gibi durumlara yol açtığından dolayı
muskanın kullanılmasının caiz olmadığını düşünüyoruz. (Tevhidin Hakikati-Yusuf
el-Kardavi) Peygamber
sav, kendisine biat etmek için gelen bir adamın kolunda muska olması, sebebiyle
biatını kabul etmemiştir. Adam muskayı kaldırdıktan sonra biatını kabul
etmiştir. Bu esnada Resulullah sav şöyle demiştir: “Kim muska takarsa şirk koşmuş olur”
(İmam Ahmed) (Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık Akkiraz) Yardıma
ulaşmanın yolu ancak Allah’a kulluktan geçer. Onun dini için, mallarımızla ve
canlarımızla cihad etmekten geçer. Yoksa muska taşımakla, cevşen taşımakla
Allah yardım etmez. Ve bizi hiçbir şeyden korumaz. (Surelerle Yolculuk-Mustafa
Uzun) Ebu
Bekir el-Ensari şöyle rivayet etti: “Rasulullah sav ile bir yolculuğunda
beraberdim. Gördüğü her hayvanın boynunda bulunan nazarlık, boncuk ve bunun
gibi ne olursa koparması için bir elçi gönderdi.” (Buhari, Ebu Davud, Ahmet,
Muvatta) İbni Mesud ra’den Rasulullah sav şöyle buyurdu: “Ruk’a, temaim ve
tevle şirklerdendir.” (Ebu Davud, İbni Mace, Hakim, Elbani) Ruk’a; tılsımlı söz
ve şekillerle hastalıkları tedavi etmeye çalışmaktır. Çoğu kere bu söz ve
şekillerin manası anlaşılmaz. Temaim: Nazardan korunmak için takılan
nazarlıklar vb boncuklardır. Göz değmesinden korunmak için Kuranı Kerim
ayetleri veya hadisi şeriflerin yazılıp muska şeklinde kişinin üzerinde
bulundurulmasına bazı sahabeler izin vermiş; ancak çoğunluğu izin vermemiştir.
İbni Mesud izin vermeyen sahabeler arasındadır. Tevle: Her çeşit muskadır. Karı
kocanın arasını bulmak için yapılan muhabbet muskaları da bu şirkin kapsamına
girer. Abdullah b. Akim ra’den: Rasulullah sav şöyle buyurdu: “Kim kendisini zarardan koruması için bir
şey takarsa, Allah cc o kimsenin korunmasını taktığı şeye bırakır.” (Tirmizi,
Nesai, Ahmed, Elbani-Daifül Cami) Kuranı iyice sarıp üzerinde taşımanın
bunlara dahil olup olmadığı hususu ihtilaflıdır. Alimlerin bu konuda kesin bir
hükümleri yoktur. (Tevhid-2) Mübarek
gecelerin ihyası: Belli günlerde Peygamberimizin oruç tuttuğuna dair bir şey varit
olmamıştır. İslam fıkhında sünnette olanların dışında, belli günler için oruç
tutmak caiz değildir. Aynı zamanda belli geceleri namaz için belirlemek de caiz
değildir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Bazı islam ülkelerinde
duyduğumuz, gördüğümüz gibi toplanarak o geceyi ihya ile geçirmek sonradan
uydurulmuş bidat olan şeylerdir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)
Recep ayının faziletine dair herhangi özel bir hadis rivayet edilmemiştir.
“Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayımdır. Ramazan tüm ümmetin ayıdır” şeklinde
rivayet edilen hadis münker bir hadistir. Kandil
gecelerine ait özel bir namaz yoktur. (Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet
Vakfı) Kesinlikle
öğrendik ki, ne Peygamber efendimiz ne sahabiler ve ne de diğer imamlar Regaib
adı ile anılan günün üstünlüğü ve özellikle bu gün oruç tutup bu gece ibadet
etmenin fazileti hakkında tek bir söz söylemiş değillerdir. Böyle bir gün ve gecenin
islama mal edilmesi girişimi, hicri dördüncü yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.
Durum böyleyken bu gece ve bu günün üstünlük taşıması caiz değildir. (Sıratı
Müstakim-2_İbni Teymiyye) Bayram
gecelerini, Şaban’ın yarıladığı geceyi, Ramazan’ın son on gecesini ve
Zilhiccenin ilk on gecesini ihya etmek menduptur. Geceyi ihya bütün geceyi veya
ekserisine şamil olan her ibadetle olur. Hz. Aişe ra’den rivayet olunan “Ben Peygamber sav
hiçbir gece sabaha kadar ibadet ettiğini bilmiyorum.” (Müslim) hadisi
hükmünce gecenin ekserisi tercih edilir. İbni Abbas’tan rivayete göre yatsı ve
sabah namazlarının cemaatle edası geceyi ihya etmek sayılır. Ulema bayram
gecelerinin ihyası hakkında da aynı şeyi söylemişlerdir. Bu mana Müslim’deki
hadiste de geçer. İmdad sahibi “Yalnız başına nafile namaz kılmak” demekle daha
sonra kitabının metnindeki “bu gecelerden birini ihya için mescitlerde
toplanmak mekruhtur” sözüne işaret etmiştir. Bahır sahibi diyor ki: Bundan
anlaşıldığına göre Recep’in ilk Cuma akşamı kılınan Regaib namazını cemaatla
kılmak mekruhtur, bu bidattır. Rumeli halkının kerahet ve nafileden kurtulmak
için onu nezir etmeleri batıl bir çaredir.” Bunu Bezzaziye sahibi ve Münye’nin
iki şarihi de beyan ederek bu babda rivayet edilen sözlerin batıl ve uydurma
olduğunu izah etmişlerdir. Makdisi Regaib namazının reddi hususunda bir eser
yazmıştır. (İbni Abidin-2) Bezzaziye’den
naklen Eşbah’ta bildirildiğine göre Regaib, Beraat ve Kadir namazlarında imama
uymak mekruhtur. Bu namaz hicretten 480 sene sonra ortaya çıkmıştır. Bu
mekruhtan murad, birbirini çağırmak suretiyle nafile namazı cemaatle kılmaktır.
Bir kimse dini şeairden olmadığını bildirmek için bu GİBİ NAMAZLARI TERK EDERSE
İYİ YAPMIŞ OLUR. (Bezzaziye’den) Bu ibareden anlaşılıyor ki, nezir etmekle,
nafileyi, cemaatle eda etmekten kurtulmuş olmaz. (İbni Abidin-3) Recep
ayının veya orucunun, onda birkaç gün oruç tutmanın, regaib gecesi gibi ondaki
bazı gecelerde kılınacak namazın faziletine dair hadisler hep mevzûdur. (İbni
Teymiyye, Mevsili, İbni Kayyım, Firûzabadi, Şemhûdi, İbni Hacer, Leknevi)
Misal; “Recep Allah’ın, Şaban benim, ramazan da ümmetimin ayıdır.” “Recep’in
ilk cumasından gafil olmayın, çünkü o, meleklerin regaip diye isimlendirdikleri
bir gecedir.” (İbnül Cevzi, İbni Kayyım, İbn Arrâk, Acluni, Suyûti, Şevkani,
Leknevi. Suyuti zayıf der. Münavi ise Hafız Irâki’nin Tirmizi şerhinde hadisin
çok zayıf olduğunu bunun yanında Deylemi’nin üç tarikle rivayet ettiğini
söyler. Abdülkadir Geylani de Gunye’de zikreder. Bununla beraber Leknevi’nin
dediği gibi bu hadis muhaddislerin ittifakıyla mevzudur.) İbni Kayyım bu konuda
doğruya en yakın hadisin İbni Mace’nin rivayet ettiği “Resulullah recep ayını oruçlu geçirmekten nehyetti” hadisi
olduğunu söyler. Tebaranı’de rivayet ettiği bu hadisin her iki senedinde de Davud
b. Âta el-Medeni bulunmaktadır, Ahmed b. Hanbel ile Buhari bu zatın güvenilmez
biri olduğunu söylemişler, diğer hadisçiler de cerh etmişlerdir. (İbn Adiyy,
Cevzi, Zehebi) (Hadis Problemleri-Enbiya Yıldırım) Şaban
ayının ortasındaki gece (Beraat) kılınacak namaza dair tüm rivayetler mevzudur.
(İbni Kayyım, Suyuti, İbn Arrak, Şevkani, Leknevi) Haftanın bazı günleri veya
geceleri kılınan namazlara dair hadisler mevzudur. (İbni Teymiye, İbni Kayyım)
(Hadis Problemleri-Enbiya Yıldırım) Kuranı
anlamaya, Onunla hayatını düzenlemeye çalışmadığı halde, Kadir gecesini
ibadetle geçirerek “bin yıllık” sevabı bir gecede kazanmaya koşanlar büyük bir
aldanış içindedirler. Hayatımıza anlam katan Kurandır. Ömrümüzü bereketlendiren
de odur. Tesettürlü yaşayacağımız bir gün tesettürsüz yaşayacağımız bin aydan,
namaz ile yaşayacağımız bir gün, namazsız yaşayacağımız bin aydan,
yardımlaşacağımız bir gün, bencilleşeceğimiz bin aydan hayırlıdır. Bunu böyle
anlamıyor da “Ya Rabbi, Sen namazla, infakla, ana babaya itaatla zinayla vs
ilgili kararlara almış, bu kararları insanlara indirmeye başladığın geceyi bin
aydan hayırlı kılmışsın. Bu kararlara göre yaşayacağımız bir gün, bunlara
muhalif yaşadığımız bin aydan hayırlı buyurmuşsun ama, biz bu kararlara uymadan
yaşarız. Nefsimizin çıkarlarımızın peşinden koşarız. O günleri kutlarız”
diyorsanız yazıklar olsun sizlere. Eğer bu şekilde Kadir gecesine çıkarak,
camilere mevlit dinlemeye gitmeyle, bir iki saat ağlamayla kendinizi Allah’ın
azabından kurtaracağınızı zannettiyseniz aldandınız gitti demektir. Biz Kuranı
kendi hayatımıza nasıl indiririz düşüncesinde olmadığımız halde, Kadir gecesi,
takdir gecesi olacaktır ama, bin aydan daha hayırlı olmayacaktır bizim için.
(Surelerle Yolculuk_Mustafa Uzun) Nafile
namazı cemaatle kılmanın bidat olmasıyla ilgili Aliyyül Kari’nin Mevzuat adlı
kitabında şunlar yazılıdır: “...aşure namazı, regaib namazı, recebi şerif
gecelerinde bilhassa miraç gecesi ve şabanın on beşinde her rekatında on
ihlasla yüz rekat nafile namaz kılmak Rasulullah sav tarafından işlenmemiş
uydurma namazlardır...Hanefi fakihleri bu mübarek geceleri ihya etmek
maksadıyla cami ve mescidlere toplanmayı mekruh görmüşlerdir. Şürunbulali
merhum Nurul İzah’ında şöyle demiştir: “Mescidlerde bu gecelerden bir gece ihya
etmek üzere toplanmak, mekruhtur.” (Merakılfelah) (İslam Sokulan Bidat ve
Hurafeler-Mustafa Uysal) Mürşide
bağlanmak: Mürşide
bağlanmak şahıstan şahısa değişen hükme tabidir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf
Kerimoğlu) Müslüman
olmadan önceki namazlar: Kafir müslüman olursa, kafirlik hayatında kılmadığı namazların
kazasıyla mükellef tutulmaz ki islama rağbeti olsun. (Büyük Şafi İlmihali) Nafile namaz
ve cemaat: Daha
açık söylemek gerekirse her hangi bir nafile namazı kılmak, Kuran okumak veya
Allah’ı zikretmek gibi ibadetler için cemaat halinde bir araya gelmek, arasıra
olduğu takdirde çok iyi bir şeydir. Nitekim elimizde Rasulullah sav “Zaman
zaman cemaatle nafile namaz kıldığını”, “Aralarında katıldığı sahabileri Kuran
okuyan bir arkadaşlarını dinlerken bulunca, kendisinin oturup onlarla birlikte
okunan Kuran ayetlerini dinlediği” ile ilgili güvenilir belgeler (hadisler ve
sahabi rivayetleri) vardır. Yine “sahabilerin bir araya gelince aralarından
birinden Kuran okumasını istediklerini ve hep birlikte okunan Kuranı
dinlediklerini ve Rasulullah sav’in sözlerini inceleyen veya Allah’ın adını
zikreden guruplardan övgü ile bahsettiği de kesindir. Aşağıdaki hadis bu
övgülerin iyi bilinen bir örneğidir: “Her
hangi bir grup, Allah’ın evlerinden birinde toplanır da aralarında Allah’ın
kitabını okur ve müzakere ederse mutlaka kendilerini Allah’ın rahmeti çepeçevre
kuşatır, kalplerine huzur iner, melekler etraflarını sarar ve Allah onlardan
yanındakilere (meleklere) övgü ile bahseder.” (Müslim Zikir:11) Yalnız
şeriatin emrettiği cemaatli ibadetler dışında haftadan haftaya, aydan aya ve
yıldan yıla tekrarlanan cemaatli toplantılar düzenlemeye gelince, bu davranış
beş vakit namaz, Cuma namazı ve bayram namazlarını kılmak üzere bir araya gelen
cemaatlere benzer ki, böyle bir şey sonradan ortaya çıkarılmış bir bidattır. Bu
yüzden şeriatımız “sünnet” olan cemaatli toplantılar ile “adet haline
getirilmiş” cemaatli toplantıları bir birinden ayırmıştır. Gerek Ahmed-i
Hanbeli ve gerekse diğer mezhep imamları nass’a dayanan bu ayırımı önemle
vurgulamışlardır. Nitekim Ebu Bekir Hilal “kitabül Edeb” adlı eserinde İshak b.
Mansur Kevsec’in, Ahmed İbn Hanbeli’ye “Bir gurup müslümanın bir araya gelerek
hep birlikte el kaldırıp Allah’a dua etmeleri sence mekruh mudur?” diye
sorduğunu ve İmam’dan “Sık sık olmamak ve önceden kararlaştırılıp toplanmış
olmamak şartı ile kardeşlerinin böyle yapmalarını mekruh görmüyorum” şeklinde
cevap aldığını belirtmektedir. (İbni Teymiye-Bidatlar) Nafile
namazları iki, üç kişinin cemaatle kılmalarında ihtilaf vardır. Ama imamdan
başka cemaat dört kişi olduklarında ihtilaf yoktur, yani mekruh olmasında
ittifak vardır. Fukaha “Nafile namazın cemaatle kılınması mekruh olduğundan
Regaib, Beraat, Kadir gecesi namalarında imama
uymanın mekruh olduğunu tasrih etmişlerdir. (Mülteka Tercümesi-1) Ayakkabı ile
namaz: Ayakkabısı
temiz olan kimse diğer vakit namazlarını ayakkabı ile kılabildiği gibi cenaze
namazını da kılabilir. (Halil gönenç) İnce elbise
ile namaz kılmak: İnce elbise ile namaz kılmak caiz değildir. Mesela kadının saç rengini
gösteren ince tülbent ile başını örtüp namaz kılması sahih değildir.
(Fetvalar-Halil Gönenç) Kısa kollu
gömlekle namaz kılmak: Erkeğin kısa kollu gömlekle namaz kılması sahihtir. Ancak kısa kollu
gömlek ile gezmek veya namaz kılmak memlekette adet değilse böyle bir gömlekle
namaz kılmak doğru değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç) Namaz ve ateş:
Mum kandile
karşı yanar vaziyette ve keza yanan ateşe karşı namaz kılmak mekruh değildir.
Zira mecusiler ancak kor halindeki ateşe taparlar. Yanan ateşe tapmazlar. (İbni
Abidin-2) Namazların
birleştirilmesi: En iyisi fakihlerin ihtilafından kurtulmak için ve Peygamberimizin bu
birleştirme işine devam etmemesine binaen iki namazı cem etmemektir zira cem
etmek daha iyi olsaydı, peygamberimiz seferde kısalttığı gibi bunu da devamlı
yapardı. Kılınmasına kail olanlar sefer hali, yağmur vb kar, soğuk hava gibi
durumlar, Arafat ve Müzdelife’de bulunma halinde müttefiktir. Malikilere göre
hastalarda ilk farzı vaktin son cüzünde, ikinci farzı vaktin ihtiyarı olan ilk
cüzünde kılabilirler. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) "Namaz mü'minlere vakitli olarak
farz kılındı" âyet-i celîlesi gereğince, her namazın vaktinde kılınması
farz-ı ayındır. Bu sebeble iki vakit namazını bir vakit içinde kılmak (ki fıkıhta
buna Cem'-i Salâteyn denir) Hanefî mezhebine göre câiz olmaz. Zira, iki vakti
bir arada kılmak, ya birini vakti girmeden kılmak (takdim) veya vakti çıktıktan
sonra kılmak (te'hir) yoluyla olur. İkisi de sahih değildir. Vakti girmeden
namaz kılınmaz. Namazı vaktinden sonraya bırakmak da câiz değildir. Edâ yerine
geçmez. Bu kaidenin
yalnızca hacılara has olmak üzere iki istisnası vardır. Biri, Arafat'da
takdim cem'i, Diğeri,
Müzdelife'de te'hir cem'i. Çünkü Peygamber Efendimiz buralarda namazlarını iki vakti birleştirerek kılmışlardır. Arefe günü
Arafat'da ikindi olmadan öğlenin farzından sonra ikindi namazı kılınır. Büyük
bir cemaatla imamın arkasında kılınan bu namaz için, tek ezan ve biri öğle,
diğeri ikindi için olmak üzere iki kamet okunur. İki namaz arası böylece
ayrılmış olur. Arada nâfile ve sünnet namazları da kılınmaz. Bu namazı büyük
cemaatle, imam arkasında kılmak zarureti İmam-ı A'zam'a göredir. İmameyn, hacının
tek başına da cem' yapabileceği görüşündedir. Müzdelife'de ise, o günün akşam namazı yatsı namazı ile birlikte yatsı vaktinde, tek ezan ve tek kametle kılınır. Burada her iki namazın vakti de girmiş olduğundan ikinci namaza başlandığını bildirmek için ikinci kamete ihtiyaç görülmemiştir. İmam-ı Şâfiî'ye
göre, yolculukta öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını hem takdim, hem
de te'hir suretiyle birlikte kılmak câizdir. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen) Yolculuk hali dışında belli
mazeretler sebebiyle namazların ikişer ikişer birleştirilerek kılınmasının
cevazı da çoğunluk tarafından benimsenmiştir. İnsanların öyle işleri vardır ki,
belli bir zaman süresince onu bırakmaları mümkün değildir. Bırakıldığında mala,
cana, maddi ve manevi bakımdan önemli olan menfaate zarar söz konusudur. İşte
böyle durumlarda namazların, birincisinin veya ikincisinin vaktinde,
birleştirilerek kılınması caiz görülmüştür. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Namazı bozan
sesler: Ohlamak, gülmek, ağlamak, inlemek. Bu dört halin her birinde, iki harf meydana
gelmesiyle anlam taşımasa bile namaz bozulur. (ah, uf gibi) (Büyük Şafi
İlmihali) Namaz ve çamur: Yolda giden
kimsenin elbiselerine çamur sıçrayıp kirletse elbisesini yıkamadan namaz
kılması caizdir. (İbni Nüceym) (Fetvalar-Nevzat Akaltun) Caddenin
çamuru, pis şeyin buharı, hayvan pisliklerinin tozu, köpeklerin gezdiği yer ve
damladığı yerler kapta belli olmayan kirli suyun sıçraması afv edilmiştir.
Çamur, insan fışkılarıyla karışık bile olsa afv edilmiştir. En makûlü çamur çok
olursa namaza manidir demektir. Çamurlu yerlerden işine gidip gelenler müstesnadır.
(İbni Abidin-1) Namaz ve imâ: Bir kimse eğer başı ile imâ
yapmaya gücü yetmezse, namazı tehir edip gözleri veya kalbi veya kaşları ile
imada bulunmaz. Yatarak yahut yaslanarak ima edemeyecek derecede hasta olan
kişiden namaz düşmez, namazlarını sayısı çok da olsa kazasının manasını
anlayacak derecede şuuru yerinde ise kazasını yapmak gerekir. (İslam Fıkhı
Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Namazın
kaçması ve teyemmüm: Bazıları: “Vakit namazını kaçıracağından korkan kimse teyemmüm eder”
der. Halebi “Teyemmüm edip kılmak, sonra kaza etmek daha ihtiyatlıdır” diyor.
(İbni Abidin-1) Namaz ve
kadının saçı: Kadın
saçını gösteren tülbent ile namaz kılamaz. (H.Gönenç ve Celal Yıldırımdan) (Din
Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Namaz ve
karanlık: Karanlıkta
namaz kılmak sahih ise de ışık yakmak mümkünken karanlıkta namaz kılmak birkaç
bakımdan mekruhtur. Işık, asgari secde yerini gösterecek kadar olmalıdır.
(Fetvalar-Nevzat Akaltun) Namaz kılanın
önünden geçmek: Derler ki: Namaz kılanın önünden geçmek, eğer namaz kılan ile geçen
arasında bir hail (engel) bulunmaz ve geçen kimse namaz kılanın secde edeceği
yerden geçer ve namaz kılanla geçenin azaları birbirlerine muhazi olursa
günahtır. (Hidaye Tercümesi) Safta
boş yer bulunursa mescide giden kimse orayı doldurmak için namaz kılanın
önünden geçebilir. Bir kimse namaz kılanın önünden geçmek isterse elinde birşey
bulunduğu takdirde onu namaz kılanın önüne koyar. Sonra geçer ve o şeyi alır.
İki kişi geçmek isterse, biri namaz kılanın önünde duru. Diğeri geçer. Öteki de
öyle yapar. İki kişi birbirleri hizasında geçerlerse (diklemesine) namaz kılan
tarafında olan günahkar olur. (İbni Abidin-2) Namazdaki
mekruhlardan: Tek
ayak üzerinde durmak, abdesti sıkışıkken namaz kılmak, namazın fiillerini
imamla aynı anda yapmak da mekruhtur. Saftan ayrı durmak, saf arasında açıklık
bırakmak mekruhtur, aşağıda olursa değildir. Namazda secdede kolları yere
yatırmak mekruhtur. Başın üstünde veya önünde, sağında, solunda bulunan bir
resme doğru namaz kılmak da mekruhtur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe
Zühayli) Namazda niyet:
Niyet mana itibariyle kasıt demek ise de,
burada kişi hangi namazı kılmak istiyorsa kalbinde o namazı kasdetmesi gerekir.
Eğer kişinin kalbinde böyle bir kasıt yok ise, diliyle söylemesinin hiçbir
yararı yoktur. Eğer kişi imama uyarak namaz kılıyorsa, ayrıc imama uyma
niyetini de getirmesi gereklidir. (Hidaye Tercümesi) Namazın
rekatında şaşırırsan: Sık sık böyle oluyorsa düşünerek bir neticeye varır ve geri kalanı
tamamlar. Düşünerek bir neticeye varamıyorsa, kendini en az bir rekat kılmış
kabul eder ve diğer rekatları da onun üzerine ilave ederek namazını tamamlar.
(Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Namazdaki
selamlar: Hanefilere
göre namaz, birinci selamda “aleyküm” kelimesinden önce selam sözünü söylemekle
son bulur. İmam iki kere selam vermekle sağında ve solunda bulunan melek, insan
ve cinlerden müslüman olanlara selam vermeye niyet eder. Selam sözünü çok
uzatmamak ve seri okumakta sünnettir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Namazdan
sonraki musafahalaşma: Bazı namazlardan sonra cemaatin toplu halde tokalaşmaları sünnet değil
bidattir. Nevevi ve İbni Abdisselam gibi bazı alimler “bidat olmakla beraber,
mubahtır yapılabilir” demişlerdir. Ancak Aliyyül Kari haklı olarak bu ifadeyi
reddetmiş ve “sünnet olan musafaha karşılaşan iki müslümanın, ilk
karşılaştıklarında yaptıkları tokalaşma olduğuna göre buna uymayan bir şekilde
ve namazdan sonra toplu musafaha çirkin bir bidattir” demiş, Ebu Davud şarihi
Şemsülhak’da ona katılmıştır. Hz. Peygamber ve sahabe devrinde, böyle bir
uygulama mevcut değildir. (Şemsülhak-Avnul Mabud, Münavi-Feyzül Kadir,
Ayni-Umdetül Kari) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Namazların
arkasından namazın bir gereği gibi görülerek yapılması ve terkedildiğinde
kınanmayı gerektiren bir adet halini alması bidattir ve terkedilmesi gerekir.
Yoksa musafaha namazın arkasından da yapılır önünden de yapılır.
(Nevevi-Feteva) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Namaz
surelerini bilmeyenin namazı: Zarureten “Allahu Ekber, Elhamdülillah veya Sübhanallah”
lafızlarından hangisine gücü yetiyorsa veya bunların hepsini hatta yine
Kurandan olmak şartıyla başka tesbih ve duaları ekleyerek okuyabilir. Bir adam
Resulullah’a gelerek: “Benim Kuran’dan
birşey okumaya gücüm yetmiyor. Bu konuda bana bir şeyler öğretemez misiniz?
Dedi. Bunun üzerine Resulullah sav buyurdu ki: “De ki,
Subhanallahi vel hamdulillahi ve La ilahe illallahu vallahu ekber ve La havle
vela kuvvete illa billahil azim” Adam dedi ki, Ey Allah’ın Rasülü bunlar
Allah için bana bir şey yok mu? Rasulullah da buyurdu ki: De ki: Allahümme
irhamni verzukni ve afini vehdini” bunun üzerine adam kalkarken elleriyle de
böyle dedi. Rasulullah da bu adam iki elini de hayırlarla doldurdu, dedi” (Ebu
Davud, Nesai) (İslamda Meseleler ve Çözümleri-Ziya Eryılmaz) Namazın terki:
Hz. Ali ra
“Kim namazı terkederse kafirdir” İbni Abbas ra “Kim namazı terkederse kafir
olur” İbni Mesud “Namazı terkeden kişinin dini olmaz. Cabir b. Abdullah ra “Kim
namazı terkederse kafir olmuştur.” Ebu Derda ra “Namazı olmayanın imanı da
olmaz.” Hafız Munziri de bu eleştirileri naklettikten sonra şöyle der:
Sahabelerden bir kısmı ve onlardan sonra gelen tabiinler, vakti çıkıncaya kadar
bekleyip, namazını kasden kılmayanın kafir olduğunu söylemişlerdir. Bu
tabiinler ve sahabeler şunlardır: Ömer b. Hattab, Abdullah b. Mesud, Abdullah
b. Abbas, Muaz b. Cebel, Cabir b. Abdullah, Ebu Derda ra. Sahabelerin dışında
Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahaveyh, Nehai, Hakem b. Uteybe, Ebu Davud, Ebu
Şeybe, Züheyr b. Harb vs (Tergib vet Terhib’den) İmam İbni Teymiyye namaz
kılmayan hakkında şunları söylemiştir: Namaz kılmayan bir kimseye selam vermek
ve davetine icabet etmek doğru olmaz.” Müslüman bir babanın kızını namaz
kılmayan bir kişiyle evlendirmesi caiz değildir. Herhangi bir kuruluş sahibinin
namaz kılmayan bir insana iş vermesi de doğru değildir. (Çağdaş Meselelere
Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Bir
kimse kendisine namaz kıl diyene, bekle Ramazan gelsin de kılarız derse kafir
olur. Bir kimse, kendisine namaz kıl diyene, bu işi kim sonuna kadar götürebilir
veya sen kıldın da ne kazandın, ne kâr elde ettin derse kafir olur. Bir kimse
namazı kasden terkederse, kazaya hiç niyet etmez, azabdan korkmazsa kafir olur.
Çok namaz kıldım, çok Kuranı Kerim okudum felaketler benim üzerimden kalkmadı
diyen kafir olur. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Hülasa kitabında, namazı ve
cemaati terk edenin şehadeti kabul edilmez, denmiştir. Namaz kılmayan bir
kadını boşamak en uygun bir davranıştır. Namaz kılmayan kimse, kılıyorum
kılıyorum bir şeyim artmıyor, bu iş nefsime çok uzun geliyor diyen kimse
kafirdir. Daha zamanı var, daha ben bekarım diyen kimse kafir olur.
(Gümüşhanevi) İbni
teymiyye’den: “Namazı terk edenlerin kafir olduğuna hüküm verilir. Selefin
çoğunluğunun ve Maliki, Şafii mezhebine mensub bir gurup ile Ahmed b. Hanbel’in
mezhebine mensub bir kesimin görüşü de budur”
(İman ve Tavır- Beşir Eryarsoy) Ömer
ra.den: “Minber üzerinde” –Namaz kılmayan kimse müslüman değildir.” (Kenz)
(Hayatüs Sahabe-3) Allah’a
imandan sonra namazın ibadetlerin en şereflisi ve en kıymetlisi olduğuna Enam
suresinin 93.ayeti dikkat çekmektedir. Baksana, namaz hariç, zahiri
ibadetlerden hiçbirisi hakkında "iman ismi kullanılmamıştır. Nitekim
Cenabı Hak “Allah
imanınızı, yani namazınızı, zayi edecek değildir. (Bakara: 143) buyurmuştur. (Tefsiri Kebir-Fahruddin
Razi) “Her kim şu beş
vakit namazı muhafaza ederse, namazı onun için kıyamet günü nur olur, burhan ve
necat olur. Her kim de beş vakit namazı muhafaza etmezse, kıyamet günü onun
için ne nur olur ne de burhan ve necat olur. Kıyamet günü Karunla, Hamanla,
Firavunla ve Übey İbni Halefle beraberdir.” (Müsned, Darimi, İbni Hibban) Hanefilere göre tembellik ederek namazı
terkeden kişi fasıktır. Böyle bir kişi hapsedilir ve tevbe edip namazını
kılıncaya kadar vücudundan kan çıkacak şekilde dövülür. Ya tevbe edip namazını
kılar veyahut hapishanede ölür gider. (Dürrül muhtardan) Namazı terkeden
kişinin mutlaka cehenneme gideceğinde asla şüphe yoktur. İslam devletinin
bulunduğu yerde kelimei şehadet getirerek mümin olduğunu ibraz eden bir kişi
namaz kılmak zorundadır. (Devletsiz İslam-Mehmed Göktaş) Hz.
Câbir (radıyallâhu anh)'in anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'in şöyle söylediğini işitmiştir "Kişiyle şirk arasında namazın terki vardır." Müslim, İman 134, (82); Ebu Dâvud, Sünnet 15,
(4678); Tirmizî, İman 9, Metin Müslim'in metnidir. Tirmizinin metni şöyledir: "Küfürle
îman arasında namazın terki vardır." Tirmizî
ve Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde: "Kulla küfür arasında namazın terki vardır." Tirmizî, İman 9, Ebu Dâvud, Sünnet 15, İbnu
Mâce, Salât 77, Abdullah İbnu Şakik merhum anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashâb'ı ameller
içerisinde sadece namazın terkinde küfür görürlerdi." Tirmizî, İman 9, Hz.
Enes İbnu Malik radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuşlardır: "Kulla
şirk arasında sadece namazın terki vardır. Onu
terketti mi şirke düşmüş demektir." (İbni Mace) Farz
olduğunu kabul etmekle beraber, yapılışını ağır, hakir görürse ve terk ederse
hükmü hakkında hukukçular farklı görüştedirler. Ebu Hanife’ye göre, her namaz
vaktinde dövülür, öldürülmez. Hanbeli’ye göre kafir olur, bu sebeple de
öldürülür. Şafi’ye göre, terk ile kafir olmaz, öldürülmez, dayak da atılmaz,
mürtedde olmaz. Tevbe etmesi istenir, tevbe eder ve yapacağına söz verirse ceza
terk edilir ve kılması emredilir. İnsanların huzurunda kılmaya zorlanmaz. Tevbe
etmez, kılacağını da söylemezse o zaman Şafinin bir görüşüne göre terk
sebebiyle öldürülür. Bir görüşüne göre de 3 gün sonra öldürülür. Kılıçla
öldürüleceği belirtilir. Ebu Abbas b. Süreyc’e göre sopa yerken belki tevbe
eder diye sopayla öldürülür. Orucu terk edenler, ramazan boyunca yeme ve
içmeden alıkonulur, hapsedilir. Tazir cezası uygulanır. Borcunu ödemeyenlerden
imkanı varsa vereceği miktar zorla alınır, özrü varsa hapsedilir. Şayet güç
durumda ise imkan buluncaya kadar beklenir. (Ahkamus Sultaniyye-İmam Maverdi) Rasulullah
sav: “Rukû’u
olmayan dinde hayır yoktur.” (İmam Ahmed, Ebu Davud) “Kişi ile küfür arasında namazı terketmek
vardır.” (Müslim) Eğer bir kişi namazın farzıyyetine inandığı halde, ancak
tembellik veya ihmalkarlıkla namazı terk ediyorsa; yine hakim tarafından
tevbeye ve namaz kılmaya davet edilir. Bu davete icabet etmezse, öldürülmesi
vaciptir. Ancak, öldürüldükten sonra müslüman olarak kabul edilir. (Büyük Şafii
İlmihali) “Bizimle onlar
arasındaki sözleşme namaza dayanır. Kim namazı terkederse kafir olur.”
(Tirmizi, Nesai) “Kim ikindi namazını terkederse, iyi
amelleri siliniverir.” (Buhari, Nesai) Abdullah İbni Mesud diyor ki:
“Aramızda namazdan geri kalanların mutlaka münafık olduklarını gördüm. Onun
münafıklığı mutlaka ortaya çıktı.” Allah cc: “Hiç şüphesiz namaz, kalplerinde Allah
korkusu olanlardan başkalarına ağır gelir. Onlar ki, Rablerinin huzuruna
varacaklarını hesap eder ve kesinlikle O’na döneceklerini bilirler (Bakara:
45-46) peygamberimiz “Kulun kıyamet günü hesaba çekileceği ilk amel namazdır.
Namazı eksiksiz olursa felaha ve başarıya ermiş, eğer bozuk çıkarsa, aldanmış
ve hüsrana uğramış olur. Eğer kulun farz namazlarında eksiklik bulunursa yüce
Allah “Bakın bakalım, bu kulumun amel defterinde nafile namaz var mı?” buyurur
ve farz namazlardaki eksiklikler nafile namazlarla tamamlanır. Arkasından diğer
amelleri ile ilgilii sorgusu da aynı şekilde yapılır.” (Tirmizi)
(İslam-Said Havva) Bir hadisi şerifte buyuruluyor ki: “Taammüden (kasıtlı
olarak) bir kimse, bir vakit namazını kazaya bırakırsa, cehennemde seksen bin
sene kalacaktır.” (Mektubatı Rabbani 266.mektup) “Enbiyadan
sonra kötü nesiller ona halef oldular ki onlar namazı zâyi ettiler ve şehevatı
nefsiyelerine ittiba ile doğru yoldan çıktılar. Binaanaleyh onlar yakında
cehennem ateşine mülaki olurlar.” (Meryem:59) buyurulmuştur. “Gayy”
cehennemde sırf şerden ibaret olan bir deredir ki o dereden cehennemin diğer
dereleri istiaze ederler ki bu derece şehviyatı nefsiyyelerine tebeiyetle
günahı kebair işlemeğe musır olup namazlarını da zayii ve terk edip kılmayanlar
muazzep olacaklardır. “Ashabul yemin sorarlar ki “Sizi cehenneme hangi ameliniz
soktu?” Onlar biz namaz kılanlardan olmadık. Fukaraya yemek yedirenlerden
olmadık ve biz bâtıla dalanlarla bâtıla dalardık ve hatta bize ölüm gelinceye
kadar kıyameti yalanlardık dediler.” (Müddessir:40-48) (M. Sami
Ramazanoğlu Altınoluk Dergisi 131.sayı) Huzeyfe ra demiştir ki: “Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey
huşu en son kaybedeceğiniz ise namazdır.” (Asrı Saadette İslam-1) Umursamayarak,
yani tembelliğinden dolayı kasden terk eden fasık olur ve namaz kılıncaya kadar
hapsedilir. Bazıları kan akıncaya kadar dövüleceğini söylemişlerdir. İmam
Şafi’ye göre bir tek namazdan dolayı haddi şeri (ceza) olmak üzere öldürülür.
Bazıları kafir olduğu için öldürüleceğini söylemişlerdir. (Metinden) Kan
akıncaya kadar dövülür diyen Mahbubi’dir. Zira o
şöyle der: Aralarında Zühri de bulunan bir takım
ulema öldürülmeyeceğini, fakat tazir edileceğini ve ölünceye kadar yahut tevbe
edinceye kadar hapis edileceğini söylemişlerdir.” İmam Malik ve İmam Ahmed’in
mezhepleri de öldürmektir. İmam Ahmed’den bir rivayete göre kafir olduğu için
öldürülür. Hanbelilerin cumhuruna göre muhtar olan kavil budur. (İbni Abidin-2) Namaz
tesbihatının yapılışı: Namazdan sonra yapılan zikir ve duanın sessiz yapılması sünnettir.
Çünkü Saadet asrında ve Hulefai Raşidin zamanında zikir ve dua sesli
yapılmazdı. Ancak cemaat cahil olursa öğreninceye kadar seslice, öğrendikten
sonra gizlice yapılmalıdır.(Fetavai Kübradan) (Halil Gönenç) Ayetel
Kürsi, İhlas ve Muavvazeteyn okuyup sonra tesbih edilir. Bugün sadece Ayetel
Kürsi okunuyor, bu sünnete uygun değildir. Sureleri okuduktan sonra tesbihe
üflemek bidattır. Namaz sonu zikirleri tesbih aletiyle yapılabileceği gibi,
parmak ya da parmak boğumlarıyla da yapılabilir. Peygamberimiz parmakla
saymanın efdaliyetine işaret etmiştir. (İbni Abidinde) Cemaat halinde tesbih
duaları yapılmaz. (Hindiyyeden) Yapılan zikir ve duanın sessiz yapılması
sünnettir. Ancak cemaat cahil olursa öğreninceye kadar seslice yapılabilir.
Tesbih dualarını herkesin ayrı ayrı söylemeleri sünnettir. Bunun yerine
başkalarının söylemesi bidattir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Namaza yetişme
ve teyemmüm: Maliki
mezhebine göre, beş vakit namazın farzları, abdest veya gusül alındığında
gecikecek, teyemmüm ile kılındığında geçmeyecekse, vakit bu derecede sıkışmış
bulunursa teyemmüm ile kılınır, sonra da yeniden kılınması gerekmez. (Fıkhul
Mezahib) Bugün Malikilerin ictihadını tercih etmek gerekir. Çünkü namazların
kazasını edasına denk tutmak mümkün değildir. Vaktin gusül veya abdest için
yeterli olmaması bir imkansızlık ve darlıktır, teyemmümde işte bu gibi darlıkla
sebebiyle meşru kılınmıştır. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Namazda uzvun
¼’inin açılması: Hanefilere göre namazda iken, herhangi bir avret yerinin dörtte biri
kendi tesiri olmaksızın açılır ve bu bir rükün eda edecek kadar sürerse namaz
fasit olur. Eğer kendi tesiri ile açılırsa namaz o anda batıl olur. (İslam
Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Nazarlık: İslam uleması “İsabeti
Ayn”ın (göz değmesinin) hak olduğu hususunda müttefiktir ancak bunu nazarlık önleyebilir
mi? İşte bu suale “evet” demek mümkün değildir. Çünkü tevhid akidesini
parçalar. Nazar boncuğu ve nazarlık takmak bidattir, derhal terkedilmelidir.
Resuli Ekrem sav’in üzerinde nazarlık bulunan bir kişinin beyatını kabul
etmediği muteber kaynaklarda yazılıdır. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) Ahmed
bin hanbel, Ukbe b. Amir’den merfu’ olarak rivayet etmiştir: “Kim boncuk asarsa,
Allah onun işini bitirmez. Kim katır boncuğu takarsa Allah onu korumaz” Diğer
bir rivayette: “Boncuk takan şirk koşmuş olur” buyurulmuştur. Boncuk takmanın anlamı, bunun bir hayrı
celbettiğine veya bir şerri defettiğine kalbin inanmasıdır. Bu kesinlikle
şirktir. (Tevhidin Hakikati-Yusuf el-Kardavi) Necaset: Eti yenen kuşlar müstesna
diğerlerinin pisliği necistir. Ancak tavuk, ördek, kaz gibi hayvanların kokusu
çirkin olan pisliği, necaseti galizadır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Havada
tersleyen (işeyen) kuşlardan, eti yenenlerin fışkısı temiz, yenmeyenlerin hafif
necasettir. Koyun, keçi ve sığırın fışkıları ğaliz necasettir. (İbni Abidin-1) Vücuttan
çıkan ince cerahat elbise veya vücuda el ayası kadar bulaşmadıkça namaza mani
değildir. (Fetavayi Behçe) (Fetvalar 2-Nevzat
Akaltun) Nema
ödemeleri: Memurun
rızasına bakılmaksızın kendisinden kesilen para onun hakkıdır. Bu para yine
onun rızasına bakılmaksızın bankalarda işletilmekte, faize verilmekte veya
devlet tarafından faizle kullanılmaktadır. Memur kendisine zaman zaman verilen
ve adına faiz denilen meblağı alıp bir yere kaydettikten sonra istediği gibi
sarfeder ve bunu devletin kestiği ana para olarak kabul eder (bu niyetle alır
ve harcar) faiz diye ödenen meblağlar, kendisinden kesilen para meblağına
ulaşınca, bir de geçen zaman içinde paranın ne kadar değer kaybettiğini
hesaplar (enflasyon miktarını) veya hesaplattırır. Rızası dışında kesilen para
kendisine ödenirken, kesildiği günün değeri üzerinden ödenmelidir, bu fark
memurun hakkıdır. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) İslama
göre faiz olmayan bir muameleye başkaları faiz dese de o faiz olmaz. Faiz ya da
faiz şüphesi taşıyan para yenmemeli, faiz olduğu söylenmeden bir hayır ya da
–varsa- aslında alınmaması gerektiği halde alınan vergilere verilmelidir. Faiz;
mubadeleli akitlerde taraflardan birisi için şart koşulan karşılıksız
fazlalıktır. Nema da karşılıklı yapılan bir anlaşma yoktur. Zorunludur.
Kesintiyi yapan da fazlalığı veren de devlettir. Bu uygulamada karşılıksız bir
fazlalık yoktur. Devlet çalıştırdığı paranın bir miktarını tasarruf sahibine
veriyorsa bu zaten faiz olmaz. Çalıştırma olmadan sadece faiz olarak verilse,
değer kaybından dolayı ortada bir fazlalık olmaz ve yine faiz olmaz. Sonuç
olarak nema faiz değildir, bunda faiz şüphesi de yoktur. Herşeye rağmen şüphe
edenler, en azından kendilerinden kesilen kadarını tamamlayıncaya dek alırla. Adı
ne olursa olsun kendi paralarını almış olurlar. Şüphe olsa bundan
sonrakilerinde olur. O kadarını da zaten vermiyorlar. (Fetvalarla Çağdaş
Hayat-Faruk Beşer) Politikacıların
zorunlu tasarruf adını verdikleri hadise, islam fıkhı açısından gasp hükmündedir.
Bu kesintilerin hak sahiplerine, aynen iade edilmesi gerekir. Fakat İtimad
Senedi hükmünde olan Türk lirasının “değeri ölçme” ve “değeri koruma” açısından
içinde bulunduğu hal malumdur. 1987 yılında yapılan kesinti miktarının, satın
alam gücü ile bugünkü verilen miktarın gücü, aynı değildir. Fakat satın alma
gücündeki değişim nedir? Sualine verilecek cevap meçhuldür. Zira resmi
enflasyon rakamları, gerçeği ifade etmemektedir. Adil olan bir “ehli hibrenin”
tespiti de söz konusu değildir. Bu durumda Resuli ekrem sav’in “Helal açık (ve belli), haram da açık ve
bellidir. Bunların arasında birtakım şüpheli şeyler vardır ki, ,insanların çoğu
bunların helal veya haram olduğunu bilemezler. Şüpheli şeylerden sakınan
kimseler, dinini ve ırzını korumuş olurlar” (Buhari-Müslim) buyurduğunu
dikkate alıp, nema denilen şüpheli kısımdan sakınmak gerekir. Zorunlu tasarruf
adı altında sizden kesilen miktarı aynen almanızda bir mahzur yoktur. Zira bu
kendi malınızdır. İşverenden kesilen miktar ise (rızası olmadığı için) şüphelidir.
Nema denilen kısım için de, şüpheli kazanç diyebiliriz. Bunun fakir, miskin,
dul, kimsesiz ve zulmen mahkum edilmiş insanlara verilmesinde –şüpheden
korunmak için- fayda vardır. (Yusuf Kerimoğlu-Akit 9 Ağustos 1996) Nikahın
yenilenmesi: Kişinin,
kadını bir daha nikahı altına geri alması da "seni” yahut “karımı bir daha
nikah altına aldım” deyimiyle olur. Kişi karısını bir daha nikahı altına almak
isteyince buna iki kişiyi şahit tutması müstehabtır. Şayet şahit tutmasa yine
de geçerlidir. (Hidaye Tercümesi) Nişanlıların
Birlikte Gezmesi: Nişan, nikah değildir. Nikahlılar için mubah olan şey asla nişanlılar
için mubah olmaz. (Halil Gönenç-Fetvalar) Oje ve abdest:
Kadınlar el
ve ayak parmaklarına oje vb şeyler sürüyorlar. Bunlar el ve ayak tırnaklarında
bulunduğu müddetçe -altlarına su girmeyeceğinden- cünüplükten kurtulamazlar ve
abdestleri de olmaz. (Büyük İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç) Okumak
bilmeyenin imamlığı: Okumak bilmeyen bir kimse, eğer okumak bilen ve bilmeyen kimselerden
oluşan bir cemaate namaz kıldırırsa –İmam Ebu Hanife’ye göre- hepsinin namazı
fasiddir. Diğer iki imama göre ise bilmeyenlerin namazı yerindedir. (Hidaye
Tercümesi) Organ nakli: Öldükten sonra bir organını,
kurtuluşuna vesile olacak bir hastaya nakletmekte beis yoktur. Sağlıklı olan
kimsenin böbreğinin hayatı tehlikede olan bir hastaya, hazır doktorların
nezareti altında verilmesinde bir beis yoktur. (Fetvalar-Halil Gönenç) Hastaya
verilecek mubah bir ilaç yoksa, o takdirde gayri müslimden bile olsa, kan alıp
vermek caizdir. Şafii fukahasının hicri 5. Asırdan sonra gelenlerinden bir
çoğu, diri bir insanın kırık kemiğini, ölü insan kemiğiyle düzeltmeyi veya
tamamen kırık olanı çıkarıp, yerine ölü bir insanın kemiğini koymayı caiz
görmüşlerdir. Buna kıyasla, dirinin gözünü islah için, ölü gözü nakletmek
caizdir. (Celal Yıldırımdan) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Ademoğlunun
kılının satılması da caiz değildir. Onunla faydalanılması da caiz değildir.
İnsanın parçalarından hiçbir parçanın satılması ve faydalanılması da caiz
değildir. Zira Ademoğlu, mükerremdir. Kerameti için
caiz değildir. (Mülteka Tercümesi-3) Organ
nakli ve tüp bebek, otopsi vb de tedavi zarureti sebebiyle caiz olmaktadır.
(Helaller ve Haramlar-Hayreddin Karaman) Alimler
bir insandan bir başkasına herhangi bir uzuv aktarılamayacağını, zaruret
içerisinde de olsa bunun caiz olmayacağını çeşitli ifadelerle ve hemen hemen
ittifakla söylemişlerdir. (Nevevi-EL-Mecü’l, Mugnil Muhtaç, Mecmaul Enhur)
Yapay organlar ve domuz dışındaki kemik vb lerini bu gaye ile kullanmakta da
sakınca olmadığını söylemişlerdir. En ihtiyatlı görülen bu izaha göre; insanın
tek hedefi, nasıl olursa olsun yaşamak değil, ne kadar yaşarsa yaşasın bir gün
nasılsa ayrılacağı bu dünyadan, asıl dünyasını kazanarak ayrılmaktır. Bizce
caiz olmadığını savunan görüşün delilleri daha güçlü daha ihtiyatlı daha insani
görülmektedir. Bazı nedenler şunlar, dokuların uyuşmayabileceği, uzuvları
alınan bir insan ne derece onlarındır diğer yandan diğer insanların uzuvlarıyla
yaşayan insan bu organlarla işleyeceği haramlar, haşrin cismani olacağını savunan görüşe göre
nakledilen bir organ mesela kalp tekrar dirilmede kimin organı olarak
dirilecektir? Organ naklinin bir kalemde caiz olduğunu söylemek, aynı zamanda
alternatif çarelerin de önünü tıkamak ve insanı gibi görülen bir uygulamanın,
daha insani olana engel olması anlamına gelebilir. Nitekim yakınlarda
dinlediğim bir radyo programından ABD’de kadavra görevi üstlenecek yapay bir
vücut geliştirilmiştir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Orucun
bozulması halinde ne yapmalı: Ramazanda orucu bozulan kimsenin gündüz boyunca
imsakı (bir şey yememesi, içmemesi) vaciptir. (İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet
Güleç) Oruçlunun ağır
işte çalışması: Ramazan ayında sıcak bir ülkede veya harareti yüksek bir maden ocağında
çalışan bir kimse işini Ramazandan
sonraya bırakması mümkünse “yani geçim hususunda sıkıntı çekmeyecek ve malı
telef olmayacaksa” muvakkaten işine son vermek mecburiyetindedir. Yoksa çalışmadığı
takdirde kendisi veya çocukları sefalete maruz kalacak veya ekin gibi malı
telef olacaksa her gece oruç tutmak için niyet getirir çalışamayacak hâl
gelirse orucunu bozar. İbni Abidinden) (Halil Gönenç) Remli şöyle diyor: Camiül Fetava’da
bildirildiğine göre bir kimse geçim derdi ile meşgul olurken zayıf düşerek oruç
tutamazsa orucu bırakarak her gün için yarım sâ’ yiyecek verebilir. Yani
orucunu kaza edecek başka günlere yetişemezse, demek istiyor. Yetişirse kaza
etmesi vacip olur. Bu izaha göre, orak zamanı oruçlu olarak işe gücü yetmez,
geciktiği takdirde ekin helak olursa, şüphesiz orucu bırakıp sonra kaza eder.
Ekmekçi de öyledir. (İbni Abidin-4) Orucun
başlangıcı ve hilalin gözlenmesi: Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezhebine göre hesaba
dayanarak Ramazan orucunu tutmak ve bayram yapmak caiz değildir. Dünyanın
herhangi bir yerinde rüyeti hilal sabit olursa, bütün müslümanlara oruç tutmak
ve bayram yapmak vacip olur. (Halil Gönenç) Astronomi
alimlerinin, ayın hareketlerini esas alarak yaptıkları hesaplara itibar
edilerek, Ramazan ayına başlanılmaz. iBni Abidin muvakkitlerin (hesap
uzmanlarının) sözüne itibar yoktur. Nehir de
şu ibare vardır: Muvakkitlerin filan gecede hilal şöyle görülecektir
demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez. Sahih kavle göre velev ki adalet sahibi
olsunlar. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) Şaban
ayının 29.gecesi akşam üzeri gurup vaktinde insanların hilali gözlemeleri bir
vecibedir. hilali görürlerse ertesi gün Ramazan orucuna başlarlar. Eğer hava
bulutlu ise, Şaban ayını otuza tamamlarlar. İhtiyar’da da böyledir. Hilali
gören kimsenin parmakla göstermesi mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye) Şaban
ayının 29.akşamı hilali aramak gerekir. Eğer hilal görülürse oruç tutulur. Hava
kapalı olup hilalin görülmesine imkan bulunmazsa o zaman Şaban ayı 30 gün
olarak tamamlanır ve ondan sonra oruca başlanır. (Hidaye Tercümesi) Bazı
alimler de illeti değiştiği için hükmün değişikliğine cevaz vermiştir:
Müellefi-i kulüb payının durdurulması ve kameri ayların başlarını bulmada
rüyete değil de hesaba dayanılması gibi.. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe
Zühayli) Nasslardaki
ifadelerden, hilalin tespiti illada çıplak gözle olacaktır, bunun dışında
–kesinlik arzetse de- başka bir yolla hilali tespit edemezsiniz, gibi bir kayıt
yoktur. Diğer taraftan ayın, güneşin ve diğer yıldızların belli bir hesap ve
ölçü dahilinde olduğu, rastgele ve başıboş olmadığı Rabbimiz tarafından bize
haber verilmektedir. “Güneş de ay da hesap iledir. Semayı, onu, O yükseltti ve
ölçü koydu.” (Ahzap:31) (İslamda Meseleler ve Çözümleri-Ziya
Eryılmaz) Ulemamız,
ramazan ayının girmesi hakkında astronomi alimlerinin sözlerine itimad
edilmeyeceğini açıkça söylemişlerdir. Bu sözün esası orucun farziyeti “Hilali görürseniz
oruç tutun!” hadisi şerifi ile hilalin görülmesine bağlanmıştır.
Hilalin doğması görülmesine bağlı değil, astronomi kaidelerine göredir. Bu
kaideler haddi zatında doğru da olsalar ay filan gece doğar da bazen görülür,
bazen görülmeyebilir. Şarih Teala hazretleri orucun farz olmasını, ayın
doğmasına değil, görülmesine bağlamıştır. Benim anladığım budur. (İbni
Abidin-2) “Muvakkitlerin
sözüne itibar yoktur” Yani halka oruç farz olmak için onların sözü delil
olamaz. Hatta Mi’rac adlı kitapta, “Onların sözü bil ittifak muteber değildir.
Müneccimin kendi hesabı ile amel etmesi caiz değildir.” Denilmiştir. Nehir’de
de şu ibare vardır: “Muvakkitlerin filan gece hilali gök yüzünde şöyle
görülecektir; demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez. Sahih kavle göre velev ki
adalet sahibi olsunlar. Nitekim İzah’ta da böyle denilmiştir. Şafilerden İmam
Subki’nin bir telifi vardır ki, onda müneccimlerin sözünü kabule meyletmiştir.
Çünkü hesap kesindir.” Vehbaniyye şerhinde de bunun gibi sözler vardır. Ben
derim ki, Subki’nin sözünü kendi mezhebinin sonra gelen uleması reddetmişlerdir
ki, onlardan bazıları İbni Hacer ile Remli’dir. (İbni Abidin-4) Allah
Teala “Güneş ve ay husban
iledir.” Buyurmuştur. Bundan murad, Güneşle Ay’ın seyretmeleri hesapladır,
demektir. (İbni Abidin-1) Bir
belde halkı ramazan hilalini görseler ve 29 gün oruç tutsalar, diğer belde
halkı da ayı görseler ve onlarda 30 gün oruç tutsalar, 29 gün tutanların bir
gün kaza orucu tutmaları icab eder. (İbni Nüceym) (Fetvalar 1-Nevzat Akaltun) Oruç ve banyo:
Vücuda
dışardan herhangi bir şey girmedikçe oruç bozulmaz. Bu itibarla ister temizlik,
ister serinlemek maksadıyla olsun, ağız ve burundan su kaçırmamak şartıyla
banyo yapmakla oruç bozulmaz. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar) Oruçlunun
cünüb olarak sabahlaması: Oruç tutan bir kimsenin cünüb olarak sabahlaması veya gündüz uyuyup
ihtilam olması orucuna bir zarar vermez. Muhiyt’te de böyledir. (Fetevayi
Hindiyye) İhtilam
olunca, banyo yaparken kulağına veya mazmaza yaparken elinde olmayarak ağzına
su sızsa dahi orucunu bozmaz. Çünkü bu affedilen hatalardandır. (Çağdaş
Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Oruçlunun göz
yaşını yutması: Bir oruçlu ağzına giren bir veya iki damla göz yaşını yutarsa orucu
bozulmaz. Gözyaşı fazla olursa bozulur. (Fetevayi Hindiyye) Oruç ve
hamilelik: Hamile
bir kadın karnındaki ceninin ölüm tehlikesinden korkarsa orucunu tutmaması daha
uygundur. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Oruç ve iğne: İmameyne göre bir şey, hılki
bir medhalden içeri girmedikçe, oruç bozulmaz. Binaanaleyh hariçteki bir yaraya
konulan ilaç içeriye kadar gitse de oruca zarar vermez. Bu halde iğne ile
orucun bozulmaması lazım gelir. Binaanaleyh bir baş göstermeyince iğneleri
iftardan sonra yaptırmak ihtiyata uygundur. (Ö. N. Bilmen ) (Fetvalar-Nevzat
Akaltun) Oruç ve
kolonya: Racih
olan görüş kolonyanın necaseti mugallaza olmasıdır. Kolonya ister muhaffefe
olsun, ister mugallaza olsun şayet necis olarak onu kabul edersek Ramazanı
şerifin içinde ve dışında kullanılması caiz değildir. Tahirdir dersek her zaman
kullanılmasında bir beis olmaz. (Halil Gönenç) Oruçlunun
kulağına su kaçarsa: Kulağına su giren veyahut damlatan kimsenin orucu bozulmaz. Çünkü suyun
kulağa hiç bir faydası yoktur. Yağ ise öyle değildir. (Hidaye Tercümesi) Oruç ve
kusmak: Midesi
bulanıp elinde olmayarak kusan kimsenin orucu bozulmaz. Zira peygamber sav “Elinde olmayarak
kusan kimseye kaza lazım gelmez. Kendini kasten kusturan kimseye ise kaza lazım
gelir. (Ebu Davud-Tirmizi) (Hidaye Tercümesi) Oruç ve
misvak: Oruçlu
olan kimse için –ister sabah ister akşam olsun- ağzına yaş misvak sürmek mekruh
değildir. (Hidaye Tercümesi) Oruç ve nefes
açıcı spreyler: Yoğunlaştırılmış suni oksijen, yiyecek, içecek cinsinden olmayıp sırf
hastanın teneffüs imkanını kolaylaştırmak için kullanılan bir maddedir. Astımlı
hastaların rahat nefes almalarına sağlamak amacıyla ağıza püskürtülen oksijenli
ilacın orucu bozmayacağı mutalaâ olunmuştur. (Fetvalar-Diyanet Vakfı) Oruç ve niyet:
Oruçta
müslümanlara kolaylık olması için öğleye kadar da niyet yapılabilir. (Ehli
Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Oruçlunun
serinlemesi: İmam
Ebu Hanife’ye göre –abdestin dışında- oruç tutan kimsenin ağzına ve burnuna su
alması, başına su dökmesi, suda yıkanması ve ıslak beze sarılması mekruhtur.
İmam Ebu Yusuf’a göre ise bunlar mekruh değildir. Fetva bu kavil üzeredir.
Serahsi’nin Muhitin’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Oruçlunun
tahareti: Oruçlu
kimsenin istincada (taharette) mübalağa yapması mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye) Oruç
tutamayacak derecedeki ihtiyarın orucu: Oruç tutmaya gücü yetmeyen şeyhi fani iftar eder ve
her gün için bir yoksula fidye verir. Fetevayi Hindiyye de şeyhi fani ölümüne
kadar her gün kuvveti noksanlaşan kimsedir ki, bunlar tekrar kuvvet bulmadan
vefat ederler. Fidye verdikten sonra oruç tutmaya gücü yeter hale gelen yaşlı
kimsenin vermiş olduğu fidyesinin hükmü, batıl olur. Bu kimsenin önceden tutmamış
olduğu oruçlarını kaza etmesi gerekir, der. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) Oruç tutmamak:
Rivayet
edildiğine göre Ramazanda adamın biri oruç tutmadı bunun üzerine Ebu Hureyre ra
şunları söyledi “Bir yıl oruç tutsa da bu günler ramazanda oruç tutmadığı
günlerin yerine geçmez” İbni Mesud’dan şöyle rivayet edilir: “Hiçbir ruhsata
dayanmadan Ramazandan bir gün oruç tutmayan kişi sair zamanlarda bir yıl
boyunca oruç tutsana tuttuğu bu oruçlar ramazan orucunda tutmadığı günün yerini
karşılamaz.” (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Oruç ve yer
değişikliği: Bir
yerde oruca başladıktan sonra, daha önce akşam olan bir yere uçakla giden bir
kimse, gittiği yerdeki vakte göre orucunu açacaktır. Eğer batıya giderse durum
yine aynıdır. Yani gittiği yerin vaktine uyarak orucunu açacaktır. Yüksek bir
yerde bulunan kimse güneşin gurubunu (batışını) görmeden iftar edemez. Aynı
şekilde uçakla giden kimse üzerinde olduğu yere göre değil güneşin batışına
göre iftar edebilir. (Fetvalar-Diyanet Vakfı) Unutarak orucu
yemek: Unutarak
orucu yemekte olan birini gören bir kimse, şayet onun akşama kadar oruç tutacak
kudrette birisi olduğunu anlarsa muhtar olan kavle göre o kimseye oruçlu
olduğunu hatırlatmaması mekruh olur. Ancak unutarak orucunu yemekte olan bir
kimse zayıf veya yaşlı bir kimse ise ona haber vermeme ruhsatı vardır.
Zahiriyye’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Kar yağmur
tanesi ve oruç: En sahihi şudur ki kar ve yağmur tanelerinin boğaza kaçması ile oruç
bozulur. (Hidaye Tercümesi) Otobüste
namaz: Hanefi
fıkıhçılarının farz namazlar hakkındaki görüşü şudur: Sefer süresi yolda dahi
olsa kişi, farz namazları, özrü (zaruret) olmaksızın binek üzerinde kılmaz.
(Serahsi, İbni hümam) Yol arkadaşlarının inip kendisini beklememesi, inmesi
halinde hırsız, yırtıcı hayvan, düşman korkusu bulunması, ortalığın yağmur ve
çamur olması, ihtiyar olup, inip binmede yardımcısının bulunmaması, bineğinin
huysuz olması vb şeyler özür olarak görülmüş ve böyle durumlarda farzların da
binek üzerinde (otobüste) kılınabileceği söylenmiştir. (Serahsi, İbni Hümam)
İma ederken ön koltuğa secde etme yerine, dönebildiği kadar kıbleye dönüp, rüku
için biraz, secde için ise biraz daha fazla eğilerek kılacaktır. Şoföre uyarıyı
her namaz vakti yapacak ancak çekişmeye ve tartışmaya girmeyecektir. Güzel bir
ikazı nazarı itibara almayan şoför, huysuz bineğe fevkalade kıyas edilir ve bu,
farzı arabada kılmak için bir özür sayılabilir. (Çağdaş Meselelere
Fetvalar-Faruk Beşer) Oyun oynanan
kahvenin çayı: İçinde oyun oynanan kahveye girmek, çay, kahve gibi meşrubat içmek için
değil, İslamı tanıtıp emri bil maruf nehyi anil münker farizasını ifâ etmek
için olursa gitmek caiz, hatta lazımdır. Böyle bir görev olmazsa çay içilsin
içilmesin oraya gidip oturmak haramdır. (Fetvalar-Halil Gönenç) Ölünün gömülme
vakti: Hiçbir
vakit ölüleri gömmek mekruh değildir. (Hidaye Tercümesi) Ölünün sorgusu
hakkında: İbni
Hacer’den sorulmuş bazı sorular: Ölü oturarak mı sorguya çekilir yoksa yatarak
mı? Oturduğu halde sorulur. Ruh cesedin içine girer mi? Evet girer fakat bu
konudaki rivayetlerin açıkları, ruhun vücudun üst kısmına girdiğini gösterir.
İbni Kayyım “Hadisler sorgu anında ruhun cesede iade edildiğini tasrih ederler.
Fakat bu iade ile bizim alıştığımız, mutad hayat elde edilmez ki, ruh bedenin
idare ve tedbiriyle uğraşıp yemek ve içmeye muhtaç olsun. Bu iade ile ancak bir
çeşit hayat elde edilir ki, onunla sorguya çekilir, imtihan edilir. Nasıl ki,
yatanın hayatı, uyanığın hayatından değişik bir şeydir. Hadis, ruhun devamlı
vücutta kaldığını göstermiyor. Ancak, ruhun misalinin, devamlı olarak kabirle
ilişkisi olduğunu gösteriyor. Vücut çözülse, parçalansa, dağılsa da.. Hafız
İbni Hacer’e ölü hangi dilde cevap verir diye sorulmuş: “O, hadisin zahiri sual
ve cevabın Arapça olduğunu gösteriyor, demiş. Ve bununla beraber, herkesin soru
ve cevabı kendi lisanıyla olması muhtemel olduğunu söylemiş. Hanefilerden
Bezzazi Fetavasında şöyle demiştir: sual ölünün yerleştiği yerde olur. Hatta
vahşi bir hayvanın karnına girse, sual orada olur. Tabutta defn edilmeden
kaldığı müddetçe sorguya çekilmez. (İmam Suyuti-Kabir Alemi) Ölüye Kuran
okumak: İmam
Şafii ve Malike göre ölüye Kuran okumak hiçbir fayda vermez. Ne Peygamber sav
zamanında ne de sahabe devrinde ölü için Kuran okunmamıştır.” Derler. Bazı
ulemaya göre, duaya kıyasla, Kuran tilavet etmek ölüye fayda verir (Mugnil
Muhtaçtan) İmam Muhammed ra kabristanda Kuran tilavet etmek mekruh değildir,
demekle iktifa etmiş fayda verir veya vermez dememiştir. (Hindiyyeden) (Din
Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Fetih
sahibi: “Cenaze sahibinin yemek ziyafeti vermesi mekruhtur. Çünkü ziyafet,
musibetlerde değil şenliklerde meşru olmuştur. Bu kötü bir bidattır. İmam
Ahmed’le İbni Mace’nin sahih isnadla Cerir b. Abdullah’tan rivayet ettikleri
bir hadiste şöyle denilmiştir: “Biz cenaze
sahibinin evinde toplanmayı ve onların yemek vermesini yascılıktan sayardık.” Bezzaziyyede
de şu satırlar vardır: “Birinci ve üçüncü günlerde ve bir haftadan sonra yemek
yapmak, bayramlarda kabre yemek götürmek, KURAN OKUMAK İÇİN DAVET YAPMAK, hatim
veya surei Enam’ı yahut ihlası okumak için sulehayı ve hafızları toplamak
mekruhtur. Hasılı Kuran okunurken, yemek için yiyecek hazırlamak mekruhtur.”
Mirac sahibi bu hususta uzun uzadıya söz etmiş ve şöyle demiştir: “Bu fiillerin
hepsi riya ve gösteriştir. Bunlardan korunmalıdır. Zira bunları yapanlar,
Allah’ın rızasını murad etmezler.” Münye şerhinde ise, Cerir b. Abdullah’ın
hadisine aykırı bir hadisle inceleme yapılmıştır, o hadiste Peygamber sav’in
bir cenaze dönüşünde bir kadın tarafından davet edildiği ve davete giderek
kendisine yemek getirildiği bildirilmektedir. (İbni Abidin) Ben derim ki: Bu
hadis söz götürür. Çünkü bu umumi olmayan bir vakıadır. Hususi bir sebebi
olması ihtimali de vardır. Cerir hadisi böyle değildir. Halbuki Münye sahibi,
bu konuda, bizim mezhebimizde, Şafilerle Hanbeliler gibi başka mezheplerde
rivayet edilen deliller üzerinde inceleme yapmış, mezkur Cerir hadisiyle
istidlal ederek kerahete hüküm etmiştir. (İbni Abidin-3) Ölüden medet
ummak (İstiğase): Ziyaret edilenden bir şey istenmez. (Mezahibi Erbaa) (Din Görevlisinin
El Kitabı-Mevlüt Özcan) Allah’tan
istenmesi gereken şeyler, Allah’tan başkasından istenmez. İnanç konusunu
ilgilendirdiği için şirke götürür. Herhangi bir müslüman hayattaki
müslümanlardan dua isteyebilir. Fakat kişi öldükten sonra ondan ne dua, ne de
başka hiçbir şey katiyyen istenmez. Herhangi bir fayda ya da zarar isteme,
hastalıklara şifa isteme vb Allah’tan başkasından istenmez. (İslamda Meseleler
ve Çözümleri-Ziya Eryılmaz) “Bunlar Allah katında
bizim şefaatçilerimizdir” (Yunus:18) Bu ayetten çıkarılan manalardan
biri de şudur: Onlar, bu putları ve heykelleri, kendi peygamberlerinin ve
büyüklerinin şekillerinde yaptılar ve her ne zaman bu heykellere ibadetle
meşgul olurlarsa, o ulu kişilerin, Allah katında kendileri için şefaatçi
olacaklarını iddia ettiler. Bunun bir benzeri de, zamanımızdaki pek çok
insanın, onların kabirlerine saygı duyup hürmet ettiklerinde, Allah katında
onların kendilerine şefaatçi olacağı inancını taşıyarak, büyük zatların
kabirlerine tazim ile meşgul olmalarıdır. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi) Kabir
ziyareti Resulullah sav’den rivayet edilen şekliyle caizdir. Bununla beraber
kabirlerden yardım dilemek, onlara seslenmek, herhangi bir hacetini gidermesini
istemek, ona nezirde bulunmak, mum yakmak, çaput asmak, el yüz sürmek, Allah’ın
dışında bir üzerine yemin etmek, kabirleri mescid haline getirerek namaz
kılmak, tavaf eder gibi etrafından dönmek ve buna benzer tüm bidatlarla
savaşmak gerekir. (İslam Davetçilerine-Abdullah Nasıh Ulvan) Bazı
tasavvuf ehli ile diğer bazı kimselerde sıkıntılarının giderilmesi, kötü bir
durumun izalesi bir faydanın temini yahut bir zararın def’i için ölü veya diri
olan salih kimselerden istiğase (yardım) bir âdet haline gelmiştir. Zikir halkalarında
“medet” kelimesini kullanırlar. “Medet ey falan büyük! Medet ya filan efendim!”
denildiğini görüyoruz. Bazı halkta Hızır as “Ya Hızır” şeklinde çağırmakta,
anne çocuğuna Hızır seni korusun, diye dua etmektedir. “Ya Muhammed Rabbinin
yanında bana şefaatçi ol” diyeni ile “Ey Muhammed, bana şefaat et” diyeni
birbirinden ayrı tutarım. Birinci şekil, tevessül konusundan bir cüzdür. İkinci
şekil ise, salih kimselerin kabirlerini ziyaret eden bazı kimselerde
gördüğümüz, kabirde yatandan ihtiyaçlarının giderilmesi için direkt olarak
istekte bulunmaktan bir cüzdür. Bu kimseler salih bir kimsenin kabrine giderek
“Ey filan beni evlendir” “Ey falan bana şifa ver” “Ya falan şu ihtiyacımı
gider” şeklinde veya buna benzer sözlerle direkt olarak kabir sahibinden talepte
bulunurlar. Hasan el-Benna “Yüce Allah’ın “O kimseler ki iman ettiler ve
sakınıyordular” (Yunus:63) sözünde zikredilenlerdir. Değil
başkalarına fayda veya zarar vermek, ne hayatlarında ne de öldükten sonra kendi
kendilerine fayda veya zarar dokundurmaya kadir olmadıklarına inanmakla
beraber, şeri şartlar dahilinde keramet onlar için sabittir. Meşru dairede
kabir ziyareti sünnettir. Lakin kim olursa olsun kabirde yatandan yardım
dilemek, bunun için onu çağırmak, ihtiyaçlarının giderilmesini ondan istemek,
ona kurban kesmek, kabirleri yükseltip üzerlerine örtü sermek, kabirleri
aydınlatmak, onlara sürtünmek, Allah’tan başkasıyla yemin etmek ve buna benzer
şeyler bidatlerdendir. Kötülüklere yol açmamak için onları tevil cihetine
gitmemelidir.” Der. Tasavvuf ehlinin kullandıkları “medet” kelimesi, salihlerin
isimlerini zikrederek bereketlenme babında kullanılmaktadır. Bazıları da,
ruhların alemi şehadetle ilişkilerinin imkan dahilinde olduğunu düşünerek bunu
kabullenmektedir. Yüce Allah geçmişimize dua etmemizi istemiştir. Onlardan
birşeyler beklemek niyetiyle onları çağırmayı değil. “onlardan sonra gelenler derler ki: “Rabbimiz
bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara
karşı bir kin bırakma! Rabbimiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” (Haşr:10)
Mesele tersine çevrilip onlardan istememiz yanlış bir davranıştır.
(Ruh Terbiyemiz-Said Havva) Türkiye’deki
medfun olan zat ne kadar derecesi yüksek olursa olsun, ondan doğrudan doğruya
istekte bulunmaz. Böyle bir hareket ve niyette bulunursa şirk olur. Ancak o
vesile yani vasıta kılınır. (Sadık Dânâ Altınoluk Dergisi 123 sayı) Ebu
Yezid el-Bistami’den gelen haberde “Yaratığın yaratıktan yardım istemesi,
boğulmuş birisinin boğulmuştan yardım istemesi gibidir.” Allah Teala buyuruyor
ki Hatırla o
vakti ki, siz Rabbinizden yardım istediniz, O da size yardım edip icabet etti.”
Allah bu ayette yardım istemenin kendisinden olacağını açıklar. Şeyh Ebu
Abdullah Kureşi’de der ki: “Yaratığın yaratıktan yardım istemesi, tutuklunun
tutukludan yardım istemesi gibidir.” İbni Teymiyye bize, Resulullah’a inanma ve
itaatla tevessülün her halükarda, bâtıni ve zahiri hayatından ve ölümden sonra,
Resulullah’tan tevessül etmek herkes üzerine farzdır. Bu tevessül herkese
açıktır. Her kim Resulullah’tan başka birisine benim veya bizim için dua et
derse, bu kişi Resulullah’a uymuştur.” Alusi de der ki; vesile istenenin ölü
veya gaib olması durumuna gelince, bunun caiz olmadığında ve seleften hiç
kimsenin yapmadığı bir bidat olduğunda şüphe yoktur.” (Cilâul Ayneynden) (İbni
Teymiyyede Tasavvuf-Tıblevi Mahmud Sa’d) İslamda
dilek ve istekler sadece Allah’a arzedilir. Allah’tan başkasına sığınmak ve
O’ndan gayrisinden mağfiret dilemek doğru değildir. Kimisi dua etmek için
türbelere, yatırlara koşuşturuyor. Kimisi de mezarlara elini yüzünü sürmekte,
türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bir çeşit tapınma hareketleri
yapmaktadırlar. Bu hareketlerin cümlesi yanlıştır ve bâtıldır. Şu bir gerçektir
ki, dua etmek için kabir başına gitmeye gerek yoktur. Zira kabirde yatan
mevtalar insanların dileklerini yerine getiremezler. Dua eden kişi ile Allah
arasında vasıta olamazlar. Çünkü islamda Allah’a sığınmak, O’na dua etmek için
bir aracıya ihtiyaç yoktur. Kul, vasıtasız Allah’a iltica eder. Bu itibarla bir
kimse “Filan yatıra gittim ona dua ettim, o mübarek zatın himmetiyle duam kabul
olundu” derse bu caiz değildir. Duam oraya gidince kabul olacak inancı da
yanlıştır. Kabirlere gidip kurban kesme adeti islamdan önceki kavimlerin müşrik
adetlerindendir. İslam dini kabirler üzerine kurban kesmeyi yasaklamıştır.
Peygamberimiz sav “Kabirler üzerinde
kurban kesmek islamiyette yoktur” (Fethül Kebir) buyurmuşlardır. (Yaşayan
Hurafeler-Kemaleddin Erdil) Günümüzde
yatır ve türbe ziyaretlerin amacı ölüden medet ummak, yardım istemektir.
Dirilerden istenmeyen şeylerin ölülerden istenmesi doğru değildir. Yardım
yalnızca Allah’tan istenir. (Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık
Akkiraz) Evliyayı
kirama yakınlaşmak maksadı ile “Ey seyyid filan! Eğer hastam düzelir veya kaybım
elime geçer yahut hacetim görülürse, sana şu kadar altın veya gümüş yahut
yiyecek veya mum ve zeytin yağı adadım!” gibi sözler, bilittifak batıldır.
Bahır’da da böyle denilmiştir. Bunlar birçok sebeplerden batıl ve haramdır.
Şöyle ki: 1- Bu iş mahluka nezirdir. Mahluka nezir caiz değildir. Çünkü nezir
ibadettir mahluka ibadet yapılmaz. 2- Kendisine nezir yapılan kimse ölüdür. Ölü
hiçbir şeye malik olamaz. 3- Bu işi yapan kimse ölünün TASARRUFTA BULUNDUĞUNU
ZANNEDERSE, BU İTİKADİ KÜFÜRDÜR. (İbni Abidin-4) “Şeriate
en uzak bidat, birçok insanın yaptıkları gibi, ölüden muradının husûlü için
yardım istemektir. Bu hâl puta tapmak gibidir. Ölüden medet dilemek, şekli bir
benzeyiş değil, fiili bir putperestlik, müşrikliktir. Ölüden yardım ( dilemek
avamı) zavallılığa düşürmüştür. Allah ile kendi arasında bir vasıta ve
şefaatçiyi kabule kendisini mecbur bilen adam, ya zanneder ki, Allah, kulunun
isteğini bilmiyor. Yahut kendi uzaklarda olduğunda işitmiyorda böyle vasıtaya
muhtaç oluyor. Bir hükümdarın, kabul etmek istemediği dileği, vezir ve
memurlarının tesiriyle kabul ettiği gibi. Dünya büyüklerinin idarelerinde
vasıtaya mecbur oldukları gibi. Böylece fâsid ve batıl zanlara katılan adam
bilmiyor ki, padişah devletin intizamı, asayişin devamı, halkın rahatı için bu vasıta ve müşavirlere muhtaçtır. Bazı
cahiller “ziyaret” denilen türbelere giderek kıtlık, kuraklık, düşman istilası
gibi felaketlerden korunmak, muradına kavuşmak için ölüden medet umarlar.
Aleyhüsselatü vesselam efendimiz, peygamberlerinin
mescitlerini kabir yaptıklarından dolayı yahudilere ve hıristiyanlara lanet
etmiştir. Bu türlü hareketler insanı islamdan uzaklaştırır, putperestliğe
doğru götürür. (İslamda Kabir Azabı-İmam birgivi’den) (Kurana Muhatap
Olmak-Said Çekmegil) Kuduri
diyor ki: “Ebu Yusuf’un şöyle dediğini işittim: Ebu Muhammed dedi ki; Dua
ederken, falanın, filanın hakkı için bana şunu bunu ver demek, bir müslümana
yakışmaz. Çünkü kulların Allah’ta hakları yoktur ki bir defa insan aracılığı
manasına “filan evliyanın, falan şeyhin hakkı için” denildi mi, artık o veli
veya şeyh, avam nazarında mukaddesleşmekte, türbesine kandiller yakılıp
kurbanlar kesilmekte. Bu tür hareketler putperestlerin ve sapık itikatlıların
hareketlerine öylesine benzer ki, adeta; bunlar putperestliktir, diyesimiz
gelir.” (Kurana Muhatap Olmak-Said Çekmegil) Kendilerine
adak yapılmış olarak, meşayihin kabirlerinde, meşayih için adak olarak kesilen
kurbanları dahi, fıkhî rivayetlerde fukaha şirke dahil edip üzerinde sıkı durdular. Sonra bunu,
şeran men edilen cinne tapanların kestikleri cinse dahil eylediler. Kendisinde
şirk şaibesi olduğundan, bu amelden dahi sakınmak gerek. Zira, adak yolları
bunun dışında çoktur. Neden dolayı, öyle bir şekilde hayvan boğazlanıp da,
cinne tapanların cin için kestiklerine benzetilip onlara katılmak olsun?
Kadınların, meşayih niyeti ile oruç tutmaları da böyledir. Bunların isimlerini
ekseriyetle kendiliklerinden uydururlar. Onların niyeti ile de oruç tutarlar.
Taleplerini ve maksatlarını da bu oruçlar sebebi ile, o meşayıhtan hacetlerinin
yerine gelmesini talep ederler. Sanırlar ki, işlerinin yerine gelmesi
onlardandır. Böyle bir fiil, Allah’ın ibadetinde başkasını ortak etmektir. Ona
ibadet yolu ile hacetlerin talebini başkasından yapmaktır. Bu filleri izhar
ettikleri zaman, bazı kadınlar der ki: “Biz bu oruçları Allah için tutarız.
Ancak, onun sevabını meşayıhın ruhlarına hediye ederiz.” Böyle bir söz,
onlardan gelen hile yoludur. Eğer bu sözlerinde doğru iseler, oruç için
günlerin tayinine ne hacet? Bu manada yapılan işler aynen dalalet olup şeytanın
aldatmacalarıdır. (İmam Rabbani-453.mektup) Ölüye sövmek: İkrime müslüman olmak için
Mekke’ye yaklaştığı zaman Peygamber Efendimiz ashabına “Ebu Cehil’in oğlu İkrime mümin ve muhacir olarak geliyor. Sakın
babasına sövmeyin. Zira ölüye sövmek ölüye yetişmediği gibi, sağ olanları da
incitir, dedi. İkrime geldiği zaman hanımı da peçeli olarak yanında
idi. (Hayatüs Sahabe-1) Ölüye tabi
olmak: Ebu Nuaym’dan: “Abdullah b. Mesud şöyle dedi: İçinizde herhangi
biriniz, dininde başkasına uymasın. Eğer inanıyorsa inansın. İnanmıyorsa
inanmasın. Şayet başkasına uymaktan kendinizi alamıyorsanız, bari sağ olanlara
değil, ölmüşlere uyunuz. Zira sağ olanların fitneden korunmuş olmalarına
güvenilmez.” (Hayatüs Sahabe-4) Ölünün yerine
oruç ve namaz: Ölünün yakını ölü yerine ne namaz kılabilir ne oruç tutabilir. (Hidaye
Tercümesi) Ölenin
vasiyeti üzerine, kalan namazlarını varisinin kılması caiz olmadığı gibi, kalan
orucunu da tutması caiz değildir. Yalnız, namaz kılar ve oruç tutar da sevabını
ölene bağışlarsa caizdir. Çünkü bizim mezhebimize göre bir kimse amelinin
sevabını başkasına bağışlayabilir. (İbni Abidin-3) Ölü yıkanmadan
Kuran okumak: Ölü
yıkanmadan yanında Kuran okumak mekruhtur. Ancak başka bir odada okunmasında
bir sakınca yoktur. Yıkandıktan sonra yanında da okunabilir. (Fetvalar-Diyanet
Vakfı) Ömrün
uzatılması: Selman
ra’den: “Kazayı ancak dua geri çevirir,
ömrü ise ancak birr (iyilik ve itaat) artırır.” (Tirmizi-Kader:6) Rasulullah
sav şöyle buyurmuştur: “Allahım! Muhakkak ki ben başıma geleceğin kötüsünden,
şakilik (bedbahtlık) mertebesinden, belanın beni yenmesinden ve düşmanların
başıma gelene sevinmesinden sana sığınırım” Kulun başına ancak yazılmış
olan şeyler gelecek olsaydı, Rasulullah sav hükmedilenin kötülüğünden Allah
cc’ya sığınmazdı. Enes ra’den “Kim
rızkının genişlemesini ve ömrünün uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.”
(Buhari-Edep:12 Buyû:13 Müslim-Birr:20,21 Ebu Davud-Zekat: 45) Dediler ki o
halde şu ayetlere nasıl mana veriyorsun? “...Ecelleri
geldiği zaman da, ne bir saat geri kalırlar ne de ileri geçerler.” (Nahl 16/61)
“Allah eceli geldiği zaman hiçbir canı ertelemez.” (Münafıkun 63/11) “Allah’ın
taktir ettiği vakit geldiği zaman ertelenmez.” (Nuh 71/4) Ben de derim ki;
her ayetin manasını kendi ihtiva ettiği lafızla tefsir ederim, zira birinci
ayette ecelleri geldiği zaman, ikincisinde “ecel geldiği zaman” üçüncü ayette
“Allah’ın taktir ettiği vakit geldiği zaman” buyurulmuştur. Yani ecel gelip
çatınca, elbette ne ileri geçebilir ne de geri kalabilir. Gelip çatmadan ise
Allah cc’ün onu dua, sıla-i rahim, yahut hayır yapmakla geciktirmesi, şer
işleyen yahut Allah cc’ün bitiştirilmesini emrettiği şeyi kesen ya da Allah
cc’ın sınırlarını çiğneyen kimse için de öne alması caizdir. Ömer b. Hattab
hakkında ileri geri konuşulduğunda Kab’ul Ahbar’ın söylediği şu söz ne kadar
güzeldir: “Allah’a yemin ederim ki eğer Ömer ra Allah’tan ecelini
geciktirmesini isteseydi elbette geciktirirdi.” Bunun üzerine kendisine şöyle
denildi: Muhakkak ki Allahu Teala “Ecelleri
geldiği zaman ne bir saat geri kalırlar ne de ileri geçerler.” (Araf 7/34) buyurmaktadır.
O da cevap olarak: “Bu ecel hazır olduğu zamandır. Daha önce ise artması da
azalması da caizdir.” Dedi ve Allahu Teala’nın şu buyruğunu okudu: “Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen
azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır.” (Fatır 35/11) Özürlü bir
kimsenin abdesti: İbrahim Nehai: “Bu kimse öğle namazı için vaktin sonunda abdest alır;
bu abdestle hem öğleyi hem ikindiyi kılar. Akşam için vaktin sonunda abdest
alır, o abdestle de hem akşamı hem de yatsıyı kılar demiştir. Zaman zaman
sidiği gelen, içi giden, devamlı yellenen, burnu kanayan iyi olmayan, yarası
devamlı kanayan kimseler her vakitte abdest alırlar. Bu abdestle bir vakit
içinde o özürden başka bir şeyle bozmadıkları müddetçe farz ve nafile
namazlardan diledikleri kadar kılabilirler. (Mülteka-1) Özürlünün
imamlığı: Abdestli
kişinin teyemmümlüye, abdest uzuvlarını yıkamış olan kişinin, mesela mest
üzerine veya sargı üzerine meshetmiş olan kişiye; ayakta duranın oturan kişiye
iktidası da, bunun tersine bir iktida da sahihtir. Nafile kılan farz kılana
uyabilir, fakat aksi sahih değildir. İma ile namaz kılan kişi kendi durumunda
olana uyabilir. (Diyanet İlmihali 1) Devamlı
bir özrü olan sidiğini ya da abdestini tutamama, kan akması vb Hanefi ve
Hanbelilere göre kendisi gibi olanlara imamlık yapabilir. Diğerlerine yapamaz.
Malikilere göre mekruh olmakla birlikte herkese yapabilir. Şafilere göre
herkese yapabilir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2-Vehbe Zühayli) Pelteğin
imamlığı: Pelteğin
okuyamadığı harfleri okuyabilen bir kimse bulunursa imam olan pelteğin de,
diğerlerinin de namazı fesada gider. (Fetevayi Hindiyye) Esah
kavle göre peltek olmayan bir kimse pelteğe uyamaz. (İbni Abidin-2) Peruk: Saçla hiçbir suretle
faydalanmak, istifade etmek caiz değildir. Zira bu konuda hadis vardır: “Saç ulatan ve
ulayan, başkasının saçını kendi saçına ekleyen ve bunu eklemede vasıta olan
kişilere Hz. Peygamber ve Cenabı Allah lanet etmiştir.” Buyurulmaktadır.
Ancak kadınların saçlarına uladıkları kılları hayvan kılından yapılması
durumuna izin verilmiş, saç örgülerini, bu tüy ve kıllarla uzatmalarına cevaz
verilmiştir. (İbni Abidin-10) Kadının
saçını erkeğe benzeyecek ölçüde kısaltması, ya da tıraş etmesi de tedavi gayesiyle
olmadıkça haramdır. (İbni Kudame-Mugni) Peruk olarak insan saçından başka
birşey kullanmasına izin verilmiştir. (İbni Abidin) (Fetvalarla Çağdaş
Hayat-Faruk Beşer) Peygamberimizi
görmeden iman edenlerin mükafatı: Ebu Ümame ra’den Peygamber Efendimizin “Ne mutlu o kimseye ki, beni görmediği halde
bana iman eder” buyurarak bunu yedi kez tekrarladığını rivayet etmiştir.
(İmam Ahmed) Ebu Ya’la’dan Peygamber Efendimiz “Ah, kardeşlerimi ne zaman göreceğim diye hasret çekti. Ashap- Ya
Rasulallah biz senin kardeşlerin değil miyiz? Dediler. Peygamber sav: Siz benim
arkadaşlarımsınız. Kardeşlerim beni görmedikleri halde bana inananlardır,
buyurdu. (İmam Ahmed) (Hayatüs Sahabe-2) Peygamberimize
salatu selam getirmek: Bir kimse peygamber sav’in ismini duyarsa, o şahsın, peygamber sav’e
salatu selam getirmesi gerekir. Şayet bir mecliste peygamber sav’in ismini
tekrar tekrar duyarsa, bu hususta alimler ihtilaf etmişler bazıları “Her
işittiğinde değil de, bir defa efdaldir. Okumasını bitirdikten sonra söylerse
bu efdal olur. Eğer okumazsa bir şey gerekmez”demişlerdir. Eğer peygamber sav’e
âl ve ashabına, ismini her işitmesinde salatu selam getirmezse, zimmetinde o
salat borç olarak kalır. (Fetevayi Hindiyye) Peygamberimizin
tesbihte parmaklarını kullanışı: Abdullah b. Amr’in “Resulullah as’ı, tesbih çekerken sağ elinin parmak uçlarını sayarken
gördüm” dediği rivayet edilir. (Asım Köksal-İslam Tarihi 18.cilt) Pijama ve
sabahlık ile namaz: Setrü avrete riayet etmek ve temiz olmak şartı ile ev kıyafeti olan
pijama ve sabahlıkla namaz kılmak caizdir. (Fetvalar-Diyanet Vakfı) Pislik yiyen
hayvanın kesimi: Pislik yiyen hayvan, etinin kokusu gidinceye kadar kapanır. Bu müddet
tavuk için üç gün, koyun için dört ve meşhur kavle göre deve ve sığır için on
gündür. (İbni Abidin-1) Rabıta: Meşayihin ruhlarından yardım
ve medet ummak, onların, menfaatı temin edecek, mazarratları def edecek güçte
olduklarına, gaybı bildiklerine inanmak, insanın dünya ve ahiret işlerinde bir
takım tasarrufta bulunabileceklerini zannetmek yanlıştır. Bunların kabirlerini
aynı inançla ziyaret edip onlara kurban adamak da dinen tehlikeli bir
davranıştır. Alimleri, faziletli insanları, Allah dostlarını sevmek, ilim
öğrendiği kişilere saygılı olmak bir müslümandan beklenilen bir davranıştır.
ancak, Allah’dan beklenilmesi gerekeni –kim olursa olsun- başkalarından
beklemek dinimizin tevhid ruhuna aykırıdır. Bu anlamda rabıta, insanı şirke
kadar götürebilir. (Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı) Hadis
kitaplarında Peygamberin konuşmalarını nakleden sahabilerin “Şimdi onu görür
gibi duyuyorum, onun şöyle şöyle yaptığını gözümle görür gibiyim” tarzındaki
ifadeler, bu tür hayalde canlandırmanın fıtri ve tabii oluşunu göstermektedir.
Rabıta da kafa karıştıran hususlardan biri belki resimle yapılan rabıtadır. Bu
işin fotoğrafla yapılması, genellikle tehlikeli değerlendirmelere sebebiyet
vermektedir. Bunun için resimle rabıta yapılmaması tavsiye edilmektedir. (Kamil
Yılmaz Altınoluk Dergisi 122.sayı) Ramazan ayında
niyet: Ramazanda
niyeti geceden unutup, öğleden evvel niyet etse orucu sahih olur. (İbni Nüceym)
(Fetvalar 1- Nevzat Akaltun) Ramazan
orucunu tutmamak: Ramazan ayında niyet etmeksizin bir gün oruç tutmayan kimseye keffaret
lazım gelmez. Yalnız kazası gerekir. (Diyanet Fetvası 1965) Reankarnasyon:
Rafızilerin
itikadına göre ruhlar tenasüh halindedirler. Yani ruhlar bir cisimden diğer bir
cisme intikal ederler. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Ruh hastasına
okunacak dua: Übeyy b. Kâb ra’den: “Bir Arabî Peygamber efendimize gelip: Kardeşinin
ruh hastası olduğunu söyleyince Peygamberimiz sav onun üzerine, Fatiha ve
Bakara suresinin başından dört ayet, sonundan üç ayet, Bakara 163.ayeti ile Ayetül Kürsi, Araf 54.ayeti, Mü’minun
suresinin sonundan 114.ayet, Cin 3.ayet, Saffat
suresinin başından 10 ayet, Haşr suresinin sonundan üç ayet, İhlas, Felak ve Nâs surelerini okudu. Bunun üzerine adam
kendisinde hiçbir şey yokmuş gibi ayağa kalktı.” (İmam Ahmed, Tirmizi, Hakim)
(Hayatüs Sahabe-4) Ruhların
ziyaretleşmeleri: Ahmed, Hakim ve tirmizi, Nevadirül Usul’da Abdullah b. Ömer’den rivayet
ettiklerine göre Peygamber sav “Bir
günlük mesafede müminlerin ruhları birbirini ziyaret ederler. Halbuki o zamana
kadar biri diğerini görmüş değildir.” Buyurdu. Bezzar sahih bir senedle Ebu
Hureyre’den şöyle demiştir: “Mümine ölüm
gelince, göreceğini görür ve Allah’a yalvarmayı sever. Allah da onun gelmesini
ister. Müminin ruhu semaya yükselir. Diğer ruhlar onu karşılarlar. Akrabaları
hakkında malumat edinmek üzere soru sorarken cevaben “filan hala dünyadadır (yaşıyor)
deyince taaccup ediyorlar. “Filan da benden önce öldü deyince de o bize
gelmedi” diyorlar. (İmam Suyuti-Kabir Alemi) İbni Kayyım, Ruhların Ziyaretleşme ve
Görüşmeleri bahsinde demiş ki: “Ruhlar iki kısımdır. Nimet gören ruhlar ve azap
gören ruhlar. Azap görenler, görüşüp ziyaretleşemezler. Nimet görenler ise
serbesttirler, görüşürler, ziyaretleşirler. Dünyadaki eski hatıralarını
birbirlerine zikrederler. Her ruh, aynı meslekte olan bir arkadaşıyla bulunur.
Allah buyuruyor: “Kim Allah’a ve Rasulüne
itaat ederse, Allah’ın nimetlendirdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve
salihlerle beraber olur. Onlar arkadaş olarak ne iyidirler.” (Nisa:69) Bu
beraberlik dünyada, berzahta ve ahirette sabittir. İnsan bu üç diyarda
sevdiğiyle beraber olur. (İmam Suyuti Kabir Alemi) Rüşvet ne
zaman verilir?: Rüşvet sadece iki yerde verilebilir. 1) Haksız bir yerde hapis ve
işkenceye maruz kalındığında 2) Malın elinden gitmesi durumunda rüşvet vermek
çare ise o zaman ona başvurulabilir. (Şirvani, İbni Abidin) (Halil Gönenç) Hediye
şartsız olarak verilse ve fakat alan, kendisine, devlet dairelerinde ona yardım
etmesi için hediye verdiğini kesinlikle bilse, ulemamız bunda bir beis olmadığı
görüşündedirler. Her hangi bir ön şart ve bekleyiş olmaksızın ihtiyacını
giderse ve ondan sonra hediye verse, bunu kabul etmekte bir beis yoktur. Bu
hususta almanın hoş olmayacağına dair İbni Mesud’dan rivayet edilen haber,
takvanın ileri derecesini bildirir. Bu husus Bezzaziyye’de de aynıdır.
(Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Rüşvetin bazı nevileri vardır: 1- Bir
kimsenin diğer bir kimseye dostluk ve muhabbet için olmayarak, hediye
vermesidir. Bu nevi, hediye veren için de, alan için de helaldir. 2- Bir şahsın
diğer bir şahsa onun kendisini korkutması sebebiyle, onun korkusundan nefsini
korumak için hediye vermesidir. Bir kimsenin hükümdarın zulmünden canını veya
malını kurtarmak için ona hediye vermesi gibi... Bu çeşit hediye helal
değildir. Bu gibi hediyeyi alanlar, söylenilen azabın altına girerler. 3- bir
kimse diğer birine kendisiyle hükümdar arasında olan işini düzeltmesi için,
malını hediye verir ve ihtiyacını açıklar. Bu da iki yönlüdür: a- Onun isteği
haram olur. Bu durumda alana da verene de helal olmaz. B- İsteği mübah olur: o
da iki yönlüdür: Hükümdarın huzurunda isteğini açıklaması şartıyla hediye
verir. Bu durumda her ikisine de almakta vermekte helal olmaz. Bir başka çeşidi
de: Bir kimse hükümdara kendisini hakim tayin etsin diye veya başka bir iş için
hediye verirse, bu da her ikisine de haram olur. Muhit’te de böyledir.
(Hindiyye-6) Normal
yollardan hakkını alamayan bir kimsenin sırf hakkını alabilmek için rüşvet
vermesi caizdir. (İslam 4-Said Havva) Rüya: Peygamberlerden başka hiçbir
kimsenin rüyası, ne kendi için ne de başkaları için delil olmaz. (İslam
Akaidi-A. Lütfi Kazancı) Sabah namazına
farzda yetişen kimse: Eğer sünnet kıldığı takdirde ikinci rekatte imama yetişeceğini umarsa
hemen sünnetini kapıda kılar ve ondan sonra içeri girer. Sünneti kapıda kılar
dedik çünkü imam cemaatle namaz kılarken cami içinde imamdan ayrı olarak namaz
kılmak mekruhtur. (Hidaye Tercümesi) Saç ve
bıyıkları boyamak: Saçları ve bıyıkları kına ve benzeri, suyun nüfuzuna engel olmayacak
nitelikteki boyalarla boyamak gusül abdestine mani değildir. (Diyanetten
Günümüz Meselelerine Fetvalar) Sakal ve bıyık
bırakmak: Sakalı
kesmek Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezheplerinde haram görülmektedir. Nevevi,
Rafii, Gazali ve Şafii alimlerinin çoğuna göre sakalı kesmek tenzihen
mekruhtur.(İanetüt Talibinden) Peygamberimizden gelen hadislerden bir kısmında
sakalı uzatmak ve bıyığı kısaltmanın fıtrattan olduğu belirtilmişken, bir
kısmında da açıkça sakalı uzatıp bıyığı kısaltmak emredilmiştir. Ebu Davud’u
şerheden Hattabi, Hz. Aişe vasıtasıyla rivayet edilen ve içerisinde sakalı uzatıp
bıyığı kısaltmanın da bulunduğu on şey fıtrattan olduğu bildirilen hadisin
şerhinde alimlerin çoğunun burada fıtratı sünnet manasına anladıklarını
kaydeder. Hattabi devamla “Bunun manası şudur: Şüphesiz bu hasletler bizim
kendilerine uymakla emr olunduğumuz Peygamberin sünnetlerindendir. Çünkü Cenabı
Hak “Sen onların yollarına tâbi ol” buyurmuştur der...Bunu için sakal vacip
veya sünnettir. (Halil Gönenç-Fetvalar) İbni
Hümam “Kadınlaşan erkeklerin ve bazı mağriblilerin yaptığı gibi, sakalın bir
kabzadan az bırakılmasını hiçbir alim mübah görmemiştir. Sakalı tamamen kazımak
ise Hindli yahudilerin ve İranlı mecusilerin adetidir. Ehli sünnetin bütün
müctehid imamları “Sakalın mütevatir bir sünnet olduğunda ve tamamen kazımanın
haramlığında ittifak etmişlerdir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) Sakalı
kesmek Şafii’ye göre mekruh, diğer üç mezhebe göre haramdır. Sakal duası
sonradan ihdas edilmiştir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Eba
Nuh ile Ced Cemire Peygamber efendimizin yanına girdikleri zaman sakallarını
tıraş etmiş ve bıyıklarını bırakmış oldukları için Peygamber efendimiz onların
yüzüne bakmaktan ikrah etti ve: “Yazıklar olsun size! Bu ne biçim kılıktır.” Diye
onları kınadı. Onlar da Kisra’yı kastederek –Bizim Rabbımız ise böyle
emretmiştir, dediler. Peygamber efendimiz “Benim de
Rabbim bana sakalımı bırakmamı ve bıyıklarımı kestirmemi emretmiştir.”
Dedi. (Bidaye İbni Cerir’den) (Hayatüs Sahabe-1) Bir
tutamdan az olan sakal, bazı Mağriblilerle kadınlaşmış erkeklerin yaptığı gibi
kısaltmaya gelince, bunu kimse mübah görmemiştir. Bütün sakalı kazıtmak ise
hint yahudileri ile Acem mecusilerinin işidir. (Fetih) (İbni Abidin-4) Ebu
Davud şarihi es-Suki, sakalı emreden on kadar sahih hadis zikrettikten sonra,
aksine delil olmadığı için, bu emirlerin vücup ifade ettiğini, bu yüzden sakalı
kesmenin dört mezhebe göre de haram olduğunu söyler. Bir kabzeden az olan
sakalın alınmasını muhanneslik ve bazı Mağribliler’e benzemek olduğunu, bir
kabzeden fazlasının ise alınması gerektiğini delilleriyle anlatmaya çalışır.
(Sübki-Menhel) sakal yokken bıyığı da kazımak, kadına benzemek sayılacağından,
muhanneslik olması itibariyle ikinci bir mahzurlu iş olmalıdır. (Fetvalarla
Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Sakalla
ilgili hadisler ile tatbikata bakan ulema sakalı tıraş etmenin haram olduğu
neticesine varmışlardır. Kadı Iyad bunun mekruh olduğunu söylemiştir. Aynı
mahiyette peygamberimizin söylediği boyama emrini yerine getirmenin farz ve
terkinin haram sayılmaması da bu görüşü destekler. (İbni Hacer) Bazı muasır
alimler bunun bir adet meselesi olduğunu düşünerek mübah olduğunu
söylemişlerdir. Kardavi’de ikinci görüşü tercih eden muasır bir alimdir.
(Kardavi-Helal ve Haram, Şerbasi-Yeselunek) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin
Karaman) Sünnet
miktarı olursa, sakalı uzatmak da mekruh değildir. Sünnet miktarı bir tutamdır.
Nihaye sahibinin açıkladığına göre, sakalın bir
tutamdan fazlasını kesmek vaciptir. Bunun muktezası, kesmemenin günah
olmasıdır. Meğer ki vücup “subût” manasına yorumlana.
(İbni Abidin-4) Sarıkla namaz:
Sarıkla
namaz kılmanın faziletinden bahseden bütün hadisler, ya “mevzudur” ya da “sabit
değildir” damgasını yemişlerdir. Fakat bu, sarıkla namaz kılmanın yasak olduğu
yada genel olarak sarığın şiar olmadığı anlamına gelmez. Gerçi namazın bir
sünneti olduğunu söyleyenler de vardır. Nitekim Allah Resülünün sarıkla namaz
kıldığı sabittir. Fakat genel olarak, sarığın bir islam şiarı olduğunda
çoğunluk müttefiktir. Ebu Davud’un ve daha başkalarının rivayet ettikleri: “Müşriklerle bizim
aramızdaki fark, kalansüveler üzerindeki sarıklardır” hadisi şerifi her ne kadar sahihlik
derecesine ulaşmış değilse de, birçok rivayetlerle desteklendiği için, zayıf
olarak da görülmemiştir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Satılan malın
kusurunun söylenmesi: Malın kusurunu satıcının söylemesi vacip olduğu gibi, bunu bilen
herkesin söylemesi de vaciptir. Peygamberimiz sav “..bu kusuru bilen başkası da söylemezse kendisi için helal olmaz, yani
sorumlu olur.” (İmam Ahmed) Büyük Şafii İlmihali) Satışı çeşitli
zamanlara bağlamak: Satışı hacıların gelişiyle kayıtlamak caiz değildir. Aynı şekilde
satışı hasat, ekini dövme, üzümü kesme ve koyun kırpma zamanlarıyla kayıtlamak
da caiz değildir. Çünkü bu işler ileri geri olmaktadır. (Hidaye Tercümesi) Satranç
oynamak: Satranç,
düşünme ve aklı kullanmağa sevk eden bir oyundur. Şartsız olduğu takdirde bazı
sahabe ile Şafii mezhebine göre caiz ise de Hanefi Maliki ve Hanbeli
mezheplerine göre haramdır. (Halil Gönenç-Fetvalar) Satranç
oyunu Sahabei Kiram döneminde bilinmekteydi. Bu konuda ihtilaf vardır. İbni
Abbas ra ve Ebu Hureyre ra mübahlığı üzerinde durmuş, Hz. Ali ra ve diğer bir
kısım sahabei kiramda kumar noktasını ele alarak haramlığını esas almıştır.
Molla Hüsrev “Satrançla kumar oynarsa yahut satrançla oyalanıp namazı
terkederse şahidliği kabul edilmez. Fakat kumarsız ve namazı terketmeksizin
sadece satranç oynamak bize göre (Hanefi) mekruh ise de İmam Şafiye göre
satranç mübah olmakla, onda içtihada mesağ vardır. Tavla ve dama ise bunun
zıddınadır, çünkü her ikisi de şer’an yasaklanmıştır. Zahirür Rivayeye göre
tahrimen mekruhtur. (ibni Hümam, Molla Hüsrev, Mülteka) (Fıkhi Meseleler-Yusuf
Kerimoğlu) Satranç,
tavla, on dörtlükler gibi her çeşit oyun oynamak mekruhtur. Eğer kumar söz
konusu olmayıp sadece eğlence maksadı ile ise, o zaman vakit zayi etmek olduğu
için yine iyi değildir. (Hidaye Tercümesi) Savaş halinde
namaz kılmak: Göğüs
göğüse savaş halinde, nmazın
velli bir şekli yoktur. Askerlerin her biri kendi
başına muktedir olduğu halde yürüyerek, durarak, binek üzerinde, yüzü kıbleye
doğru olsun olmasın namaz kılabilir. Ruku ve secdeleri işaretle yapar. Yani
başının hareketiyle ruku ve secdeleri yerine getirir. Bu halde namaz kılarken
savaşın gerektirdiği hareket ve darbeler mazeret sayılır, yani sakıncası
yoktur. Ancak namaz esnasında bağırıp çağırmak ve konuşmak mazeret sayılmaz.
Ayrıca mükellef olan kimse, içinde bulunduğu her şiddetli korku halinde, mesela
akan selden veya yırtıcı hayvanlardan kaçışı sırasında bu şekilde namaz
kılabilir. (Büyük Şafi İlmihali) Seferi namaz: Yolculuğa çıkmış bulunan
kişi, bir ihtiyaç için memleketine geri dönse mukim olur. Bir şehirde memur
olsa, asıl köyüne ziyarete gitse mukim olur. Çünkü bu kişi iki vatanlıdır. Bir
kimsenin asıl vatanı kendisi, ailesi ve ev eşyası ile tamamen başka bir şehre hicret
edince batıl olur. Bunun delili hicretten sonra Hz. Peygamber’in kendini
Mekke’de yolcu saymasıdır. Hanefilere göre emniyet içindeyse seferde sünnet
namazlarını kılar. Yolculuğa devam mecburiyeti varsa kılmaz. Muhtar olan
görüşte budur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Bir
kimse namaz kılarken, mukim mi, misafir mi olduğu hususunda şüpheye düşerse 4
rekat kılar. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Vatanı
asli: Kişinin doğduğu veya evlendiği yahut yerleştiği yerdir. İlk vatanında
kimsesi kalmadığı zaman bu vatan yalnız misli batıl olur. İlk vatanında
ailesinden kalanlar varsa batıl olmaz. Her iki vatanda da namazlarını tam
kılar. (İbni Abidin-3) Selam
verilmeyecek davranışlar: Şaka yapan yaşlıya, yalan söyleyen kimseye, boş söz konuşana, insanlara
sövene, sokaklarda kadınların yüzüne bakan kimseye –tevbe ettiği bilinmedikçe-
selam verilmez. Gunye’de de böyledir. Şarkı söyleyene, bevl edene, güvercin
uçurana, hamamdaki veya başka yerdeki açık çıplaklara selam verilmez. Böyle
olanların verdiği selamı iade etmek gerekmez. Gıyasiyye’de de böyledir.
Günahkarla karşılaşınca selama önce başlamamak esahh olan kavildir. (Fetevayi
Hindiyye) Senet, çek ve
bono satışı: Senet,
bono ve çek satmak veya satın almak caiz değildir. Çünkü bunlar para veya meta’
değildir. (Halil gönenç) Sıkışık
hallerde namaz kılmak: “Sizden biriniz
namaza dururken helaya gitmek ihtiyacı duyarsa önce helaya gitsin” (Ebu Davud 1, Tirmizi,
Darimi, Ahmed) Namazı sıkışık bir şekilde kılmanın namazı bozmayacağı görüşünde
olanlar “Hadisteki nehy, namazın dışındaki kişilerle ilgilidir. Bizzat namazla
ilgili değildir. Bilakis namazın hiçbir farzını terketmeden eda eden kimse için
iadesi gerekmez"”dediler. şafiler ve Hanbeliler bu görüştedir. Önce
ihtiyacın giderilmesi sonra namaza durulması menduptur. Hanefilere göre
farzlara ve vaciplere dikkat edilmesi şartıyla bu halde kılınan namaz sahihtir.
Ancak namazda gerekli huzurun sağlanmaması sebebiyle mekruhtur. Zira namazda
aranan husus huzuru kalp ile namazın eda edilmesidir. Bu bakımdan cemaatle namaz
kılarken abdestine sıkışan kimse, ikinci bir cemaat bulamama ihtimali bile olsa
namazı bozup, abdest ihtiyacını giderdikten sonra abdest alıp namazını yeniden
kılar. (İbn Abidin) Şafilerle Hanbeliler bu görüştedirler. İnsan gönlünün arzu
ettiği bir yemek hazırken de yine namaza durmamalıdır. (Ebu Davud Tercümesi 1) Sıkışık
durumda olanla alışveriş: Hanefiler “Sıkışık durumda olan kimsenin alış verişi geçersizdir. Bu
şöyle olur: Adam bir yiyecek, içecek, giyecek vb maddeyi almak zorundayken
satıcı söz konusu malları normal fiyatlarından yüksek, hatta fahiş fiyatlarla
satıyor. Eğer biri malını satmak zorundayken çok ucuza kapatılmak istense onun
da hükmü aynıdır.” Sıkışık bir durumda olan kimseyi düşük ücretle çalıştırmak
da aynı kategoriye girer. “Zarar vermek
de zarara uğramak da yoktur.” (İmam Ahmed, İbni Mace) (İslam 4 Said Havva) Sıvılardaki
necaset miktarı: Sıvı necaseti galizelerde “az” avuç içinden daha az olanlardır.
Bağışlanmış olmasına rağmen az necasetle kılınan namaz, meşhur görüşe göre
tahrimen mekruhtur. Katı necaseti galizede “az” dirhemden 2.17 gr’dan az olan
miktardır. Elbisedeki hafif necasetin azı, elbisenin dörtte birinden az
olandır. Bedende de necasetin bulaştığı kol ve ayak gibi organın dörtte
birinden az olandır. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Sigara: Hanefi fukahası “Haramın
sabit olması için kat’i ve şüphesiz bir delil şarttır” hükmünde müttefiktir.
Tütün insanı sarhoş etmediği için diğer içkilerin yasaklanmasındaki illet
mevcut değildir. Müminler nasıl vacip olan bir ibadeti eda hususunda titizlik
gösteriyorlarsa, tahrimen mekruh olan hususlarda da titiz olmak
durumundadırlar. Hanefi fukahası; istihsanı, kıyas içerisinde müteala etmiştir.
Sigara, gerek insanın sağlığına gerekse malına verdiği zarardan dolayı
mekruhtur. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) Bir
anda zarar verenle, zamanla zararlı olan arasında haram olmaları bakımından bir
fark yoktur. Mali zararı da vardır. “Gereksiz yere saçıp savurma! Zira böylesine saçıp
savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”
Sigaranın haram olduğuna fetva veren alimler şunlardır: Şeyhül İslam Ahmed
Senhuri, İbrahim el-Likani, Ebu Gays el-Kaşşaş, Dımeşk alimlerinden Necmeddin
b. Bedreddin, Yemen alimlerinden İbrahim b. Ceman ve öğrencisi Ebu Bekir b.
El-Ehdel. Hanefi olan Şeyh Ebu Sehl Muhammed İbnul Vaiz der ki: “Kati deliller
onun mekruh oluşunu, zanni deliller de haram oluşunu göstermektedir. Bu nedenle
(tahrimen) mekruh olduğunu savunuyor. Doktorlar geç de olsa sigarada ölüm
mikrobu bulmuşlardır. Şayet ulema bu maddede zarar olduğu konusunda kesin bir
karara varsaydı hiç çekinmeden onu haram kılarlardı. Bizim kanaatimiz haram
olması mekruh olmasından daha kuvvetlidir. Alışkanlık haline geldiğinde
biyolojik ve ekonomik zararın olacağı kaçınılmazdır. (Çağdaş Meselelere
Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Tütün, 15. asırdan sonra, İslâm
ülkelerine girmiştir. O zamandan beri, İslâm uleması onu içmenin hükmü üzerinde
durmuşlardır. Şöyle ki: a. Bâzı âlimler,
tütünün mübah olduğunu söylemişlerdir. Bunu söyleyenler, tütünün zararı
olmadığını ve Şâri' tarafından men'edilmediğini ileri sürmüşlerdir. Halbuki, bugün
tütünün zararları ilmen kesin şekilde ortaya çıkmıştır. Zararsız olduğu
söylenemez. Şâri'nin men'etmediğini söylemek de doğru olmasa gerektir. Zira
Şâri', her haramı ismen tek tek zikretmemiştir. Hüküm, sadece sarih ve hususî
naslarla değil, naslarda geçenlerin haram kılınış illetlerine bakarak yapılan
kıyas ve istidlâl yollarıyla da verilebilmektedir. Bu bakımdan hakkında sarih
nas olmayan bir nesne hakkında kıyas ve istidlâl yoluyla bir hüküm verilmesinde
hiçbir mâni yoktur. b. Bâzıları da sigara içmek mekruhtur, demişlerdir. Bunlar, kıyasla sâbit bir hükme, haram demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sâhibi olmamaları yüzünden bu hükmü vermişlerdir. c. Bâzıları da
sigara içmek, özellikle tiryakisi olmak haramdır, demişlerdir. Bunların mesnedi
ise, sigaranın vücuda zarar vermesi, israf olması ve nafaka mükellefiyetinde
darlığa yol açması gibi sebeplerdir. Bu 3 sebebden biri
gerçekleştiği yer ve durumda, sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise,
mekruhtur. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen) Hem içene hem de o ortamda bulunan şahıslara ve çevreye
verdiği zararlar, israf ve hakların ihlaline yol açabileceğinin kuvvetle
muhtemel olması dikkate alınarak, sigara içmenin kural olarak dinen “harama
yakın mekruh” sayılması gerekir. Ancak beden verdiği zarar ilmen ve tıbben
açıklık ve kesinlik kazanmışsa, açık bir israfa ve kişinin nafaka yükümlülüğünü
etkileyip aile fertlerinin ve bakmakla yükümlü bulunduğu kimselerin nafakasını
kısmasına yol açıyorsa, zorunlu harcamalardan ve asli ihtiyaçlarından bile
fedakarlık yapmaya zorluyorsa, o takdirde sigara içmenin dinen de “haram”
olduğu söylenebilir. Nargile ve enfiye gibi alışkanlıklar da bu çerçevede
değerlendirilebilir. (Diyanet İslam İlmihali-2) Tütün
içmenin hükmü de bundan anlaşılır. Şurunbulali bunu Vehbaniyye Şerhinde şu
sözleri ile manzum olarak anlatmıştır: “Tütünü satmak ve içmekten men edilir.
Oruçta onu içen şüphesiz iftar etmiş olur. Şayet faydalı zannederse keffaret
vermesi de lazım gelir.” (İbni Abidin-4) Tütün
15.asırdan sonra yeni dünyadan islam ülkelerine girmiştir. Tütünün mübah
olduğunu söyleyenler zararı olmadığını ve Şâri tarafından men edilmediği
deliline dayanmışlardır. Halbuki, sigaranın zararı bugün ilmen, kesin olarak
bilindiği için zararsız denemez. Hüküm kaynakları yalnız sarih ve hususi
nasslar değildir. Nasslarda geçenlerin haram kılınış sebeplerine bakılarak
yapılan kıyaslar ve diğer istidlal yolları vardır. Sigara içmek mekruhtur
diyenlerin dayanağı, kıyasla sabit bir hükme haram demekten çekinmeleri ve
sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sahibi olmamalarıdır. Sigaranın haram
olduğunu söyleyenlerin delilleri zarar, israf ve nafaka mükellefiyetidir. Netice
olarak denebilir ki, bu üç sebepten birisinin gerçekleştiği yer ve zamanda
sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise mekruhtur. Her iki durumda da
sigaranın içilmemesi, terkedilmesi dince gereklidir. (Helaller ve
Haramlar-Hayrettin Karaman) Sigaranın
mutlak haram olduğunu söyleyenlerin tutundukları deliller, onun mutlak mubah
olduğunu söyleyenlerin delillerinden hem daha çok hem de daha tutarlıdır.
Sigaranın hükmü mutlak haramla, mutlak mubahın orta noktasından mutlak harama
daha yakındır. Buna da tahrimen mekruhtur denilebilir. Haram diyenler arasında
Şurunbulali, Mesiri, Ed-Dürrül Münteka sahibi Selim es-Senhuri, İbrahim
el-Lekkani, Halid b. Ahmed, İbni Haldun, Necmeddin el-Gazzi, Kalyubi, İbn
Allan, Ahmed el-Behuti. Haramlık gerekçelerinden bazıları Bu kişilerin ağzı
kokar bu da sürekli camiye gelmemelerini gerektirir. Ayeti kerimede “Mümin erkekler ve
mümin kadınlara hak etmedikleri bir şeyle eziyet edenler şüphesiz açık bir
buhtan ve günahtan yüklenmişlerdir.” (Ahzap:58) Sigara içenler
içmeyenler için küçümsenmeyecek bir eziyettir. Eza veren şey aynı zamanda
pisliktir. Ayette “habis” (murdar) şeylerin haram kılındığı bildirilmiştir.
(Araf:157) Sigaranın teneffüs edilen kısmı dumandır, yani ateştir. Suçlulara
ceza aracı olarak yaratılan şeyler insanlar için nimet olamazlar. Sigara hiçbir
faydası bulunmayan safi bir israftır. İsraf ise haramdır. Sigara abesle
iştigaldir. Sigara islam alemine hıristiyan ve yahudilerden geçmiştir. Sigara
insan için zararlı bir şeydir. “zarar ve zarara mukabil zarar yoktur” “Kendi kendinizi
öldürmeyin”(Nisa:29) “Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” (Bakara:
195) Sigara bir çeşit uyuşturma etkisi yapmaktadır. Sigara en
azından şüphelidir. Böyle şeylerde hadiste de belirtildiği gibi harama düşürür.
Sigara konusunda islam halifesinin yasaklaması söz konusudur. Sigara insanı
ibadetten ve zikirden alıkoyar. Sigara tiryakileri oruca zor tahammül ederler.
(Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Fakat
her halükarda tütün ziraatı ve sigara alım satımı yapmaktaki mahzur içilmesinden
daha azdır. Çünkü sigaranın maddesi bizzat (li-aynihi) pis değildir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Her
yıl ABD’de 440 bin, İngiltere de 120 bin insan sigara nedeniyle ölmektedir. Tüm
dünyada bir yıl içinde ölenlerin sayısının 13-14 milyon olduğu tahmin
edilmektedir. (Ribat Dergisi 169.sayı) Sigara kokusu
ve cemaatle namaz: Sigaranın zararı bugün tıbben sabit olduğundan, cami ve cemaatine
gitmesine engel olan sarmısak ile soğan kokusu kadar kerih görüldüğünden onu
içmemek daha uygundur. (Halil Gönenç) Sigorta: Hiçbir tereddüt olmadan
Allah’a tevekkük bazı havassın hâli ve kârı olabilir.
Resulün ümmetine tavsiyesi tedbirdir. Sigortada tedbirlerden biridir. Ancak
sigorta, insanların istikbal endişesini, kaza ve felakete uğrama korkusunu
istismar ederse islamın bunu meşru görmesi düşünülemez. Bilinen üç sigorta
çeşidi vardır. 1- Devlet sigortası, 2- Üyelik sigortası, mesela bir iş koluna
mensup üyelerin, içlerinden birinin kaza ve felakete uğradığı zaman yardım
edilmek üzere periyodik bir meblağ vermeleriyle gerçekleşir. Bu da meşrudur,
teşvike değer bir sigorta çeşididir. 3- Ücretli sigorta. Bir sigortacının kaza,
yangın vb durumlarda zararı ödemek, bunlar meydan gelmezse hiçbir şey ödememek
üzere bir şahısla ücretli sigorta akdi yapmasıyla vücut bulur. Bu şekil
bilhassa sigortacının kazancı açısından islami ahkama aykırıdır, ancak zaruret
halinde (diğer sigorta çeşitleri bulunmadığında) caiz olabilir. (Helaller ve
Haramlar-Hayrettin Karaman) Müslümanların
pirimli sigorta şirketleri kurup işletmeleri caiz
değildir. İslami sigorta kurumlarının bulunmadığı ülkelerde müslümanlar,
mallarını ve sağlıklarını –hayatlarını değil- mevcut sigorta şirketlerine de
sigorta ettirebilirler. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Mal
ve hayat sigortaları yaklaşık yüz yıl önce çıkmış ve islam alimleri bununla
ilgili çeşitli yorumlar yapmışlardır. İslam alimlerinin bir kısmı, sigorta
şirketi haramdır demiş, bazıları da içinde faiz olmamak şartıyla helal olduğuna
hükmetmiştir. Haramdır diyenlerin delilleri şunlardır; çünkü bu akidde aldanma mevcuttur. Bir nevi kumardır. Faiz ihtiva
etmektedir. Başkasının malı haksız yere alınmaktadır vb sebepler ileri
sürmüşlerdir. Helaldir diyenlerin delilleri ise şunlardır: Sigorta akdinin bir
satış akdi olmadığını, aksine felakete uğramış kimselerin zararının
hafifletilmesi için bir yardım ve dayanışma akdi olduğunu, ayrıca zarara
uğrayan kişinin tek başına bu yükü kaldıramayacağını, ancak başkasının
yardımıyla bu felaketi izale edeceği gibi sebepler ileri sürmüşlerdir. (Büyük Şafi
İlmihali) Kapitalist
sistemde herkesin hayatını sadece kendi imkanlarına dayanması esastır. Eğer bir
kişi yaşlılığı için bir kenara bir koymazsa, yaşlılığında yoklukla yüz yüze
gelebilir; eğer bir kişi çocuklarına bir bırakmadan ölürse, çocukları bir parça
ekmek bulamadan kapı kapı dolaşacaklardır. Hasta
olduğunda birikmiş parası olmayan kişi tedavisini bile sağlamaya muktedir
olamayacaktır; evi yanan, iflasa uğrayan veya başına başka bir çeşit ani
felaket gelen kişi yine bir birikimi yoksa hiçbir yerden hiçbir destek bulamaz.
İslam, beytül mâl varolduğu sürece sizin için hiçbir açlık ve barınak yokluğu
tehlikesi olmayacaktır. (Siret Ansiklopedisi-2) Sövmek: Eğer bir kimse bir başkasına
“Ey orospunun oğlu” diye söver ve o kimsenin annesi de sağ olmadığı için onun
yerine oğlu davacı olursa ona ceza lazım gelir. (Hidaye Tercümesi) Bir kimsenin
bir müslümana zina isnad etmeyip, sadece ona fasık, kafir, habis yahut hırsız
demesi de idari cezayı gerektirir. (Hidaye Tercümesi) Susuz kalmak
ve içki içmek: Bir şahıs şarap içmeye zorlansa veya haram olduğnu
bilmeyerek içse cezalandırılmaz. Susuzluğu gidermek için içki içerse
cezalandırılır. Çünkü içki susuzluğu gidermez. (Ahkamus Sultaniyye-İmam
Maverdi) Sünnetle farz
arasında konuşmak: Sünnetle farz namaz arasında konuşmak namazı ifsad etmezse de sevabı
eksiltir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Sünnet
namazları: Sünnet
namazları farzlarda meydana gelen eksiklikleri tamamlamak ve kıyamet gününde
Allah’ın huzurunda farzlardaki eksiklikler için bir gerekçe olarak kullanılabilir.
Muhakkik alimler, imamın müstehap namazları sık sık
terketmesi gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü cemaat zamanla bu namazları
vacipmiş gibi algılayabilir. İnsan bankalarda yatan malını ve servetini
artırmayı düşünür de niçin Allah katında değer ifade edecek olan iyiliklerini
artırmayı düşünmez? Kıyamet gününde insanın hesaba çekileceği ilk şey namazdır.
İlk önce farz namazlarına bakılır. Şayet farz namazlarını tam eda etmişse
bırakılır yoksa sünnetlere bakılır onda da eksiklikler varsa bu sefer nafile
namazlara bakılır. Farz namazlarından eksik olanlar bu sünnet ve nafile
namazlarıyla tamamlanır. Şunu da belirtelim ki bir müslüman rükünlerini,
adaplarını ve şartlarını tam manasıyla yerine getirdiği müddetçe farz
namazlarıyla yetinmesinde herhangi bir kusur ve günah olmaz. Peygamber sav:
Sadece farz namazlara, ne bir ekleme ne de bir eksitme
yapmaksızın kılacağını söyleyen adam için “Eğer sözünde durursa felah bulur” veya “Eğer
söylediklerini yaparsa cennete girer buyurmuştur” (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Sünnet
namazları evde kılmak: Bu secde yerlerinin çoğalması için yapılır. Farzı camide kıldıktan
sonra eve gelip sünneti evde kılmak daha efdaldir. (Büyük Şafi İlmihali) Sünnet
namazların terki: Sünnet namazlar sünneti müekkede ve sünneti gayri müekkede olarak ikiye
ayrılır. Sünneti müekkede olan namazlar, Peygamber sav efendimizin devamlı
kılıp pek az terketmiş oldukları sünnetlerdir. Bu sünnetlerin yapılması sevaptır. Kasden terk edilmesinde azap yok
ise de itab (azar) vardır. Ancak aşırı yorgunluk,
hastalık vb durumlarda sünnet namazlar terk edilebileceği gibi yolculuk
esnasında seferi durumda da terk edilebilir. Sünneti gayri müekkede; Peygamber
Efendimizin ibadet maksadı ile arasıra yapmış oldukları şeylerdir. Bu sünnetlerin
yapılması güzeldir. Sevaba ve Peygamberimizin şefaatine vesiledir. Kılanlar,
sevabını alırlar; terk edilmesi ise azarlanmayı gerektirmez. (Fetvalar-Diyanet
Vakfı) Mesele
hakkında Hanefi mezhebinden İbni Nüceym gibilerin Şafii görüşüne meyletmeleri
de hesaba katılarak, kırkbeş elli yaşlarından sonra
namaza başlamış birisi gibi çok fazla kaza namazı olanların, sünnet yerine
terkettiği farzların kazalarını kılmaları daha uygundur. Ancak bu görüşü tamim
etmek ve bununla fetva vermek doğru olmaz. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk
Beşer) Sünnetin
terki: Sünneti
terk eden cehennem azabına layık olmaz. Fakat şefaatten mahrum olup itaba layık
olur. Sünneti işleyen şefaata nail olur. (Fetvalar-1
Nevzat Akaltun) Şarap
imalatçısına üzüm satmak: Şarap imal edeceği bilinen kişiye üzüm şırasını satmakta beis yoktur.
Çünkü bununla direkt masiyet söz konusu değildir. (Hidaye Tercümesi) Şirayı
içki yapan adama satarken maksad ticaret ise haram değildir. İçki yapması için
verilirse haramdır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Şarkı
söylemek: Şarkıcı
ve şiirin güzeli güzel, çirkini de çirkin ve haramdır. Ancak, çalgılı aletlerle
olursa mutlaka caiz değildir. (Mühezzeb) Ashabı Kiram ile büyük islam
alimlerinden şiir ve kaside yazmamış (söylememiş) olanı hemen hemen yok gibidir. Binaanaleyh şiir ve şarkı söyleyip
yazmakta herhangi bir sakınca yoktur, yeter ki islamın getirdiği ölçüler
dahilinde olsun. (Halil Gönenç-Fetvalar) Şek gününde
oruç: Bir
kimse şek gününde nafile oruca niyet etmiş olursa, sahih olan kavle göre, bunda
bir beis yoktur. Eğer bu günün Ramazandan olduğu ortaya çıkarsa, o kimse
ramazan orucunu tutmuş olur. Şaban ayından olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç
nafile olur. Bu durumda orucunu bozarsa, kaza etmesi lazım gelir. Çünkü bu
oruca açıkça nafile niyeti ile başlamıştır. Kadıhan’da da böyledir. (Fetevayi
Hindiyye) Şek
günü, yani Ramazandan olduğu kesin olarak bilinmeyen şabanın otuzuncu günü
Ramazan diye oruç tutulamaz. Ancak eğer istenirse nafile olarak tutulabilir.
(Hidaye Tercümesi) Şeriat kabuk
mu? Bazıları
“Şeriat, meyvenin kabuğu gibidir, daha içi var, özü var diyorlar” halbuki
insanı küfre götüren sözler ve fiillerle ilgili kitaplara baktığımızda şeriatı
küçümsemek, hor görmek; herhangi bir yolu, sistemi, metodu, hükmü ondan üstün
görmek, beğenmek, bağlanmak küfür sebebi olarak sayılmıştır. Ancak biz
biliyoruz ki bu müslümanlar şeriatı küçük gördüklerinden dolayı böyle
söylemiyorlar. Şeriatı daha güzel yaşama adına bunu söylüyorlar. Fakat aynı
sözün şeriatı küçük görme manasına da geldiğini bilip kelimeleri ona göre
seçmek gerekir. Öyleyse tarikle sıratı karıştırmayalım. Sıratı müstakiym de
olmamız bize yeter. Başka yollara, hele şeriatı yetersiz görüp, daha ileri
götüreceğini iddia eden yollara asla ihtiyaç yoktur. (Surelerle Yolculuk-Mustafa
Uzun) Şevval orucu: İmam Malik’ten: “Ramazan
Bayramından sonra altı gün oruç tutan hiçbir alim ve fakih görmedim. Ashaptan
hiçbirisinden de bu konuda bir rivayet bana gelmedi. Ancak alimler, bazı
cahillerin bu altı günü Ramazana dahil etmelerinden ve bir bidat
uydurmalarından korkarak bunu mekruh bulmuşlardır. Şayet alimler bu konuda
ruhsat vermiş olsalardı, onların da bayramdan sonra altı gün oruç tuttuklarını
görürlerdi. (Muvatta 2-İmam Malik) Müekked
nafile oruçlardan biri de Şevvalin altı gününde tutulan oruçtur. Nitekim Eyyup ra’den Rasulullah sav’in şöyle buyurduğu rivayet
olunmuştur: “Kim Ramazan orucunu tutar ve
ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, bütün yıl oruç tutmuş gibi olur.”
(Müslim-Sıyam:204, Tirmizi-Savm:53, Ebu Davud-Savm:58) Sevban ra’den Rasulullah
sav şöyle buyurdu: “Kim Ramazanda ve bayramdan sonra altı gün oruç tutarsa
bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur. Çünkü kim bir iyilik yaparsa onun için
on katı sevap vardır.” (İbni Mace-Sıyam:2,33
Nesai-Sıyam:39) (Allah
Dostları-İmam Şevkani) Şeyh
değiştirmek: İmam
Suyuti; Bir şeyhe daha önce bağlanmışken sonradan başka birine bağlanan insan
bunlardan hangisine bağlılığını sürdürmesi lazımdır? Sorusuna: “Ne buna ne ona
bağlanmak mecburiyetinde değildir. Çünkü bağlanma mecburiyetinin hiçbir aslı
yoktur. Zira tek asıl ve esas islam cemaatine ve onun imamına bağlanmaktır”
demektedir. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva) Şeyhi
olmayanın şeyhi: Şeyhi olmayan, yani şeri ilimleri öğretecek kimsesi bulunmayan, daha
doğrusu ne öğrenen ve de öğrenmeyi kabul eden kimse demektir. Böylelerinin
şeyhi şeytandır. Ama ilim ışığında seyreden kimsenin şeyhi ilim ve şeriattır.
Usûl alimleri bizzat sahabinin sözünü kabul etmemişlerdir. Sahabinin sözü
bağlayıcı değilken başkalarının sözü nasıl bağlayıcı olabilir? Bu cümlenin
anlamı sadece bir tek ihtimal halinde sahih olabilir. Şöyle ki; kendi kendine
şeri ilimleri öğrenmeye gücü olmayan cahil bir insan, bidat ve hurafeler içinde
yüzmektedir. İbadet ve muamelelerinde ve diğer tasarruflarında bilmeden hareket
etmektedir. Böyle bir kişinin şeyhi şüphesiz şeytandır. Ama kendi kendine
öğrenme kudreti olan ve sahih ilmin ışığında seyreden bir insanın şeyhi,
kitapları ve sahih ilimdir. ilmi ehlinden alan kimsenin şeyhi de kendilerinden
ilim aldığı kimselerdir. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva) Şeyhin resmini
öpmek: İster
şeyh, ister alim veya herhangi bir büyüğün resmini, ona tazim ve ondan himmet
beklemek niyetiyle taşımak ve öpmek caiz değildir. Çünkü bu hem dinimizin
“sadece Allah’tan yardım dileme” prensibine aykırı; hem de batıl din
mensuplarının resim ve şekillere tapmalarına benzemesi açısından mahzurludur.
(Fetvalar-Diyanet Vakfı) Şeyhin vasıta
olması: Günümüzde
bazı insanlar bâtıl bir kıyas yaparak şöyle diyorlar: “Efendim, nasıl ki bir
belediye başkanının, devlet başkanının yanına girmek, herhangi bir işini görmek
için bir adamını bulman gerekiyorsa, Allah’a ve Resulüne ulaşmak için de
mutlaka bir vasıta gerekir. Hatta direkt olarak Allah’a ulaşılamaz. Önce veli
bir kula ulaşacaksın. O seni yetiştirecek, Resule ulaştıracak. Sonra Resul
yetiştirecek Allah’a ulaştıracak” bunlar tamamen islam dışı sözlerdir. Peki
islam dışı olduğuna delilimiz nedir? Birincisi; Allahu teala ne belediye
başkanıdır ne de devlet reisidir ki kapısında kapıcılar bulunsun. Allah,
peygamberlerin, velilerin, mürşidlerin nasıl Rabbi ise, bizim de Rabbimizdir.
Onlara karşı başka bize karşı başka değildir. Araya vasıta konulmadan kendisine
ulaşılamayanlar zalimlerdir. İkincisi; Fatihayı okuyan herkes “Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım
dileriz” ayetini okuyor. Bu Rabbimizle karşılıklı konuşmadır. Madem ki biz
direkt Allah’ın huzuruna gidemiyorsak, Ona ulaşamıyorsak, ne diye kendimizi
kandırıp sanki Rabbimizin huzuruna kabul edilmiş gibi karşılıklı konuşma
kipiyle konuşuyoruz? Demek ki, bize şah damarımızdan daha yakın olan Rabbimizin
huzuruna girmek, Ondan birşeyler istemek için herhangi bir vasıtaya ihtiyacımız
yoktur. Eğer böyle olmayıp da aracılara ihtiyaç olsaydı bu bize zulüm olurdu.
Çünkü benim Rabbime her an ihtiyacım var. Ne zaman, ne isteyeceğim belli olmaz
ki. Ben her an aracıları nasıl bulacağım. Kaldı ki aracılar da zaten Rabbime
muhtaçlar. (Surelerle Yolculuk-Mustafa Uzun) Tadili erkan: Vaciptir. Rüku, secde vb
hareketlerde azalar kalkma, doğrulma gibi durumlarda teskin olmalıdır. Öyle ki,
ruku ve secdede, bunlardan kalkınca bir tesbih miktarı mafsallar mutmain
olmalı, her uzuv mahallinde istikrar etmelidir. (İslam Fıkhı
Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Taklid: Taklid Maturidi mezhebine
göre caizdir. Mutezile ulemasına göre caiz değildir. Bize göre taklid yapan
kimse günahkardır. Her ne kadar delilleri terk ettiğinden dolayı günahkar olsa
da mukallidin imanı sahihtir. Sonunun kötü olabileceğinden korkmak haktır.
(Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Tasavvuf ilmi:
İmam Rabbani
der ki: “Yarın kıyamette bize sorulacak olan şeriattır, tasavvuf değil. Cennete
girmek, cehennemden kurtulmak ancak şeriatı uygulamaya bağlıdır. İlim ehli
kendi kurtuluşlarına ilave olarak çevrelerindekileri de kurtarırlar. Ama
tasavvuf ehli sadece kendilerini kurtarırlar. Bu yüzden ehli ilim, ehli
tasavvuftan üstündürler. Eğer sofi tasavvuf ilmi yanında şeriat ilmini de
alırsa o zaman kendisi de şeriat alimlerine dahil olmuş olacaktır.
(48.mektuptan) (Tasavvufi Yorumlarıyla Kırk Hadis-Sadreddin Konevi) Seyyid
Ahmed Rufai der ki: “Tarikat, şeriatın aynı, şeriat da tarikatın aynıdır.
İkisinin arasında olan fark lafızdadır. Maddeten ve manen netice birdir.
Şeriatın kabul etmeyip reddettiği her şey zındıklıktır. Bilip bilmeyen birtakım
kimse daima (filan şöyle dedi) (falan evliya böyle söylemiş) diye konuşmak
nasıl olur? Bu sözler, bu işler boştur. Ancak ehli sünnetten olan
müctehidlerimizin söylediklerine uygun ise ona bakmalıyız. Kulluk muamelesini,
kulluk işlerini bunların dedikleri ölçüde tasdik etmeliyiz, işlerimizi onunla
ayarlamalıyız, ondan sonra da tefekkür edebilirsiniz.” (İslam Dini)
(İkaz-Mehmet Güleç) İnsana
öncelikle lazım olan, ehli sünnet vel cemaat görüşünün iktiza ettiği biçimde,
itikadını düzeltmektir ki bu zatlar, fırkai naciyedir. İkinci olarak, fıkhi
hükümlere göre, yararlı salih amelleri işlemektir. Şayet, tevfiki ilahi müsait
olursa, farzları, sünnetleri, vacipleri, müstehapları, helali, haramı ve
şüpheli işleri öğrenip anlatılan itikada ve amele dayalı iki kanat dahi hasıl
olduktan sonra, hakikat alemi canibine uçmak mümkün olur. İtikada ve amele
dayalı iki şeyin husulü olmadan; hakikat alemi canibine uçmak muhaldir.
(Mektubatı Rabbani-95.mektup) Sofiyye
yoluna girmekten maksad; imanın hakikatı sayılan şeriata bağlı itikadlara karşı
yakini artırmaktır. Fıkıh hükümlerini yerine getirmekte kolaylık yolunu
bulmaktır. İş, bunun ötesinde birşey değildir. (Mektubatı Rabbani-207.ve
210.mektup) Meselelerden
bir meselede, ulema ile sofiyye ihtilaf halinde olduğu zaman, tam bir şekilde
mülahaza edilince görülecektir ki, Hak ulema tarafındadır. (Mektubatı Rabbani
266.mektup) Sonuç olarak denilebilir ki, bugün
tasavvufun tamamen kaldırılması düşüncesinde olanlar olduğu gibi, işlenmekte
olan yanlış inanış ve amellerin temizlendiği tasavvufu savunanlar da vardır. Bu
isimlerden aklıma gelen bazıları şunlardır: Yusuf Kerimoğlu, Said Ramazan Bûti,
Yusuf el-Kardavi, Halil Gönenç bu isimlerin başında sayılabilir. Tavla oynamak:
Tavla
oynamak cumhuru ulemaya göre haramdır. Peygamber sav “Tavla oynayan kimse sanki elini domuz et ve
kanı ile boyamış gibidir.” (Müsnedi Ahmed ve Ebu Davud) (Halil
Gönenç-Fetvalar) Tavla
ve iskambil oynayan günaha girer. Söz de olsa, oyun da olsa insanı kötülüğe,
günaha, cehenneme götürür. Resulullah sav bunlardan nehyetmiştir.
(Fetvalar-Nevzat Akaltun) Tavuk: Tavuk kesilip karnı
yarılmazdan, tüyünü yolmak için kaynar suya atılsa o tavuk necis olur. (Bu
surette o tavuk yolunup karnı temizlendikten sonra üç defa temiz su ile yıkansa
tavuk eti temiz olur.) (İbni Nüceym) (Fetvalar-Nevzat Akaltun) Süt,
bal ve pekmez üç defa kaynamakla, şarapla pişen et üç defa kaynatılıp
soğutmakla temizlenir. Keza içi yarılmadan yolmak için kaynar suya atılan
tavukta öyledir. Fetih’te tavuğun ebediyyen temizlenmeyeceği bildiriliyor. Ama
Ebu Yusuf’a göre temizlenir. Buradaki illet tavuğun kaynamakla pisliği
çekmesidir. Ancak et, kaynadıktan sonra pisliği içecek ve etin içine işleyecek
kadar durmadıkça mezkur illet sabit olmaz. Kaynar su ile yolunan ette bunların
ikisi de tahakkuk etmemiştir. Zira su, kaynama derecesine varmaz. Et dahi suyun
içinde yalnız sıcaklık cildin dış kısmına ulaşacak kadar durur. Şu halde kaynak
su ile yolunan kuzu etinde evlâ olan, üç defa yıkamakla temizlenmesidir.
Şerefetül Eimme tavuk, işkembe ve kaynak ile yıkanan kuzu hakkında buna kail
olmuştur. Bahr sahibi de onu tasdik etmiştir. (İbni Abidin-1) Tavuk
vb hayvanlar usulüne göre kesilip ölünce, kolay yolmak için sıcak suya
batırılması halinde yalnız derisi pislenir, pislenen deri ise yıkamakla
temizlenir ve yenir. (Helaller ve Haramlar-Hayreddin Karaman) Tayyi mekan: Kim bir veli için tayyi
mekan (Aynı anda birden fazla yerde bulunmak, göz açıp kapayana kadar uzak
mesafeleri aşmak) caizdir derse cahildir. Hatta bazıları tekfir etmiştir. Irak
uleması; bu ancak mucize olur. Ona keramet diye inanmak cehalet veya küfürdür,
demişlerdir. Horasan ve Batı Türkistan uleması onu bir keramet olmak üzere
ispat etmişlerdir. Bu meselede İmam Muhammedin bu sözünden başka diğer üç
imamdan bir nakil yoktur. (İbni Abidin-7) Taziri (dayak)
gerektiren suçlar: İçki içenlerin yanında bulunan şahıs –içmese bile- içki şüphesi ile
tazir olunur. Yanlarında içki şisesi bulunan şahıs, tazir olunur ve hapsedilir.
İçki satan ve faiz yiyen müslüman, tazir olunur ve hapsedilir. Keza, teganni
edip, şarkı, türkü söyleyen, ölü için birşeyler söyleyerek ağlayan ve kadın
gibi davranan kimseler, tevbe edene kadar tazir ve hapsolunurlar. Nehrül
Faık’ta da böyledir. (Fetevayi Hindiyye) Tefsir kitabı
ve abdest: Kuran
lafızları tefsir kısmından daha çok olursa o tefsiri abdestsiz tutmak haram
olur. Diğer halde bu tür kitapları tutmak için abdest almak menduptur. (İslam
Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Tefsir
kitaplarına abdestsiz el sürülemez. Bunun dışındaki dini kitaplara el sürmek
için abdest almak menduptur. (Nimeti İslamdan) (Din Görevlisinin El
Kitabı-Mevlüt Özcan) Tek kişi
imamın neresinde durur: Açık olan rivayete göre tek kişi imamın tam hizasında durur. İmam
Muhammed ise “Ayak parmaklarını imamın ökçesi hizasına koyar” demiştir. İki
kişi olursa arkada dururlar. Hadise göre efdali budur. İbni Mesud’dan gelen
esere göre ise imamın ortada olması da caizdir. (Hidaye Tercümesi) Telkin vermek:
Hanefi
mezhebine göre, definden sonra telkinden ne nehyedilir ve de onunla emredilir.
Tercih yapmamakla beraber telkini meşru görmüşlerdir. Bazı kimselerin telkin
verecekleri vakit, cemaati kabrin başından uzaklaştırmalarının hiçbir mesnedi
yoktur. (Dürretül Fahireden) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Cenaze
defnedildikten sonra telkin yapılmaz. Ama yapılırsa mâni de olunmaz. Cevhere de
bunun ehli sünnete göre meşru olduğu bildirilmiştir. Şu kadar demek kâfidir:
“Ey fulan oğlu filan! Hangi dinde olduğunu hatırla ve Rab olarak Allah’a din
olarak islama, Peygamber olarak da Muhammed’e razı oldum de” Ya Rasulallah babasının
adını bilmezse ne yapacak? Diyenler oldu. “Adem ile Havva’ya nispet eder”
buyurdular. Kabirde soru sual edilmeyene telkin yapılmamalıdır. Esah kavle göre
peygamberlerle müminlerin çocuklarına kabirde sual yoktur. (İbni Abidin-3) Teravih
namazı: İki
rekatta bir selam vererek kılınır. Dört rekatta bir selam vererek kılınması
sahih değildir. Şunu ifade edelim ki bu bir sünnet namazdır, 20 rekat kılmak
şart değildir. İki rekat, sekiz rekat veya yirmi rekat kılınabilir. (Büyük
Şafii İlmihali) Vitirden
önce ve sonra kılınabilir. Bir kimse teravihin bir kısmına yetişemezde imam
vitire kalkarsa, imamla birlikte vitiri kılar; sonra da yetişemediği kısmını
tamamlar. Teravih yirmi rekattır. Fethul Kadir’de beyan olunduğuna göre delilin
muktezası sekiz rekatın sünnet olmasıdır. Kalanı müstehabdır. (İbni Abidin-2) Teravih
namazında acele etmek: Namazlarını kalbi ve bedeni huşudan yoksun kılan veya kıldıranlara
tavsiyem şudur: Teravih namazlarını huşusuz yirmi rekat kılmaktansa sekiz rekat
huşulu kılmak daha hayırlıdır. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Teravih
namazında işlenen bidatlar: Teravih namazı kılarken her iki veya dört rekatın
selamından sonra; müezzin, cemaat ve hatta imamlar hep bir ağızdan yüksek sesle
ilahi, salâvat ve tekbirler getirmeleri de sünnete muhalif ve mekruhtur. Bunlar
bidattır. Zira tervihadan maksat, kılınan rekat kadar
istirahat yapmak ve huzuru bozmadan sessiz olarak tesbih, tehlil veya tefekkür
gibi amel ve hallerle meşgul olmak sünnete uygun olanıdır. Teravih namazını
kılmak için mahalle camilerini bırakıp başka camilere giden günahkarların
halleri de ayrı bir bidattır. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal) Teravih
namazında niyet: Her iki rekat başında, tervih için niyet etmeye ihtiyaç yoktur. Esah
olan da budur. (Fetevayi Hindiyye) Teravih
namazında her selamdan sonra, namazdan çıkılacağı için, yeniden niyet
edilmelidir. Hilaftan kurtulmak için bunun daha ihtiyatlı olduğunda şüphe
yoktur. (İbni Abidin-2) Tesbih
kullanmak: Gösteriş
olmamak şartıyla tesbih kullanmakta beis yoktur. (İslam Fıkhı
Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Teşehhüdde dua
okumak: İkinci
teşehhüdden sonra Kuran ayetlerine ve varid olan dualara benzer dualar
istendiği kadar yapılabilir. Zira İbni Mesud ra rivayetine göre Peygamber
efendimiz sav ona: “Teşehhüdden sonra duaların en güzelini ve senin hoşuna en çok gidenini
seç” (Ebu Davud) (Hidaye
Tercümesi) Teşehhüde ve
parmak: Elleri
uyluğun üzerine koyar. Parmakların arası az açılır, uçları dizlerin üzerine
konur, fakat en sahih olan görüşe göre, ellerle diz kapakları tutulmaz. Mutemed
olan görüşe göre, kelimei şehadet getirirken sağ elin işaret parmağı, “Lâ”
derken kaldırılır, “illallah” derken indirilir ki bu kaldırma ve indirme
işaretleri ile Allah’ın eşinin bulunmadığı teyid edilmiş olsun. Oturuşta
parmakların hiçbiri yumulmaz. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli) Dört
mezhebe göre de sünnettir. Hanefiler, teşehhüdün sonunda “Lailahe” sözünü
söylerken işaret parmağını kaldırır “illallah” sözünü söylerken işaret
parmağını indirir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan) Şehadet
getirirken şehadet parmağıyla şehadette bulunmaz. Fetva buna göredir. Lakin
mutemed olan kavil Kemal, Halebi, Şeyhul İslam vb gibi müteahhirinin sahih
buldukları kavildir ki o da şehadet parmağı ile işaret etmesidir. Çünkü
Peygamber sav bunu yapmıştır. Ulema bu kavli İmam Azam ile İmam Muhammed’e
(tarafeyn) nispet etmişlerdir. Nefi’ ederken kaldırır, ispat ederken indirir.
İşaretin şekli şehadet getirirken orta ve bağ parmak halka yapılarak ve küçük
parmakla yüzük parmak yumularak, şehadet parmağı ile işaret etmektir. Ayni’de
parmak kaldırmanın müstehap, Muhit’te ise sünnet olduğu bildirilmiştir. Bu iki
sözün arasını bulmak için sünneti gayri müekked demek mümkündür. (İbni
Abidin-2) “...şehadet parmağıyla işaret ederdi.” (Müslim)
İmam Muhammed, sağ elin baş parmağı ile orta parmağını halka yapmak, diğer iki
parmağını yumarak şehadet parmağını kaldırmakla olur, der. Bazıları parmakların
yumulmadan işaret edileceğine, birtakımları da baş parmağı diğer parmakların
altına getirmek sureti ile parmağı kaldıracağını söyler. Şehadet parmağının
kaldırılmasına lüzum görmeyenler de bulunmuşsa da onların kavilleri sahih
rivayetlere muhaliftir. Şehadet parmağıyla işaret yapılırken tevhidi yani
Allah’ın birliğini, ihlası niyet etmek gerekir. (Sahihi Müslim Tercümesi-Ahmed
Davudoğlu) “Hz. Peygamber sav, sol elini dizi üzerine
yayar, sağ elinin bütün parmaklarını kapatarak, şehadet parmağı ile işaret
ederdi. Gözü ile de ona bakardı.” (Müslim, Ebu Avane,
İbni Huzeyme. Humeydi Müsnedinde yine Ebu Ya’la Müsnedinde İbni Ömer’den sağlam bir isnadla şu ilaveyi
yapmışlardır: “Bu şeytanın figanıdır. Hiçbir kimse, onun böyle yapmasından
ötürü yanılmasın” Humeydi’nin kendisi de
parmağını diker ve şöyle derdi: “Müslim b. Ebi Meryem diyor ki: bana bir adam
Şam’daki bir kilise de Peygamberlerin namazda böyle yapar vaziyette resimlerini
gördüğünü nakletti.” Ben derim ki bu hoş ve garip bir nüktedir. Senedi de o
şahsa kadar sağlamdır. Hz. Peygamber sav şehadet
parmağıyla kıbleyi işaret ettiği zaman baş parmağını orta parmağının üzerine
koyar (Müslim, Ebu Avane) bazen de bu iki parmağı ile
halka yapardı (Ebu Davud, Nesai, İbnul Carud el-Munteka, İbni Huzeyme, İbni
Hibban, es-Sahih sağlam bir isnadla. İbni Mulakk’ın
da hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hadisin İbni Adiyy’de
de bir benzeri vardır. İmam Tahavi “bununla dua
ederdi” ifadesi hakkında şöyle diyor: “Bu hadiste olayın namazın sonunda
olduğuna delil vardır.” Ben diyorum ki yine bu hadiste işaretin ve parmağın
hareketinin selama kadar devam etmesinin
sünnet olduğuna delil vardır. Çünkü dua selamdan öncedir. Bu Malik ve
başkalarının mezhebidir. İmam Ahmed’e sormuşlar “Kişi parmağı ile namazda
işaret eder mi?diye. ahmed kuvvetli bir ifade ile “evet” cevabını vermiştir.
İbni Hani bunu “Mesail”inde nakletmektedir. Buradan
anlaşılmaktadır ki; teşehhüdde parmağı hareket ettirmek Hz. Peygamber’den
çıkmış bir sünnettir. Ahmed ve diğer hadis imamları bununla amel etmişlerdir.
Bunun namaza yakışmayan abes bir şey olduğunu iddia eden bir takım kimseler
Allah’tan korksunlar. Onlar böyle yapmanın Hz. Peygamberden sabit olduğunu
bilmelerine rağmen bu düşünceyle parmaklarını hareket ettirmiyorlar. Onlar
bunun tevilinde de Arap üslubunun delalet etmediği tarzda tevilinde
zorlanıyorlar ve müctehidlerin anlayışlarına muhalif hareket ediyorlar. Ne
gariptir ki; onlardan bir kısmı, sözü sünnete ters düşse de, bu meselenin
dışındaki meselelerde imamı müdafaa ediyorlar. Delil olarakta şunu ileri
sürüyorlar: imamın yanıldığını söylemek o müctehidi kötülemek ve ona saygısızlık
etmektir. “Sonra bunu unutuyorlar, bu sağlam ve Hz. Peygamber’den sabit olan
sünneti reddedip onunla amel edenlerle de alay ediyorlar. Bilerek veya
bilmeyerek bu alaylarının kendi imamlarını da içine aldığının farkında
değiller. Çünkü, sünneti bize getiren bizzat O’dur. Sünnetle amel etmek onunla
alay etmektir. İşaretten sonra parmağı indirmek, ya da onu Kelime-i Tevhiddeki (Lâ) ve (illa) lafızları ile kayıtlandırmak ise,
tamamen sünnette yeri olmayan, hatta bu hadisin delaletine ters düşen bir
husustur. Şehadette parmağın hareket ettirilmeyeceğini bildiren hadis, isnat
yönünden sabit ve sağlam değildir. Sağlam
bile olsa hadis olumsuz mana bildirmektedir. Bu hadis ise olumlu mana
ortaya koymaktadır. Alimlerce bilindiği üzere, müspet mana menfiye tercih edilir.
“Hz. Peygamber sav parmağını kaldırdığı
zaman hareket ettirerek dua ederdi. (Ahmed, Bezzar, Abdulgani
el-Makdisi, hasen bir isnadla Beyhaki) “Hz. Peygamber her iki teşehhüdde de
böyle yapardı. (Nesai, Beyhaki sahih bir isnadla) (Hadislerle Hz. Peygamberin
Namaz Kılma Şekli-Elbani) Tevazu: Ali ra’den: Üçe şey tevazunun başıdır. 1. Kişinin rastladığı kişiye önce selam
vermesi 2. Meclisin aşağı yerinde oturmaya razı olması 3. Riya ve gösterişten
hoşlanmaması. (Kenz) (Hayatüs Sahabe-3) Teyemmümde
yüzük: Fakihler,
teyemmüm esnasında, abdestin hilafına teyemmümde yüzüğün çıkarılmasını beyan
etmişlerdir. (Hidaye) Top oynamak: Top oynamak namazın terkine
vesile olursa veya islama muhalif başka hareket olursa o cihetten haram olur.
Yoksa haddi zatında haram değildir. (Halil Gönenç-Fetvalar) Tuvalet yeri
ve kıble: Eğer
o yer, abdest bozmak için tahsis edilmişse (tuvaletler gibi) yüzü veya sırtı
kıbleye vermek caizdir. (Büyük Şafii İlmihali) Tüp bebek: Kadın veya eşindeki bir
kusur sebebiyle, tabii ilişki ile gebeliğin gerçekleşmesi mümkün olmadığı
durumlarda döllendirilecek yumurta ve sperm, her ikisi de nikahlı eşlere ait
olmak, doğacak çocuğun maddi, ruhi ve akli sağlığı üzerinde olumsuz bir
etkisinin olmayacağı tıbben sabit olmak şartıyla, tıbbi usüllerle gebe kalmalarında,
islami hükümler açısından bir sakınca yoktur. (Fetvalar-Diyanet Vakfı) 1986
yılında Amman’da yapılan İslam Konferansı Teşkilatına bağlı İslam Fıkıh
Akademisi bu konuda şu sonuca varmıştır: 1- Kocanın sperminin yabancı bir
kadından alınan yumurta ile döllendirilerek karısının rahmine yerleştirilmesi,
2- Yabancı bir erkekten alınan spermin kadının rahmine yerleştirilmesi, 3-
Oluşan embriyonun başka bir anne adayına yerleştirilmesi, 4- Yabancı erkek ve
yabancı kadın hücresinin döllendirilerek kadının rahmine yerleştirilmesi, 5-
Kocanın spermi ile karısının yumurtasının dışarıda döllendirilmesiyle oluşan
embriyonun, kocanın diğer karısının rahmine yerleştirilmesi şeklinde yapılan
suni döllenme ve tüp bebek uygulamaları, islamın bu konuda koyduğu temel ilke
yasak ve amaçlara ters düştüğü için şeran caiz değildir. Buna karşılık kocanın
spermi ile kadının yumurtaları alınarak oluşacak embriyonun kadının rahmine
yerleştirilmesi işlemi ihtiyaç halinde başvurulabilecek, tedavi karakteri
taşıyan ve dini ilkelere de ters düşmeyen bir yol olup dini bir sakınca
taşımaz.” (Diyanet İslam İlmihali-2) Türbe yapmak: Cabir ra’den rivayet
edilmiştir ki, Efendimiz sav, kabirlerin kireçlenmesini, üzerinde oturulmasını,
bina yapılmasını yasaklamıştır. (Müslim) (Tevhidin Hakikati-Yusuf el-Kardavi) Bugün
birçok insanın yaptığı gibi, kabrin çimento ile inşa edilmesi tahrimen
mekruhtur. (Yalnız büyük zatların, din alimlerinin mezarlarını duvarlarla
çevirmenin ve üzerlerine kubbe yapmanın bir sakıncası yoktur.) (Büyük Şafii
İlmihali) Kabirleri
inşa edip üzerine sanduka yerleştirmenin üstüne perde çekmenin ve baş tarafında
sarık sarmanın islamda yeri yoktur. (Fetvalar-1 Halil Gönenç) Hz.
Ali ra, Ebu’l Heyyac el-Esedi’yi
Yemen’e gönderir ve kendisine şöyle der: “Resulullah’ın
gönderdiği bir iş için seni gönderiyorum, Yerden yüksek ne kadar kabir varsa
yık ve ne kadar heykel varsa yerle bir et.” (Müslim Cenaiz:93)
(Tasavvuf ve İslam-İbrahim Sarmış) Peygamberimiz
sav: “Onlar,
aralarında bulunan iyi bir adam ölünce mezarı başında mabed yaparlar, sonra da
bu mabedi o gördüğünüz resimlerle süslerler. Onlar Allah’ın kötü
kullarıdırlar.” (Buhari, Müslim, Nesai) Türbelerde
namaz: İmam
Ahmed ve diğer fıkıhçılardan gelen delillere göre islam dininde, cami ile
kabrin bir arada bulunmasına yönelik icma yapılamaz. Bunlardan hangisi önce
yapılmış ise diğeri önce yapılanın yanına inşa edilemez. Önce yapılan yerinde
bırakılır. İkisinin bir arada bulunması caiz değildir. Yanında kabir bulunan
bir camide namaz kılmak caiz değildir. (İbni Kayyımdan) (Çağdaş Meselelere
Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Namaz
kılanın üç arşın yakınlığında, karşısında kabirler olup, gözün onlara ilişse
kerahet vardır. (Abdurrahim) (Fetvalar-Nevzat Akaltun) Rasulullah
sav şöyle buyurmuşlardır: “Habeşliler öyle kimselerdir ki, içlerinden salih bir kimse
ölünce, hemen onun kabrinin üzerine mescid yaparlar ve resmini de o mescide
koyarlardı. İşte onlar Allah katında halkın en şerlileridir” (Buhari-Müslim)
“İnsanların en şerlileri, kıyamet koptuğu zaman hayatta olanlar ve kabirleri
mescid haline getirenlerdir” (Ahmed-Ebu Hatim) Türk lirası
verip, dolar almak: Meselâ 1000 Amerikan dolarının bugünki değeri kadar Türk lirası verip bir yıl sonra
ödemek üzere 1200 Amerikan doları alınamaz. Çünkü bunlar birbirlerinin yerine
geçebilen şeylerdir. (Abdülaziz Bayındır-Faiz ve Ticaret) Tütün satışı: Benim kanaatime göre tütünü
tiryaki olarak içmek haram, ara sıra bir iki tane içmek ise mekruhtur. İçilmesi
haram ve mekruh olan bir nesneyi yetiştirmek ve satmak caiz değildir. (Helaller
ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Vaaz mı Kuran
mı?: Vaaz
dinlemenin evla olması, Kuran ayetlerini anlayıp, şeri manalarını tedebbüre ve
hikmetli vaazlarından istifadeye kudreti olmayanlara mahsustur. Çünkü bunlara
kudreti olan bir kimsenin Kuran dinlemesinin evla hatta vacip olduğunda şüphe
yoktur. Cahil böyle değildir. O Kuran okuyandan anlamadıklarını muallimden ve
vaazından anlar. Binaanaleyh bu onun için daha faydalıdır. (İbni Abidin-2) Vade farkı
koymak: Alış
veriş peşin olursa normal olarak kâr etmek tabii olduğu gibi vadeli olursa da
insaf dairesinde karşı tarafı yıkmadan belirtilen zamanı ölçerek kâr elde
etmekte tabiidir. Her tarihte bu tip alış veriş olmuştur. Yani alış verişte
vade farkı alınmıştır. Alış verişte vade farkını eklemek cumhuru ulemaya göre
caizdir.(Neylül Evtardan) (Halil Gönenç) Ebu
Hanife’ye göre, para tedavülde olduğu sürece, değeri ister artsın, ister
eksilsin, borç aynen ödenir. Para değerindeki değişmenin, ödenecek miktar
üzerinde bir etkisi olmaz. İmam Ebu Yusuf’a göre, sözleşmenin yapıldığı
tarihteki değeri, kullanılmakta olan bir başka para veya altına göre takdir
edilip ödenmesi gerekir. İmam Muhammed’e göre ise, bu durumda sözleşmenin
yapıldığı zamana değil; paranın değerinin değiştiği zamana itibar edilir.
Günümüzde paranın çok sık değer değiştirdiği göz önüne alınarak, Ebu Yusuf’un
fetvasıyla amel edilmesi, ayrıca tarafların helalleşmeleri yerinde olur.
(Fetvalar-Diyanet Vakfı) Vadesinde
ödenmeyen borçların makul ve ekonomik bir vade farkı ile tahsil edilebilmesi
için karşılıklı rızayla ilk akdin bozulması (ikale yapılması) yine karşılıklı
rızayla aynı malın aynı müşteriye yeni bir fiyatla satılmasıdır. Fıkıh
kitaplarında satılan malın mevcut olması halinde bu işlemi caiz görmektedir.
(Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Bir
satış içerisinde, iki satış caiz olmaz: (vadeli satış ve vade farkı) Günümüzde
en çok tartışılan konulardan birisi de; bir malın "peşin" ve
"vadeli" satışındaki, fiyat farkıdır. Bir mal; peşin "bin
liraya" satın alınabilirken, vade süresine göre "bin ikiyüz"
veya "bin beşyüz" liraya alınabilmektedir. Mal aynı olduğuna göre;
fiyatın farklılaşması "vade faktörüne" dayanıyor demektir. Bunu
"Pazarlık sonucu malın fiyatının farklı olabileceği" tezi ile izah
etmek mümkün değildir. Zira ticari piyasada bir malın "Peşin" ve
"Veresiye" fiyatları; faiz oranları ve enflasyon dikkate alınarak
ilan edilmektedir. Günümüzde birçok müellif; vadeli satıştaki vade farkını
pazarlıkla izah ederek, fetva vermektedir. Esasen ticaretle uğraşan birçok mü'min:
"Peşin ve vadeli satış arasında fark olmazsa biz ayakta duramayız. Vadeli
satışları takip için, ayrıca eleman görevlendiriyoruz" diyerek, içinde
bulundukları durumu izaha gayret ediyorlar. Paranın değerinin sürekli düşmesini
de; ayrı bir delil şeklinde ele almaktadırlar. Darû'l İslâm'da para;
"itimad senedi" değil, bizzat maldır. Esasen şer'an satışın:
"Malın, mal ile mübadelesidir" şeklinde tarif edilmesinin sebebi de
budur. Para, altın, gümüş veya bunların yerine kaim olacak nakit (kaime) dir.
Günümüzde de kullanılan T.C. parası ise; belli bir mal karşılığında
basılmamakta, "İtimad senedi" mahiyetini korumaktadır. Emisyon (fazla
para basmak) ise; değerini değiştirmektedir. Bu değişiklik; bazen çok kısa
sürede olmaktadır, cehalet süreklidir.
Şimdi konunun Darû'l İslâm'daki durumunu izaha gayret edelim. Abdullah
İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Attab b.
Esed'i Mekke-i Mükerreme'ye vali olarak gönderirken: "- İnsanların, bir
satış içerisinde iki satış yapmalarına müsaade etme, yasakla" emrini
vermiştir. Hanefi fûkahası: "Bir malın, peşin "şu fiyata" vadeli (veresiye) "bu fiyata" sattım"
şeklindeki ifadelerle satılması caiz değildir" (İmam-ı Kasani-El Bedaiû's Senai-Beyrut: 1974
C: 5, Sh: 158 vd. Ayrıca Şeyh Nizamüdinni ve Heyet-El Feteva-ı Hindiyye-Beyrut:
1400 C: 3, Sh: 136, İmam-ı Serahsi-A.g.e. C: 14, Sh: 36. Feteva-ı Bezzaziye-C:
4, Sh: 431) hükmünde ittifak etmiştir. Mesela: "Şu buzdolabını peşin
olursa "110.000 TL", vadeli olursa "160.000 TL."
karşılığında sattım" gibi!.. Ancak müşteri bu iki fiyattan birisini, aynı
mecliste kabul eder ve mesela: "Ben vadeli olarak "160.000 TL."
karşılığı satın aldım" derse caiz olur mu? Yasaklamanın illetini; malın
fiyatındaki cehalete bağlayan müctehidler indinde bu caizdir. Zira cehalet
ortadan kalkmış, iki tarafın (icab ve kabulle) rızası söz konusu olmuştur.
Yasaklamanın illetini; vade sebebiyle malın fiyatının yükselmesine bağlayan
müctehidler indinde caiz değildir. Zira Resûl-i Ekrem (sav), "Kim bir satış içerisinde, iki satış
yaparsa, ona iki fiyattan az olanını almak veya faiz yemek vardır" (Tac
Tercümesi, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud) hadisinin zahiri esastır. Çünkü bir
şeyin helal veya haramlığı hususunda ihtilaf hasıl olursa, itiyaden uzak durmak
(Şüpheliden kaçınmak) gerekir" hükmünü beyan etmişlerdir. Hz. Ömer (ra)'in
rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif'te: "Malum olan ribayı terkettiğiniz
gibi, riba (faiz) şubesi olan işleri de terkediniz" buyurulmuştur. ( İmam
Ebû Bekir El Cessas-El Ahkamû'l Kur'an-Beyrut: 1335 C: 1, Sh: 465. (Not: İbn-i
Abidin "Mecmuati'r Resail" isimli eserinde bu hadisi zikretmekte ve
"-İki satıştan maksat, söylediği iki fiyattan az olanını kabul ederse
mesele yoktur. Çok olanı kabul ederse faiz yemiş olur" demektedir.)
Pazarlık etmek; hem satıcının, hem alıcının şer'i hakkıdır. Sonuç olarak
ticaretle meşgul olan mü'minlerin; bir satış içerisinde iki satış yapmaktan
kaçınmaları, tek fiyat söylemeleri daha uygundur. Bu sayede
"şüpheden" kurtulmuş olurlar. İmam
Serahsi’nin konuyla ilgili olarak iki tespiti söz konusu. Şimdi bunları gözden
geçirelim: “Resuli Ekrem Sav Hz. Attab b. Esed’i Mekke’ye vali olarak
gönderdiğinde ona şu talimatı vermiştir: Mekke
halkını, bir satış içinde iki şart (peşin şu, veresiye bu) koşmaktan ve seleften menet” biz bu rivayeti esas
alıyor ve bununla amel ediyoruz. (El-Mebsut-Serahsi) Bu tespitte; kat’i bir
tercih ortaya koymuştur. Fakat ne gariptir bu tercih hiç dikkate alınmadan;
Mebsut’un 13.cüzünün, 8.sahifesinde yer alan; “İki fiyattan birisi üzerinde
anlaşma sağlandığı takdirde bu alışverişin caiz olacağını” beyan eden hüküm
zikrediliyor. Sonuç olarak yazara göre
vadeli alışverişlerde aradaki fiyat farkında bankalardaki faiz oranlarının
etkili olması ve ilgili hadisin illeti olarak; malın fiyatındaki belirsizliği
görmesi nedeniyle bu tür alışverişlerden kaçınmak gerekir. Ancak yazar
Türkiye’deki enflasyon gerçeğinden de bahsetmeden geçemez. (Fıkhi
Meseleler-Yusuf Kerimoğlu) İşçi,
terzi, boyacı, tornacı ve sobacı gibi, yaptığı işte eseri veresiye yahut taksit
için konulan ayrı ayrı fiyatlardan biri üzerinde
anlaşsalar ve böylece belli bir fiyatla alışveriş kesinleşse, bu şekilde
yapılan akit sahihtir. Zira aktin sıhhat şartı olan
fiyat belirlilik kazanmıştır. (Mebsut) (Fetvalar 4-Nevzat Akaltun) Vahdeti vücut:
Ali el_Kari:
“Herhangi bir insanın, Allah’ın bir parçası olduğunu söyleyenler bütün tevhid
dinlerinde kafir olur. Söyledikleri en büyük küfür olmasına rağmen,
hristiyanlar her şey Allah’tır, dememişlerdir. Hiçbir kimse, “yaratıklar
Yaratanın aynıdır; yaratan, yaratılanın kendisidir, münezzeh olan Hak, müşebbeh olan halktır” dememiştir. (Firra’l
Avn fi Mudai İmanı Firavn) (İbrahim Sarmış-Tasavvuf ve İslam) Varislere
yapılan vasiyet: Kişinin varisleri arasında herhangi birine vasiyet etmesi geçerli
değildir. Zira Peygamber Efendimiz sav “Cenabı Allah her hak sahibinin hakkını
vermiştir. Şunu bilin ki, bir vârise vasiyet olamaz.” (Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Nesai) (Hidaye
Tercümesi) Müslüman
olmayanın vasiyyeti: Müslümanın gayri müslime, gayri müslimin de müslümana vasiyyeti
geçerlidir. (Hidaye Tercümesi) Vatanı asli: Vatanı Asli; kişinin doğduğu
veya evlendiği yahut yerleştiği yerdir. İlk vatanında kimsesi kalmadığı zaman
bu vatan yalnız misli bir batıl olur. İlk vatanında ailesinden kalanlar varsa
bâtıl olmaz. Her iki vatanında da namazlarını tam kılar. (Metin kısmı İbni
Abidin-3) Vesile nedir?:
“Ey iman edenler, Allah’a saygılı olun, O’na (yaklaşmaya)
vesile arayın” (Maide:35) Bil ki, bütün yükümlülükler
iki nevide toplanmıştır. Bunların bir üçüncüsü yoktur. 1- Yasaklanmış olan
şeyleri terketmektir ki Allah’a saygılı
olun emriyle, işte buna işaret edilmiştir. 2- Emredilenleri yapmak ki Allah
cc buna, O’na
(yaklaşmaya) vesile arayın buyruğuyla işaret etmiştir. Öyleyse
bundan murad, O’nun rızasını elde etmek için kendisine ulaştıran vesileyi
aramaktır ki, işte bu da ibadet ve taatlarla olur. (Tefsiri Kebir-Fahruddin
Razi) Yahudinin
yanında çalışmak: Hz. Ali ra aç olduğu bir gün, bakracı bir hurma olmak üzere bir
yahudiye çalışmıştır. (El-Kenz, Tirmizi) (Hayatüs Sahabe-2) Yaş günü: Yaş günü kutlamalarını
yapılış amacı ve doğurduğu sonuçlar itibariyle değerlendirmek gerekir. Bu
kutlamalarda amaç, bir kişinin doğmuş ve o anda kutlamış olduğu yaşa gelmiş
olmasının sevincini yakın arkadaş ve dostlarıyla paylaşmaktan, bunu toplanıp
hoşça vakit geçirmek için vesile yapmaktan ibaret olduğunda, kutlamanın meşrû
ölçüler içinde yapılması şartıyla, mâkul ve caiz olduğunu söylemek gerekir.
Yılbaşı eğlence ve kutlamalarında da olduğu gibi, bu tür kutlamaların yabancı
kültüre imrenme ve taklit unsurları galip gelirse sakıncalı olacağı tabiidir.
(Diyanet İslam İlmihali-2) Sıradan
şahısların yaş günleri ile ilgili kutlama ve merasimlerin günümüzde dinle
ilgisi kalmamıştır, bunlar milli örfler haline gelmiş, hatta millilik sınırını
da aşarak küreselleşmiştir. Bunun dini bir sakıncası yoktur. Ancak kendi
çocuklarımızın yaş günlerini kutlarken şekilde başka kültürleri taklit
etmemeliyiz. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman) Yatarak Kuran
okuma: Ayakta
ve yatarken de Kuranı Kerimi tilavet etmekte beis yoktur. (Hindiyye)
(Fetvalar-1 Halil Gönenç) Yeme kan
karıştırmak: “De
ki, bana vahyolunanlar içinde bir yiyenin yemesi için ölü eti, akıtılan kan,
domuz eti –ki, bu gerçekten murdardır- ya da Allah cc’tan başkası adına kesilmiş
iş bir fısk dışında haram kılınan bir şey bulamıyorum. (Enam:6) Hiçbir tefsirde
temas edilmemekle beraber, yukarıda mealini verdiğimiz ayette haram olarak
sayılan maddelerin kime haram olduğu, “bir yiyenin yemesi için” gibi ilginç bir
Kuran ifadesi ile anlatılır. Hayvanlarda birer yiyen olduğuna göre bu ayete bu
maddelerin onlara da haram olduğuna işaret olsa gerektir. Öyleyse hangi oranda
karıştırılırsa karıştırılsın, yem yapmak üzere kan almak isteyen bir müslüman
onu nasıl satın alacak, satan nasıl satacaktır? Görüldüğü gibi iki tarafın
yaptığı muameleyi meşru kılacak bir yol yoktur. Mekruh olmakla beraber bu
hayvanlar yenilebilir... “Pak olmayan şeyleri, mesela bozulup temizliğini
kaybeden kokmuş etleri vesaireyi, etleri yenebilen hayvanlara yedirmek caiz
değildir.” (Ö. N. Bilmen)(Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Yeminde
istisna: Eğer
bir kimse herhangi bir şey için yemin ettikten sonra hemen ardından “inşallah”
derse, o kimseye yemin ettiği şey lazım gelmez. Zira peygamber efendimizin sav “Kim ki herhangi bir
şey için yemin ederken “Allah dilerse” dese yemin etmemiş gibi olur” buyurmuştur.” (Hidaye Tercümesi) Yenilebilen
hayvanlar: Şafiilere
göre at, kertenkele, samur, kirpi, veber ve sincap
gibi hayvanların eti mubahtır. Sırtlan ve tilki gibi azı dişi zayıf olup da
onunla kapıp parçalama durumunda olmayan hayvanların eti haram değildir. Ekin
kargası da helaldir. Keler haramdır. (Büyük Şafii İlmihali) Yenilmesi
yasak olan hayvanlar: Midye, istiridye, istakoz ve salyangoz haramdır. (Fetvalar-Halil
gönenç) Yılbaşı: İttifakla kabul edilen fıkhi
kaidelerden birisi de şudur: “Müslümanın, bir başka dinin şiarı (alameti
farikası) olan bir fiili kendi ihtiyarı ile yapması küfürdür.” Nevruz ve
yılbaşı kutlamaları alimlerimizce başka dinlerden ve inanç sistemlerinin
şiarları olarak görülmüş ve hüküm ona göre verilmiştir. Bazı Hanefi alimleri
demişlerdir ki, adı geçen bütün bu (başka inançların gereği olan bayram ve
kutlamalara) katılan ve bundan tevbe etmeyen onlar gibi kafirdir. İmam Malik’in
arkadaşlarından biri de demiştir ki, nevruz günü (o günü tazim için) bir karpuz
kesen sanki domuz kesmiş gibidir. Dolayısıyla müslüman, böyleleriyle oturması,
kesmede ve pişirmede onlara yardımcı olması ile günahkar olmuş olur. (Türkmani) Yılbaşı gibi başka inançların şiarı olan
günlere, o güne tazim ve kutlama maksadıyla katılmak, aynı maksatla o günlerde
tebrikleşmek ve hediyeleşmek, yine aynı maksatla hindi almak, yemek, ziyafet
çekmek, bu tür kutlamalara katılmak küfürdür. PTT’nin ucuz hizmetinden
yararlanmak için tebrikleşmek küfür değilse de, onlara benzeme ve onların
uygulamalarını yaygınlaştırma ve meşru gösterme anlamı taşıdığından tehlikeli
ve mahzurludur. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) Yüksek sesle
Kuran Okumak: Kuranı
kerimi okurken, cenazede, harbde, vaazda sesi yükseltmeyi mekruh görmüşlerdir.
Binaanaleyh “vecd” adını verdikleri şiir ve ilahiler
nağmelerle okunurken sesin yükseltilmesini mekruh olduğunda şüphe
yoktur.(Mülteka Tercümesi-4) Zararlı
şeyler: Maide
6.ayetinde Razi: Zararlı şeylerde aslolan onun meşru (helal) olmamasıdır.
(Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi) Zaruret hali: Fethül Kadir’in kaza
bölümünde, ölüm derecesinde veya uzvun kaybı ile ilgili bulunmayan maslahatın
celbi veya mefsedetin def’i için müslümanın, devlet adamına veya aracıya rüşvet
verebileceğinden bahsediyor. Bu bir çelişki değil midir? Müslüman mesela,
malını kurtarmak için rüşvet vermese ve malı elinden haksız yere alınsa, ne
ölür ne kör olur, bu durumda rüşvet verip malını kurtarabilir demek, “ihtiyaç
zaruret gibi kabul edilir” demek değil midir? (Helaller ve Haramlar-Hayrettin
Karaman) Zekat ve borç
verilen para: Geri
ödeneceği kesin olan alacakların, her yıl alacaklı tarafından zekatlarının
ödenmesi gerekir. şayet her yıl zekatı verilmemiş ise, alacak tahsis edildikten
sonra, geçmiş yıllara ait zekatların da ödenmesi gerekir. İnkar edilen ve geri
alınma ihtimali görünmeyen alacaklar için, alacaklının her yıl zekat vermesi
gerekmez. Şayet böyle bir alacak ödenirse, üzerinden yıl geçtikten sonra zekatı
ödenir, geçmiş yılların zekatı ödenmez. (Fetvalar-Diyanet Vakfı) Zekat ve cami:
Zekat ile
cami yaptırılamaz ve ölülere kefen alınamaz. (Hidaye Tercümesi) Zekat ve kadının bilezikleri: Ama kadına islamın tanıdığı
hakların tanınmadığı, kadının ezildiği, erkeğin hakimiyeti değil de baskısının
bulunduğu ailelerde, hanıma ya da geline, altınlar bir kandırmaca olarak
verilmişse, istendiğinde zorla da olsa alınabiliyor ve kadının isteğine hiç
bırakılmıyorsa demek ki, o altınlar aslında kadının değildir. O onlarla sadece
kandırılmaktadır, o takdirde zekatlarını da erkeğin ya da bu durumda olan,
kayınpederinin vermesi, kurbanı onun kesmesi gerekir. (Fetvalarla Çağdaş
Hayat-Faruk Beşer) Zekatını
kardeşine vermek: Kardeş kardeşe her ne kadar bakmakla yükümlü olsa da kendi zekatından
vermesi caizdir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Zekatta
niyetin zamanı: Zekatı verdikten sonra niyet etmek hususunda Mecma şerhinde şöyle
demektedir: “Zekatı verdikten sonra mal fakirin elinde duruyorsa caizdir,
durmuyorsa caiz değildir. O zaman sadaka yerine geçer. (Ehli Sünnet
İtikadı-Gümüşhanevi) Zekatını
önceden vermek: Nisaba malik olan bir kimse birkaç senenin veya birkaç nisabın zekatını
önceden verse sahih olur. Musannıfın “nisaba malik olan” diye kayıtlaması
şundandır: O kimse nisabdan az bir mala sahip olur da 200 dirhem için 5 dirhemi
önceden verir, ikiyüz dirhemin senesi sonra dolarsa bu caiz olmaz. Kırk koyun
için önceden bir koyun verir de elinde 39 koyun kaldığı halde sene dolarsa
fakire verdiği koyun nafile sadaka olur. (İbni Abidin-4) Zengin olan
baba oğulun Kurban kesmesi: Bir evde bulunan, buluğa
ermiş oğul ile, babanın malları ayrı ise ikisinin de kesmesi icab eder. Malları
birlikse babasının kesmesi kifayet eder. (Fetvalar 1- Nevzat Akaltun) Zikir: Şayet insanlar Allahu
Teala’yı zikir, tesbih için toplanırlarsa, gizli söylemeleri, aşikareden, daha
faziletlidir. (Fetevayi Hindiyye) Abdullah
b. Mesud ra’den “Sünnet yolunda normal yürümek, bidat yolunda hızlı yürümekten
evladır” (El-Müstedrek) Ebu Buhteri’den: Abdullah b. Mesud bir gün akşam ile
yatsı arası camide zikir edildiği haberini aldı. –Siz bidat olan bir şeye
öncülük ediyorsunuz. Eğer sizin bu yaptığınız bidat değilse, Muhammed’in ashabı
delalet içindedirler, demek lazım gelir, demiş. Oradakiler af dileyip dağılmışlardır.
Amr b. Abdullah b. Zübeyr’den: “Bir gün eve geç geldim. Babama, camide
zikrediyorlardı, içlerinden kimisi titriyor ve o kadar cezbeye tutuluyorlardı
ki, Allah korkusundan düşüp bayılıyorlardı, dedim. Babam: “Onların yanına
gitmemi yasakladı ve: “Ben Resulullah’ı, Ebu Bekir’, Ömer’i Kuran okurken
gördüm. Onlardan hiçbiri cezbeye tutulmuyor ve bayılmıyordu. Bu kimseler
Allah’tan onlardan daha mı çok korkuyor! (Hılye) (Hayatüs Sahabe-3) Zulmü
desteklemek: İmam
(Devlet başkanı), zulme devam ederse, insanların onu desteklememeleri gerekir.
Çünkü desteklemeleri halinde zulme karşı yardım etmiş olurlar. (Fetevayi
Hindiyye) --Dilenciye
para vermek sevap mıdır? --Dilenciye para verilir. Peygamber SAS diyor ki:
"İsteyen kim olursa olsun, at üstünde gelse bile verin!" diyor.
Verildiği zaman sevap olur amma, dilencileri gruplara ayırmak lâzım!.. Bu
devirde bu işin tüccarları türedi. Baktın, işin tüccarıysa, gerçekten ihtiyacı
yoksa, vermeyebilirsin. Gerçeğini, hakîkisini bulmağa gayret edersin. Bu adam
sahtekârdır diye içinde tam bir his belirmiyorsa, o zaman küçük büyük bir şey
verirsin. Vermeyi teşvik ediyor Peygamber SAS... Verince de sevap olur. İçkiye harcarsa, kumara harcarsa, zinaya harcarsa...
Burda dilenip, gidip şurda
meyhanede içecekse, ona verilmez tabii... Bazısı cami kapısında cemaati
ayartıyor, parayı topluyor. Ondan sonra gidiyor, günahını işliyor. Öyle
olanlara vermemek lâzım!.. --Dükkânımda
sigara satmamın bir mahzuru var mı? --Sigara sıhhate zararlıdır. Alimlerimizin bir kısmı
mekruhtur demiştir. Bazı mezheblere göre haramdır.
Meselâ, Suudî Arabistan'da bugün haram diye fetvâ veriyorlar. Osmalı diyarına ilk geldiği zaman, dört mezhebin
fakihlerinden sorulmuş; o zaman haram demişler. Sonradan biraz belvâ-yi âm meselesinden, yâni
herkes mübtelâ olduğundan dolayı, "Kerahat-i tahrimiye ile
mekruhtur." demişler. O bakımdan, mümkünse satılmaması lâzım geliyor. --Tavuklar
kesileceği zaman, beş voltluk cereyan verilmiş suya daldırılarak uyuşturuluyor.
Bu şekilde kesilen tavukları yemekte bir sakınca var mı? --Uyuşturulan hayvanın kesilmesinde sakınca yoktur.
Hayvan ölmüşse, o zaman murdar olur. Ölmeden kesildiği zaman, bir mahzur
olmaz!.. Uyuşur, bayılır... Canlı ise, kalbi tık tık
atıyorsa, kestiğin zaman kanı çıkıyorsa; bir şey değil, yenilir. --Cinlerle
irtibat kurarak haber veren ve cinleri yakarak bazı hastalıkları tedavi
ettiğini söyleyen kimseler duyuyoruz; İslâm'da bu tür tedavi var mı? --Benim bildiğime göre, böyle bir tedavi tarzı yok
ve bu cinlerle uğraşanların da sonunda büyük sıkıntılara, zor durumlara
düştüklerini, bir kenarda, köşede çatladıklarını, patladıklarını görüyoruz. Bize dua tavsiye edilmiştir, Kur'an-ı Kerim okumak
bildirilmiştir. Cinlere de müessir olacak "Kulhüvallah",
"Kul eûzü birabbil felak", "Kul eûzü birabbin nâs", "Ayetel kürsî",
"Fatiha-i Şerife" gibi herkesin bilebildiği, söyleyebildiği dualar
vardır. Peygamber Efendimiz bunları okumayı tavsiye etmiştir. Bu duaları ettiği zaman insan, insin ve cinnin şeytanlarının şerlerinden, hattâ her türlü
mahlûkatın şerrinden emin olur. O bakımdan, biz dua ederek tedavi olmağa
çalışırız. Dua ederek tedavi vardır. Fatiha okuyarak, Sûre-i
İhlâs okuyarak, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini okuyarak tedavi vardır. Bu şekilde
Peygamber Efendimiz tedavi etmiştir. Hastalanan bir kimsenin hasta olan uzvuna
elini koyup: (Es'elullahel azîm, rabbel arşil azîm, en yeşfiyek) tarzında, yedi defa dua
etmeyi hadis-i şeriflerde bize tavsiye etmiştir. Bu çeşit dualar vardır. Fakat
yakma, yıkma vs. şeyler ve cinlerle uğraşmak pek uygun şeyler değildir. Soru: --Büyüden
korunmanın çaresi nedir? --Ben büyü işlerinden pek anlamam. Yalnız anladığım
bir şey var, "Kul hüvallahu ehad"
"Kul eûzü birabbil felak" "Kul eûzü birabbin nâs", büyüyü de bozar, şifa da verir. Allah-u
Teâlâ Hazretleri'ne dua edince hepsi geçer. Ben böyle bilirim. Bu büyüye de aklımı fazla takmayı da uygun
görmüyorum, sizin de takmanızı uygun görmüyorum. Her şeyi de büyüye bağlamanızı
da uygun görmüyorum. Bazı şehirlerde bu büyü lafı pek büyümüş, iki kişi kavga
ediyor; "Büyü yaptılar buna!" diyorlar. Siz kendiniz hatadasınız,
karılığı kocalığı iyi bilmiyorsunuz, büyü yaptılar diye suçu başka yerde
arıyorsunuz. Sabuna iğne batırmış da, kuyunun içine atmış da, eriyince şöyle
olmuş da, böyle kalmış da... Zararı Allah verir, faydayı Allah verir. Hastalığı
Allah verir, şifayı Allah verir. Esmâ-i Hüsnâ'nın
içinde, Allah'ın mübârek isimlerinden birisi de "Ed-Dârr", zarar veren... "En-Nâfî'" onun
arkasından geliyor; o da fayda veren demek... Zarar veren de Allah'tır, fayda
veren de Allah'tır. İnsan Allah'a dayandı mı, ne büyü tesir eder, ne şeytan
tesir eder. Şeytanın tesir etmediğini ayet-i kerimede bildiriyor
Allah-u Teâlâ Hazretleri: (İnnehû leyse lehû sultànün alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn) "Sağlam iman edip de Allah'a tevekkül edenlere
onun zararı olmaz." diye bildiriyor. Onun için, büyüye filân aklınızı takıp da, hiç
kafanızı karıştırmayın!.. Çünkü, bunlar bir takım psikolojik bozukluklara yol
açıyor. Allah'a dayanın, Allah korur. --Parasına olmasa
dahi oyun oynanan kahveden alış-veriş yapılabilir mi, çay kahve içilebilir mi? --Parasına olunca kumar oluyor, parasına olmadığı
zaman da vakit öldürmece oluyor. Eğlence, keyf, lehv deniliyor ona... Doğru değil... Mecbur olmadıkça bu
gibi yerlerde bulunmamak gerekiyor. Hani mecburiyet olur... Yağmur yağıyor, dışarda dursan olmayacak gibi; birisiyle buluşacaksın, onu
ancak orda görebilirsin gibi mecburiyetler olursa... Yolculuk esnasındaki
durumlar oluyor. Meselâ, bir yerde otobüs park ediyor, başka çare olmuyor...
filân. Mecburiyetler biraz mazeret olur. Onun dışında muhtaç olmadıkça gitmemek
lâzım!.. Ama, kumar oynanmadığı zaman, ordan
çay içmesi olabiliyor. --Fotoğraf
çekilebilir mi, fotoğrafla resim arasında fark var mı? --Bu hususta alimler farklı görüşler
belirtmişlerdir. Bazılarına göre fotoğraf da resim gibidir. Resim yapmak günah,
--insan ve hayvan resmi-- heykel yapmak günah... Ahirette onlar azablandırılacaklar bu işi yaptıkları için... "Hadi
bakalım canlandır şu yaptığını!" diye orda itab
olunacakları bildiriliyor. Bazı alimlere göre de fotoğraf, dışarıdaki ışıkların
kağıt üzerine aksidir. Yâni "Servinin havuza aksetmesi gibi filân bir
şeydir. Onun için bunun mahzuru yoktur!" diyenler de var. Demek ki, ihtilâflı bir konu olmuş oluyor. İhtiyata riayet
etmek isteyenler çektirmez. O alimlerin fetvasına göre müsaade tarafını
alanlar, o müsaadeyi kullanır. Vebali, mes'ûliyeti
kendisine ait olmak üzere... --Yılbaşında
müslüman nasıl hareket etmeli? Çerez satan bakkal, o gün çerez satabilir mi? --Çerez satan bakkal, satabilir. Müslüman yılbaşı
eğlencelerine katılamaz! Evinde bu eğlenceleri yapamaz! Evini o gece için
hazırlayamaz! Çam ağacı alamaz, hindi kesemez. Gâvurlara benzeyemez, kâfirlerin
yaptığı işleri yapamaz! Noel Baba'ya itibar edemez. Böyle saçma şeyler tamamen
İslâm'ın dışındadır. Yapmaması icab eder. Hristiyanlar çam ağacını koyuyorlar; çünkü,
"Hazret-i İsa ağaca inecek." diye düşünüyorlar. Noel Baba, hristiyanların ne idüğü belirsiz
bir şahsiyetidir, bizimle hiç ilgisi yoktur. Yılbaşı eğlencelerini yaparsak,
büyük günah kazanmamıza vesile olur. Bizimle hiç alâkası yoktur. Onun için biz o gün, diğer günlerden daha erken
yatalım, ibadetimize daha düşkün olalım! Yatsı namazından sonra hemen yatalım,
bizim ışıklar sönsün. Geceleyin teheccüd namazına
kalkalım o gün, dörtte, üçte... "Yâ Rabbi! Bu kâfirlerin, bu cahillerin
yaptığı ile benim hiç alâkam yok!.. Ben onlara hiç razı değilim, onlar gibi de
yaşamadım yâ Rabbi!" diye dua edelim! Yatsı ve sabah namazlarında camide
olmağa dikkat edelim ve onların hiç bir şeyine uymamağa gayret edelim! --Ölünün
arkasından kırkıncı günü mevlid okutulması doğru mudur? --Böyle bir mecburiyet yoktur. Mevlid zâten
Osmanlılar zamanında Süleyman Çelebi merhum tarfından
yazılmış bir şey... Peygamber Efendimiz zamanında olan bir şey değil... Ölüye
mevlid okutulması da dinimizin aslından olan bir şey değildir. Mevlid, Peygamber Efendimiz'e sevgisini, saygısını,
muhabbetini dile getiren bir şiirdir. İnsanlar ilâhileri okur gibi onu
okuyorlar. Meselâ ben de geçen gün bir tutturdum, yatıp uyuyuncaya kadar hep
dilimde: Canım kurban
olsun senin yoluna, Ne güzel söylemiş Yunus Emre!.. İçimden söyledim
durdum. İnsan dayanamıyor güzel olunca, söyleyip duruyor. Mevlid de öyle, bir
ilâhinin büyüğü yâni... İlâhiler küçük oluyor, sekiz on satırdan ibaret oluyor.
Mevlid de çok satırı olan bir ilâhi gibi... İlâhi söylenebilir. Çünkü, Peygamberimiz şiir
söylenmesini yasaklamadı. Hattâ Hassan ibn-i Sâbit RA'a
dedi ki, "Yâ Hassan, müşriklere cevap ver, hicvet onları!.. Cebrâil AS
seni de te'yid edecek." diye teşvik de etti. --Rüya ile
hangi şartlarda amel edilebilir? --Rüya bir şer'î delil, şeriat yönünden bir hüküm
kaynağı olamaz. Çünkü, herkes bir çeşit rüya görüyor. O zaman din böyle rüyaya
bağlanırsa tepetaklak gider. "--Ben rüya gördüm şu şöyle... Ben rüya gördüm
bu böyle... Ben rüya gördüm namazı bıraktım... Ben rüya gördüm ramazanı
yedim..." Her şeyi görebilir insan... Çünkü şeytan var insanın
içinde, nefsi var... Hani düşü bile azıyor rüyada... O halde rüya şer'î delil
olmaz, umûmî delil olmaz. Ama, rüyanın bir de rüya-yı saliha
kısmı vardır. Bunun da bir aslı esası vardır. Böyle salih rüya olduğu zaman, o
salih rüyayı bir kaç defa görür, ikaz olur. Onlardan da, şeriatin genel
çizgisini zedelemeyen bir rüya ise ona riayet edilir. Bazan rahmânî olur, bir
işaret olur, bir ikaz olur. --Sakal
bırakmak sünnet... Sakal bırakıp kesmek mi, yoksa her zaman, hergün kesmek mi haramdır? --Sakalı kesmek, Efendimiz'in tavsiyesine aykırıdır.
Hilkati tağyirdir. Bazılarına göre haramdır, bazılarına göre hükmü değişiktir.
Kesmemek lâzım!.. Ama memurdur, polistir, askerdir, öğrencidir; mecburdur. O
zaman kesiyor ama, Allah'tan af dileyerek kessin; fırsat olduğu zaman sakalını
bıraksın. --"Sakalı
bırakırken hanımın müsaadesini almak gerekiyor." diyorlar; doğru mu? --Doğru değildir. Sakalı kesmek haramdır. Bırakmak
gerekli olduğundan... Sorarsanız, "Yapma!" der. Bazı kimselere
sorsanız, "Namaz kılma!" der, bazı kimselere sorsanız, "Oruç
tutma!" der. (Esad Coşan-Güncel Meseleler) --Pop
aletleriyle dînî ve millî mûsiki olur mu? --Bu bir akımdır. İnsanlar zaman zaman
çeşitli devrelerden geçiyorlar. Meselâ, Türk şiirinde divan şiiri vardır, halk
şiiri vardır; bunlar farklıdır. Çeşitli devreler vardır; Tanzimat devresi
vardır, Millî Edebiyat devresi vardır, Beylikler Devri Edebiyatı vardır,
Osmanlı devresi vardır... Çeşitli edebî akımlar gelip geçiyor. Form, şekil
olarak veya vasıta, alet olarak çeşitli şeyler kullanılıyor. Değişebiliyor
bunlar asırdan asıra, çağdan çağa... Bölgeden bölgeye
bile değişiyor. Karadeniz'in çalgısıyla, İsparta'nınki
aynı olmuyor. Başka isimleri, başka şekilleri oluyor. Bu mühim değil, mûsukînin içindeki sözler ve neye hizmet ettiği mühim...
Adam yeni bir mûsikî akımına mensub, öyle yaşamış ama, dindarlaşmış. O akım ve üslûb ile dînî eserler veriyor. Olabilir, bu da bir
çeşit... Ayakkabıların modası olduğu gibi, elbiselerin modası olduğu gibi...
Bir zaman İspanyol modası vardı, paçalar kocamandı. Sonra başka modalar çıktı, blue-jean modası çıktı vs. Mühim
olan gayenin tahakkukudur. Yâni İslâm'a hizmet gayesiyle hece vezniyle de olur,
aruz vezniyle de olur... Şu şekilde de olur, bu şekilde de olur. Ben şekli
önemli görmüyorum, amacı önemli görüyorum. Hangi amaçla yapılmış çalışma; o
önemlidir.Bana şahsen garip geliyor. Ben şahsen, bizim klasik ilâhileri
seviyorum da, bu modern parçaları biraz garipsiyorum. Belki siz de
garipsiyorsunuz. Belki gençler de hoşlanıyor. Zevkler ve renkler tartışılmaz.
İstikamet iyi olduktan sonra, niyet iyi olduktan sonra, hizmet edilen alan iyi
tarafa doğru olduktan sonra, olabilir.Rasûlüllah SAS'e muhabbeti dile getiriyor, ama şu üslubda...
Ne yapalım, o da onun üslûbu!.. Kur'an-ı Kerim'i medhediyor
veyahut müslüman kahramanlarından bir tanesini canlandırıyor; tamam, güzel bir şey... --İslâm'da kâr
haddi var mıdır? --Şu kadar diye sabit bir yüzde yok... Piyasanın
genel durumu içerisinde, insaf dairesinde bir kâr olacak. İnsafsızca olmayacak.
Adama, "Yâhu beni amma aldatmışsın, belimi bükmüşsün!" dedirtecek
tarzda olmayacak. Mâkul bir ölçü içinde olacak. Meselâ, bazan insan bir yerden
bir kelepir mal düşürmüş oluyor. "İlle ben bunu yüzde bilmem kaç kârla
satacağım!" demesine lüzum yok... Kelepir düşürmüştür, halletmiştir, imar
etmiştir; onun kârı serbesttir. Piyasanın normal değerinden; yâni malı bilen,
almasını satmasını bilen bir insanın kabul edebileceği bir mâkul fiyatla
satacak. Hiç bilmeyen bir insana ikibin liralık şeyi
otuz bin liradan sat, parasını aldıktan sonra da kıs kıs
gül; İslâm'da böyle şey yok... Ona gabn-i fâhiş derler;
yâni büyük bir aldatma... Bu İslâm'da haramdır.Ama, mâkul ölçüler içerisinde,
piyasanın şartlarına göre, mal bir azalır, değeri birden yükselir. Gazetelerde
her gün okuyorsunuz: Altın düştü, dolar çıktı, mark yükseldi... Bir sürü piyasa
hareketleri oluyor. O piyasa hareketleri içinde, normal ölçülerde kârlarını tesbit edebilirler. --Bir kimse
vadesi gelen borcu ödeyemedi. Ne zaman ödeyebileceği de belli değil. Bir başka
bir para birimine çevirmek caiz olur mu? --Karşılıklı konuşarak olabilir. --Parayı borsa
ve hisse senedinde değerlendirebilir miyiz? --Hissesini aldığı fabrika helâl iktisâdî faaliyet
yapıyorsa, olur. Haram iktisâdî faaliyet yapıyorsa, o zaman haram faaliyette
bulunan bir şeye ortak olacağı için günah olacağından, olmaz! Faizli işlem yapıyorsa
veya bira üretiyorsa, yaptığı işte kusur varsa veya ürettiği şeyde İslâm'a
aykırı bir durum varsa, o zaman olmaz. İslâmî usüllere göre çalışıyorsa, böyle
bir müessesenin hisse senedini almak câizdir. Ortak olmak demektir. Onları
alarak parayı değerlendirmek mümkün... Fakat ben borsadaki bu hisse senetleri hikâyesini,
bu adamların kumara döndürdükleri kanaatindeyim. Amerika'dan aşılama bir
moda... Bu işi artık hisse senedi alıp, o fabrikaya ortak olmak tarzında değil
de; alıyor, değerlendiği zaman satıyor. Güyâ kâr ediyor ama, çoğu zaman
değerini kaybediyor, zarar ediyor. Güzel oynayamıyor borsada, çok kere zarar
oluyor.Sağlam yürümek daha iyi... Bildiğiniz insanlarla, samîmî dostlarla iş
yapmayı tavsiye ederim. --Döviz
alım-satımı câiz midir? Enflasyondan korunmak için ne yapılmalı? --Döviz alım-satımı câizdir. Buna sarf derler; yâni paranın bir başka para
ile tebdili, değiştirilmesi, exchange câizdir.Enflasyondan
korunmak için elde para bulundurmamalı, parayı dâimâ kullanmalı!.. Tek kelime
ile söylemek gerekirse, duran para durduğu yerde ağzı açık benzin tenekesi
gibidir, uçar gider. Onun için ya parayı çalıştıracaksınız; ya bir hayra sarfedeceksiniz, mânevî kazanç kazanacaksınız; ya bir mala
bağlayacaksınız ki, para para olmaktan çıksın, başka
bir şeye dönüşsün! Siz de enflasyonun şerrinden kurtulun!.. --Bir kimsenin
şahsı için hayat sigortası yaptırması câiz midir? --Sigorta İslâmî bir müessese değildir. Birileri
veriyor, hiç karşılığını almıyor; ötekiler alıyor, istifade ediyor. Gayr-i adil
oluyor. Onun için caiz değil... Mecburiyet yoksa yaptırmaması lâzım!..Ama,
meselâ arabası var, sigorta olmadan trafiğe çıkartmıyorlar. Böyle mecburiyet
olduğu zaman yaptırabilir. Keyfi olarak yaptırmaması lâzım!.. --Devlet
zorunlu tasarrufun faizini veriyor. Bu para haram olur mu? --Haram olur. Bu parayı yememeli!.. Ya almamalı; ya
da almak mecburî oluyorsa, alıp hayıra vermeli!.. Kendisinin istifade etmesi
haram oluyor. --Okula
gidiyorum, cumayı kaçırıyorum; ne yapmalıyım? --Tabii bu bir umûmî belâdır. Memleketin üzerine
gelmiştir bu gibi şeyler... İbadetleri yapmakta zorluklar oluyor, şartlar zor
oluyor. Bütün müslümanların bu zor şartları düzeltmeğe, değiştirmeğe çalışması
lâzım gelir. Haksızlığı haklı tarafa götürmeğe çalışması lâzım gelir. Bu arada
tabii, bu işi yapamayanlar yapabilmenin şartlarını araştırmalı!.. Mahzuru yoksa
cuma günü o vakitlerde gidivermeli... Herhangi bir şekilde kılamıyorsa, o zaman
o günün öğle namazını kılması gerekiyor. Kaçırmamağa çalışmalı... --Nişanlı
kişilerin birbirleriyle konuşmalarının hükmü nedir? --Konuşma olabilir; çünkü, nişanlanmışlardır. Hattâ
nişanlamadan bile bir kimse çarşıya pazara çıkıp ciddî bir şekilde alışveriş
yapabiliyor. Başkalarıyla örtülü olarak, belli bir ciddiyet dairesinde
konuşabiliyor. Ama, nişan nikâh demek olmadığı için, aralarında yine mesafe ve
bir ciddiyet olması lâzım! Lâubâlilik olmaması lâzım! Öyle tek başlarına
gezmek, ikisi yalnız bir yerde kalmak filân gibi şeyler olamaz. --Haremlik
selâmlığın sınırı nedir? Hanımıyla gelen bir akrabam veya arkadaşımla,
tesettüre uygun olarak bir arada oturabilir miyiz? --Tabii, kendisine nikâh düşmeyen akrabalarıyla
oturabilir. Onun dışında nikâh düşenlerle oturmaması, haremlik selâmlık
uygulaması uygun olur. Herhangi bir şekilde eğer oturma mecburiyeti
çıkmışsa, o zaman da dış tesettürün tam olması lâzım!.. Yâni, sokaktaymış gibi
saçın başın tam örtülü olması lâzım ki, günah olmasın! --Bir kız,
babasının daha sonra izin vereceğini bilirse ve zaruret durumu varsa,
babasından habersiz nikâh kıydırabilir mi? --Nikâh hususunda bizim mezhebimizde esas olan
kişilerin kendileridir. Şafii mezhebinde ve bazı mezheblerde
velisinin izni de şarttır. Ama her şeyi usûlüyle yapmak için, hakkı olanlara
sorarak nikâhı güzel yapmak olabilir. Ama bazan anneler babalar dinsiz oluyor,
müslümana vermek istemiyorlar, açık kimseye vermek istiyorlar... Böyle garip
durumlar olabiliyor. Esas itibariyle hak kendisinindir bizim mezhebimize
göre... -- İslâm'da
kadının tesettürü nasıl olmalıdır? --İslâm'da kadının tesettürü, el hariç bilekten, ayak
bileğinden ayak hariç, yüz hariç her tarafını örtmek tarzında olmalıdır. Fıkıh
kitaplarında, fitne bahis konusu olduğunda yüzüne de peçe takarsa iyi olur diye
de bir hüküm vardır. Orası mecbur değil ama, fitne olacaksa, bakılacak,
sataşılacak vs. gibi durumlar olursa örtmesi iyi olur denmiş. Örtü bol olacak; el hariç, ayak hariç, yüz hariç
bütün vücudunu örtecek, vücudunun hatlarını belli etmeyecek!.. Şimdi --streç diyorlar
galiba-- dar bir blue-jean
pantolon giyiyorlar; bu tesettür değil!.. Neden?.. Bütün her şeyi belli...
Veyahut üstüne dar bir blûz giyiyor, her tarafı belli... Olmaz! Veyahut şeffaf,
altı görülüyor. Olmaz! Bir hadis-i şerifte okumuştuk, Peygamber Efendimiz:
"Kâsiyâtün, âriyâtün"
diyordu. Ahir zamandaki bazı insanları anlatırken, "Giyinmiş ama
çıplak!.." Nasıl giyinmiş ama çıplak?.. Elbisenin kumaşı şeffaf, görünüyor
alt tarafı da ondan... Örtecek, altını göstermeyecek, vücut hatlarını belli
etmeyecek!.. Yüzü, eli, ayağı hariç her tarafını güzelce kapatması lâzım!
İslâm'da örtü böyledir. --Hocam, ben öyle örtünürsem patlarım! --Hiç bir şey olmaz. Ben senden daha fazla
örtünüyorum. Erkekler daha fazla örtünüyor. Öyle değil mi?.. Erkekler maşaallah kadınlardan daha fazla örtünüyor. Daha az örtünme
hakları varken, erkekler daha fazla örtünüyor. Bol giyersin. Bol olduğu zaman
havalanır içi, hiç bir şey olmaz. Böyle güzelce örtünmesi lâzım geliyor.
Tesettür böyle... Asıl ince tesettür ise, hassas, tam böyle takvaya
uygun tesettür, erkeklerin gözüne hiç görünmemek... En güzeli o... Yâni, giyimli
de olsa ortada görünmemek... Erkeklerin gözünün önünde geziyor, çarşıyı
dolaşıyor, pazarı dolaşıyor, alışveriş yapıyor, kumaş beğeniyor, başörtü
beğeniyor... Sütyenini, acaba bu numarası bana uyar
mı, uymaz mı diye sorarak alıyor, ediyor... Olmaz!.. Mümkün olduğu kadar, böyle
şeyler yapmayacak. Nazarlara, gözlerin dikildiği bir duruma gelmemeğe gayret
edecek. Güzel olanı bu!.. Çarşı pazar işini kocası yapsın, oğlu yapsın,
akrabası yapsın... --E, iyi kumaşı bilemezler! --Biraz kötü kumaş giy, Allah rızası için!.. İyi
tarif et!.. Muvakkat olarak getirsinler; beğenirsen alırsın, beğenmezsen iade
edersin... Ama, çarşıya pazara gidip de, elin adamıyla alışveriş, konuşma vs.
olmasın. Ben şimdi hoca olduğum için, zaman zaman gösterip anlatıyorum: Bakın, çarşıya gitmiş şu
kadıncağız... Başı örtülü mü, örtülü... Mantosu var mı, var... Bak, biberleri
almak için eğildi, neresine kadar görünüyor!.. Tesettür olmuyor. Beyler
hanımlarına dikkat edecekler. Altına şalvar giyinecek, eğilse de görünmemesini
sağlayacak. --Uzun mantom var ya, dizimin altında!.. Dizinin altı da zaten nâmahrem... Orasını da
göstermemen lâzım, bileğine kadar... --Naylon çorap giyiyorum! Naylon çorap örtü değil... Naylon çorap hiç bir şey
değil... Ne ısıtır, ne örter. Yalnız bir işe yarar: Parmakların arasında mantar
üremesine yarar, kaşıntı yapmağa yarar. Ayağının sırtı kaşınmak isteyen naylon
giysin!.. O kadar. Başka bir işe yaramıyor. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Allah
rahmetine erdirsin şalvar giyenleri!.." Erkek için de öyle, kadın için de
öyle... Şalvar giydiği zaman eteği isterse açılsın, isterse otursun, ister
dizini kaldırsın, ister tarlada çalışsın... Neden bizim Adana'mızda, Urfa'mızda, Antalya'mızda halkımız şalvar kıyafetini
benimsemiş?.. Tarlada da çalışıyor, her işi yapıyor. Bol, gayet güzel, gayet
rahat... O sıcak şehirlerde, o sıcaklığa rağmen gayet rahat çalışılabiliyor.
İslâm'ın tesettürü böyle aziz ve muhterem kardeşlerim!.. --Vadeli
satışlarda fiat farkı caiz midir? --Bu hususta fıkıh alimlerine sorduğumuz zaman,
söyledikleri şudur ki: Vadeli satışlarda paranın geç gelmesinden dolayı fiyatı
yüksek söylemek mümkündür. Ama, ilk mecliste pazarlık yapılırken: "--Kaç ayda ödeyeceksin?" "--Altı ayda ödeyeceğim." "--O zaman bu malı ben sana şu kadara
satarım." diye bu pazarlık konuşması olmuş oluyor. Akit tamam olduktan
sonra, "--Tamam, aldım." "--Sattım..." dedikten sonra o fiyat
değişmez. Altı ay sonra parasını ödeyemese, bir sene sonra ödeyeceğim dese,
yine o altı ay sonraki para olur. Yâni, pazarlık yapıp söz kesildikten sonra, fiyat
değişmez. Bu şekilde olursa caiz olur dediler. --Bir bakkal
veresiye defterine, vermiş olduğu malın fiyatını yazmadan sadece cinsini
yazabilir mi? --Mal alındığı zaman fiyatının belli olması lâzım!
fiyatı müphem kalırsa alışveriş olmaz. Ya da bu malı sana verdim, bu kadar malı
senden alırım demesi lâzım. Meselâ, bir kilo pirince bir kilo pirinç... fiyat
belli olmadan şu kadar şey demek olmuyor, alışveriş tamamlanmamış oluyor. Senin
aldığın malın fiyatı şudur diyecek ve defterine yazacak. Hem onun defterine
yazacak, hem kendi defterine yazacak. fiyatı fazla söyleyebilir. Adam bir ay
sonra, iki ay sonra ödeyecek diye, isterse sana şu kadar fiyata satıyorum
diyebilir; ama, fiyatı müphem bırakamaz. |