A

Abdestsiz camiye girmek: Abdesti bulunmayan bir kimsenin mescitte oturması müslümanların icmaıyla caizdir. Ebu Hanife kafirin bütün mescitlere girmesinin caiz olduğunu söylemiştir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Abdestsiz ezan okumak: Ezan okunurken ve kamet getirirken abdestli olmak daha uygun ise de, abdestsiz olarak da ezan okunsa caizdir. Çünkü ezan namaz değil bir zikirdir. (Hidaye Tercümesi)

Abdest ve kan çıkması: Eğer çıkan kan veya irin silinmesi adet olmuş bir miktarda ise abdesti bozarlar. Vücuttan çıkan kan, irin ve kusmuğun normal yollardan çıkan diğer pislikler gibi olmayıp abdesti bozmaları için kan ve irinin çıktıkları yerden akmaları ve kusmuğun da ağız dolusu kadar olması gereklidir. Kanın vücuttan çıkması ancak yerlerinden taşmaları ile gerçekleşmiş olur. Aksi takdirde yani deri veya kabuğun yırtılıp ve altındaki kan veya irinin sadece dıştan görünüp akmamaları halinde abdest bozulmaz. Bir iki damla kandan dolayı, eğer akmazsa abdest alınmaz. (Darekutni) şunu da bilmek lazımdır ki kan, irin ve kusmuk az oldukları zaman abdesti bozmadıkları gibi İmam Ebu Yusuf’a göre neciste değildirler ki sahih olan görüş budur. Kusma ile abdestin bozulması kusmuğun safra, yiyecek ve içecek olması haline mahsustur. Eğer bulantı neticesinde kusulan şey balgamdan başka bir şey olmazsa, İmam Hanife ve Muhammede göre abdest bozulmaz, İmam Yusufa göre eğer ağız dolusu kadar olursa bozar. Eğer kan başın içinden akıp burnun yumuşağına kadar inerse, ittifakla bozulur. Zira kan yıkanması gerekli yere kadar indiği için kesin olarak vücuttan çıkmış sayılır. (Hidaye Tercümesi)

Abdestte kıllar: Bıyığın ve kaşların kılları ile çenedeki sakal yıkanır. Kılların dibine suyu iletmek vacip değildir. Çeneden sarkan kılları yıkamak da vacip değildir. (Fetevayi Hindiyye)

Abdest ve köpek: Silkinerek sıçrattığı su, elbiseyi pisletmediği gibi elbisenin üzerinde salyası görülmedikçe ısırması ile elbise pislenmez. Bahr’da ısıran köpeğin salyasının görünmeisnden murad, ıslaklığın görülmesidir, denmektedir. (İbni Abidin-1)

Abdestte kulakların meshi: Hanefilere göre kulakları başın suyuyla meshetmek sünnettir. (Hidaye Tercümesi)

Abdest ve Kuran: Bize göre eğitim, öğretim, hatırlama gibi maksatlarla abdestsiz kimselerin Kurana dokunmaları caizdir. İbadet maksadıyla okumak isteyenlerin ise- durum müsait olduğunda- bunu abdestli olarak yapmaları tercih edilir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Fukaha, Kuranın abdestsiz ele alınmayacağında icma etmişlerdir. Abdestsiz olarak tutulmasını, yalnız öğrenmek ve öğretmek kasdıyla ele alanlar için caiz görenler de vardır. Bu da zarurettir. (Ahkam Tefsiri-Muhammed Ali Sabuni)

Abdestte niyet: Niyetsiz olan abdestin, ibadet olması bakımından sevabı yoksa da onunla namaz kılınabilir. (Hidaye Tercümesi)

Abdest ve oturmak: Ayakta yahut oturarak, yada rüku ve secdede uyuyan kimsenin abdesti sahih olan kavle göre bozulmaz. Zira bu durumlarda olan uyku ile, kişinin mafsallarında tam bir gevşeme olmaz. (Hidaye Tercümesi)

            Hanefi ve Şafilere göre abdesti bozan uyku kalçanın yere iyice oturmadığı veya yanı üzere yaslanarak veya herhangi bir şeyin üzerine kapanmış olarak uyumaktır. Ancak kalçasını yere, bir bineğin sırtına ve buna benzer bir zemine yerleştirmiş olarak oturup uyuyan bir kimsenin abdesti bozulmaz. Herhangi bir şeye yaslanıp, yaslandığı bu şey çekildiği takdirde düşecek olursa ve kalçaları da yerde değilse, Hanefi’lere göre abdesti bozulur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Abdest ve sakal: Alt çenenin aşağısında biten sakalın hiçbir yerini yıkamak vacip değildir. Çünkü çıkar çıkmaz yüzün hududunu geçer. (İbni Abidin-1)

Abdestte yardım almak: Abdest alırken, mazeretsiz yardım istemek mekruhtur. Çünkü bunda ibadete aykırı olan bir nevi kibirlenme vardır. (Büyük Şafi İlmihali)

Akıl ile hüküm vermek: Nakli delil olan bir meselede, aklen hüküm vermek caiz değildir. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi)

Alışverişte paranın alınma zamanı: Satılan malın bedelinin ne zaman alınacağının bilinmesi de şarttır. Eğer bu meçhul olursa, satış fasid (geçersiz) olur. (Fetevayi Hindiyye)

Allah’a mekan isnad etmek: Allah’a mekan ve yön isnad eden kimsenin kafir olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Alimlerin çoğu kafir olmadığına hükmediyorlar. (Fetavai Hadisiyeden) çünkü istiva ayetlerinin zahiri, bu manayı ifade ediyor. Hatta Şabi, İbnül Müseyyeb ve Süfyan gibi zevatlarda “Tevil etmeden bu tip ayet ve hadislere iman etmek gerekir” diyorlar. (Fetvalar-Halil Gönenç)

Allah’ı sever gibi sevmek: Gerçekte insanların çoğu bir halifeyi, bir alimi, bir şeyhi ya da bir idareciyi öylesine severler ki onu Allah’a eş koşarlar. Her ne kadar o kimseyi Allah için sevdiğini iddia etse de işin aslı budur. Her kim Resulden başkasını, Allah’ın ve Resulünün emirlerine ters olduğunu bile bile her emrettiği ve yasakladığı konuda itaat edilmesi gerekli birisi olarak bellerse, işte o kimseyi Allah’a ortak koşmuştur. (Dua ve Tevhid-İbni Teymiyye)

Allah her yerdedir demek: Bu sözü söylememeye dikkat etmek lazımdır. Malesef avam tabaka “Allah her yerde hazır ve nazırdır” sözünü çok söylemektedirler. Bunun yerine “Allah her şeyi bilir” demek gerekir.(Berikadan) (Fetvalar-Halil gönenç)

Altın yüzük: Hz Peygamber sav ipeği sağ eline ve altını sol eline alarak Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır” (Ebu Davud-Libas, Nesai-Zineh, Ahmed-Müsned) buyurmuşlardır. Kamil Miras’ın tercüme ettiği Diyanet İşlerince basılan Buhari Tercüme ve Şerhinde ise; bir miskali (4.25 gr) gümüş yüzük ile alem (sembol, nişan, rozet vb) olarak kullanılan ipek ve altına ruhsat verilmiştir. (C. IV sayfa 287-C. XII sa. 108) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Anne ve babayı ikaz etmek: Bir kimse ana ve babasının şeran günah olan, örfte ayıp ve ar olan fena bir fiili işlediklerini gördüğünde onlara bir defa bu fena fiili bırakmalarını emreder, kabul ederlerse ne âlâ, hoş görmezlerse sukût edip bir daha emretmez, fakat onlar için dua ve istiğfar eder. (İbni Abidin-8)

Arsa, ev ve arabanın zekatı: Ticaret için olmayan, ev ,arsa, araba ve benzeri şeylerin kıymatlrı üzerinden zekat gerekmez. Eğer bunların kazancı varsa ve bu getiriler, sahibinin diğer zekata tabi malları ile birlikte nisap ölçüsüne ulaşırsa, yıl sonunda getirilerinin zekatı verilir. Şayet bunlar ticaret için kullanılıyorsa her yıl kıymetleri üzerinden zekat gerekir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

Aşura günü orucu: Sadece aşura gününde oruç tutmak mekruhtur. Muhit’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Atalarla övünmek: Ali ra’den: Atalarınızla övünüp, böbürlenmeyiniz. (İbni Kesir sıhhati hususunda birçok şahidler vardır, diyor) (Bidaye) (Hayatüs Sahabe-4)

Av hayvanlarını doldurmak: Resmin gölgeli olanının (heykel) haram olduğunda ittifak vardır. İçi doldurulan hayvan, bu konuda insanların yaptığı heykellerden geri değildir. Ayrıca bu iş abesle iştigaldir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Ayağa kalkmak: “Ebu Umame’den: “Peygamber efendimiz asasına dayanarak mescide geldi. Hepimiz ayağa kalktık. Bize: “Birbirlerine aşırı derecede saygı göstererek ayağa kalkan Acemler gibi kalkmayın” buyurdu. (El-Kenz, İbni Cerir) Ubade b. Samit’ten: “Hiç kimse için ayağa kalkılmaz. Ancak Allahu Zülcelal için ayağa durulur.” (Heysemi, İmam Ahmed) Enes ra’den: “Ashab, Resulullah’ın gelmesinden duydukları sevinci hiç kimsenin gelmesinden duymadıkları halde, Peygamber Efendimiz geldiği zaman –hoşlanmadığını bildikleri için- ayağa kalkmazlardı.” (Buhari) Ebu Miclez’den “Kim, Allah’ın kullarının kendisi için kalkıp ayakta durmalarından sevinç duyarsa, kendine ateşten bir yer hazırlansın” (Buhari) buyurmuştur. Ebu Halid . valibi’den Ali ra dışarıdan geldi. Onu görünce ayağa kalktık ve ayakta durarak gelip oturmasını bekledik. Yanımıza gelince : “Niçin put gibi ayakta duruyorsunuz? Diye bizi azarladı. (Tabakat) (Hayatüs Sahabe-3)

Ayakta su içmek: Ayakta su içmekte bir beis yoktur. (Fetevayi Hindiyye)

            İçilmeyeceğine dair olan hadisi İmam Hanbel rivayet etmiştir. Buhari de ise peygamberimizin ayakta iken su içtiğine dair bir rivayet vardır. Bu iki hadisi alimler şöyle tevil etmişlerdir; yasaklanan, yürüyerek yapılan yeme ve içmedir. (Hadis Müdafaası-İbni Kuteybe)

            “Resulullah sav Kepşe’nin yanına girdi, evinde asılı bir tulum vardı, ondan ayakta su içti. Bunun üzerine Kepşe tulumun ağzını keserek Resulullah sav’in mübarek ağzının değdiği yeri ile bereketlenmek istedi.” (İbni Mace, Tirmizi; Tirmizi bu hadis hasen sahih gariptir, demiştir” Ulema bu hususta ihtilaf etmiştir. Kimi ayakta su içmenin yasaklanmasını nesh etmiştir, dedi. Nehy, tenzih içindir, fiil ise cevazı beyan eder, diyenler de vardır. Nevevi bu görüştedir. Hılye sahibi yukarıda zikredilen hadisle Nevevi’ye itiraz etmiştir. Hılye sahibinin delili, İbni Ömer ra’den rivayet edilen “Biz Rasulullah sav devrinde ayakta yer, içerdik” (Tirmizi) hadisidir. Tirmizi hasen demiştir. Tahtavi de ayakta su içmekte bir beis görmemiş yasaklamanın zarar vermek endişesinden geldiğini söylemiştir. (İbni Abidin-1)

Ayaküstü namaz kılma: Abdullah b. Üneys, islam düşmanlarından Halid b. Süfyan b. Nübeyl el-Hüzeli’yi öldürmeye giderken ikindi vakti girer, o da aralarında boğuşma olurda ikindiyi kaçırırım düşüncesiyle üstüne giderken baş işaretiyle namaz kıldığını söyler. (Hayatüs Sahabe-1)

Ayet ve hadis metnini üzerinde taşımak: Korku gibi şeylerden korunmak için dua etmek ve ayet ile hadis gibi şeyleri yazıp taşımak dinen caizdir. Abdullah bin Ömer Peygamberden sav şöyle rivayet etmiştir. “Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin; Allah’ın gazabı, azabı ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden sözlerine sığınırım” (Fetvalar-Halil Gönenç)

B               

Bahis tutuşmak: Tek taraftan belirli bir şeyle müsabaka yapmak caizdir. Şöyle ki; Eğer sen beni geçersen, sana şu var. Şayet ben seni geçersem, bana senin bir şey vermen gerekmez” derse bu müsabaka caiz olur. (Fetevayi Hindiyye)

Baldız ile oturmak: Karısının kız kardeşi ve süt kız kardeşi ile başbaşa kalamaz. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Banka faizleri: Darul harbde, harb emirine beyat etmekle kendileri için faizin helal olacağını iddia edenler, bir büyük bir hata içindedirler. İslam coğrafyasında kurulu bulunan bankalar kâr amacıyla mı kurulmuş yoksa zarar amacıyla mı? Hiçbir banka müslümanlar kar etsin diye kurulmamıştır. Biz paramızı bankaya yatırdığımız zaman banka bizden kâr ediyor, biz bankadan kâr etmiyoruz. Dolayısıyla bu faiz işleminde fazlalık banka tarafına geçiyor. Bu durumda bankaya para yatıran inkılapçı bir müslüman kendi malını harbinin elinde kendisine karşı kullanılan bir silah haline getirmiş oluyor. Dolayısıyla bugünkü bankalardan müslüman faiz alma yoluna gidemez. (Darul Harb Fıkhı-Mustafa Çelik)

Başka mezhep imamının ardında namaz: Şafi mezhebinde olanların Hanefilerin ardında, Hanefilerin de Şafilerin ardında namaz kılabileceklerine dair ilk devirlerde ulema ittifak etmişlerdir. Asıl itidal bizim fakihlerimizin; dört mezhebin hangisine mensup olurlarsa olsunlar, arkasında namaz kıldığı kimsenin kendi namazını geçersiz kılıcı bir halinden kesin olarak haberdar olmadıkları sürece bir müslümanın, diğer herhangi bir müslümanın ardında namaz kılabileceğine dair söylediği sözlerdir. (Mezhepsizlik Bidattır-Said Ramazan  el-Buti)

Başkasının ilahına sövmek: Ebu Nüheyk ile Abdullah b. Hanzele ra’den “Bir adam Meryem suresini okudu, bir başkası da Meryem ile oğluna küfretti. Biz de adamı kan içinde bırakıncaya kadar dövdük. Adam, Selman ra’e gidip bizi şikayet etti. Olay anlatılınca “Onun yanında niçin okuyorsunuz? Allahu Zül Celalin “Allah’tan başkasını ilah diye çağıranlara sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah’a sövmesinler” (Enam:108) diye buyurduğunu işitmediniz mi? Dedi (Hılye) (Hayatüs Sahabe-4)

Başkasının okumasıyla hatim: Zeyd, Kuranı Azimüşşanı Fatiha’dan sure-i Fil’e kadar yahut sure-i ihlasa varıncaya kadar kıraat edip, diğer sureleri kıraat etmeyip Amr’e, “Sen kıraat et” demekle, Amr’de onun yerine Zeyd’in kıraat etmediği sureleri kıraat etse, Zeyd Kuranı hatmetmiş olur mu? Cevap: Olmaz. Bu surette Amr o sureleri okuduğunda hazır olup dinleyen kimseler, Kuran hatminde bulunmuş sayılıp, Kuran hatminde bulunanlara verilecek sevaba nail olurlar mı? Cevap: Olmazlar. (Fetavai Behçe) (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

Başlık parası: Kız damat tarafına teslim edilirken, kızın ağabeyi veya onun gibi birisi, güvey tarafından bir şey almadan teslim etmek istemezse, damat verdiği şeyi geri alabilir. Keza babası kızı başlık vermeden nikahlamaya razı olmazsa, verilen şey mevcut olsun olmasın damat onu geri alabilir. Çünkü rüşvettir. (Bezzaziye) (İbni Abidin-5)

            Damad veya damadın babası istek ve arzuyla kızın babasına bir hediye verseler dinen bir sakınca yoktur. Hatta sünnettir. Ama kızın babası paranın veya başka bir şeyin verilmesini şart koşuyorsa verilmediği takdirde kızı vermeyecekse alınan mal haramdır. Yani damad veya onun babası verdikleri şeyden ötürü mesul olmayacaklar ama kızın babası günahkar olur. (Fetavayi Haliliye) (Fetvalar 2-Halil Gönenç)

Başörtüsü ve okul: İslama hizmet gayesiyle okuduğunu söyleyen bir bayanın başını açması konusundan; Zaruret, yasak bir şeyi yapmadığı takdirde helaki veya helake yaklaşmayı gerekli kılan şeydir. (Suyuti-El-Eşbah) Buna göre islama hizmet gayesiyle de olsa İslama taban tabana zıt düşen, kadının namahrem yerlerini ve avretini açmaya zorlayan okullarda okumanın zaruret kabul edilmesi mümkün değildir. Ayrıca kadınların mutlaka bilmesi gereken şeyleri avretlerini açmayı gerektirmeyen okul ve kurslardan öğrenmeleri pekala mümkündür. Yasak emre tercih edilir. Kadına gusül gerekse ve erkeklerden gizlenecek bir yer bulamazsa guslü terkeder. (İbnü Nüceym) Demek oluyor ki haramı işlememek için farz bile terkedilir. (Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık Akkiraz)

Başlık parası: Damad veya damadın babası istek ve arzuyla kızın babasına bir hediye verseler dinen bir sakınca yoktur. Hatta sünnettir. Ama kızın babası paranın veya başka bir şeyin verilmesini şart koşarsa verilmediği takdirde kızı vermeyecekse alınan mal haramdır. Yani damad veya onun babası verdikleri şeyden ötürü mesul olmayacaklar ama kızın babası günahkar olur. (Haliliyeden)(Halil Gönenç)

            Kız damad tarafına teslim edilirken, kızın ağabeyi veya onun gibi birisi güveyi tarafından birşey almadan kızı teslim etmek istemezse, damad verdiği şeyi geri alabilir. Çünkü rüşvettir. (Bezzaziyye) (İbni Abidin-5)

Başörtüsü nasıl olmalı?: Sömürünün bir başka şekli gibi görünen moda, müslüman kadını yavaş yavaş hem takva kimliğinden uzaklaştırmış, hem de iyi bir tüketici yapmıştır. Süslerinizi gizleyiniz” emrine inat dış kıyafetler, allanmış pullanmış ve ancak bir müslüman kadının eşine süslenme aracı olabilecek halde iken dış kıyafet olarak piyasaya sürülmüştür. (A. Türkkol Ribat Dergisi Sayı 161)

Bazı batıl işler: Davul çalmak, güzel sesle şarkı okumak, kadınlarla delikanlıların bir arayatoplanması, zikir ve Kuran okumak için ücret almak vb gibi şu zamanlarda görülen nice münkirat daha vardır. Bunların haram ve vasiyet edilmelerinin batıl olduğunda şüphe yoktur. (İbni Abidin-3)

Besmele: Bazıları her rekatta Fatiha’nın başında Besmele çekmenin vacip olduğunu ileri sürmüşlerse de esah olan sünnettir.  Tütün  içmek gibi pis kokulu bir şey kullanıldığı zaman besmele çekmenin mekruh olduğunu söyleyenler vardır. Haram bir iş yapılırken besmele çekmek haramdır. Bezzaziye sahibine göre kesin haram olanlara besmele çeken kafir olur. (İbni Abidin-1)

Bıyıklar: Ebu Zerr’in rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah sav şöyle buyurdular: “Kıyamet gününde Allah üç tip insanla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlar için şiddetli azab vardır.” Ravi, Rasulullah sav’in bunu üç kez tekrarladığını söyleyip, hüsrana ve ziyana uğrayan bu kişilerin kimler olduğunu sorduğunda Rasulullah sav şöyle buyurdu: Bunlar bıyık uçları uzun olan, yaptığı iyiliği başa kakan ve malını yalan yeminle satan” (Müslim-İman, İbni Hibban, Hakim) (Tevhid-14)

Bidatler: Gelin ve cenaze önünde aşikare zikir yapmak, kabir üzerine bina yapmak, nafile namazları cemaatle kılmak (Regaib, Kadir, Beraat, Tesbih namazları gibi), türkü dinlemek, hutbe okunurken salatü selam getirmek, radiyallahu anh demek, amin demek, mescidde dilenmek, kadınların yabancı bir evde taziye veya tebrik için toplanmaları, açıktan tevhid getirmeleri.. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Bidat Çıkaranların durumu: İbni Abbas ra rivayet eder: “..Benim ümmetimden bir takım kimseler getirilip sol tarafa ayrılacaktır. Ben “Ey Rabbim, bunlar benim ashabımdırlar, derim. Cenabı Allah bana: “Bunların senden sonra neler yaptıklarını sen bilmezsin” der. Ben de Allah’ın salih kulu İsa as’ın dediği gibi “Aralarında bulunduğum müddetçe onları gözetliyordum. Sen benim canımı alınca onları gözetleyen sen oldun. Her şeyin gözetleyicisi sensin. Onlar senin kullarındır. İstersen azab edersin, istersen bağışlarsın. Zira izzet ve hikmet sahibi sensin. (Maide:117)derim. Cenabı Hak  “Sen aralarından ayrıldığın gün, onlar gerisin geri döndüler” buyurur” Bir rivayette “Benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, derim ziyadesi vardır. (Tergib, Buhari, Müslim)

Bidatçı ve zorba imamın ardında namaz: Kötü inancına rağmen, zorba biri namaz kıldırırsa ona uyularak namaz kılınır. Namaza bir değişiklik, bidat, uydurma bir şey getirmişse ona uyulmaz. (Ahkamus Sultaniyye-İmam Maverdi)

Bilardo: Oyun sonunda oyun malzemesinin kirasını veya içilen çayların parasını yenilen tarafın ödemesi gibi, küçük de olsa, bir menfaat karşılığında oynanan her türlü oyun kumardır. Menfaat sağlamak söz konusu olmasa da sadece vakit geçirmek amacıyla oynanan tavla, kağıt ve tombala gibi oyunlar, insanın vaktini boşa harcaması ve kumara vesile olmaları itibarıyla mekruh görülmüştür. İbadeti veya çalışmayı engellemeden ve yenilen tarafın yenen tarafa bir menfaat temin etmeden oynanan bilardo ve benzeri sportif oyunların oynanmasında ise beis yoktur. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

Bilinmeyen beş husus: “Kıyametin ilmi muhakkak ki Allah’ın katındadır. Yağmuru o yağdırır. Rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiçbir kimsede hangi yerde öleceğini bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir. Her şeyden haberdardır. (Lokman suresinin son ayeti) Ayette yağmurun ne zaman yağacağı ve anne karnındaki çocuğun cinsiyetinin bilinemeyeceğine dair bir ifade mevcut değildir. İmam Maturidi çoğu müfessirin aksine “Ayette geçen beş şeyin gayb olan yönleri olabilir ama bu beş şey hakkında hiçbir bilgi edinemeyeceğimiz manasına gelmez” demektedir. Ona göre bilinemeyecek olan bu beş şeyin hakikatidir. Bir şeyin hakikati, onu, o şey yapan şeydir. (Seyyid Şerif-Tahrifat) mesela düşünen canlı olmak insanın hakikatı ve mahiyetidir. Ama gülen canlı olmak insanın hakikati değildir. İnsan gülmese ya da gülme özelliğinden mahrum olsa yine insandır. Ama düşünme özelliği olmayan bir canlıya insan diyemeyiz. Maturidi ayeti tefsir ederken, bu beş hususun bir kısmında hesap yoluyla bilgi sahibi olunabileceğini ifade eden telmihlerde bulunmaktadır. Müneccimlerin hesap yoluyla bildikleri şeyler bu kabildendir, demektedir. (Te’vilat) Onun bu ifadesine bugünkü meteorolojik tahminler örnek gösterilebilir. Anne karnındaki çocuğun cinsiyetinin bilinip bilinmeyeceği konusunda Maturidi, çoğu müfessirin benimsediği görüşe zıd bir görüş beyan etmektedir. Ayetteki “rahimlerdekini bilir” ifadesini pek çok müfessir “erkek mi dişi mi olduğunu ancak Allah bilir” şeklinde yorumlamaktadır. Bu tefsire göre cenin doğmadıkça cinsiyetini tespit etmek mümkün olmayacaktır on bir asır önce yaşayan İmam Maturidi’nin yorumu, cenin cinsiyetinin tespit edilebileceği şeklindedir. Bu konudaki ifadeleri aynen şöyledir: “Rahimlerdekini bilirden maksad, ceninin sırasıyla nutfe, alaka, muğda safhalarına intikalini, bir halden diğer hale geçişini ve her an cenin üzerinde meydana gelen değişiklikleri (gerçek mahiyette) bilir demektir. Bunu Allah’tan başka kimse bilemez. Anne karnındaki çocuğun erkek mi dişi mi olduğunun bilinmesine gelince bunun Allah’tan başkasının bilmesi de mümkündür. (Tevilat) (Hadis Araştırmaları-Selahaddin Polat)

Biriken paranın zekatı: Ev edinmek için biriktirilen paralarda tabii olarak çoğalma ve artma özelliği vardır. Binaanaleyh bu maksatla biriktirilen paralar borçtan ve temel ihtiyaçlardan sonra nisap miktarına ulaşmış ise o paradan zekat vermek gerekir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

Boğa güreşi: İbni Abbas’ın naklettiğine göre; Resulullah efendimiz sav hayvanları birbirine kışkırtmayı yasaklamıştır” (Ebu Davud-Cihad, Tirmizi-Cihad) Sebep, hiçbir fayda söz konusu değilken bir canlının canını acıtmak ve abesle iştigal etmektir. Horoz, deve, boğa, köpek, koç vb hayvanları dövüştürme hep bu yasak içerisinde yer alır. Böle şeylerle meşgul olmak, hafif akılılıktan, basitlikten ve karakter bozukluğundan kaynaklanır. (Ceziri-Mezahibul Erbaa) ( Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk Beşer)

Boks oynamak: Boksta vuruşmak ve rakibe eziyet etmek kasdı vardır. İki insanı karşı karşıya getirerek eziyet ettirmek haramdır. (Envarül Ebrar) onu oynamak haram olduğu gibi seyretmek de haramdır. (Halil Gönenç-Fetvalar)

Borçluya zekat: Eğer meşru olmayan bir iş için baorçlanmışlarsa, kendilerine zekat verilmez. Ancak tevbe edip de tevbelerinin hakiki olduğuna kanaat getirilirse, verilebilir. (Büyük Şafi İlmihali)

Borsa: İslam Fıkıh Akademisinin girişimiyle 1988 yılında Rabat’ta toplanan Borsa Semineri’nin sonuç bildirisinde ve adı geçen akademinin 1992 yılında Cidde’de yapılan VII. Dönem Toplantısından hisse senetlerinin kâr ve zarara iştirak etmesi sebebiyle kural olarak helal olduğu, fakat şeri hükmünün bunu çıkaran şirketin ticari işlem ve amaçlarının meşrû oluşuyla yakından ilgili bulunduğu belirtilmiştir. Şirketin faiz, içki imali ve ticareti, karaborsacılık, hile, yalan ve aldatma gibi dinen haram vasıtalarla kazanç sağlaması halinde hisse senetlerini alıp satmanın ve bundan gelir elde etmenin haram ve masiyete iştirak etmek olduğundan caiz olmayacağı bildirilmiş, esasen faaliyet alanı haram işlemler yapma, dinen yasak hizmet ve mal üretiminde bulunma olmamakla beraber, bazı haram işlemlere taraf olması sebebiyle şirketin kârına haram kazanç karışmış olması hallerinde ise, pay sahiplerinin bu miktarı yaklaşık olarak hesaplayıp kendisinin hayır ve hasenat niyeti olmaksızın ve toplum hakkı olduğu inancı ile hayır yolunda harcaması tavsiye edilmiştir. (Diyanet İslam İlmihali-2)

            Ait olduğu iktisadi değerden bağımsız olarak değer kazanıp kaybeden bir hisse senedini, eldeki parayı değerlendirmek, değerini korumak, iniş çıkışlarını gözeterek para kazanmak maksadıyla alıp satmak. Borsadaki alış verişler daha çok bu ikinci maksada yöneliktir. Bu manada borsada oynamak! Tam olarak değilse de biraz kumara, piyangoya benziyor, gerçek değerinin üstünde ve dışında kağıtların pahalanıp ucuzlamasına sebep oluyor, ekonomiye ve üretime önemli bir katkısı olmaksızın paralar kazanılıyor ve kaybediliyor. İşte bu bakımdan borsada oynamayı makbul bir ticaret olarak görmüyorum. Ancak mevcut düzende ve şartlarda oynama olmadan borsanın da olmayacağı, halbuki parayı faizle nemalandırmaya karşı borsanın bir meşru seçenek olduğu gerçeğini de görmezlikten gelemiyorum. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Hadislere baktığımızda ise: “Yanında olmayan bir şeyin satışı helal değildir” “satın alınan bir şeyin, alındığı yerde satılması memnu’dur”, “serbest piyasanın oluşabilmesi için kırsal kesimden mal getirenlerin yolda karşılanması menhidir”, spekülasyon yasaktır” ifadeleriyle karşılaşırız. Bütün bunların özünde haksız kazancın, aldatmanın, ğararın, meçhuliyetin önlenme esprisi vardır. Hisse senedi satışı bunlardan bütün bütün uzak değildir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

            Sonuç olarak anonim şirketlerinin bugünki yapısı ve borsanın işleyişi karşı­sında hisse senetlerinin Menkul Kıymetler Borsasından alım-satımını caiz gör­mek mümkün değildir. Çünkü bu, insanların mallarının haksız^ yere yenmesine göz yummak olur. Allahü Teâlâ, ekonomik ilişkilerin bel kemiği sayılan bir âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:“Mümin­ler, mallarınızı aranızda hak­sız yol­larla ye­meyin, ama karşılıklı rıza ile yapılan bir alım satımla yiyebilirsiniz" (Nisa 4/29) (Abdülaziz Bayındır-Faiz ve Ticaret) hakikaten çok güzel ve ayrıntılı bilgiler var. Merak edenler mutlaka okumalı)

Boşamak: Boşamak veya talak kelimesini kullanmadan “defol, git, babanın evine git” gibi sözlerle boşamanın vaki olabilmesi için boşamaya niyet etmiş olmak, bu niyetle söylemiş bulunmak gerekir. Aksi halde bunlarla eş boşanmış olmaz. Öfkeli olarak, kişinin söylediği sözlerle “söz nasıl olursa olsun” boşanma yapılmış olmaz. İki hayız içinde eş ancak bir kere boşanır, birden fazla boşamanın hükmü ve tesiri yoktur. Hayız halinde veya temizlik başlayınca cinsi birleşme yapıldıktan sonra yapılan boşamalar da muteber değildir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Boşanan kadının kalacağı yer: Talak ve ölüm iddeti bekleyen kadınlar iddetin vacip olduğu evde iddet beklerler, ondan çıkarılmazlar. (Metin) Cevhere’de şöyle denilmiştir: “Bu talakı ric’i olduğuna göredir. Bain olursa mutlaka bir perde lazım gelir. Ancak erkek fasık ise o zaman kadın çıkar.” Bu ifadeden anlaşılır ki, ric’i talakla boşanan kadın kocası fasık bile olsa evinden çıkamaz, perde çekmesi de vacip değildir. Çünkü aralarında evlilik devam etmektedir. (İbni Abidin-7)

Boynuzu kırık hayvan ve kurban: Boynuzu olmayan veya boynuzu kırık olan hayvan kurban olur. Kafi’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Buluntunun hükmü: Lukata (buluntu) yı bulan kimse kendisi muhtaç ise onu, ilan ve tarif ettikten sonra kendi nefsine sarf edebilir. Muhit’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

            Eğer bulan kimse, onu kaldırmadığı takdirde zayi olacağından kaygı duyarsa o zaman ona kaldırmak vacip olur. (Hidaye Tercümesi) Buluntu eğer on dirhem veya fazla olursa bir yıl ilan etmek gerekir. Eğer buluntu kalıcı olan şeylerden değilse bulan kimse onu bozulacağından endişe duymaya başlayıncaya kadar ilan eder ve ondan sonra fakirlere verir. Sonra buluntu nerede bulunmuşsa orada ilan etmek gerekir. Eğer buluntu gerekli olan süre ilan edildikten sonra sahibi  çıkmazsa, sadaka olarak fakirlere verilir. Buluntuyu bulan kimsenin kendisi fakir olduğu zaman ondan yararlanmasında sakınca yoktur. (Hidaye Tercümesi)

            Bulunan para ile kitap alıp hediye etmek caizdir. Ayrıca sahibinin namına dini kitaplar dağıttığınız için sevap işlemiş olursunuz. (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

Bulunmayan bir malın satışı:  Bulunmayan bir şeyi bedelinden yüksek bir fiyata satmakta bir beis yoktur. (Fetevayi Hindiyye)

Büyüklerin gelişi için kurban kesmek: Zeyd, ekabirden Amr’in gelişi için bir koyun kesip üzerine Allah’ın ismini söylese dahi yenmesi helal olur mu? Cevap: Olmaz. (İbni Nüceym, Mülteka Tercümesi) (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

 

C     

Cahiliyye selamı: Umeyr, peygamberimize yaklaştı ve cahiliyyet devrindeki usule göre –Sabahı hayr, sabahın hayırlı olsun dedi. Peygamber efendimiz de: “Ya Umeyr, cenabı Hak senin bu selamından daha güzel bir selam, cennet halkının selamını ihsan buyurmuştur, dedi. (Hayatüs Sahabe-1)

Camide ikinci cemaat oluşturmak: Camide imamla namaz kılındıktan sonra tekrar cemaat halinde ezan ve kamet ile namaz kılınması mekruhtur. Fakat ezan ve kametsiz mihrabın başka bir tarafında mahdut kimselerin tekrar cemaatle namaz kılmaları mekruh değildir. (Büyük İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç)

Camide konuşmak: Camide yapılan konuşma din ile ilgili ise ibadet olduğundan makbuldür. Fakat dünyevi olup da bir kimsenin gıybet ve dedikodusu yapılmıyorsa mubahtır. (Hindiyyeden) (Fetvalar-Halil Gönenç)

            Mescitlerde tartışmak, ses yükseltmek, kayıp ilanı, alışveriş, icare vb akitler mekruhtur. Ancak fıkıh öğrenen kimselerin seslerini yükseltmesi bunun dışındadır. Bunlara göre mübah olmayan sözlerle konuşmak da mekruhtur. Şayet mübah olan sözler ile konuşulursa namaz kılanlarda şaşırmıyor ise mekruh değildir. Hanefilere göre mescitte dilencilik etmek haramdır. Dilenciye mescit içerisinde birşeyler vermek mekruhtur. Fesaddan emin olmak kaydıyla kadınların mescitte namaz kılmasına müsaade edilir. Genç kadının mescide gitmek maksadıyla evinden çıkması mekruhtur. Mescidlerde mübah sözler ve dünyevi ve buna benzer işlere dair mübah şeylerden söz etmek caizdir. İsterse bu tür konuşmalar esnasında gülme husule gelmiş olsun; yeter ki, konuşmalar mübah özelliğini muhafaza etsin. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Camide Kuran okumak: Ebu Said el-Hudri ra rivayet edip demiştir: Rasuli Ekrem sav mescidde itikafta idi. Mescidde Kuranı sesli olarak okuyanları işitti. Hemen Rasulü Ekrem sav, itikafa girdiği yerin perdesini açtı ve dedi: “Kulak veriniz ve dikkat ediniz! Şüphesiz hepiniz Rabbisine niyaz edip yalvarmaktadır. Binaanaleyh bazınız diğer bazınıza eziyet etmesin ve bazınız diğer bazınız üzerine Kuranı Kerim okumada sesini yükseltmesin.” (Ebu Davud) İmam Malik Muvatta da: “Rasulullah sav insanların yanına çıktı. Halbuki insanlarda namaz kılıyorlardı ve onların Kuranı Kerimi sesli olarak okuyuşlarına da muttali oldu. Bunun üzerine Rasuli Ekrem dedi ki: “Muhakkak namaz kılan kimse Rabbisine münacaat eder. Binaanaleyh her ferd Rabbisine münacaat edip ibadet yapanın haline baksın ve bazınız diğer bazınız üzerine Kuranı sesli olarak okumasın.” (El-İbda) Rasuli Ekrem sav Hz. Ali’ye şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! İnsanların namaz kıldığı yerde, Kuranı Kerim okumanı ve dua etmeni sesli olarak yapma! Zira senin Kuranı sesli okuyup duayı sesli yapman, insanların namazını ifsad eder.” (El-İbda, El-Medhal) Bu hadisi şerifler gereğince, Ebu Hanife merhum, namazdan sonra okunan Ayetel Kürsi’yi ve duayı sesli olarak okumayı kerih görmektedir. İşte bu hadisi şerif gibi pek çok hüküm ve beyanlar, camide ve hatta evlerde ibadet ve namazla meşgul olanların yanlarında, sesli olarak Kuranı Kerim okumak, zikri ilahi, tesbih, tehlil ve duaları sesli olarak yapmak haramdır. Dürril Muhtar’da da aynı hüküm mezkurdur. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

Camide musafaha yapmak: Namazlardan sonra, namazın bir tetimmesi (tamamlayıcısı) olarak, herkesin herkesle musafaha etmesi bidattır. Musfaha aslında sevgi doğurucu bir sünnet olmakla beraber, namazlardan sonra, namazın bir parçası ve bütünleyicisi gibi icra edilmesi, ibadete bir katma anlamı taşıdığından bidat olmuş olur. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

            Beş vakit namazdan, Cuma namazından ve Bayram namazlarından sonra (cami ve mescitlerin içerisinde) musafaha yapanlar görülüyor. Bu zamanlarda musafaha yapmak bidat ve kerahattır. Müslim şerhinde İmam Nevevi merhum ise şöyle zikrediyor: İkindi ve sabah namazından sonra musafaha yapmak aslı olmayan şeylerdendir. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

Camiyi süslemek: Fazla israfa kaçmak, mihrap ve kubbesini akıl ve hayale gelmeyecek nakışlarla nakışlayıp süslemek ve milletten toplanan parayı lüzumsuz yere harcamanın bir manası yoktur. Bu paralara yazık olur. Peygamber sav camileri çok yükseltmekle emrolunmadım. Siz zaman gelecek yahudi ve hristiyanlar gibi camilerinizi süsleyeceksiniz”(Ebu Davud) “Halkın camileri yükseltip süslemekle böbürlenmeleri kıyamet alametlerindendir.”(Ebu Davud) (Halil Gönenç)

            “Herhangi bir ümmet amel yönünden bozulunca mutlaka camileri süslemeye yönelir.” (İbni Mace Mescidler:2)

            Ebu Husayn şöyle rivayet eder: “bir ümmetin ameli kötüleştiği vakit mescitlerini süslerler.” (İmam Malik) (Asrı Saadette İslam-1)

            Hanefiler, helal olan mal ile mescitlerin süslenmesi caizdir; mihrabı bundan müstesnadır. Onun bu şekilde süslenmesi mekruhtur, çünkü namaz kılanı oyalar, demişlerdir. Ebu Hanife’den bu konuda ruhsat verdiği rivayet edildiği gibi, Ebu Talib el-Mekki’nin de: “Mihrabın süslenmesinde kerahet yoktur” dediği rivayet edilmektedir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Camileri yağlı boya vb şeylerle süslemek mekruhtur. Cami duvarlarına yazı yazmak Hanefilerce doğru değildir. Şafilere göre mekruhtur. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Resulullah sav’in mescidi sade olduğu gibi, tâ Selçukluların sonuna kadar tüm islam dünyasındaki mescidler de genellikle sade idiler. “Ben muhteşem mescitler yapmakla emrolunmadım.” (Ebu Davud-Salat) hadisini şerheden Münavi der ki: İbadethaneleri süslemek ehli kitabın işidir. Müslümanların bu konudaki tavrı itidal olmalıdır. Hz. Ömer onca maddi devlet gücüne rağmen mescidi değiştirmemiştir. İslamda ilk mescid süsleyen Velid b. Abdülmelik’tir. Selefimizin çoğu insanlar fitne korkusundan ona bir şey diyememişlerdir. (Münavi-Feyzül Kadir) bu hadisle ilgili olarak Ebu Davud’un nakline göre İbni Abbas: “Ama siz yine de Yahudi ve Hıristiyanlar gibi mescidleri övünme vesilesi yapacaksınız” demiştir. Hatta Ebu Davud’un müteakip hadisi de bunu destekler: İnsanlar mescidler konusunda birbirleriyle övünmedikçe Kıyamet kopmaz.” (Ebu Davud-Salat) Süslenebilecek kısımların badana ya da altın suyu ile bezenmesi mekruh değilse de bu camiye vakfedilen (cami yapılması için verilen) paralardan yapılamaz. Kişiler bunu ancak kendi hesaplarına yaptırabilirler. (Fetevayi Hindiyye) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Caminin üstüne ev vb yapmak: Mescidlerin üstü sonsuza kadar mescid sayılacağı için, artık mescidin üzerine ev yapılamaz. Mescidin üzerinde hela ve cinsellik ihtiyacı gibi ihtiyaçlar giderilemez. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

Camideki yazılar: Şafii, Hanefi ve Hanbelilere göre mescidlerin duvarlarına, tavanlarına yazı yazmak mekruhtur, diğer taraflarda mekruh değildir. Çünkü yazı, namaz kılanın kalbini meşgul eder; hatta namazını bırakıp yazılanları okumakla dahi uğraşabilir. Nitekim mescidin boyanması ve namaz kılanı namazdan alıkoyup uğraştıracak her bir şey de mekruhtur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Fethül Kadir’de: “Paraların, mihrapların, duvarların üzerine Kuran ve Allah’ın isimlerini yazmak mekruhtur. (İbni Abidin-1)

            Vakıf malı ile nakış caiz değildir, çünkü haramdır. Mütevelli nakış veya kireçle badana yaparsa öder. Ancak zalimlerin tamaından (kınamasından) korkulursa nakışlamakta bir beis yoktur. (Metin kısmından) Mescidin duvarlarına yazı yazmak doğru değildir. (İbni Abidin-2)

Camide yer sahiplenmek: Bir kimsenin cami ve mescitlerde kendisi için özel bir yer tayin ve tahsis ederek namazları daima orada kılması mekruhtur. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

Camilere ziyaret düzenlemek: Turlar düzenlenerek cami ziyareti için yolculuğa çıkmak kesinlikle caiz değildir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Ebu Hureyre anlatıyor: “Tur’i Sinaya gitmiştim.. Oradan ayrıldıktan sonra Basra b. Ebi Basra el-Gıffari’ye rastladım. Bana: -Nereden geliyorsun? Dedi. Ben de: -Tur’dan dedim. Bunu duyunca –Oraya gitmeden önce sana rastlasaydım gitmezdin. Resulullah sav buyurdular ki: Üç mescitten başka yere (ziyaret maksadıyla) sefer yapılmaz: Mescidi Harama, bu mescidime(Mescidi Nebevi) ve İyliya (Kudüs) mescidine yahut Beyti Makdis’e” (İmam Malik, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai)  (Muvatta 1-İmam Malik)

Cariyenin avreti: Cariyenin avreti göbeği ile dizkapağı arasıdır. Bu cumhurun görüşüdür. Bu görüşün peygamberimize dayanan (merfu hadis şeklinde) bir dayanağı yoktur. Hz. Ömer’in kavli ile ihtiyaca dayandırılmıştır. (İbni Hümam-Fethül Kadir) zahirilere göre avret konusunda cariye ile hür kadın arasında bir fark yoktur, cariyenin de el, ayak ve yüzü hariç, tüm bedeni avrettir. Çünkü bu ikisini ayırmak için nakli ve sağlam bir delil gerekir bu ise yoktur. (İbni Hazm-Muhalla) İmam Şafinin bir kavline göre cariyenin –dirseklere kadar- elleri ile başı avret değildir. (Şirazi-Mühezzeb) İmam Malik’ten bir rivayete göre yalnızca saçı avret değildir. (Şevkani- Neyl) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Cemaat: El Gayede “Alimlerimizin âmmesi, gerçekten cemaat vaciptir, dediler” denilmiştir. Müfid’de ve onun tesmiyesinde “Cemaat, sünnetle vacip olduğu için sünnettir” denilmiştir. Bedai de “Cemaat, akıllı, ergenlik çağına gelmiş, cemaatle namaz kılmaya zahmetsiz gücü yeten erkekler üzerine vaciptir” denilmiştir. (Fetevayi Hindiyye)

Cemaat taassubu: Ne yazık ki günümüzde müslüman olduğunu söyleyenler de çeşitli guruplara, tarikatlara, partilere, hiziplere bölündüler. Tıpkı tarihte olduğu gibi. Her grup insanları peşinde gittiği şeyhe, lidere, mezhep ve meşrebe çağırmaya, onu ön plana çıkarmaya çalışıyor. Bunun adına da “ilahi kelimetullah için cihad” denmekte. Bu guruplardan biri diğerinin imanını, amelini, samimiyetini kısacası tavırlarını kendi gurubuna göre değerlendirmekte. Halbuki tevhid dini İslamda lider bir kişidir, cemaat bir cemaattir, ilkeler birdir. Her cemaat kendi ağabeyini, liderini veya ileri gelenlerini mutlak lider görmeye başlayınca biri diğerine tabi olmak şöyle dursun, bazen bile bile karşısındakini haksız yere suçlayabilmekte. Halbuki müminler birbirlerini hiç kimsenin malı olmayan ve hiç kimsenin tekelinde olmayan Allah’ın dinine çağırmaları gerekirken birbirlerini bağlı bulundukları mezhebe, meşrebe, ırka ve lidere davet etmekteler. Bizler ayrılığa üzülmek yerine onun rahmet olduğunu savunup duruyoruz. (İnsanları Tefrikaya Düşüren Faktörler-Mahmut Balcı)

             Bir zaman öyle kimseler gelecektir ki, ilim boğazlarından inmez, içleri başka dışları başkadır, bildikleri ile yaptıkları birbirine uymaz. Cemaat kurup otururlar ve birbirleriyle iftihar ederler. Eğer onlardan biri, bir başkasının yanına oturursa ona kızar ve onu arkadaşlıklarından atarlar. İşte bunlardır ki, amelleri oturdukları yerde kalıp Allah’a yükselmez. (Hz. Ali) (Murabıta Notlar-1 Abdullah Büyük)

Cenabet olanın zikir yapması: Abdestli olmayanların, cünübün, hayızlı ve nifaslıların, kalp veya dil ile, tesbih, tahmid, tehlil, tekbir ve salavat okumak suretiyle zikir ve dua etmeleri caizdir. (Asım Köksal-İslam Tarihi 18.cilt)

Cenaze namazı ve ayakkabı: Eğer ayakkabı temiz ise, çıkarmaya gerek yoktur. Şayet ayakkabıların altında veya başka bir yerinde necis var ise, ayakkabıyı çıkarmak gerekir. Çıkarılan ayakkabının üstüne basmakta hiçbir mahzur yoktur. Hatta yerlerde çamur ve emsali gibi ıslaklıkların olması halinde, ayakkabıların üstüne basıp kılmak zarureti vardır. Binaanaleyh ayaklardan ayakkabıyı çıkardıktan sonra altındaki necis zarar vermez. (Halebi Sağir, Fetavayı Abdurrahim, Mülteka) (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

Cenaze namazında kadın: Bahır’da: “Namazı bozan şeyler cenaze namazını da bozar. Yalnız kadınla bir hizaya durmak müstesnadır. O bozmaz. Nasıl ki Bedayi’de beyan olunmuştur. (İbni Abidin-3)

Cenaze namazı ve sünnet namazlarının terki: Cenaze namazı, bayram hutbesinden, akşam namazının sünneti ile öğle, Cuma ve yatsının sünnetleri gibi sünnetlerden önce kılınır. Çünkü cenaze namazı farz, bayram hutbesi sünnettir. Akşam namazının sünneti hakkında da aynı şey söylenebilir. (Tatarhaniye) Fetva cenazenin, Cuma ve akşam namazlarının sünnetinden sonra kılınacağına göredir. Çünkü bunlar daha kuvvetlidir” denilmiştir. (İbni Abidin-3)

            Haccda, farz namazı kılınır kılınmaz, hemen cenaze namazını kıldırıyorlar. Haremi şerifte ve Ravzayı Mutahhara’da da aynı hâl ve amel işlenmektedir. Hatta 1982 yılında Medine-i Münevvere’de Teravih namazını kılıyorken, 8 veya 10 rekat teravih namazı kılındığı an, bir cenaze geldi ve hemen teravih namazının selamını verince, arada cenaze namazı kılınıp tekrar teravih namazı kılınmaya devam edilmiştir. (İslama Sokulan bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

Cenaze ve tesbihin terki: Namazın tesbih ve sünnet olan zikrini terketmek sünnet olamaz. Peygamber sav cenaze olduğu zaman bunları terkediniz dememiştir. Ancak farz ve vacip olmadığı için terkinden dolayı günaha girilmiş olmaz.(Fetvalar-Halil Gönenç)

Cenazenin ardından tezkiye etmek: Cemaatin tanımadığı veya kötü olarak bildiği bir kimse için “Bu adamı nasıl bilirsiniz*” sorusuna, iyi biliriz, Allah rahmet eylesin demek yalandır. Bu tezkiye ölüye fayda vermediği gibi cemaati de günaha sokar. (Halil Gönenç)

Müslüman olmayanın cenaze namazı: Müslüman bir kimsenin müslüman olmayan bir kimsenin cenaze namazına katılması caizdir. Ebu talip öldüğünde Peygamber sav Hz. Ali’ye defn ve tedvin işleri için emir buyurdu. Aynı şekilde müslüman olmaya annesinin cenaze merasimine katılmasını da emir buyurdu. (Yes elüneke Anil Din vel Hayat) (Halil gönenç)

Cenaze için kalkmak: Fukaha ve Cumhuru ulema, cenaze geçerken görüldüğünde, görenler oturuyorsa cenazeye kalkmanın mekruh olduğunu beyan etmişlerdir. (Halebi Kebir ve Dürretül Fahireden) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Peygamberimizin ayağa kalktığını bildiren hadis Hz. Ali’den rivayet edilen Resulullah sav ayağa kalktı. Sonra oturdu.” (Ebu Davud, İbni Mace, İmam Ahmed) hadisi ile neshedilmiştir. Müslim de bu manada bir hadis rivayet etmiş, vaktiyle vardı fakat sonradan nesh edilmiştir, demiştir. (Münye Şerhinden) (İbni Abidin-3)

Cenazenin geceleyin defni: Cenazeyi gece defnetmek caizdir. (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

Cenaze giderken yürümek: Cenaze içinde yürüyenler arasında en efdal olanlar, cenazenin arkasında yürüyenlerdir. Cenazenin önünde de yürümek caizdir. Ancak herkesten ileri gitmek ve cenazeden uzak kalmak mekruhtur. Cenazenin sağından ve solundan yürümekte iyi değildir. Fethul Kadir’de de böyledir. Cenazenin arkasından gidenlerin üstüne düşen vazife susmaktır. Bunların yüksek sesle Kuran okumaları ve zikretmeleri mekruhtur.  Tahavi şerhinde de böyledir. Cenazede en efdal olan mezar toprak dolana kadar oturmamaktır. Muhit’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Cenaze namazında ellerin salınması: Cenaze namazında, dördüncü tekbirden sonra eller önce salınır, sonra sağa ve sola selam verilir. (İslam İlmihali-Enisül Abidin-Cep İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç)

Cenaze namazının yeniden kılınması: Cenaze namazı her nerede olursa olsun bir defa kılındı mı aynı imam ve cemaat tarafından ikinci defa kılınmaz. Öncelik hakkı olan velisinin namazını kıldırmasıdır. Velisinin izni olmaksızın kendisi de iktida etmemiş olmak takdirinde, isterse kendi kendine veya başka cemaat ile bir namaz kılabilir. (Hindiyye-Nimeti İslam) (İkaz-Mehmet Güleç)

Cenaze yıkanmadan Kuran okumak: Ölü yıkanmadan yanında Kuran okumak mekruhtur. Ancak başka bir odada okunmasında bir mahzur yoktur. Yıkandıktan sonra yanında da okunabilir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

Cenaze yıkayana ücret vermek: Yıkayan kimse ücret isterse orada başka yıkayacak bulunduğu takdirde ücret vermek caizdir. Başkası yoksa caiz değildir. Çünkü yıkamak ona taayyün etmiştir. Taşıyanın ve mezar kazanın hükmü de böyle olmak gerekir. (Sirac, Metin kısmı İbni Abidin-3)

Cennette evlilik: Cennette kişi ve onun evliliği dünyadaki gibi değildir. Dünyadaki eşler birbirini isterse beraber olurlar, bunda bir problem yoktur. Biri ister diğeri istemezse, Allah Teala her birine istediğini yeniden yaratarak verebilir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Cihadın şartları: Cihadın mubah olmasının iki şartından biri de şudur: Müslümanların, bu savaşın sonunda, kuvvet ve kudret sahibi olacaklarını ümid etmeleri... (Savaşa hazır olup, zafer kazanacak güçte olmalarını ümit etmeleri) bu durumda olmayan müslümanların savaşması, nefsi tehlikeye atma durumundan dolayı helal olmaz. (Fetevayi Hindiyye)

Cihadda anne ve babanın izni: Cihada çıkmak isteyen bir kimsenin anne ve babası varsa, bunların iznini almadan cihada çıkması uygun olmaz. Ancak, cihad umûmi olursa, onlardan izin almadan çıkabilir. (Fetevayi Hindiyye)

Cihadda karısının izni: Bir kimsenin karısı bulunur ve cihada gitmesi halinde onun helâk olacağından korkarsa, bu şahıs karısının izni olmadan cihada çıkamaz. (Fetevayi Hindiyye)

Cihadda düşmandan kaçmak: Silahı olmayan bir kimsenin, silahı olan bir şahıstan kaçmasında bir beis yoktur. Bir kişinin, üç kişiden kaçmasında da bir beis yoktur. Serahsi’nin Muhitçinde de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Cinden korunma: Übey b. Kâb’dan: “Karşılaştığı bir cinden, korunmak için ne yapması lazım geldiğini sorunca Cin: Bakara suresinden Ayetül Kürsi sizi bizden korur, kim onu akşamleyin okursa, o gece sabaha kadar ve kim sabahleyin okursa o gün akşama kadar bizden korunmuş olur, dedi. Oalyı Peygamberimize anlatınca Kâb doğru söylemiş, buyurdu.” (Kenz, Nesai, Hakim, Beyhaki) (Hayatüs Sahabe-4)       

Cuma ezanı nerede okunmalı: İmam minbere çıktıktan sonra oturur ve müezzin minberin karşısında durup tekrar ezan okur. (Hidaye Tercümesi)

            İmam minbere çıkınca ve müezzin imamın önünde ezan okumaya başlayınca alış veriş yapmak tahrimen mekruhtur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Camilerde işlenen bidatlardan birisi de, Cuma günü hatip efendi hutbeye çıkıp oturduktan sonra ikinci ezanın minberin önünde okunmayıp rasgele yerde veya minberin karşısında olmadığı halde uzak yerlerde okunmasıdır. Ecdadımız bu sünnet yerini bulsun diye, camileri yaptırırken, Cuma günü minberin önünde ikinci ezanı Muhammedi ifa edilsin diye, müezzin mahfelileri yaptırmışlardır. Konya’da Sultan Selim, İstanbul’da Fatih, Bursa’da Ulu cami, Edirne’de Selimiye camilerinde minberin önünde yapılan camiler bu sünneti ifa içindir. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

Cuma günü yolculuk: Sabah vakti girince Hanefi ve Malikilere göre yolculuğa çıkılabilir. Hanefilere göre Cuma günü öğle vakti girmeden önce, şehrin mamur, oturulan yerlerinden ayrılınırsa, sefere çıkmakta bir beis yoktur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Cuma namazıyla ilgili hükümler: Cumhur, Cuma namazının sahih olabilmesi için yerleşim biriminin şehir veya köy olmasına itibar etmeyip sadece sayı ve ikameti esas almışlardır. Toplayıcı şehirden başkasında Cuma namazı ve teşrik tekbiri yoktur. Şeklindeki söz Hanefilerin iddia ettikleri gibi Peygamberimiz sav’in sözü olmayıp Hz. Ali’ye nispet edilen sahih mi, zayıf mı olduğu muhaddisler arasında tartışmalı olan mevkuf bir haberdir. Nitekim İmam Tirmizi “Köylerde Cuma kılınmaması hususunda Peygamberden rivayet edilen hiçbir hadis sahih değildir” der (Beyhaki, Dârekutni, Nevevi, Darulfikr, Azımabadi) İmam Ahmed b. Hanbel “Bu söz hadis değildir. Sadece Hz. Ali’nin kendi sözüdür. Ancak Hz. Ömer ona muhalefet etmiştir” demektedir. Aynı görüşler Beyhaki ve Hafız İbni Hacer’den de nakledilir. Buhari ve Ebu Davud’un İbni Abbas ra’den rivayetlerine göre, O şöyle demiştir: “Resulullah sav’in Medine’de kılınan cumadan sonra (Medine haricinde) kılınan ilk Cuma namazı, Bahreyn köylerinden bir köy olan Cuvasa’da kılınan Cuma namazıdır.” Ebu Hureyre’den rivayete göre: “Biz Bahreyn’de iken kendisine burada Cuma kılıp kılamayacağımızı sormak üzere hz. Ömer ra’e mektup yazmıştık. Bunun üzerine Ömer bize cevaben “Nerede olursanız olun, Cuma namazını kılın” diye yazdı.” (İbnu Ebi Şeybe, Darekutni, İbnu Hacer) Buhari’nin katibi Leys b. Sa’d den rivayete göre şöyle demiştir: “İçerisinde cemaat bulunan her şehir ve köy Cuma ile me’mur olurlar. Zira Mısır ve sahillerinde oturan ahali Ömer ve Osman ra zamanlarında, aralarında sahabeden bir gurupta olduğu halde Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın emriyle buralarda Cuma namazı kılıyorlardı. (İbnu Hacer, Ali Nasıf) Ka’b b. Malik’ten rivayete göre Esad b. Zürare Medine’ye iki mil mesafede bulunan Beni Beyada köyünde Hezmün Nebit denilen semtte Cuma namazı kıldırmış ve buna devam etmiştir. Ne Peygamber sav ne de sahabeden buna karşı çıkan kimse olmamıştır. Beyhaki, Vâhidi, İbnu Sâ’d ve daha pek çok kimselerin rivayet ettikleri gibi, Peygamber sav Mekke’den Medine’ye hicret ettiği esnada Kuba ile Medine arasında bir köy olan Salim oğulları yurdunda Cuma namazı kıldırmıştır. Burası şehir merkezi olmayıp küçük bir köydür... Câbir hadisinin (cumanın devlet başkanınca kıldırılması hadisi) olan Ali b. Zeyd b. Cü’dan hakkında hadis otoritelerinin görüşleri şöyledir: İmam Buhari “Ahmak ve aklı kıt bir kimse idi. Hadisiyle ihticac olunmaz.” Hafız İbnü Hacer “Zayıf bir ravidir” Ahmed b. Hanbel bir defasında “Ali b. Zeyd bir şey etmez” derken bir defasında da “O zayıfül hadistir” demiştir. Tirmizi “Ali b. Zeyd saduktur” saduk; hakkında bu tabir kullanılan bir kimsenin hadisleri ancak denemek ve araştırılmak maksadıyla yazılır. Darekutni de onu zayıf saymıştır.  Aynı hadisin diğer ravisi olan Abdullah b. Muhammed el-Adevi hakkında ise Buhari “Abdullah b. Muhammed, Ali b. Zeyd b. Cüdan’dan, Velid b. Bükeyr’de kendisinden hadis rivayet etmiş olup, münkerül hadistir. Hadisinin mütabii yoktur” (Hadisi kabul edilmeyen, rıza gösterilmeyen kimse) İmam Nesei “Adevi hadis uydururdu” derken, İbnü Hibban “Adevi’nin rivayet ettiği hadislerin delil gösterilmesi helal değildir” der. Hanefi ulemasından Mevsili ise uydurma hadisleri bir araya topladığı kitabında Cabir hadisini de zikrederek "Bu konuda Resulullah sav’den rivayet edilen hiçbir hadis sahih değildir” açıklamasını yapmıştır. Hadisin ravileri sebebiyle asılsız olması bir yana, metnin muhtevasının da asılsız olduğuna bir delil vardır. Çünkü hadisin sonunda hac, zekat ve oruç ibadetlerinden bahsedilmektedir. Her ne kadar bu ibadetler biliniyorsa da farz kılınmamıştır. Bir kavle göre hac, hicretin altıncı senesinde, meşhur olan diğer bir kavle göre ise hicretin dokuzuncu yılında farz kılınmıştır. Cuma namazının farz olduğunu beyan eden ayetler ise, hicretin hemen ilk günlerinde nazil olmuştur. Keza oruç hicretin ikinci yılında, zekatta yine aynı yılda oruçtan önce farz kılınmıştır. Şu halde henüz ortada ne oruç ne zekat ve ne de hacc ibadeti yokken iki ila dokuz yıl aradan sonra meşru kılınacak olan ibadetlerden bahisle Resulullah sav’in “Bilmiş olun ki böylesinin ne haccı ne zekatı ne de orucu kabul edilir...” buyurmuş olması garip değil midir? Diğer bir hususta hadisin değişik yollarla gelen metinleri karşılaştırıldığı zaman, birbirinden farklı lafızlar ihtiva ediyor olmasıdır. Mesela, aynı hadisin, Ebu Yâ’lanin Müsned’inde geçen metninde “âdil ve zalim bir imamı varken” ifadesi mevcut değildir. Sonra haberdeki imam lafzıyla mutlak devlet başkanı kastedildiği de tartışma götürür bir şeydir. Cabir hadisi mevzu olmayıp sahih bile olsa haberi ahad tarikiyle gelmiştir. Dolayısıyla böyle bir hadisle gelen hüküm Hanefi imamlarına göre şart sayılmaz, onunla Kuran’ın hükmü tahsis edilemez ve üzerine ziyade yapılamaz. Hanefi fukahasından İbnü Hümam söz konusu “Hidaye” üzerine yazdığı “Fethül Kadir” isimli şerhinde bu ifadenin hadis olmayıp Hasanı Basri’ye ait bir söz olduğunu belirterek: “Hasan dört şey sultana aittir dedi ve bunlar arasında Cuma ve bayram namazlarını da zikretti” kaydını koymuştur. Yine İmam Serahsi el-Mebsut’ta bu ifadeden bahisle “Eserde dört şey sultana aittir. Cuma da bunlardandır denilmiştir” demek suretiyle bu sözün hadis olmayıp, peygamberden başkasına ait olduğuna dikkat çekmiştir. Bilindiği gibi eser tabiri özellikle peygamberden başkalarına ait sözler için kullanılır. Cuma namazını sultana izafe eden haberler, Tabiundan İbnu Muhayriz ile Atâ el-Horasani’ye ve İbnu Hazm’ın Muhallasındaki şekliyle Ebu Abdullah’a aittir. Hafız İbnü Hacer’de Keşşaf’ta geçen hadislerin aslını araştırmak üzere kaleme aldığı kitabında “Ben bu haberi merfu olarak görmedim” demiştir. Başta İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel olmak üzere cumhuru fukahaya göre namazla doğrudan bir alakası bulunmadığı ve namazın maslahatından olmadığı için Cuma namazını devlet başkanı ve onun izin verdiği kimsenin kıldırması ve onun izin vermesi şart değildir. Hanefi fukahasından İmam Muhammed’de bu görüştedir. Medine’de Hz. Osman muhasara altına alındığı zaman, sahabeye Hz. Ali Cuma namazı kıldırıyordu. Onun bu namazı Hz. Osman’ın emriyle kıldırdığına dair herhangi bir rivayet sabit değildir. Halbuki o sırada devlet idaresi Hz. Osman’ın elindeydi. Allahu Teala Cuma namazını herhangi bir şarta bağlamaksızın mutlak olarak emretmiştir. Dolayısıyla kayıtsız ve şartsız mutlak olarak eda edilmelidir. İmam Muhammed Cuma namazının şartlarını sayarken bu hususta son derece temkinli davranarak şöyle demektedir “Cuma namazının şartları; cemaat, hutbe ve vakittir. İkincisi ise vali ve şehir olup bunlar ihtilaflıdır” (Camiüs Sağirden) ibni Abidin, Reddül Muhtar adlı eserinde “Cuma namazı insanların en zalimi olan Haccac zamanında bile kılınmaya devam etmiştir. Halbuki o, islami hükümlerin tamamını tatbik etmiyordu. Bu sebeple bir memlekette bir vali vefat etse yahut herhangi bir fitne sebebiyle Cuma namazına gelemese ve Cuma namazını kıldırma yetkisine sahip olanlardan hiç birisi de bulunmasa, cemaat zaruri olarak aralarından kendilerine bir hatip seçerler ve Cuma namazını kılarla. Bu surette kafirlerin istila ettiği beldelerde bile sahih olmasına rağmen, fitne zamanlarında kılınan Cuma namazı geçerli değildir, diyenlerin cahilli ortaya çıkmıştır. Vehbe zuhayli’de şunları kaydeder: “İmamın izni ve kendisi olmadan Cuma kılmak sahih ve muteberdir. Zira Hz. Osman Kufe valisi Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt bir gün Cuma namazını kıldırmaya gelmemişti. Bunun üzerine İbnü Mesud onun izni olmadan sahabelerin de hazır bulunduğu cemaate Cuma namazını kıldırmıştır.. islam devletinin dışında ve darul harbde Cuma namazı kılınmaz diyen tek bir Hanefi alimine rastlamak mümkün değildir... Netice olarak biz diyoruz ki, bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi hem de imametinin meşruluğunun sebeplerinden biridir. Fakat devlet başkanının bu namazları kıldırmak vazifesiyle yükümlü olması, bu namazların farziyyetinin ve meşruluğunun bir sebebi değildir. Keza hicretten önce henüz bir darul harb olan Medine’de müslümanlar Resulullah sav’in müsadeleriyle Cuma namazını kılıyorlardı. Hiçbir kimse Medine’de o dönemde islami bir otoriteden, hatta ıstılahi manada bir cemaatin varlığından bile söz edemez. (Devlet, Siyaset ve İbadet Üçgeninde Cuma Namazı-Recep Çetintaş)

Cuma namazına sonradan yetişmek: İmam Muhammed “Şayet imamla birlikte ikinci rekatın rukuuna yetişirse cumayı onun üzerine bina eder. Daha sonra yetişirse o namazın üzerine öğlen namazını bina eder. Çünkü bu namaz bir cihetten Cuma bir cihetten öğledir. Zira bazı şartları kaçırmıştır. Binaanaleyh öğleye itibar ederek dört rekat üzerinden kılar, fakat cumaya itibar ederek iki rekatta behemehal oturur. Nafile olmak ihtimalinden dolayı son iki rekatta kıraat okur.” Şeyhayna göre, o kimse bu halde cumaya yetişmiştir. Hatta kendisine cumaya niyet etmek şarttır ki, o da iki rekattır. İmam Muhammed’in söylediklerinin vechi yoktur. Zira bunlar muhtelif iki namazdır. Biri diğerinin tahrimesi üzerine bina edilmez. Hidaye’de de böyle denmiştir. (İbni Abidin-3)

Cuma namazı ve köy: Zahirilere ve kaybolmuş mezhep sahiplerinden biri olan Ebu Sevr’in görüşüne göre, Cuma namazı aşiret mescitlerinde de kılınabilir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Bulaşıcı bir hastalığa müptela olan kimse ve Cuma Namazı: Bulaşıcı bir hastalığa müptela olan kimsenin Cuma ve bayram namazı gibi namazlara gitmesi caiz değildir. Hatta başkasına zarar verecek fıtri veya sarmısak ve soğan gibi şeyleri yemekten dolayı arızı bir kokusu olan kimsenin Cuma namazına ve cemaate gitmesi doğru değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç)

Cuma Hutbesi ve minberin basamaklarında dua: Hatiplerin hutbe okumak için minbere çıkarken her basamakta dua etmeleri bidattır. Kadı Beydavi’nin vermiş olduğu caizdir fetvası tuhaftır.(Mugnil Muhtaçtan) (Fetvalar-Halil Gönenç)     

Cünübün Kuran okuması: Ebu Hanife’nin “Cünüp olan bir kimsenin ellerini ve ağzını yıkadıktan sonra Kuran’a dokunmasında ve okumasında bir sakınca yoktur” şeklinde ikinci bir kavli de vardır. (Halebi Sağir-Halebi Kebirden) Malikilerden hayızlı olduğu halde kadının Kurana dokunabileceği ve okuyabileceğine dair fetvalar vardır. Buhari Kitabul Hayız bab 7’de “Haiz (hayızlı kadın), beyti tavaf etmenin dışında tüm menasikleri yerine getirir” başlığında şu rivayetleri nakletmektedir: İbrahim dedi ki: (Hayızlının) ayet okumasında herhangi bir sakınca yoktur” İbni Abbas Cünüp için kıraatte (Kuran okumakda) bir sakınca görmedi. (İslamda Meseleler ve Çözümler-Ziya Eryılmaz) (Şunu hatırlatmakta fayda var ki, önemli olan görüşler değil fetvaya esas olarak kabul edilenlerdir. Bu tür rivayetleri ehli sünnnetin genel anlayışı ile değerlendirmek ve ona tabi olmak gerekir.)

Cünübün tırnak kesmesi ve traş olması: Cünüp olan kimsenin yıkanmadan traş olması ve tırnak kesmesi haram olmazsa da iyi değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç)

Cünübün yemek yemesi: Erkek olsun, kadın olsun Cünüp olan bir kimsenin, ellerini ve ağzını yıkamadan yemek yemesi ve su içmesi mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye)

Ç     

Çalgı aletleri: İslama uygun olmak kaydıyla oynamak, kaval ve kudum gibi aletler kullanarak sevinç izhar etmekte bir mahzur yoktur.. İbni Hacer ve Kurtubi gibi alimler ise, tambur ve kemençe gibi fasık ayyaş ve sefihlerin kullandığı çalgı aletlerini kullanmanın ve dinlemenin icma ile haram olduğu görüşünü ileri sürüyorlar. (Kef el-Ruâ) Ebu İshak el_Şirazi’de bu hususta şunları söylüyor. “Ud ve tambur gibi çalgıları çalmak haramdır” Peygamberimiz sav şöyle buyuruyor: “Allah Teala ümmetime içkiyi, kumarı ve darında yapılan içki ile davul ve tamburu yasaklamıştır.” Bir başka hadiste “İçki içip, davul ve çalgı aletlerini kullanmak yüzünden ümmetimin bir kısmı mesh olunacaktır” Demek oluyor ki, insanın şehvet ve arzularını tahrik etmeyen aksine hüzün ve benzeri duygulara yol açan aletleri çalması ve dinlemesi caizdir. (Halil Gönenç-Fetvalar)

Çalışan Fakirlere Zekat: Fakir birisi, kendisine uygun bir iş sahası olur, bununla da kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyaçlarına yetecek bir kazanma gücüne sahip olursa, böyle bir kimseye zekat vermek caiz olmaz. Nitekim peygamberimiz sav: “Sadaka (zekat) zengine ve iş sahası olup da çalışabilecek güçte olana helal değildir.” (Tirmizi) (Büyük Şafi İlmihali)

Çamur: İnsan yürürken, ayaklarından kendine sıçrayan yolun çamuru affedilmiştir. (Büyük Şafi İlmihali)

Çocuğun camiye götürülmesi: İçerde oyun oynamayacak çağda olan, yahut oynaması yasaklanınca oynamaktan kaçınan küçük çocukların mescide götürülmeleri caizdir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Çocuğun ezanı: Mekruh olmakla beraber caizdir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Çocuk düşürmek: Ulema “Dört aydan önce velev kocasının izni olmadan, çocuğu düşürmek mübahtır.” Demiştir. (Metin kısmı) Nehir sahibi diyor ki: Şimdi şu kalır; acaba gebe kaldıktan sonra çocuğu düşürmek mübah mıdır? Evet, henüz bir uzvu yaratılmamış olmak şartıyla mübahtır. Bu da ancak 120 gün sonra olur. Haniye’nin kerahet bahsinde şöyle denilmektedir. “Ben helaldir, diyemem. Çünkü ihramlı bir kimse bir avın yumurtalarını kırsa onu öder. Zira yumurta avın aslıdır. Bu, ceza ile karşılaştığına göre, burada en azından özürsüz düşürse, günah yazılır.” İbni Vehban “Şu halde çocuk düşürmenin mübah olması özür haline yorumlanır. Yahut çocuk düşüren kadın öldürmüş kadar günah işlemiş sayılmaz, manasına alınır. (İbni Abidin-6)

Çocuk ve namaz: Çocuk yedi yaşından sonra dövülür. Çocuk el ile dövülecek ve üç tokattan fazla vurulmayacaktır. Hocanın da talebesine üç tokattan fazla vurmaya hakkı yoktur. (İbni Abidin-2)

D     

Dar’ul islamın Dar’ul harb olmasının şartları: İmam Ebu Hanife’ye göre, Darû’l islam şu şartla dârul harb olur. 1) Kafirlerin hükümlerini alenen icra etmek, islamın hükümleriyle hükmetmemek. 2) Darul harble darul islam arasında bir islam yurdunun bulunmaması, darul harbe bitişik olmak. 3) Kafirler istila etmeden önce sabit olan güvenin olmaması. Bu şartların üçünün de olması gerekir. İmameyne göre ise bu durumda bir şart yeter başkası gerekmez, o şart da küfür ahkamının izhâr edilmesidir. (Fetevayi Hindiyye)

Darul harbde faiz ve kumar: İmam Serahsi şöyle diyor: “Ebu Hanife ve İmam Muhammed ra, Darul harbde bir müslüman için, harbiye, bir  dirhemi iki dirhemle vermenin caiz olduğuna fetva verdiler.” Şafii mezhebine göre ilgili hadis zayıf olduğundan caiz değildir. (Mebsut) İbni Hümam şöyle diyor: “Gerek kumar meselesinde olsun ve gerekse faiz meselesinde olsun eğer fazlalık müslümana geçiyorsa bu muameleler mubahtır.”(Darul Harb Fıkhı)

            Bilinmektedir ki, Darul harb fıkhı Mekke dönemi müslümanlarınca yaşanmamıştır. Bu konuda Ebu Bekir ra’in müşriklerle bahse girmesi olayı delil olarak öne sürülmektedir. Baz ı Hanefi müctehidleri bu olayı örnek göstererek, darul harbde bulunan müslümanların kazanacaklarından emin olma şartıyla, harbilerle mal ve para karşılığında bahse girmelerine cevaz vermişlerdir. Bahis kazanılınca Rasulullah sav bahis karşılığı olan develeri (safların ayrıldığı o dönemde bir harbi olan müşriklerde kalmaması için) Ebu Bekir ra’e almasını ve bu develeri fakirlere tasadduk etmesini emir buyurmuştur. Dikkat edilirse bahis karşılığı olan bu develer ne beytül mâle kabul edilmiş ne de Ebu Bekir ra’in kullanmasına izin verilmiştir. Kaldı ki Resulullah sav’in bu olayda bahse ilişkin verdiği izin umuma değil, kişiye özeldir. Böyle bir izni umuma şamil kılmak ise fıkıh usûlüne aykırıdır. (Rabbani Yol ve Sünnetullah-Said Hakim) Not: Kaldı ki Ebu Bekir ra bu bahse girmesinde Kuran ayetinden yola çıkarak kalkışmıştır!

            Almanya vb ülkelerde müslümanlar faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanlarında hissesi vardır. Bankalarda müslümanlarında paraları vardır, bu durumda faiz müslümanlar arasında cereyan etmiş olur. (Helaller ve Haramlar-Hayreddin Karaman)

            “Darul harbde, müslüman ile harbi arasında faiz olmaz” anlamındaki hadis Zeylai ve İbni Hümam’ın tespitlerine göre “ahad” bir haberdir ve garibdir (sahih değildir) İmam Azam ve İmam Muhammed bu hükmü verirken, parayı iktisadi bir silah olarak düşünüp, müslümanın onu kafirin ülkesinde ve onun rızasıyla, herhangi bir yolla alabileceğini, böylece onu iktisaden zayıf düşüreceğini, müslümanın hiçbir surette faiz veremeyeceğini, yani fazlalığı müslümanın alması halinde bunun caiz olabileceğini kastettikleri, arkadaşları olan imamlar açıklamışlardır. ( Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk Beşer)  Hz. Ebu Bekir kazanacağını Allah Rasülünün haber vermesiyle kesinlikle bilmektedir. ( Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk Beşer)

Davete icabet: Bidat olan davete gidilmez. (Fetevayi Hindiyye) Bir kimse düğün yemeğine davet edildiğinde oraya gidince oyun veya şarkı, türkü bulursa, oraya oturup yemek yemesinde bir sakınca yoktur. Şayet gücü yeterse bundan meneder, yetmezse sabreder. Bu şahıs imam, müezzin, hakim, müftü, vaiz, müderris değilse böyledir. Kendisine uyulan kimse gücü yetmeyince oturmaz, oradan hemen çıkar gider. Bunların hepsi, davetli vardıktan sonra çalgı-oyun gibi şeyler olursa böyledir. Fakat gitmeden önce durumu bilirse, hiç gitmez. Çünkü böyle bir davete icabet gerekmez. Siracül Vehhac’ta da böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Dedikoduya bir örnek: Aişe ra’den “Bir gün Peygamber efendimizin huzurunda bir kadından söz ederken: “Uzun eteklidir” dedim. Peygamber efendimiz bana –Ağzından at, ağzından at buyurdu ve tükürdüğüm zaman ağzımdan bir parça et çıktı. (Tergib, Ebu Davud) (Hayatüs Sahabe-2)

Delillerin tearuzu: Bir hüküm hakkında ihtilaf vaki olursa, yani ulemanın bir kısmı yapılması lazımdır, bir kısmıda yapılması lazım değildir derse, ihtiyaten yapılaması daha uygundur. Çünkü gerçekten gerekli olduğu halde eda edilirse zarar vermez. (Fetvalar-Halil Gönenç)

            Helal ile haram diye hüküm varsa, hüküm haram olarak verilir. İki delil çatışır; delillerden biri hususun mübah olduğunu diğeri de haram olduğunu söylüyorsa, haram olduğu cihetine itibar edilir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Denizde ölen balıklar: Deniz ölüsü; denizin kenara attığı  için ölen demek olup, denizde sebepsiz ölüp su üzerine çıkan demek, değildir. Çünkü ancak birinci manada ona deniz ölüsü denebilir. Yılanbalığı, sazan balığı vesair balık ve çekirge nevilerinin yenmesinde bir sakınca yoktur. Bize göre balıkta asıl olan şudur: Balık, eğer herhangi bir olay neticesinde ölmüşse, canlı yakalanan balık gibi helaldir. Eğer kendiliğinden ölmüşse, su üzerine çıkan balık gibi helal değildir. (Hidaye Tercümesi)

Devir ve iskat: Kuran ve sünnette böyle bir şey yoktur. Namaz vücutça ne kadar halsiz olunsa da kılınmalıdır. Zayıf bir rivayete dayanan bir söze göre İmam Muhammed’in bulunduğu çare böyle mahut namazların borçlarını, oruç borcuna kıyas, mezheplerin hiçbirisi tarafından kabul edilmemiştir. İmam Muhammed’in bu sözü ümid etmek yolunda olup; namaz borcundan tamamen ibrayı tazammun etmez. Büyük meblağları ödemek güç olduğundan çok kereler devir yapılması gerekir ki (paranın elden ele dolaşması) bu cidden gülünç bir haldir. (1965 Diyanet Fetvası) (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

            Ölmeden önce her türlü imkanlara sahip olduğu halde önden birşey göndermeyen insanlar, bunu yakınlarının, arkasından göndermesini vasiyet ederler. Bu vasiyeti yerine getirmek üzere “devir sektörü” devreye girer. Hıristiyanların işledikleri her bir günah için belli bir bedel vardır. Adam gider kiliseye, papaza hesabını çıkarttırır, parası varsa borcunu öder. Böylece günahlarının hesabından kurtulduğunu zanneder. Buna benzer bir adeti cahil müslümanlar “alt üst görmek” veya “küçük ve büyük devir” adları altında icra ederler. Ölen kişinin vasiyetinde yazılmadığı halde, şu kadar namaz, bu kadar oruç vs diyerek bir hesap çıkarırlar. Bu tür işler islam dininde şiddetle reddedilmiş olur, asıl olan insanın iyi amellerini ölmeden evvel yapıp göndermesidir. Önden göndermeyip, hep arkadan bekleyenler elbette ahiret gününde çok pişman olacaklardır. (Surelerle Yolculuk-Mustafa Uzun)

Devleti dolandırmak: Düzen ne kadar bozuk olursa olsun devlet, hakiki değil hükmi bir şahsiyettir ve yaptığı harcamaları ve hizmetleri kendi parasından değil yine halkın parasından yapmaktadır. Dolayısıyla devletindir deyip aşırılan paralar, ya da elektrik, su, ulaşım vasıtaları vb şeylerden yararlanıldığı takdirde verilmeyen bedelleri aslında milletin fertlerinin fırsat bulabilenleri, bulamayanları soyabilir demek olur. Öyleyse bunu inananların yapmaması gerekir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Dil ile niyet: İbni Hümam “Peygamber sav’in namaza başlarken filan namazı kılıyorum dediği (yani dille söylediği) sahih veya zayıf hiçbir hadisle sabit olmadığı gibi sahabe veya tabiinden de sabit olmamıştır.” Buyurur. İbni Abidin “Niyeti dil ile söylemek bidattır diyenler de vardır” der. İmam Rabbanî de bidattır diyor. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

Dilenciye para vermek: Bizzat kendisinden dilenen olur ve “Allah rızası için..” diye dilenirse ona az da olsa mutlaka birşey vermeli ve öyle dileyerek dilenmesinin çok kötü olduğunu ona uygun bir dille anlatmalıdır. Cami içlerinde dilenenlere ise bir şey vermemesi daha uygun olur. Çünkü böylece bir bidatın önüne geçilmiş olur. İhtiyacı olmadığı halde dilenmeyi bir meslek haline getirdiğini bildiği kişilere de bizzat kendisinden istemedikçe vermemesi daha uygundur. Ama her halukarda dilenciyi azarlamamak bir Allah emridir. (Bakara:263) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Dinde aşırılık: İlim ve amel yönünden zayıf yapılı bir dindar kişi, yahut da Allah’ın haramlarını çiğneyen ve koyduğu esasları inkar eden bir ortamda yaşayan, yetişen kimse en düşük düzeydeki din bağlılığını bile taassup ve katılık olarak değerlendirir. Sırf fıkıh görüşlerinden azimet yolunu seçti diye herhangi bir kişiyi dinde aşırı gitmekle suçlayamayız. Yüz, ellerin kapatılması gerektiğine dair bir kısım alimler Kuran ve sünnetten delil getirmişlerdir. Şimdi buna inanan ve yüzünü peçe, elini eldivenle kapatan bir genç kıza, aşırılık damgası vurulabilir mi? Ya da gömlek ve pantolon yerine uzun boy elbisesi giymek, bu elbiseyi topukların üstünde tutmak gibi uygulamaları aşırılıkla suçlayamayız. Aşırılık delillerinin ilki başkalarına hayat hakkı tanımayan çok katı bir görüş saplantısı.. Azimet yolunu seçenin makbul olmayan yani bütün bunlarla halkın çoğunluğunu da yükümlü saymasıdır. Kabulü mümkün olmayan sert tutumlardan biri de yersiz ve zamansız sertliklerdir. Bu tür tavırların islam ülkesi olmayan bir yerde sergilenmesi gibi. Ya da islama yeni girmiş veya yeni tevbe etmiş kimselere karşı ortaya konulması gibi. Oysa bu tür kimselere karşı fer’i meselelerde ve ahlaki konularda kolaylık göstermek gerekir. Bundan emin olduktan sonra onları islamın esaslarına çağırır. Sonra imanın şubelerine daha sonra ihsan mertebesine davet eder. Dün Haricilerin yaptıklarını bugün “tekfir ve Hicret” cemaatı yapıyor. Onlar günah işleyen, işlediği günahta ısrar gösterip tevbe etmeyen herkesin küfrüne hükmediyorlar. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmedikleri gerekçesiyle hükmetme mevkisindeki kişilerin de küfrüne hükmediyorlar. Hükmedilenlerin küfrüne de hükmediyorlar. Çünkü onlar, bu kişilere rıza göstermekte ve verdikleri hükümlere uymaktadır. (İslami Uyanışın Problemleri-Yusuf Kardavi)

Dirhem: Bir dirhem miktarı, bir rivayete göre ki sahih olan budur, yüzölçümü itibariyledir. Bu da avuç içinin genişliği kadardır. (Hidaye Tercümesi)

            Irak dirhemi 3.17 gr, şimdiki Mısır dirhemi 3.12 gr, Arap dirhemi 2.975 gr. 40 dirhem 1 ukiyye altın yapar. 10 dirhem 7 miskal altındır. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Doğum günü: Dinimizde yaş kutlaması diye bir uygulama yoktur. Ancak her yıl kişi kendini hesaba çekmeli, tevbe etmeli, bir önceki yıla nazaran maddi-manevi kendini daha kârlı çıkarmaya bakmalıdır. Yoksa müslüman sadece yaşı sayısınca mum söndürmenin saçmalığına kendini kaptırmamalıdır. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

            Sıradan şahısların yaş günleri ile ilgili kutlama ve merasimlerin günümüzde dinle ilgisi kalmamıştır, bunlar milli örfler haline gelmiş, hatta millilik sınırını da aşarak küreselleşmiştir. Bunun dini bir sakıncası yoktur. Ancak kendi çocuklarımızın yaş günlerini kutlarken şekilde başka kültürleri taklid etmemeliyiz. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Domuzun kılı: Bakara 173.ayetin tefsirinde Razi der ki: Domuzun kılından istifade etmeye gelince, fukaha arasında, kılının pis olmadığını söyleyenler vardır ki, bu en sağlıklı görüştür. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi)

            İmam Yusuf’a göre domuzun kılı necistir. İmam Muhammed, terzilere gerekli olduğundan, zarureten fetva vermiştir. Dürer de ise; zamanımızda bu zorunluluk kalktığı için kullanılması caiz değildir, deniliyor. (İbni Abidin-1)

Dökülen meyveleri yemek: Başkasına ait olan ağaçtan dökülen meyvelerin yenmesi de yine örfe bırakılmıştır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Döviz alış verişi: Altın ve gümüş olmayan belli bir parayı belli iki paraya satmak caizdir. Bu İmam Azam ile İmam Yusuf’a göredir. İmam Muhammed’e göre ise caiz değildir. (Hidaye Tercümesi)

Duada büyükleri vesile etmek: Kişinin yapacağı duasında, falanca şahsın hakkı için, veya Resul ve Enbiyaların hakkı için demesi mekruhtur. Çünkü Hâlık üzerine mahlukun hiçbir hakkı yoktur. (Hidaye Tercümesi)

            Kuduri diyor ki: “Ebu Yusuf’un şöyle dediğini işittim: Ebu Muhammed dedi ki, dua ederken, falanın, filanın hakkı için bana şunu, bunu ver demek, bir müslümana yakışmaz. Çünkü kulların Allah’ta hakları yoktur ki bir defa insan aracılığı manasına “filan evliyanın, falan şeyhin hakkı içün” denildi mi, artık o veli veya şeyh, avam nazarında mukaddesleşmekte, türbesine kandiller yakılıp kurbanlar kesilmekte. Bu tür hareketler putperestlerin ve sapık itikatlıların hareketlerine öylesine benzer ki, adeta; bunlar putperestliktir, diyesimiz gelir. (Kurana Muhatap Olmak-Said Çekmegil)

Dua: Ezbere dua okunmaz. Çünkü ezbere okunan dua kalbin inceliklerini telef eder. Muhit adlı kitapta da böyledir. Kuranı Kerim hatmedilince cemaatle birlikte dua etmek mekruhtur. Çünkü Resuli Ekrem sav’den naklonmamıştır. Duada ellerin bitiştirilmesi muteber kaynaklardaki tarife uygun değildir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Hünye şerhinde ve Bahır’da dua eden kimse, bir şeyin olmasını dilerse avuçlarının içini, bir şeyin giderilmesini dilerse dışını gök yüzüne doğru kaldırması sünnettir, Şafilerin hükmü de öyledir. Gizli duada el kaldırmak olmadığı Münye şerhinde belirtilmiştir. Çünkü eli kaldırmak ilan etmektir. (İbni Abidin-2)

Duada ellerin şekli: Elleri bitişik tutmak ile ayrı tutmak arasında hiçbir fark yoktur. (Fetavai Remliden) (Fetvalar-Halil Gönenç)

Duada ellerin yüze sürülmesi: Duada eğer eller kaldırılmışsa yüze sürülür, eller kaldırılmadan dua edilmişse sürülmez. (Nimeti İslamdan) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

Düğünlerde oynamak: İslam dininde düğün gibi şenlikler için erkekler ve kadınların ayrı ayrı olmak şartıyla kendi aralarında İslamın yasaklamadığı şarkı, türkü ve şiir söyleyip oynamalarında bir sakınca yoktur. Bir hadiste “Şiir normal bir söz gibidir. İyisi iyi, çirkini çirkindir. (Müzehheb)” (Halil Gönenç-Fetvalar)

Davul, zurna kiralamak: Teganni (şarkı, türkü vb) nevha (sesli ve söyleyerek ağlamak) zurna, davul gibi şeyleri icarlamak caiz değildir. Bunların tamamı üç imamızın kavlidir. Gayetül Beyan’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Düğün daveti ve içki: Alim ve salih kimse olduğundan dolayı müslüman halk için örnek olursa orada kalması günahtır. Sofrasında olmazsa ve müslümanlar için örnek sayılmıyorsa kalmasında beis yoktur. (Hindiyyeden) (Fetvalar-Halil gönenç)

            Düğün yemeğine veya ziyafete davet edilen kişi, gittiği yerde oyun veya musiki ile karşılasırsa, oturup yemesinde bir sakınca yoktur. İmam Ebu hanife, ben, bununla bir defa musibetlendim, ama sabrettim demiştir. Sebebi ise, davete icabet etmenin sünnet olmasıdır. İmam Ebu Hanife başkası tarafından yapılan bidat yüzünden davetin icabetini terk etmezdi. Örneğin kılınması vacip olan cenaze namazı sırasında ağıt söylenmesi gibi. Eğer kişinin gücü yeterse mani olur. Gücü yetmezse sabreder. Bu da eğer uyulan bir kimse değilse, böyledir. Eğer kişi uyulacak vasıfta olursa ve bidat işleyenleri men edemezse, davet yerinden çıkıp oturmamalıdır. Çünkü orada oturup kalmakta, dine kusur ve müslümanlara günah işleme kapısını açma sakıncası vardır. İmam Ebu Hanife’den hikaye edilen hâl, daha uyulan kişi olmadan önceki hayatına aittir. Şayet sözü edilen bidat sofrada hazırsa, her ne kadar uyulan kişi olmasa da oturup kalmak layık değildir. Çünkü Allah cc “Hatırladıktan sonra artık zulmedenlerle beraber oturma” (Enam:68) buyurmuştur. Bunların hepsi davet yerinde hazır bulunduktan sonra uyulacak şeylerdir. Şayet bunları daha önce bilirse, davate icabet hakkı lazım gelmez. Ama bu hâl ile üzerine gelirse, artık kaçınılmaz bir durum olur. (Hidaye Tercümesi)

Dünya menfaati için oy vermek: Bahili’den, Ömer ra Şam toprağına geldiği zaman Cabiye de bir hutbe vererek: “Ey nâs! Biliniz ki, Cenabı Allah üç kişiyi temize çıkarmaz, yüzlerine bakmaz. Bunlardan biri, herhangi bir kimseyi başa geçirmek üzere dünya menfaati için oy veren ve ondan umduğunu bulduğu zaman ona bağlı kalan, görmediği zaman ise aleyhine dönen kimsedir. (Kenz, Adenî’den) (Hayatüs Sahabe-4)

E               

Ehli kitap: Resuli Ekrem efendimizin peygamberliğini kabul etmedikleri için Ehli Kitapta kafirdirler. (Bedayi, Muhit, haniyye) (İbni Abidin-9)

Ehli kitapla evlilik: Huzeyfe, bir yahudi kadınıyla evlenmek istediğinde Hz. Ömer ona o kadını bırakmasını söyleyen bir mektup yazdı. Hz. Ali ve İbni Ömer açıkça Ehli kitap kadınlarıyla evlenmeyi tasvip görmeyip mekruh olarak nitelendirirler. (Siret Ansiklopedisi-2)

Ehveni şer: İki kötüden hafif olanın yapılabilmesi için, hayır olan ihtimal bulunmaması ve ikisinden birini mutlaka yapmak zorunda kalması şartları vardır. Bu kuraldan hareketle, etrafa yayılmasında endişe edilen bir yangını söndürmek için gerekirse itfaiye birisinin evini yıkabilir. Millete ve inanca en az zararlı olan partiye rey verir. Sünnetten ya da farzdan birinin mutlaka gideceği yerde, kalbi kan ağlayarak sünneti bırakır, farzı yapar... (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Elbisenin rengi: Elbise renginin beyaz olması ve asfur ile boyanmış olması, erkeklere mekruhtur (İhtiyardan) Bu görüş Hanefilere aittir. Birbirini tamamlayan hadislerden anlaşıldığına göre mekruh olan asfur ile boyanan kırmızıdır. Diğer kırmızılar mekruh değildir. (Avnul Mabud) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Elbise üzerine namaz: Namaz kılacak kişi yere palto sararsa, omuz tarafını ayaklarının altına getirerek eteği üzerine secde eder. Çünkü bu tevazuya daha yakındır. (Metin kısmı) Bize göre efdal olanı çıplak yere yahut yerde biten nebat üzerine secde etmektir. Çünkü etekler yere daha yakındır. (İbni Abidin-2)

Elektrikli aletlerle hayvan kesimi: Elektrikli aletlerle kesim, ihtiyaca binaen müslümanlar tarafından yapılmış olursa hayvanın eti yenir. Tavuğu kesen elektrikli kesim aletini ve kesilecek hayvanı ayarlayıp besmele ile düğmeye basınca onu kesmiş, boğazlamış olur. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

El öpmek: Alim ve adil sultanın elini öpmek caizdir. Başkasının elini öpmeye ruhsat yoktur. (Fetevayi Hindiyye)

Emekli maaşı almak: Eğer verilen emekli maaşı devletin geçim yardımı ise, bunu ancak geçimden aciz olanlar, bu maaşı almadığı zaman geçinemeyecek olanlar alabilirler. Geliri geçimine yeterli olan kimseler, çalışırken kendilerinden kesilen emekli keseneğini değer kaybı ile birlikte aldıktan sonra (emekli ikramiyesi ve emekli maaşı olarak verilen meblağ bu miktara ulaştıktan sonra) alacağı maaşı fukaraya vermelidir, çünkü devlet yardımının mahalli fukaradır. Emekli maaşı ertelenmiş ücret sayılırsa kişi öldükten sonra kalan ücretini mirasçıların tamamının hisselerine göre almaları gerekir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Devlet ikramiyeye müstehak olan kimsenin ikramiyesinin bir kısmını peşin, bir kısmını tahvil suretinde vadeli ve ilaveli olarak verirse, ona faiz denilse de dinen faiz değildir. Borçlu olan kimse borcunu ödediğinde şartsız olarak bir de hediye verebilir. Şafiiye göre bu sünnettir. (Fetvalar-1 Halil Gönenç)

            Öyleyse; iş yeri açmak, ya da helal bir işte çalışmak için Bağkur’a (Sosyal Sigortalara, Emekli Sandığına) kaydolma zorunluluğu getiriyorlarsa kaydolunur. Kaydolanın iradesine rağmen kesilen pirimler ödenir. Verildikleri zamanlardaki değerleri (en az yanıltan altına göre) hesaplanır. Emekli olunca, verdiklerinin tamamını değer olarak tahsil edinceye kadar emekli maaşı almaya devam eder. Çünkü bu onun kendi parasıdır. Böylece kendinden pirimler olarak kesileni bitirdikten sonra duruma bakar. Fakir ise, çalışma gücü ve işi yoksa almaya devam eder. Çünkü bu durumda devlet zaten ona bakmakla görevlidir. Fakir değilse veya geçinecek kadar para alabileceği bir işte çalışma imkanı varsa ondan sonra alacağı aylıklar şüphelidir. Takvaya uygun olanın onu alıp, hayır kurumları vasıtasıyla tekrar millete iade etmek olduğu söylenmektedir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Enflasyon: Bezzaziyyede Mülteka’dan naklen şöyle denilmektedir: “Bakır paralar pahalılaşır veya ucuzlarsa İmam Azam ve ilk kavlinde Ebu Yusuf’a göre bu paralardan başka bir şey gerekmez. Ebu Yusuf’un ikinci kavline göre ise paraların satış ve teslim günündeki değerini öder. Fetva buna göredir. Zahire ile Hulasa’da, Münteka’dan naklen şöyle denilmiştir, bunu Bahır sahibi de nakletmiştir. Muteber kitapların bir çoğunda fetva buna göredir, diye kayıtlıdır. Ben İmam Azam’ın kavline göre fetva veren görmedim. (İbni Abidin-10)

            İslam zamanı gelince borcun hoşnutlukla ödenmesini, alacaklının memnun edilmesini istemiştir. Enflasyon dönemlerinde borç ile beraber enflasyon farkının da ödenmesi gerekir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Bugün enflasyonun mevcut bulunduğu ülkelerde ödünç alınan memleket parası, ödemeye kadar geçen zaman içinde değer kaybına uğrarsa, ödenirken bu kaybın telafisi için, alınan meblağa eş değerde paranın ödenmesi gerekir. Başlangıçta borç alınırken, alındığı gündeki altın veya döviz karşılığı hesap edilerek ödemenin buna göre yapılması da şart koşulabilir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Günümüzde ödeme vasıtası olarak altını esas almak gerekmektedir. Akdin yapıldığı sırada Cumhuriyet altını bin lira iken ödeme yapılacağı zaman bin yüz liraya yükselmiş yani kağıt para altına nispetle %10 değer kaybetmişse yüz bin lira borca, yüz onbin lira ödeyecektir. (Ribat Dergisi 164.sayı)

            Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmış­(Bakara:275) ve şöyle buyurmuştur: «Eğer faizcilikten vazgeçerse­niz ana mallarınız sizindir. Ne (fazla alarak)haksızlık edersiniz, ne de (noksan alarak) haksızlığa uğrarsınız.» ( Bakara 2/279) ( Kadı Beydavi, Envarut Tenzil ve Esrarut Tevil)

Kağıt para ile olan bir borcu, eksiği ve fazlası olmadan ödemenin tek yolu, borçlanılan para ile ödenen paranın aynı alım gücüne sahip olduğunu tespittir. Bundan fazlası faiz, azı da alacaklıya zulüm olur.

Bu hükümler, kağıt para ile olan borçlanmalarda paranın satın alma gü­cünün esas alınmasını, aksi takdirde ya faize, ya da haksızlığa girileceğini göstermekterdir. Borçların ödenmesinde para değerini dikkate almak, verilen para ile alınan para arasında eşitliği sağlamaktır. Çünkü kağıt pa­ralarda  eşitlik ancak bu şekilde sağlanabilir. (Abdülaziz Bayındır-Faiz veTicaret)

 

Ergenlik yaşı: Ebu Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; gerek kız gerek erkek çocuk 15 yaşına girince erginlik çağı ile hükmolunur. Bunların kavilleri de İmam Azam’dan rivayet edilmiştir. Fetva da buna göredir. Erginlik çağının en az müddeti erkek hakkında 12 yaş, kız hakkında dokuz yaştır.(Mülteka Tercümesi-2)

Erkeğin avret mahalli: Zahirür Rivaye’de, avret mahalli, göbekle avret yerinin kıl biten kısmı arasıdır. Bir kimse, başka bir erkeğin dizini açık görse, onu rıfk ile ikaz eder, onunla, eğer inad ederse kapatmaz ise munazaa yapmaz. (Fetevayi Hindiyye)

Eskiyen Kuranı Kerimler ne yapılır? Bir Kuranı Kerim eskir, yırtılır, okunmaz hale gelir ve onun zayi olmasından korkulursa, temiz bir beze sarılıp, üzerine necaset atılmayacak, ayak basmayacak temiz bir yere defnedilir. vE onun için lahd yapılır çünkü eğer toprak yarılarak Kuran defnedilirse, onun üzerine toprak atılmış olur. Bu ise bir nevi hakaret olur. Ancak üzeri tavan gibi yapılır ki, üzerine toprak dökülmesin, işte bu en güzel olandır. Gaib’de de böyledir. Kuran eskiyip okunmaz hale gelince ateşte yakılmaz. Buna Şeybani Siyeri Kebirinde işaret etmektedir. Biz de bunu kabul eyledik. Zahiyre’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Eti yenmeyen hayvanlar: Tırnak ve dişi bulunan yırtıcı kuşların eti yenmez. (Fetevayi Hindiyye) Tane yiyen kargayı yemek helaldir. (Fetevayi Hindiyye)

            Etlerinin yenmesi helâl olmayan hayvanlar ise şunlardır:

1. Azı dişleri ve pençesiyle avını tutup parçalayan ve dövüşen vahşî ve yırtıcı hayvanların etleri haramdır, yenmez. Kurt, ayı, aslan, kaplan, sırtlan, pars, sansar, sincap, fil, maymun, tilki, gelincik, kedi, köpek gibi...

2. Tırnaklarıyla avını kapıp avlayan ve tab'an kerih görülen kuşların da etleri haramdır veya tahrimen mekruhtur.

Bunlar; çaylak, kuzgun, kartal, akbaba, yarasa, atmaca, şahin, alacakarga gibi hayvanlardır.

3. Tab'an habis ve iğrenç olan hayvanların etleri de yenmez. Fare, köstebek, kirpi, kertenkele, akrep, yılan, kurbağa, kaplumbağa, salyangoz, solucan, arı, sinek, kurt, böcek, v.s.

4. Temiz  olmayan şeyleri yemiş olan tavuk, koyun, sığır gibi hayvanların etleri de, bir temizlik süresi geçmeden yenilemezler. Bunun için böyle necasetle gıdalanan hayvanlar hapsedilir, temiz gıda ile beslenirler. Bu hapis süresi tavukta üç gün, sığır ve deve için 10 gün, koyun için de 4 gündür. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen)

 

            Hanefiye göre yenenler: Zürafa, kırlangıç, bağırtlan kuşu, bülbül, çekirge, yabani eşek, serçeler, kanaryalar ve çeşitleri ki 425 çeşittir, deve kuşu, tavus kuşu, yılan balığı... Haram olanlar: Midye, istakoz, suda sebepsiz ölen balıklar.. Şafiye göre helaller: At, kirpi, sırtlan, tilki, samur, sincap, martı, deniz kaplumbağası.. Haram olanlar: Tavus kuşu, zürafa, kırlangıç.. Yılan Hanbeliye göre başı ve kısmen kuyruğu kesildikten sonra yenilebilir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            At, kertenkele, samur, kirpi, veber ve sincap gibi hayvanların eti mubahtır. Sırtlan ve tilki gibi azı dişi zayıf olupda onunla kapıp parçalama durumunda olmayan hayvanların eti haram değildir. Ekin kargası helaldır. Keler haramdır. (Büyük Şafii İlmihali)

            İstakoz, midye, kerevit ve istiridyenin yenmesi tahrimen mekruhtur. (Ebussuud) (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

Baliğ olmayan Çocuğun Velisi tarafından evlendirilmesi: Hanefi, Maliki, Şafii mezheplerine göre baliğ olmayan kimsenin nikahı velisi tarafından akdedilebilir. Fakat bundan sonra ne çocuk karısını boşayabilir, ne de velisi onu boşayabilir. (Halil Gönenç-Fetvalar)

            Hanefi fukahası “Kadın ister bakire olsun, ister dul oslun zevcini seçmekte hürdür. İzni ve müsadesi olmadan katiyyen evlendirilemez. (İmam Serahsi-İbni Hümam) (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Hür olan, deli olmayan ve ergenlik çağına varan kadın –ister kız ister dul olsun- nikahı İmam Ebu Hanife ile zahir olan rivayete göre İmam Ebu Yusuf’a göre, velisi bulunmasa da kendi muvafakatı ile kıyılabilir. (Hidaye Tercümesi) Velisi tarafından evlendirilen küçük çocuğun nikahı caizdir. Baba ve dededen başka veliler tarafından evlendirilen çocuk ise, büyüdükten sonra muhayyer olup isterse evliliğini sürdürür isterse bozar. (Hidaye Tercümesi)

Ezan duası: Ezanın sonunda, hem müezzin, hem de ezanı işitenlerin, salavatı şerife okuyup vesile duasında bulunmaları müstehaptır. Bunu da kendi başlarına ve kendilerinin işitecekleri seviyede yapmalıdırlar. Cemaatten birinin yüksek sesle vesile duasını okuması cemaatin de amin demesinin âdet haline getirilmesi bidattir. Cemaatin bu duayı ezberlemesi görevlilerce sağlanmalı, bunu bilmeyenlerin başka salatü selamları okuyabilecekleri de unutulmamalıdır. (Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı)

            Ezana icabet aslında, ezanla çağrılan namaza gitmektir, ama bizzat ezanın sözlerini dinleyip müezzinin söylediklerini söylemek de icabetin bir parçasıdır. Hatta bu yüzdendir ki, cünup olan kimse ezan okunurken onun sözlerini tekrarlar ama, hayızlı ve nifaslı kadın tekrarlamaz, çünkü onlar o hallerinde ezana asıl icabet sayılan namaza ehil değillerdir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

Ezan okunurken konuşmak: Ezan okunurken yürümek mekruhtur. Ezan okunurken konuşmak hatta selam almak bile mekruhtur. Kuranda olsa ezan okunurken okumakta olan okumasını kesmesi müstehaptır. Ezana icabet etmek ilim öğrenen ve öğretenlere şamil değildir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Kendi kendine Kuran okuyan ve tesbih çeken kimse de bunları bırakıp ezana icabet etmelidir. Ama mescidde başkaları dinlerken Kuran okuyan, okumasına devam edebilir. Dini bir konuda konuşan ve vaaz eden de konuşmasına devam edebilir mi? Bunu açıklayan bir fıkıh ibaresine rastlamadım. Herhalde vaazlarda anlatılan şey Kuranın açıklaması olduğu, daha doğrusu olması gerektiği için, ona kıyasla bu tür konuşmalar devam ettiriliyor olmalıdır. Zaten ezan sırasında konuşmanın mekruh olmadığı da söylenmiştir. (Ö. N. Bilmenden) (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

 

                                                                                             

F     

Faiz: Taberi ra şunu kaydediyor: “Faizden vazgeçmeyen ve faiz üzerinde mukim olan bir kimseyi tevbeye davet etmek, imamül müsliminin ödevidir. Şayet faizden vazgeçmez ve çekişmeye kalkışırsa, o zaman derhal boynu vurulur” (Camiul Beyan fi Tefsiril Kurandan) (Lâ-2_Mustafa Çelik)

            Riba şu üç unsuru ihtiva eder: 1. Ana paranın haricindeki fazlalık veya ziyadelik. 2. Bu ziyadeliğin zamana bağlı olarak belirlenmesi. 3. Önceden belirlenen fazlalığın kredi sahibine ödenmesini kayda bağlayan muamele. Bu şartları taşıyan her işlem riba muamelesi olarak mütelaa edilir. (Siret Ansiklopedisi-2)

Faizin harcanması: Faiz gelirini, vermeye mecbur olduğunuz bir yere vermek, bununla kendi borcunuzu ödemek, caiz değildir. Öderseniz faizden kendiniz istifade etmiş olursunuz. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Faize para yatırmak: Geçinmekte zorluk çekenler paralarını öncelikle helal yoldan, kar-zarar ortaklığı ile çalışan kurumlardan ya da değeri azalmayan, hatta artan madenlere ve taşınmaza yatırarak; bu da olmazsa ve elindeki para bitince geçime muhtaç hale geleceği anlaşılırsa ancak bu takdirde banka faizine müracaat edebilir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Almanya vb ülkelerde müslümanlar faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanların da hissesi vardır. Bankalarda müslümanlarında paraları vardır, faiz müslümanlar arasında cereyan etmiş olur. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Farz namaza yetişmek: Bir kimse tek başına farz namazı kılmaya başladıktan sonra bulunduğu yerde aynı namaz cemaatle kılınmaya başlansa, o kimse eğer birinci secdeye varmamış ise hemen namazını bozup imama uyar. Eğer üçüncü rekatın kıyamı için kalktıktan sonra yanına cemaatle namaza başlandığını farketse –ayakta veya oturarak- sağ ve sola selam verip namazdan çıkar, imama uyar, cemaatle beraber kılar. (Büyük İslam İlmihali-Nimeti İslam) (İkaz-Mehmet Güleç)

Farz namazın riyası: Dükkanlarda, kırda veya halkın görebileceği yerlerde farz namazı kılmak riyakarlık değildir. Riya diye söylenenlerin aslı astarı yoktur. Farz ve vacip namazların riyası olmaz. Hatta zekat verilirken zekat olduğunu fakire söylemek yoksa da zekatı halkın anlıyabileceği şekilde alenen vermek efdaldir. (Büyük İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç)

Fasık evlada miras: Bir adamın çocuğu fasık olur ve bu durumda baba, malını hyır yoluna sarf etmeyi irade ederek onu mirasından mahrum ederse, böyle yapması ona mal bırakmasından daha hayırlıdır. Hulasa’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Fatihadan sonra okunan zammı süre: Her namazın ilk iki rekatında Fatihadan sonra sure okumak ise sünnettir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Fatihadan sonra birkaç sureyi birden okursa birşey lazım gelmez. (İbni Abidin-2)

Farz namazların son rekatlarında zammı sure okumak: Farzın son iki rekatinde unutarak zammı süre okursa secde-i sehiv lazım gelmez. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Fetvaların çakışması: Bir meselede iki sahih kavil bulunursa, bu iki kavilden hangisiyle fetva verilirse caiz olur. Ama bu, o iki kavilden birisi daha kuvvetli olmadığına göredir. Eğer birisi diğerinden daha kuvvetli ise, bu takdirde muhayyerlik yoktur, hangisi kuvvetli ise onunla fetva  verilir. Mesela iki kavilden birisi “sahih” diğeri “fetva bunun üzerine” lafzıyla kayıtlanmış olursa, “fetva bunun üzerinedir” diye kayıtlanmış hükümle fetva vermek daha evladır. Çünkü bu kavil daha kuvvetlidir. Keza iki kavilden birisi metinlerde zikredilir veya zahir rivayet olur veya ekseri ulema bunun üzerinedir denilirse, bu kaville amel edilir. (İbni Abidin-9)

Fıkıh öğrenmek: Fıkıh öğrenmek, Kuranı ezberlemekten efdaldir. Fatihayı ve bir sureyi ezberlemek her müslümana vaciptir. Vacipten bir şey noksan bırakmak mekruhtur. Fıkıhtan murad dini hususta ihtiyacından fazlasını öğrenmektir. Aksi taktirde yani muhtaç olduğu kadarını öğrenmek farzı ayındır. (İbni Abidin-2)

Fısk topluluğunda tebliğ: Ecri gerektiren, tesbih, tahmid gibi sözleri, Kuran, hadis, fıkıh gibi şeyleri okumanın bulunduu fısk topluluğunda istihza ve muhalefete sebep olacağını bilen bir kimse bu işleri yaparsa, gerçekten o yüzden günahkar olur. Şayet o fısk meclisinde bulunanları, o günahtan geri koyacağını ve onların itibar edeceklerini bilirse, ozaman bu işleri yapması güzel olur. (Fetevayi Hindiyye)

            Bir kimse, fısk meclisinde Allah’ı zikreder de, bunlar fısk ile meşgul iken kendisinin tesbih ve tehlil ile meşgul olduğunu kasdederse fazilet kazanmış olur. Eğer, tesbihi, fasıkın fıskını yapması için getirirse günahkardır. İbadet için tesbih çekerse sevap alır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Fitre ve büyük çocuk: Büyük çocuklar babaları tarafından beslenseler bile fitreleri babalarına vacip değildir. Baba veyahut da kendiliklerinden verirlerse istihsanen caizdir. (Hidaye Tercümesi)

Fotoğraf: Tazim ve hürmet kasdıyla yapılmadığı ve uzuvlarının eksik olduğu dikkate alınırsa (resim olarak değerlendirildiği zaman) haram olmadığı açıktır. Çünkü fukaha; resim konusunda, tazim ve hürmet üzerinde hassasiyetle durmuştur. (İbni Abidin-İbni Hümam) (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

Futbol ve boks: Futbol oynayanların spor yaptığı kabul edilebilir. Ancak seyredenler için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Books müsabakalarında insanların birbirine eziyet etmeleri söz konusudur. Hayvanlara eziyet etmek yasaklanınca, insanlara eziyetin evleviyetle yasak olması gerekir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Oyun sebebiyle ibadetlerini aksatmak, dünyevi ödevlerini aksatmak ve bakmak zorunda olduğu fertlere karşı görevlerini ihmal etmek, oynarken giyeceği elbiselerde avret sınırına riayet etmemek, futbolu kazanç aracı olarak görmek ve uygulamak, bu ve buna benzer mahzurlar futbol oynamayı, mahzur olma derecelerine göre, mekruh ya da haram hale getirmiş olurlar. Böyle mahzurlar olmaksızın futbol oynamakta bir beis olmadığı gibi bazen sevimli ve istenen bir spor dahi olabilir. Ancak bu günkü şekliyle futbol bir spor değildir. Çünkü oynayanlar onu vücudu güçlendirmek için oynamamakta, seyredenler ise hiçbir hareket yapmamaktadırlar. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

G     

Gaybdan haber vermek: Ashabın seçkinlerinden olan Osman İbni Mazun’un vefatı anında Resulullah onun yanında bulunuyordu. O anda kadın sahabi Ümmül Ala’nın İbni Mazun hakkında şöyle dediğini işitti: “Ey Ebu Saib, Allah’ın sana ikram ettiğine şehadet ederim.” Resulullah ona şöyle buyurdu. “Allah’ın ona ikram ettiğini ne biliyorsun?” (Buhari-Cenaiz-Şehadat, İbni Hanbel) Böylece Resulullah kadının gaybi bir konuda hüküm verdiğini bildiriyor ve onu uyarıyordu. Çünkü gaybi bir konuda hüküm vermek caiz değildir. Zira gaybı Allah’tan başkası bilmez. Bunun üzerine kadın şöyle dedi: “Sübhanallah, Ey Allah’ın Resulü. Allah ona ikram etmemişse kim ikram eder?” Apaçık bir karşılık ve itiraz değil mi? Ama Resulullah ona bundan daha beliğ ve açık bir ifade ile cevap vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’ın Resulü olarak yarın bana ne yapılacağını bilmiyorum” işte burada Ümmül Ala şu şeri ve büyük hakikate ulaştı ve şöyle dedi: “Allaha yemin ederim ki, bundan sonra hiçbir kimseyi tezkiye etmem.” (Tasavvuf ve İslam-İbrahim Sarmış)

            Peygamberimiz sav Allah’ın en seçkin kulu olmasına rağmen, Onun hakkında Kuran diliyle şöyle buyurulmuştur: “De ki: Allah’ın dilemesi dışında ben kendim bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Görülmeyeni (gaybı) bileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi.” (Araf:88) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Ebu Hanife’ye nispet edilen şu söz gerçekten onun ise kalplerdekinin bilinebileceği görüşünün tereddütle karşılanması gerekir: “Kalplerde olanı Allah ve O’nun vahyettiği Rasulden başka kimse bilemez. Vahiy olmadan, kalplerdekini bildiğini iddia eden, alemlerin Rabbinin ilmine sahip olduğun iddia etmiş olur” (İmam Azamın Beş Eserinden) biraz değişik ifadelerle Müslim-İman 158, İbni Mace-Fiten 1, ve Müsned IV/438-39’da bulunan bir hadis de Ebu Hanife’ye nispet edilen bu hükmü destekler görünür: savaşta bir müşrikle karşı karşıya gelen sahabi onu “Allahtan başka ilah yoktur” demesine rağmen öldürür. Peygamber sav bundan hoşlanmaz ve: Karnını yarıp da kalbinde olanı bilseydin ya!” diye üzüntüsünü belirtir. Yine münafıkları sadece Hz. Peygamber biliyordu. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Gayri müslimlerin ölen çocuklarının durumu: Gayri müslim çocukları konusunda islam bilginleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Doğru olan, bunların da müslümanların çocukları hükmünde olmalarıdır. Zira onlar da islam fıtratı üzerine doğmuş olup, ergenlik çağına gelmeden öldükleri için günahsızdırlar. Bu yüzden onlar da kabir sualinden muaf olup, cennete girerler. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

Gazete almak: Bu tür gazeteleri almak ise ayrı bir olaydır ve alanın niyetine göre değişir. Sözü edilen konular vb de, çocuklara islama zıt giyinen ve zıt düşünen dansözleri, akristleri, artistleri sevdirmeye çalışmalarında hikmet ve keramet aramadan, bunları yanlış bilerek ve yanlışlarına müslümanca dikkat çekmek için alınmasında -Allahu alem- beis olmaz. ( Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk Beşer)

Gazete, Dergi ve Televizyondaki Kadına bakmak: Gazete ve dergilerdeki müstehcen resimler ile televizyondaki açık görüntüler gerçek değil resim ve hayal ürünü olduğundan onlara bakmak hakiki kadının vücuduna bakmak gibi haram sayılmaz. Ancak şehvet ile bakan bir kimse için haram olur. İbni Hacer ile Şirvani “Aynada veya suda görülen kadının görüntüsüne bakmak haram değildir. Ancak fitneye vesile olduğu takdirde haram olur” demişlerdir. (Halil Gönenç-Fetvalar)

Gazetelerin verdiği hediyeleri almak: Herhangi bir emtianın satışını çoğaltmak maksadıyla kitap elbise ve benzeri şeyleri müşterilere armağan etmenin dini bir sakıncası olmadığı gibi alınan armağan da haram değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç)

Göz zinası: PeygambersavBilerek namahreme bakmak gözün zinasıdır” (Buhari, Müslim) buyurmuştur. (Fetvalar 2-Halil Gönenç)

Gusül ve boya: Saçları veya bıyıkları kına ve benzeri, suyun nüfuzuna engel olmayacak nitelikteki boyalarla boyamak gusül abdestine mani değildir. (Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı)

Guslün farzlarından: Burundaki kirin altını yıkamak da lazımdır. Fethül Kadir’de “Burundaki kurumuş kir, çiğnenmiş ekmek ve hamur gibidir, gusle manidir” denilmiştir. (İbni Abidin-1)

Gusül ve misafirlik: İmam Yusuf’a göre guslün gerekmesi için, meninin atılarak çıkması gerekir. Töhmetten korkan veya utanan misafir hakkında onun kavli ile fetva verilir. Müstesfa’da da böyledir. Bir kimse ihtilam olur da zekerini tutur, şehveti sukûnet bulduktan sonra salarsa, meni çıktığı takdirde İmam Yusuf’a göre yıkanması gerekmez. Ebu Yusuf’un kavliyle zaruret yerlerinde fetva verilir. Bu kişi şüphe ve töhmetten korkarsa namaz kılar görünerek niyetsiz ve tahrimesiz ellerini kaldırır. Bir şey okumaz. (İbni Abidin-1)

Gümüş yüzük: Erkeklerin gümüş yüzük kullanmaları caizdir. (Fetevayi Hindiyye)

Günah aletlerinin satışı: Kendisiyle doğrudan doğruya günah işlenen şeylerin satılması tahrimen mekruhtur. Kendisiyle doğrudan doğruya günah işlenmeyen şeylerin satışı ise tenzihen mekruhtur. Buna göre şarabın satılması katiyyen caiz değildir. Üzümün satılması sahih ve caizdir. Zeylai’de “Şarkı söyleyen cariyenin, süsen koçun, dövüşen horozun, dönerek uçan güvercinin satılması mekruh değildir. Çünkü bunların bizzat kendileri günah değildir. Günah ancak bunların kullanma şeklindedir.” Diye zikredilmiştir. Kendisinden şarap yapılsa bileşıranın; şarkıcı cariyenin satışı caizdir. (İbni Abidin-9)

Günah üzerine yemin etmek: Bir kimse günah olan bir şey üzerine yemin etse mesela: “Vallahi anam babamla konuşmayacağım” gibi veya fiil üzere olsun mesela; “Vallahi bugün filan kimseyi öldüreceğim” gibi, böyle günah üzerine yemin eden kimsenin yeminini bozması, sonra keffaret vermesi vacip olur. Çünkü yemini bozmak her ne kadar günah ise de ana baba ile konuşmamak veya adam öldürmek günahından ehvendir. (Metin) (İbni Abidin-7)

Günaha yardım etmek: Bir kimseye taât ve ibadet hususunda yardım eden onun sevabına iştirak ettiği gibi, haram hususunda yardım eden de günahına ortak olur. (Sahihi Müslim Tercümesi-Ahmed Davudoğlu)

Günaydın demek: Peygamberimiz sav şöyle buyuruyor: Bizden başkasına kendini benzeten kimse bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanlara kendinizi benzetmeyiniz. Yahudilerin selamı parmaklarla işaret etmek, hristiyanların selamı da el ile işaret etmektir. (Tirimizi) Yukarıda zikredilen hadislerden anlaşıldığı gibi müslümanlar birbirine rast geldiklerinde es-Selamü Aleyküm sözünü söylemekle söze başlayacaklar. Baş parmak ve el işaretiyle selam vermeleri caiz olmadığı gibi “günaydın” gibi sözlerle de caiz değildir. Ancak es Selamü Aleyküm demekle beraber el ile de işaret edilse veya selamdan sonra günaydın veya merhaba dense beis yoktur. (Mirkatül Mefatih) (Fetvalar-Halil Gönenç)

Güneş enerjisi ile ısınan sudan abdest: Güneşte ısınmış su ile veya güneş enerjisindeki sıcak sı ile abdest almak veya gusletmek mekruh değildir. Kitaplarımızda “Güneşte ısıtılmış (dikkat buyurunuz, ısınmış değil) su ile abdest alınmaması ve gusül yapılmaması âdaptandır” denilir. Güneş enerjisiyle kendiliğinden ısınan suda güneş doğrudan suyu değil, suyun dışındaki camı, camdan boruyu ve cihazı ısıtıyor. Böylelikle cihaz da suyu ısıtıyor. Ayrıca dahası var; cihazdaki su yerinde sabit durmuyor, devir yapmaktadır. (İkaz-Mehmet Güleç)

 

H     

Hacının elinin içini öpmek: Haccın rükünleri içinde hacının elinin içini öpeceksin diye bir emir yoktur. Böyle bir meseleye rastlamak mümkün değildir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

Hacc ve evlilik: Hacc yapacak olan kimse bu imkanla evlenmek isterse evlenmeyip hacca gitmesi gerekir. Çünkü hacc farzdır. Tebyin’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Hadislerle amel: Bir kimse, aksine kat’i delil bulmadığı süre içerisinde Resuli Ekrem sav’den duyduğuna göre amel etmek zorundadır. (Risale-İmam Şafii)

            Ebu hanife talebesine “Delil bulursanız onunla hüküm verin” demiştir. Neticede İmameyn, mezhebin aşağı yukarı üçte biri hususunda üstadlarına muhalif içtihadlarda bulunmuşlardır. Allame Bîrî’nin el-Eşbah şerhinde naklettiği: “Hadis sahih olur da mezhebin hilafını ifade ederse, hadisle amel edilir. Bu hadis onun mezhebi olur. İmam Azam’ı taklid eden bir kimse o hadisle amel etmekle onun mezhebinden çımış olmaz” Sahih rivayete göre Hz. İmam “Hadis sahih ise benim mezhebimdir” demiştir. Bunu İbni Abdil Ber ve başkaları diğer imamlardan da rivayet etmişlerdir. Nitekim İmam Şarani dört mezhep imamının aynı sözü söylediklerini nakleder. Malumdur ki bu iş, delillere bakarak onların muhkemini, mensuhunu anlayanlara mahsustur. Ehli mezhepten olanlar bir delile bakıp onunla amel ederlerse, o delilin mezhebe nispet edilmesi sahihtir. Çünkü mezhep sahibinin izni ile sadır olmuştur. Şüphesiz o zat bu delilin zayıf olduğunu bilmiş olsa ondan döner ve daha kuvvetli delile tabi olur. Bundan dolayıdır ki, muhakkik İbni Hümam bazı ulemanın İmameyn kavli üzere fetva vermelerini reddetmiş, İmam Azam’ın kavlinden ancak delil zayıf ise o zaman vazgeçilir” demiştir. (İbni Abidin-1)

Halifeliğe engel haller: Görmesini ve aklını kaybetmesi, inançla ilgili şüpheli halleri olup bunlar Hak olana zıt düşüyorsa, Basra alimleri dışındaki alimlere göre görevden düşer. Sağırlık, dilsizlik engeldir. Bir guruba göre işaretlerle anlaşılabileceğinden düşürmez. İki elin ve iki ayağın kesilmesi engeldir. Biri olmazsa yine halife olamaz. Halife iken böyle bir noksanlık varsa bir görüşe göre engel, diğer görüşe göre engel değildir. Halifenin idarecilerinden, en yüksek memurlarından birinin devlet işlerini, bir kötülük, suistimal yapmaksızın aksatmadan yürütmesi hali (hacir hali) halifeliğe engel olmaz. (Ahkamus Sultaniye-İmam Maverdi)

Haram işte çalışmak: Bir kimseyi, başka yerlerde iş bulamamak gibi bir zaruret, bu gibi işlere sevketmişse (banka, içkili lokanta) işi sevmemeli, benimsememeli ve daimi bir helal kapı arayışı içinde olmalıdır. Aynı görüş Yusuf el-Kardavi’nin de var. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Haram kazanan kocanın geliri: Koca ailenin reisidir ve evinin nafakasını temin etmekle yükümlüdür. Kazanç yollarının meşruluğuna riayet onun sorumluluğundadır. Ancak, kadın, kocasını bu emirlere riayet etmeye zorlamalıdır. Etkileyemezse bu kazançtan yiyebilir, vebali kocaya aittir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

Haramla tedavi: Haram ilaç ile tedavi olmanın haram olması, helal ilaçlarında bulunması haline mahsustur. Eğer haram ilaçtan başka ilaç bulunmazsa onunla tedavi olmak caizdir. (Hidaye Tercümesi)

            Domuzdan vb haram şeylerden maddeler ihtiva eden ilaçların terkibini iyi bilmek gerekir. Eğer başkalaşım (istihale=kimyasal tepkime) varsa pisliği gitmiş olacağından kullanılması haram olmaz. Fıkıh kitaplarımızda, hınzırın tuzda kalıp tuzlaşması, gübrenin toprağa karışıp topraklaşması, tezeğin yanıp kül olması, pis olan zeytinyağının sabun yapılması gibi olgular istihaleye örnek olarak verilebilir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Hastaya okumak: Hasta olan kimse için dua etmek ve ona okumak caiz  olduğu gibi salih kimselere bunu yaptırmak da caizdir. İçinde Süryanice veya manası anlaşılmayan birşey varsa hem okunması hem yazılması haramdır. (Fetevayi Kübradan) (Fetvalar-Halil Gönenç)

Hastalık ve teyemmüm: Su kullanıldığı takdirde canına bir zarar gelmesinden yahut bir uzvuna zarar görmesinden; nezle, ateş yükselmesi veyaa buna benzer bir hastalığın meydana gelmesinden korkarsa yahut su kullandığı takdirde hastalığının artmasından ya da uzayacağından yahut iyileşmesinin gecikeceğinden korkacak olursa teyemmüm eder. Bu gibi durumlar adeten ve bilen bir tabibin bildirmesiyle tespit edilir. Maliki ve Şafilere göre bu doktorun müslüman olması şart değilken Hanefi ve Hanbelilere göre müslüman olması gerekir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Hatim duası: Birisinin Kuranı hatmi münasebetiyle cemaatin hatim duasını icra etmeleri mekruhtur. (Fetvalar-Halil gönenç)

            Kuran hatmedilince cemaatle dua etmek mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye)

Hayvan kesimi: Normal bir kesim, boğazla göğüs arasında olur. Çünkü burası damarların toplandığı ve kanın akıp geçtiği yerdir. Kesilmesiyle en iyi şekilde kanın akıtılması gerçekleşir. Bu itibarla hayvan boğazın neresinden kesilirse kesilsin farketmez. Hayvan kesiminde kesilecek yerler dörttür. Nefes borusu, yemek borusu ve iki yandan şah damarlarıdır. Bize göre adı geçen şeyle, kesildiğinde yenmesi helal olur. Şayet kesilecek 4 şeyden çoğunu keserse İmam Azama göre yine helal olur. Hayvanı keserken başın tamamını veya omurga içindeki sinire kadar kesmek mekruhtur. Ancak kesilen hayvanın eti yenir. Bunun mekruh oluşu Peygamberimiz sav’in Hayvan kesilirken, omurga içindeki sinire kadar veya siniri kesmeyin” şeklindeki nehyine dayanmaktadır. Keza hayvan kareket etmekten kesilmedikçe, omurga içindeki siniri de kesmek mekruhtur. Ancak hareketten sonra kesmek ve derisini yüzmek mekruh değildir. Çünkü artık hayvanın incinmesi söz konusu olmaz. (Hidaye Tercümesi)

Hayvanların yenilmesi haram olan kısımları: Temiz ve helal olan hayvanın yedi şeyini yemek haramdır. 1- Akan kanı, 2-Tenasul Uzvu, 3-4- Husyeleri, 5- Bezi, 6- İdrar torbası, 7-Ödü (Fetevayi Hindiyye)

Hayvanların yüzüne vurmak: Onları öldürmek, özürlü de olsa yüzüne vurmak çok güç bir durumdur. Allah’a yalvarıp gözyaşı dökmekten başka yapacağı hiçbir şey yoktur. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Hayvanların zekatı: Hayvanlar, çalıştırılmak için, mesela; çift sürmek, yük taşıtmak veya başka işlerde kullanmak üzere besleniyorlarsa zekata tabi değildir. (Büyük Şafi İlmihali)

Helal ve haram şüphesi olan parayla hacc: Helal mal ile hacca gitmek isteyen ve fakat kendi parası hakkında şüphesi olan bir kimse başkasından borç alır ve kendi parasını o kimseye verir. Fetevayi Kadıhan’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Hırsızlık ve namaz: Bir kimsenin namaz kılarken bir dirhem kıymetinde bir şeyi çalınırsa, namazını bozar ve hırsızı arar. Bu durumda kılınan namaz ister farz olsun ister nafile müsavidir. (Fetevayi Hindiyye)

Hırsızlık ve nefsi müdafaa: Camiüs Sağir’in hırsızlık bahsinde: “Bir kimse, gece veya gündüz başkasına silah çeker veya geceleyin şehirde veya gündüz şehir dışındaki bir yolda sopa ile saldırır ve kendisine saldıran kişi öldürülürse bir şey lazım gelmez” denilmiştir. Küçük sopa ise, durdurulması mümkün olmakla birlikte gece yardım ulaşmayacağından saldırıya maruz kalan, saldırganı öldürmek suretiyle defetmek zorunda kalır. Demişlerdir ki, durdurulması mümkün olmayan sopanın da, iki imama göre silah hükmünde olma ihtimali vardır. Bir kimse evine girip eşyasını çalan hırsızı kovalayıp öldürürse kendisine birşey lazım gelmez. Çünkü Peygamber Efendimiz: “Malın için çarpış (Müslim) buyurmuştur. Ancak bunun caiz olabilmesi için öldürmekten başka bir yolla malını geri almasının imkansız olması gereklidir. (Hidaye Tercümesi)

Hilalin Gündüz gözükmesi: Hilal, zevalden önce veya sonra gözüksün, mutlak surette gelecek gece içindir. Metin kısmındaki “mezhebe göre” sözünden murad, İmam Azam’la Muhammed’in kavlidir. Bedayi’de şöyle denilmiştir: “O gün, İmam Azam ile İmam Muhammed’e göre ramazan ayından değildir. Ebu Yusuf’a göre ise zevalden sonra olursa hüküm budur. Önce ise, geçen gece içindir. O gün ramazandan olur. Şevval hilali de bu hilafa göredir. Tarafeyn’e göre mutlak olarak gelecek gece içindir ve o gün ramazandan olur. Ebu yusuf’a göre zevalden önce ise geçen gece içindir ve o gün bayram günüdür. Çünkü âdeten zevalden önce hilal görünmez; meğer ki iki gecelik hilal ola! Binaanaleyh ramazan hilalinde o günün ramazandan, şevval hilalinde ise bayram olması icap eder. Tarafeyn’e göre asıl olan, hilalin gündüz görülmesinin itibara alınmamasıdır. Muteber olan, güneş kavuştuktan sonra görülmesidir. Çünkü peygamber sav “Hilali gördüğünüz vakit oruç tutun! Gördüğünüz vakit bayram edin!” buyurmuş; gerek orucun gerekse bayramın onu gördükten sonra olmasını istemiştir. Ebu Yusuf’un dediğinde nâssa muhalefet vardır.” (İbni Abidin 4)

Hutbeye çıkarken dua okumak: Hatiplerin hutbe okumak için minbere çıkarken her basamakta dua etmeleri bidattır. Kadı Beydavi’nin verdiği fetva tuhaftır. (Muğnil Muhtaç) (Fetvalar-1 Halil Gönenç)

Hutbeden önceki bidatlar: Cumanın iç ezanından önce selatü selamlar ve temannalar okumak bidattir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

            Zamanımızdaki mutad terakkiye (İnnallahe ve melaiketühü...) İmam Azam’a göre mekruh, imameyn’e göre mekruh değildir. İbni Hacer, Tuhfe adlı eserinde bunun bidat olduğunu söylemiştir. (İbni Abidin-3)

Hutbe esnasında selavat getirmek: Hutbe okunurken Peygamber sav efendimize selavat getirmek mekruhtur. Tatarhaniye’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

            Bakali muhtasarında şunları söylemiştir: “Hatip duaya başlarsa cemaatin el kaldırmaları ve aşikâre dile ile amin demeleri caiz olmaz. Bunu yaparlarsa günahkar olurlar. Bazıları günahkar değil isaet (kabahat) etmiş olacaklarını söylemişlerdir. Sahih olan kavil birincisidir. Fetva da ona göredir. Keza peygamber sav zikredilince cemaatin aşikare olarak salavat getirmeleri caiz değildir. Bunu kalpleri ile yaparlar. Fetva buna göredir. (Remli) (İbni Abidin-3)

Hutbe okunurken namaz: Hutbe okunurken sünnet kılınmaz, konuşulmaz, selam alınıp verilmez, etrafa bakılmaz. Kılınan sünnet iki rekata tamamlanır ve hutbe dinlenir. (Fetvalar 1-Nevzat Akaltun)

İ     

İbadet karşılığı ücret almak: İmam Birgivi de İkazun Naimin adlı risalesinde: “Sadece bedeni bir ibadet olup, bir vesile olmayan namaz, oruç, Kuran okumak, tehlil, tesbih, tekbir ve tasliye gibi bir ibadete; bir mal almak amacıyla, sevabını da verdiğini, sadece bu sevabın kendisine ulaşması için verene bağışlamak niyetiyle koyulmak ve başlamak, ne islam mezheplerinden bir mezhepte, ne de semavi dinlerden birinde caizdir” der. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

İbadette kendini tercih etmelidir: İmam Şafii şöyle demiştir: “Su kıtlığında temiz su ile abdest almak hususunda, setri avrette ve birinci safa geçmekte, insan başkasını değil kendini tercih etmelidir. Çünkü ibadet Allah’a tazim içindir. Başkasını tercih ederek bu tazim ihlal edilmemelidir. Ebu Muhammmed Faruk’ta şöyle demiştir. Abdest suyunu başkasına vermek caiz değildir. Fakat aç bir adamın kendi yiyeceğini başkasına vermesinde bir mahsur yoktur. Bu ikisinin arasındaki fark; biri Allah’ın hakkıdır, tercih yapamaz; diğeri kendi hakkıdır, tercih yapabilir. İlim talep eden bir kimse okuma sırasını başkasına veremez. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

İçki ve nikah: Salih bir kimse olan Zeyd’in kızını, yakın velisi içki içen bir kimseye nikahlaması sahih değildir. (Ali Efendi, Kaynak, Abdurrahim) (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

İkrah:  Öldürülmesi yahut bir uzvunun kesilmesi yahut şiddetli dövülmesi gibi tahammülünü aşan bir şeyle mürted olması için zorlanan bir kimsenin kalbi iman üzere sabit ve bununla mütmain olduğu halde lisanıyla emredilen şeyi söylemesiyle mürted olmaz. (İbni Abidin-9)

İlham: Veliye gelen ilham, sadece kendisi için delil olabilir. Bu ilhamın dini hükümlere yani kitap ve sünnete uygun olduğu veya olmadığı hususunda araştırma yapmak, sonunda o ilhama tabi olmak veya olmamak o veliye aittir. Veli, kendine gelen ilhamı bırakıp da kitap ve sünnete göre amel ettiği takdirde bu ilhama uymadığı için sorumluluk yüklenmez. (İslam Akaidi-Lütfi Kazancı)

            İslama göre ilham; bir şeyin sıhhatini bilme sebeplerinden değildir. İlham feyiz yoluyla kalbe bir mananın konulmasıdır. Mutasavvıflar ve Rafıziler, ilhamı bir ilim kaynağı olarak kabul ederler. Bu iddialarına delil olarak: Sonra da, ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham eder ki..” (Şems:8) ayetini delil gösterirler. Aslında buradaki ilham, umumi manada kullanılmış olup, resuller ve kitaplar vasıtasıyla bildirme, demektir. (Akaid-Ömer Nesefi)

            Keşf ile yeni bir akide sabit olmaz. Nasslardan farklı bir ziyadelik getirilmez. Ümmet için ibadet vesilesi olmaz. Sahiplerini tasdik etmekle, ümmet mükellef tutulmaz. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva)

            Keşf ile yeni bir akide sabit olmaz. Nasslardan farklı bir ziyadelik getirilmez. Ümmet için ibadet vesilesi olmaz. Sahiplerini tasdik etmekle, ümmet mükellef tutulmaz. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva)

            Evliyanın ilhamı başkaları için hiç bir surette delil oluşturmaz. Kendileri hakkında da ancak şeriate uygun olursa delil teşkil eder. (Nurul Envar ve Haşiyesi Kamerul Ekmardan) Velinin başkasını kendi ilhamina çağırması, kendi ilhamına göre davranmasını istemesi ve sahih olarak içtihad eden bir müctehidi –kendi ilhamı ile onun içtihadının hata olduğunu bilmiş olsa dahi- ictihadı ile amel etmekten alıkoymak istemesi caiz olmaz. (Lüknevi-Kamerul Akmar) Salikin, işin künhüne ulaşıncaya kadar, Hak ehli alimleri taklid etmesi, bunu kendisi için gerekli görmesi, keşfine ve ilhamına da muhalefet etmesi gerekir. Bu konuda alimlerin haklı olduğunu, kendisinin ise hata ettiğini kabullenmelidir. Çünkü alimlerin dayanağı, vahiy ile desteklenen, hata ve yanlıştan korunan peygamberlerdir. Onun keşfi ve ilhamı sabit hükümlere muhalif olması halinde hatadır, yanlıştır. Binaanaleyh, keşfi alimlerin görüşlerinden önde tutmak, gerçekte onun Allah’ın indirdiği kesin hükümlere tercih etmek demektir ki bu, hüsranının ve sapıklığın tâ kendisidir. (İmam Rabbani-186.mektup, Mustafa Sabri Efendi-Mevkıful Akl) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

            Ebu Süleyman Darani “Hakikate ait vazı keşfi bilgiler, kırk gün süreyle kalbimi sarar, ben, iki şahid olmadan onların gönlüme girmesine izin vermem. O iki şahid Kitap ve Sünnettir.” Cüneydi Bağdadi: “Allah’a giden yol, ancak Resulullah’ın yaşadığı gibi yaşayan, O’nun sünnetini diri tutanlara açıktır.” Sehl b. Abdullah Tusteri: “bizim yolumuzun temel prensipleri yedidir. 1. Allah’ın kitabına sarılmak, 2. Allah’ın Resulünün sünnetine ittiba..” Sehl başka seferinde “Kitap ve sünnetin kabul etmediği her türlü vecd ve keşf batıldır.” Ebul Kasım Nasrabazi: “Tasavvuf, kitap ve sünnete sarılmaktır. Heva ve bidatleri terktir. Şeyhlerin yasakladıklarına saygıdır. Evrada sarılmaktır. Ruhsat ile amel etmeyi terktir.” Şahı Nakşibend hz.: “Bütün hallerinde ayağını emir ve nehy seccadesine koyasın. Sünnete bağlanıp, ameli yerine getiresin; taviz ve bidatlerden uzaklaşıp daima Allah Resülünün hadislerini rehber edinesin” derler. (Kamil Yılmaz Altınoluk Dergisi 123.sayı)

            Evliyaya gelen ilham, helali haram, haramı da helal yapmaz, bir şeyi farz veya sünnet yapamaz. İlhamlar ve keşifler onları başkalarından üstün kılamaz, taklid boyunduruğundan kurtaramaz. İlham ve keşf başkası için hüccet değildir. Sufilerin sünnette yeri olmayan riyazet ve nefis mücadeleleri muteber bir şey değildir. Bu hususta onlara Hind, Yogi ve Brahmanları ile Yunan filozofları ortaktır. Oysa bu riyazetler onların sadece sapıklıklarını ve ziyanlarını artırmıştır. (Mektubatı Rabbani 55.31.221.mektup)

            Sefihlerden bir cemaat, riyazat ve mücahede yollarını tercih ettiler. Ama enbiyanın yoluna intizam etmeden.. sırf sofiyyei ilahiyenin taklidine gittiler ki bunlar: her asırda enbiyanın tabilerindendir. Üstte anlatılan mana uyarınca, vakitlerinin safasına aldandılar. Rüyalarına ve hayallerine itimad ettiler. Hayal keşiflerini sair hallerinde dahi kendilerine mukteda eylediler. Böylelikle, kendileri delalete düştükleri gibi, başkalarını da dalalete düşürdüler. (Mektubatı Rabbani 435.mektup)

İmamın arkasında Fatiha okumak: Ebu Hureyre’den: “Rasulullah sav üç defa, tekrar ederek namazında Fatiha sıresini okumayanın namazı eksiktir, buyurdu” (Müslim, Malik, Nesai) Ebu Hureyre’ye: İmamın arkasında isek yine okuyacak mıyız diye soruldu. Ebu Hureyre: İçinizden okursunuz, karşılığını verdi.” Şu noktaya dikkat edelim: Hadisi dinleyen kişi imamın arkasında okuyacak mıyız, diye soruyor ve Ebu Hureyre içinde okuyacağını belirtiyor. Bu da gösteriyor ki, imamın arkasında okumama biliniyordu, meşhurdu. Ebu Hureyrenın kendis bile reddetmemiş, hadisi dinleyene, onu içinden oku, demiştir. İnsanın içinden okuması demek, kalbinde okuması demektir. Yani manaları zihinden geçirmektir. İçten okumak dil ile telaffuz anlamına gelmez. (Tartışmalar-Said Havva)

İmamların bazı hadislerle amel etmemelerinin sebepleri: Bu mazeretlerin hepsini üç kısımda toplayabiliriz: 1. Resulullah sav’in o sözü söylediğine inanmaması, 2. Bu sözle, söz konusu meseleyi kastetmiş olduğuna inanmaması, 3. Bu hükmün neshedildiğine inanmış olması. Bu üç kısımdan ise birçok mazeret sebepleri doğmaktadır. A. Hadisin müctehide ulaşmaması, b. Hadis müctehide ulaşmıştır ancak, onun nezdinde sabit (ve sahih) değildir, c. Müctehid ictihadıyla, diğer tariklerine bakmaksızın bir hadisin zayıf olduğuna inanırken, başka müctehidler ise onun aksine inanırlar, ç. Haberi ahad konusunda başkalarından farklı şartlar ileri sürerler, d. Hadisi unutmuştur, e. Müctehidin, hadisin söz konusu hükme delalet ettiğini bilmemesi. Bu son üç sebep İbni Teymiyye tarafından ilave edilmiştir, f. Müctehidin, hadiste, ilgili meseleye delaletin bulunmadığına kanaat getirmesi, g. Bu delaletin karşısında, onun kastedilmediğini gösteren bir başka delilin onunla çeliştiğine inanması, h. Müctehid bir hadisin zayıf olduğunu, ya mensuh olduğunu, yahut tevil götürürse tevil edildiğini gösteren ve ittifakla muarız olabilecek bir ayet, başka bir hadis veya icma gibi kuvvetli bir delil ile çeliştiğine inanır. (Sünneti Anlamada Yöntem-Yusuf el-Kardavi)

Harekeleri terkeden imam: İmam Nesefi “Bir mescidin imamı, okuduğu Kuranın harekelerine dikkat etmiyorsa, onun mescidini terketmekte bir beis yoktur, denilmiştir.” (Fetevayi Hindiyye)

İmamın maaşı: Raşit halifeler döneminde sadece imam ve müezzin tayin edilip onlara maaş ödenmekle kalınmıyor aynı zamanda fakihler, muhaddisler ve Kuran öğreticileri gibi dini konularda halkı irşad eden muallim ve müderrislere de düzenli maaşlar ödeniyordu. (Mevlana Şıblî-Asrı Saadetten) Hz.  Ömer her şehre bir imam bir müezzin tayin ediyor ve bunlara hazineden hazineden aylık bağlıyordu. İbnül Cevzi de “Siretül Ömerey adlı eserinde” Hz. Ömer ve Hz. Osman, imamlara, müezzinlere maaş veriyorlardı” demektedir. (Devlet Siyaset İbadet Üçgeninde Cuma Namazı- Recep Çetintaş)

İmama sonradan yetişen kimse: Mesbuk, imama oturuş esnasında yetişirse, Sübhanekeyi okumaz, hemen tekbir alır, sonra da eğilerek oturur. Bahrur Raık’da da böyledir. Mesbuk akşam namazının son rekatına yetişmiş olsa –yetişemediği- iki rekati kılarken, oturmakla onların aralarını ayırır. Bu şekilde –akşam namazında- üç defa oturmuş olur. Ve –yetişemediği için kaza ettiği- her rekatte, Fatiha’yı ve zammı sureyi okur. Bu rekatlerden birinde, kıraati terk etmiş olsa namazı bozulur. (Fetevayi Hindiyye)

            Mesbuk imama yetiştiği yerde imam kıraati gizli okuyorsa mesbuk Sübhanekeyi okur. Cehri okuyorsa okumaz; namaz sonunda ayağa kalkınca okur. Yetişemediği rekatları kaza eder. İmamla kıldığı rekatın son oturuşunda yalnız ettehiyyatüyü okur. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

İmamın yanlışını ikaz etmek: İmam birinci oturuşta oturmayıp kalkarsa, bu durmda, imamı ikaz için “sübhanallah” denilmez. Çünkü imamın geri dönmesi caiz olmaz. İmam kıyama yakın olduğu zaman, tesbihte faydalı olmaz. Bahrur Raık’ta da böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

İmanın gizlenmesi: Amr b. Abese mekke döneminde Peygamberimize “sana tabi olurum” dedim, bana: “Sen bugün buna dayanamazsın, şimdilik çocuklarının yanına dön ve ne zaman benim ortaya çıktığımı öğrenirsen gel bana yetiş” dedi. Ben de müslüman olup çocuklarımın yanına döndüm. Peygamberimizin Medine’ye geldiğini öğrenince bende geldim. (İmam Ahmed, İbni SA’d, Müslim) (Hayatüs Sahabe-1)

İmsaktan hemen sonra sabah namazını kılmak: İmsak vaktinin girmesi ile yatsı vakti çıkmış, sabah vakti girmiş olur. Bu itibarla imsak vakti girince sabah namazı kılınabilir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

İpek ve altın kullanmak: Hz. Peygamber sav, ipeği sağ eline ve altını sol elinde alarak; “Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır” buyurmuşlardır. (Ebu Davud Libas, Nesai-Zineh, Ahmed) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Erkeklerin elbiseleri üzerinde dört parmak eninde çizgi halinde ipek işlemeler haram değildir. Bu miktar ipeğe ruhsat verilmiştir. Ziyadesi haramdır. Çözgüsü ipek olup, argacı ipek olmayan elbisenin giyilmesinde bir beis yoktur. Argacı ipek olup, çözgüsü ipek olmayan elbisenin giyilmesi caiz değildir. (Mülteka Tercümesi-4)

İstihare: İstihareye yatılacak meseleler, iki tercih arasında muhayyer bırakıldığımız, hangisinin daha hayırlı olduğuna karar veremediğimiz meseleler olabilir. İslamın apaçık olan emir ve nehiylerini içeren meselelerde istihareye yatmak en açık ifadesiyle sapıklık ya da küfürdür. İnsanlar istihareye yattıkları meselenin cevabını uyuyorken görecekleri rüyada değil, uyanıkken okuyacakları Kuran’da aramaları gerekir. (Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş)

İstimnanın hükmü: Hanefi, Şafii ve Maliki mezheplerine göre haramdır. Hanbeli mezhebine göre ise zina korkusu olmazsa istimna etmek haramdır. (Fetvalar-Halil gönenç)

Müminun suresi 5-7 ayetlerini tefsir eden İbni Kesir istimnanın “haddi aşmak” olduğuna işaret buyurduktan sonra, İmam Şafii indinde bu fiilin haram olduğunu bildirmektedir. Resulullah sav Elini nikah eden melundurbuyurduğu sabittir. Kitabul Fıkıh’ta el ile istimna büyük günahlardandır denilmiştir (El Ceziri) Zina korkusu olursa ya derhal evlenmeli ya da oruç tutulmalı. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

İslami hükümlerin gizlenmesi: İslami hükümlerin mükellefe ulaştırılmasının fitneye medar olacağına inanmak büyük bir zulümdür. Resuli Ekrem sav’in Allahu Teala cc bildiği şeyden sorulup da gizleyen kimseyi kıyamet gününde ateşten bir gemle gemleyecektir. (Ebu Davud) İslami Hükümlerin, meşru bir mazeret yokken insanlardan gizlenmesi büyük bir zulümdür. Hatta gizleyenlerin lanete müstehak olacakları kat’i nasla bildirilmiştir. Nitekim Kuran’ı Kerimde Hakikat indirdiğimiz apaçık ayetlerimiz ve doğruyu biz kitapta insanlara onu pek aşikâr bir surette bildirdikten sonra gizleyenler yok mu? İşte onların hali! Onlara hem Allahu Teala lanet eder, hem de lanet etmek şanından olanlar lanet ederler” (Bakara:159) (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

İş elbisesi ile namaz: Namazın şartlarından birisi de necasetten taharettir. Kan, idrar, şarap, dışkı ve benzeri necasetler, namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde kesinlikle bulunmamalıdır. Kişinin iş elbisesinde bu tür pislikler yoksa namazın sıhhati yönünden, temiz hükmündedir. İşin cinsine göre iş elbisesinde bulunan badana, boya, madeni yağlar, pas, kir ve benzerleri namazın sıhhatine mani değildir. Ancak kişi, camiye veya mescide gidecekse temiz elbise giymesi Kuranı Kerim’in emridir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

İşçinin yol açtığı zararın tazmini: Hanefi ve Maliki de dahil bütün müslüman hukukçular, belli bir ücretle belli bir zaman periyodunda istihdam edilen bir işçinin mallara kasden ve bile bile zarar verdiği ispat edilmedikçe, hukuken para cezası verilemeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. (Siret Ansiklopedisi-2)

İş yerinde namaz ve patronun izni: İşçinin mesaisini su-i istimal etmemesi kaydıyla işveren bilhassa farz ve vacip namazların kılınmasından işçisini men edemez. Çünkü Allah’a isyan konusunda mahluka itaat yoktur. Aksi halde işçinin, ibadetini yapabileceği başka bir iş bulması gerekir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

            Şarih “ücretle çalışana da Cuma farzdır” dediğine göre iş sahibi onu Cuma namazından men edemez. Bu husustaki iki kavilden biri budur. Metinlerin zahiri de buna şahiddir. (İbni Abidin-3)

İtikaf: Namazı beklemek, ilimle uğraşmak veya buna benzer bir sebeple mescidde oturan kimsenin, itikafa niyet etmesi gerekir. Çünkü süresi az dahi olsa itikaf sahihtir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

İzinsiz meyve yemek vb: Aralarındaki dostluk vs dolayı razı olacağını bildiği bir kimsenin mülküne izinsiz girmek caizdir. İzin meselesi sadece mülke girmeye de mahsus değildir. Hayvanına binmek, aletinden istifade etmek, yemeğini veya meyvesini yemek yahut alıp evine götürmek vs hep aynı hükümdedir. İbni Abdilber’in dediği gibi bu durumda dostunun memnun kalacağını bilmek şarttır.(Sahihi Müslim Tercümesi 1-Ahmed Davudoğlu)

 

K     

Kabir azabı: Muhtemeldir ki Allah Teala Berzah aleminde her ruh için dünyadakine benzer cesetler yaratacak, be alemin özelliklerine uygun cesetler içinde ruhlar azab veya mükafata nail olacaklardır. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Kabirleri inşa etmek vb: Kabirleri inşa edip üzerine sanduka yerleştirmenin üstüne perde çekmenin ve baş tarafına sarık sarmanın İslamda yeri yoktur. (Halil Gönenç)

Kabirde tuğla ve ağaç kullanmak: Kabirde tuğla ve ağaç kullanmak mekruhtur. Zira yapılarda tuğla ve ağaç sağlam ve daha uzun ömürlü olduğu için kullanılır. Kabir ise çürüme yeridir. (Hidaye Tercümesi)

            Hanefilere göre, tuğla ve tahta ile kabri örtmek mekruhtur. Çünkü bunlar dünya ahkamındandır. Kabir ise çürüyen şeyler yeridir. Bir de tuğlada ateş eseri vardır. Onun için tefaülen mekruh görülmüştür. Kerpiç ve kamış kullanmak müstehaptır. Bunlar peygamberimizin kabrinde kullanılmışlardır. (Sahihi Müslim Tercümesi-Ahmed Davudoğlu)

Kadına bakma: Sahih hadisle zayıf hadis çelişirse bu hadisler uzlaştırılmaz. Ebu Davud ve Tirmizi’deki, erkek âmâ da olsa kadının ona bakmasını haram kılan “ikiniz de âmâ mısınız?” şeklindeki Ümmü Seleme hadisini, müminlerin annesi Aişe hadisi ve Fatıma binti Kays hadisi ile reddettiler ki bunların ikisi de sahihtedir. Seleme hadisini Tirmizi hasen ve sahih demişse de hadisin senedinde Ümmü Seleme’nin mevlası Nebehan vardır ki kendisi mechul olup, onu İbni Hibban’dan başkası sika görmemiştir. Zehebi onu zayıf raviler arasında zikretmiştir. Bu hadis sahihteki şu hadisle çelişmektedir. Aişe ra’den “Ben mescidde (savaş oyunları) oynayan Habeşlilere bakarken, Nebi as’ın cübbesiyle beni örttüğünü gördüm.” (Buhari, Müslim) Kadı Iyaz der ki: “Bunda kadınların, yabancı erkeklerin yaptıklarına bakmasına cevaz vardır. Ancak erkeklerin güzel yönlerine bakmaları ve bununla zevk alamayı arzulamaları kadınlara mekruh olur. Buharinin bu hadis için koymuş olduğu başlıklardan birisi “Başkalarını sui zanna düşürmeksizin, kadının, Habeşlilere vb bakması babı” şeklindedir. Yine Buhari’den rivayet edilen Fatıma b. Kays’tan “Kocası onu üç talakla boşadığında Nebi as ona buyurdular ki: “Git İbn Mektum’un evinde iddet bekle çünkü o âmâ bir adamdır. Olur ki, elbiseni çıkarırsın ve o seni göremez. Daha önce ona Ümmü Şerik’in evinde iddet beklemesine işaret etmiş, sonra da şöyle buyurmuştur: “O, ashabın yanına girip-çıktığı bir kadındır. Sen, İbni Ümmü Mektum’un evinde iddet bekle.” (Müslim-Talak:6) not: hadis Buharide bulunamadı. (Sünneti Anlamada Yöntem-Yusuf el-Kardavi)

Kadının boşama hakkı (hulu’): Hz. Peygamber sav’in beyanına göre, hulu’ üçüncü ve son boşanmaya eşittir. Bundan sonra koca, bekleme devresinde uzlaşma yoluna gidemez. Çünkü bu hak hulu’nun geçerliliğini iptal etmiş olur. Kadın, kocasından boşanmak için malının bir kısmını verir, adam da bunu kabul ettikten sonra kadını bırakmamakta direnirse bu, İslami hükümlere aykırılık ve bir satekarlık olur. Yine de eğer kadın aynı adamla tekrar evlenmek isterse bu olabilir. Çünkü hulu’nun hükümleri boşanma gibi değildir. Peygamber sav erkeğin mehir olarak verdiğinden fazlasını almasını onaylamamıştır. (Siret Ansiklopedisi-2)

Kadınların camide namaz kılması: Kadının evde namaz kılması, vaaz-u nasihat dinlemek ya da ilmi sohbetlere iştirak etmek veya Kuranı Kerim dinlemek amacı dışında sadece namaz kılmak için camiye gitmesinden daha üstündür. Ancak yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı camiye gitmesi de daha üstün ve evlâ olanıdır. Özellikle günümüzdeki erkekler kadınlara gerekli dini bilgileri verememektedirler. Şu da var ki, kadının evden çıkması –camiye de olsa- kocasının izni dahilinde olması gerekir. Kadın camiye gitmek istedikten sonra, itibar edilebilecek bir engel olmadığı sürece erkeğin kadına camiyi yasaklama hakkı yoktur. Müslim Peygamber sav’den  şöyle bir hadis rivayet etmiştir: Allah’ın cariye kullarını camiye gitmekten, alıkoymayınız.” Şeri engeller şunlar olabilir; erkeğin hasta olması, evde küçük çocukların bulunması.. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

Kadının dışarıda abdest alması: Hanefi mezhebinde ayak avret sayılmadığından bir sakınca olmaz. Böyle bir durumda mütemadiyen kadının ayağına bakan kimse günahkar olur. (Fetvalar-Halil Gönenç)

Kadının dışarı çıkması: Kadın zaruri ihtiyaçları ve makbul sebepleri için ancak evinden çıkabilir; bu da başını örtüp dış giysilerini giymesiyle mümkün olmaktadır. (Siret Ansiklopedisi-2)

Kadının doktora gittiği için abdest alması: Kadın doğum doktoruna gittiği için gusül gerekmez, ancak abdestin tazelenmesi gerekir. Kadın veya erkeğin cinsel organlarına sokulan pamuk vb şeylerin yaş olarak çıkarılmaları halinde de abdesti tazelemek gerekir. Bunlar içinde durduğu müddetçe içe gelen uçları ıslanmış olsa bile abdest bozulmaz. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Kadının erkek doktora muayene olması: Kadın, hasta olduğunda ehliyetli bir kadın doktor varsa ona gidip muayene olabilir. Yoksa erkek bir doktora gider muayenesini ona yaptırır. Erkekte aynıdır. (Bedai el-Sanai) (Fetvalar 2-Halil Gönenç)

kadınların erkeklerin yanında çalışması: Bu islamın emrettiği şekilde olursa yani birkaç kadınla birlikte veya açık bir yerde çalışırsa beis yoktur. Ama kapalı bir yerde yalnız yabancı bir kimse ile birlikte kalacak olursa halvet olduğundan haramdır. (Mezahibi Erbaadan) (Halil Gönenç)

Kadınların görevleri: Aslında hak görüş, ev içi ile ilgili konulardaki hizmeti kadına vermektir. Kadınların hakları örfe ugun şekilde vazifelerine denktir” (Bakara:228) İbni Kayyım şöyle demektedir: “Kadınla erkek arasında yapılan mutlak akd, örfe göre gerçekleşir. Örf ise kadının hizmet etmesi, ev işlerini çekip çevirmesidir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler” (Nisa:34) Kadın erkeğe hizmet etmedi mi –yani erkek kadına hizmetkar oldu mu- kadınlar erkekler üzerine hakim olurlar. Sahabe kadınlarından rivayet edildiğine göre, onlar kocalarına hizmette kusur etmiyorlardı. Ev işlerini kadınlar yerine getiriyorlardı. Ebu Bekir Ra’ın kızı Esma şöyle dedi: “Ben Zübeyr’e hizmet ediyordum. Ev işlerinin tümünü ben yapardım. Atına ot toplar, tımarını yapar hazır hâle getirirdim. Kadınların efendisi Fatımatüz Zehra, Hz. Ali’ye hizmette kusur etmezdi. Efendimize zorluklarından şikayette bulunduklarında Peygamberimiz ev işlerini yapmasını Hz. Fatıma’ya tembih etti. Haz. Ali’ye de dışarıdaki işlerle uğraşmasını söyledi. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

            Hukukçular süpürme, mutfak vb ev hizmetlerinin kadına vacip olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Kimine göre bunlar vaciptir, kimine göre vacip değildir, kimine göre de hafif yapması vaciptir. (Siyaset-İbni Teymiyye)

Kadının imamlığı: Kadının kadına imam olması kerahetle caizdir. Namaz kıldıran kadın öne geçmez. (Ahkamus Sultaniyyeden) Malikilere göre caiz değildir. (Mezahibi Erbaadan) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

Kadının kocasının ismiyle çağırması: Bir adamın babasını, bir kadının kocasını adıyla çağırması mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye)

Kadının koku sürmesi: Kadın evinde koku sürünebilir. Ancak evinden başka yerde koku sürmekten men edilir. Çünkü bu fitne ve fesada sebep teşkil eder. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Kadının misafire ikramı: Her ne zaman Peygamber as’ın bir misafiri evine gelse Aişe onlara hizmet ederdi. (Siret Ansiklopedisi-2)

Kadının namazdaki şekli: Namazların ne farzları ne vacipleri ne sünnetleri ne de edepleri konularında kadınla erkek arasında bir fark yoktur. Dolayısıyla bu zikredilen farklar kadını daha tesettürlü kılar gerekçesi ile fıkıhçıların güzel bulduğu farklardır. (Fetavayi Hindiyyeden) Zaten İmam Ebu Hanife’den gelen nakle göre “Kadın da tekbirde ellerini kulak hizasına kadar kaldırır, çünkü elleri avret değildir. (Kasani-Bedayi, Merginani-Hidaye) (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

            Farz namazlarda kıyam, namazın farzlarındandır. “Erkekler görüyor” gerekçesiyle hanımların farz olan kıyamı terkedip, oturarak namaz kılmaları caiz değildir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

Kadınların saç kestirmesi: Kadının insan saçından yapılmış peruk takması, kaşlarını çekmesi caiz değildir, haramdır. Kadın saçını erkek saçına benzer şekilde keserse haramdır. Ancak kadın saçını erkeğe benzemecek şekilde kısaltsa ve bu memleketinde âdet olduğu için arkadaşlarının ayıplamasına sebep olmazsa bunda bir beis yoktur. (Gayetül Me’mul) (Fetvalar-Halil Gönenç)

Kadının sesi: Şafi ulemasının kaydettiklerine göre kadının sesi avret değildir. Hanefi mezhebinde de en kuvvetli görüşe göre avret değildir. Bazı ulemaya göre namazda avrettir onun dışında avret değildir. (İbni Abidinden) (Fetvalar-Halil Gönenç)

            Tercih edilen kavle göre kadının sesi avret değildir. Nevazil isimli kitapta ise kadının sesi avrettir, der. Kadının Kuranı kadından öğrenmesi daha makbuldür. Kurtubi der ki; zekası kıt olanlar zannetmesinler ki, biz kadının sesi avrettir, demekle konuşmasını kastediyoruz. Bu anlayış doğru değildir. Biz ecnebi erkeklerin ihtiyaç olursa kadınlarla konuşmalarına cevaz veriyoruz. Yalnız kadınların yüksek sesle konuşmalarını, seslerini uzatmalarını, yumuşatmalarını ve aruza göre okumalarını caiz görmüyoruz. (İbni Abidin-2)

Kadınla oturma: “Bugünden itibaren kocası bulunmadığı zaman hiçbir kadının evine girmeyiniz. Ancak yanında bir veya iki kişi olursa müstesnâ. (Müslim) Her ne zaman Peygamber as’ın bir misafiri evine gelse Aişe onlara hizmet ederdi (Siret Ansiklopedisi-1_Afzalur Rahman)

            Nevevi yukarıdaki hadisle ilgili olarak diyor ki: “Hadisin zahirine bakılırsa beraberinde iki üç kimse bulunan bir adam kendisine ecnebi sayılan bir kadınla bir yerde bulunabilecektir. Ulemamıza göre meşhur kavil ise bunun haram olmasıdır. Şu halde hadis, salâh ve doğruluklarından dolayı kendilerinden kötülük beklenmeyen bir cemaat bir kadının yanına girebilir diye tevil olunur. Kadı Iyaz da bu tevile benzer bir işarette bulunmuştur.” (Sahihi Müslim Tercümesi 9-Ahmed Davudoğlu)

            Ensardan bir adam bir misafir alır. Hanımı : çocuklara hazırladığım yemekten başkası yok, der. Adam; ben misafirin yanında oturuyorum. Sen çocukları avut ve uyutmaya çalış. Ne zaman ki uyurlarsa yemeği getir önümüze koy ve bir bahaneyle kalkıp çırayı söndür ki, kendisiyle beraber yemediğimizi bilmesin ve utanmadan doyasıya yesin, dedi. Peygamber Efendimiz “Cenabı Hak, bu akşam misafirinize karşı yaptığınız hareketten çok hoşlanmıştır” buyurdu. (Müslimin rivayetinde bu kişinin Ebu talha olduğu kayıtlı) (Hayatüs Sahabe-2)

            Said b. As’ten Peygamberimiz Aişe’nin elbisesini giyerek uzanmıştı. Ebu Bekir izin isteyince verdi. Sonra Ömer ra izin istedi ona da verdi. Daha sonra Osman ra izin istedi. Peygamberimiz kalkıp oturdu. Aişe’ye de “Kendini topla” buyurdu. Osman ra çıkınca da “Osman içeri girdiği zaman eğer seni yanımda görseydi ne konuşur ne de çıkıncaya kadar başını önünden kaldırırdı.” Dedi. (Hayatüs Sahabe-3)

           

            Bir müslümanın evine akrabası dışında kalan dost ve arkadaşlarının da gelmesi tabiidir. Bu durumda kadın ve erkeklerin beraber oturması ve evin kız veya kadınının misafirlere hizmet etmesi mevzu bahis olabilir. Ashabdan Ebu Useyd evlenirken zifaf gecesi, Hz. Peygamber sav’i ve dostlarını davet etmiş, fakat onlar için yemek hazırlamamamış ve bir şey de ikram etmemiştir, ancak eşi geceden, bir tas kabın içinde hurma ıslatmış, bunu ezip sulandırmış ve misafirlere ikram etmiştir. (Buhari-Nikah, Müslim-Eşribe) İbni Hacer, Ayni gibi Buhari şarihlerinin işaret ettiği üzere bu hadisi şerif vb’den şu netice çıkarılmıştır: Kadın, kocasının arkadaşlarına hizmet edebilir ancak bu durumda tesettüre riayet etmesi, tarafların kötü duygulara kapılmaktan emin olmaları, tahrik edici davranışlardan kaçınmaları şarttır. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Aile içinde mahrem olmayan yakınlar veya yabancılar bulunduğunda kadınlar tesettürlü olarak yanlarında bulunabilir, aynı sofrada yemek yiyebilir, aynı kaptan su içebilirler. Kadının hamile olması bu konuda farklı hüküm getirmez. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            İslam, aralarında nikah bulunmayan ve nikah düşecek kadar da birbirine yabancı olan kadın ile erkeğin, üçüncü şahsın bulunmadığı ve ansızın gelme ihtimalinin de söz konusu olmadığı zaman ve zeminlerde başbaşa kalmalarını yasaklamıştır. (Sonsuza Yürüyüş-Hekimoğlu İsmail)

            Zinetlerini, dolayısıyla zinet yerlerini, ayet ve hadislerin istediği ölçüler içerisinde ve özellikle de el-Ahzap 59. (cilbab ayeti) gereği kapadıktan sonra, kadınların, erkeklerin yanında, halvet de değillerse, oturamayacaklarını söyleyen bir nass yoktur. Ama bu yine de kötü duygulara sebep olmuyorsa kaydına bağlanmış, her yönüyle cazip ve latif bir varlık olan kadında, koku, teberrüc (süs, kırıtma) vb bulunmaması şartıyla caiz görülmüştür. Bütün bunlara dikkat edildikten sonra kadının, yanında yakınları varken, yabancılarla aynı sofrada yemek dahi yiyebileceğine fetva verilmiştir. Ancak buna gerek olup olmadığı ayrı bir konu olduğu gibi, takvaya uygun olan da elbette, tabiiliği aşmayan “haremlik-selamlık” uygulamasıdır, denilebilir. İmam Malik: “Kadın, mahremi olmayan erkekler ve uşağıyla berabebr yemek yiyebilir. Kocasıyla beraber iken kocasının yemek yediği kimselerle yemek yiyebilir. Der. (Haraşi) Bir erkeğin, yabancı hür bir kadınla, bir evde başbaşa kalmaları, harama yakın mekruhtur. (Serahsi, Tahavi) Ancak bulundukları odaların araları kesikse ve her birinin ayrı ayrı kilidi varsa; ya da kilidi yoksa da aralarında duvar ve perde gibi bir engel olup, erkek de güvenilir birisi ise veya kadının yanında bir mahremi, ya da cinsel ilişkide bulunamayacak, ancak saldırıyı önleyebilecek derecede yaşlı bir kadın varsa, veya erkek o derece (yaşlı kadın gibi) yaşlı ise veya yanında bulunduğu kadın borçlu olup, erkek onu takip için orada bulunuyorsa, halvet haram değildir. (Bazı fıkıh kitaplarında haramdır denilir, Mesela; İbni Nüceymin El-Eşbah ven Nezair kitabında) erkek yabancı kadınlarla, birden çok olsalar da bir arada bulunamaz. (Alauddin Abidin) Serahsinin ifadesine dayanarak bazıları; bir erkekle bir kadının halveti, yabancı da olsa, bir başka erkeğin bulunmasıyla önlenmiş olur, ancak mahremi ve güvenilir bir yaşlı kadın dışındaki yabancı kadınlarla ortadan kalkmaz ve erkeğin birden çok yabancı kadınla başbaşa kalması da, harama yakın mekruh olur, demişlerdir. (Serahsi-Mebsut) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Kadınla tokalaşma: Yabancı bir kadının yüzüne ve eline, el sürmek –her nekadar şehvetten emin olsa bile- helal olmaz. (Fetevayi Hindiyye)

            Şehvetlenilmeyen ihtiyar kadınla musafaha yapmakta bir beis yoktur. (İbni Abidin-2)

Özellikle belirtmek gerekirse, kadın ve erkeğin tokalaşmasını yasaklayan bir ayet olmadığı gibi Hz. Peygamberin bu yönde herhangi bir sözü de yoktur. (Mevcutlar zayıf kabul edilir) Resulullah döneminde kadınlarla erkeklerin tokalaşmaları gibi bir adet yoktu. Bu sebeple bu yöndeki açıklamalardan sarih bir yasaklama hükmü çıkarmak doğru olmaz. Yaygın olarak kabul edilen bir fıkıh kuralına göre, harama götüren şeyde haramdır. Tokalaşmada bu kuraldan yola çıkılarak haram kılınmıştır. Bu tokalaşmanın zinaya götürme ihtimali zayıfladığında hükümde haramlıktan mekruhluğa indirilmiştir. Zinaya götürme hususu da kişiye ve toplumlara göre değişkendir. Dinin açık ilkelerinde değişkenlik söz konusu olmazken onları koruyucu mahiyetteki dolaylı sınırlama ve tedbirlerde bundan söz edilebilir. Bu itibarla fertlerin, dinin bu önlemlerle korumak istediği ilkeleri ve sakındırmak istediği hususları bilmesi ve davranışlarını ona göre ayarlaması, bu konuda bireysel insiyatif ve sorumluluğa alan bırakması gerekir. (Diyanet İslam İlmihali-2)

Erkekler ve kadınlar enişteleri, yengeleri, baldızları veya yabancı kadın ve erkekler ile musafaha (toka) yapmamalıdırlar. Bunlar her haramdır. (İkaz-Mehmet Güleç)

            Bazı alimler ise burada şehveti esas almış, şehvetin söz konusu olmadığı durumlarda mesela el sıkışmanın caiz olduğun söylemişlerdir. (Şerbasi-Yeselunek)

            Kadınla tokalaşma, kadın genç ve şehvete sebep olabilecek durumda ise, haramdır. (Fetevayi Hindiyye) Ancak şehvet duyulmayacak derecede ihtiyar olan bir kadınla musafaha etmekte bir beis yoktur. Hz. Ebu Bekir, süt annesinin kabilesinden olan ihtiyar kadınlarla musafahalaşırdı. Allah Resulünün de biatta ihtiyar kadınlarla musafaha yaptığı rivayeti mevcuttur. (Sabuni-Revai) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

            Şehvetsiz tokalaşmak caizdir. Peygamberimiz cariyenin elinden tutmuştur. (İmam Ahmed, Buhari-Edep 61) Dokunma ile ilgili hadisteki tehdidi cinsi birleşme olarak anlıyor. (Sünneti Anlamada Yöntem-Yusuf el-Kardavi)

            Peygamber sav’e biat eden kadınlar dediler ki: Ey Allah’ın Rasülü biat ederken elimizi tutmadınız. Peygamber sav kadınların elini tutup tokalaşmam, buyurdu. (Ahmed, Nesai, İbni Mace) Peygamber sav bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Sizden birinizin başına iğne ile dürtülmesi, kendisi için helal olmayan kadına dokunmaktan daha hayırlıdır.” ((Fetvalar 2-Halil Gönenç)

Kafir anne babayla ilişki: İyi mücadele için ana-babanın müslüman olması şart değildir. Esma binti Ebu Bekir ra’den: “İman etmemiş annem, müslümanlar ile  Kureyşli müşrikler arasında barış anlaşması olduğu dönemde babası ile geldi. Peygamber sav’in tavsiyesini almaya gittim “Annem geldi ve teveccühümü ümid ediyor” dedim. Peygamber as buyurdu ki: “Evet, annene karşı iyi ol” (Buhari) (Siret Ansiklopedisi-2)

Kafir demek: Ne darul islamda ne darul harbde hiçbir müslüman diğer bir müslümanı tekfir edemez. Müslümanların küfre girip girmediğine şeri mahkemeler karar verir. Çünkü tekfir bir mahkeme işidir. (Salim el-Behsenaviden) (Darul Harb Fıkhı-Mustafa Çelik)

            Hakkı bilmelerine rağmen inkar eden kafirleri tekfir etmek caiz iken; cahillerin tekfir edilmeleri caiz değildir. Bu kimselerin ne ve açık bir şekilde uyarılmaları ve kurtuluşa davet edilmeleri gerekir. (Rabbani Yol ve Sünnetullah-Said Hakim)

            Düşüncesi, inancı, sözü ve fiiliyle kafir olan biri tekfir edilmeyip, işlediği suçun cezası verilmezse, toplum fertleri arasında dağılan bu tip şahıslar aşıladıkları batıl düşüncelerle neslin bozulmasına sebep olacaklardır. Aile fertleri ve akrabalar böyle birinden nefret edeceklerdir. Tekfire karar verecek kişi kelam ilminde münakaşa edilen meseleleri derinlemesine ihata edecek, fıkhın ve fıkıh usülünün inceliklerini anlayabilecek ve bunlara göre olayı değerlendirip neticeye varabilecek kapasiteye ve bilgiye sahip olmak zorundadır. (İman Küfür Sınırı-Saim Kılavuz) (En güzeli bizlerin insanları küfürle itham etmekten ziyade, yapılan bir amelin veya sözün küfür olduğunu biliyorsak, şahsa hitaben bu söz ya da amel küfür sözüdür, bunu yapanın durumunu Allah bilir demektir)

            Bir kimsenin küfür mü, değil mi diye tereddüt edilen bir işi, ya da sözü, doksan dokuz ihtimalle küfre yorulsa, bir ihtimalle de imana hamletme imkanı bulunsa biz onu imana hamleder ve o iş ya da sözüyle ona kafir denilemeyeceğini söyleriz. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

            Onun için Allah’ın fethinden olduğu iddiasıyla söylenen her söz için bakarız, şayet Allah’ın kitabı ve Rasulünün sünnetine uyuyorsa baş göz üstüne. Ama onlara uymuyor fakat kişinin itikadı düzgün ameli salih olup sözü tevil kabul ediyorsa, onu, şahsın bu itikad ve ameliyle uyuşacak şekilde tevil ederiz. Tevil kabul olmayıp ondan sadır olduğu kesin ise ilim ve istikamet ile bilinen bir kimse olsa bile bu sözünden dolayı hangi cezayı hak ediyorsa ona o hükmü verir ve bundan dolayı tevbe etmiş olması ihtimalini veririz. Ancak şunu da göz önünde bulundurmalıyız ki, dinden olduğu zaruri olarak bilinmeyen hususlarda hükmü ehli verir. Şayet dinde bilinmesi zaruri şeylerden ise, o mesele hakkında her müslüman hüküm vermeye yetkilidir. (Tartışmalar-Said Havva)

            Bir müslümana “Ey kafir” diye küfreden kimse, şeran tazir olunur. Bu sözü söyleyen kimse kafir olur mu? Eğer bu sözüyle islam akidelerine inanan muvahhid bir müslümanın küfrünü itikad ederse, kafir olur. Fakat o müslümanın küfrü gerektiren bir şey işlemesiyle küfrünü itikat ederse, kafir olmaz. Bu kaville fetva verilir. (Vehbaniye Şerhi) (İbni Abidin-8)

            Fetih’te zikredilmiştir ki; “Bir kimse inanmasa bile şaka yoluyla küfür kelimesini söylese –Allah’a sığınırız- mürted olur. Çünkü dini hafife alıp küçümsemiştir. Buna göre küfür kelimesini şaka yoluyla söylemek inad küfrü gibidir. Kitaplarda zikredilen küfür kelimelerinden hiçbiriyle, bir kimsenin küfrüne fetva verilmez. Ancak, alimlerin küfrüne ittifak ettikleri surette, onun küfrüne hükmolunur. (Metin) nitekim bir kimse, KALP İLE TASTİK ETSE BİLE puta secdede bulunuyorsa veya Mushafı Şerifi pisliğe atsa, kafir olur. Çünkü bunlar dini yalanlama hükmündedir. (Akaid Şerhi) Nurul Ayn’de zikredilmiştir ki, ayeti kerime ve mütevatir haberin delaleti kesin olmazsa yahut haber mütevatir olmazsa yahut haber kesin olur fakat kendisinde şüphe bulnursa yahut icması bütün mütün müctehidlerin icması olmazsa yahut sahabenin icması olup bütün sahabenin icması olmazsa yahut bütün sahabenin icması olur fakat tevatür yoluyla sabit olmadığı için kesin olmazsa yahut kesin olup fakat sukûti icması olursa bu suretlerin her birinde inkar eden kafir olmaz."”Bahır’da zikredilmiştir ki; Bu hususta asıl kaide şudur: Bir kimse haramı, helal itikat ederse bakılır; eğer haram ligayrihi (başkasından dolayı haram) olursa, mesela; başkasının malı gibi, kafir olmaz. Eğer haram liaynihi (Kendinden dolayı haram) olursa yine bakılır, eğer haram liaynihinin delili kesin olursa yine kafir olur, delili kesin olmazsa kafir olmaz. Bazı fukahaya göre bu tafsilat alim hakkındadır. Cahil haram liaynihi ile haram ligayrihinin arasını ayırt edemez. Cahilin helal itikat ettiği haram, kesin delille sabit olan haramlardan olursa kafir olur. Aksi takdirde kafir olmaz. Mesela cahil, şarap haram değildir, derse kafir olur. (İbni Abidin-9)

Kafirlerin elbiselerini giymek: Gayri müslimlerin giydikleri elbiseleri giymekte bir beis yoktur. Ancak bir memlekette adet olmayıp, halkın nazarı dikkatini çeken kıyafete bürünmekte doğru değildir. El-Mugire b. Şube’nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir. Peygamber sav kolları dar bir Rum cübbesi giymişti.(Buhari-Müslim) bu gün giydiğimiz palto da dinen cübbe sayılır. (Fetvalar-Halil Gönenç)

Kafirin emri altında çalışmak: Bir müslüman bir kafirin emri altında bulunsa yani bizzat kendi şahsına hizmet ederse mutemed görüşe göre tenzihen mekruhtur. Fakat şahsına değil, tarla, fabrika, ziraat ve ticaret gibi işlerinde çlışırsa mekruh sayılmaz.(Mezahibden)(Halil Gönenç)

Kafirlerle alışveriş yapmak: Kafirlere savaş aletleri satmak haramdır. Ama yiyecek maddelerinin, kumaşın satılması istihsanen caizdir. Ama bu hüküm müslümanların bunlara ihtiyacı olmadığına göredir. Bunlara müslümanlar muhtaç olurlarsa satılmaları caiz değildir. (İbni Abidin-8)

Kafirlerle oturmak: İslamı tebliğ edip anlatmak için kafir olsun, fasık olsun herkesle oturmak caizdir. (Halil Gönenç)

Erkeğin kadını muayene etmesi: Kadın, hasta olduğunda ehliyetli bir kadın doktor varsa ona gidip muayene olabilir. Yoksa erkek bir doktora gider muayene olur. Erkekte aynıdır. (Bedai el-Senai) (Halil Gönenç-Fetvalar)

Kalp temizliği: Abdullah b. Amr’in anlattığına göre Resulullah sav’e en mükemmel insanın kim olduğu sorulması üzerine şu cevabı vermiştir: Kalbi kirden arınmış ve dili doğru söyleyenler” Etrafındakiler dili doğru söyleyeni anladıklarını fakat ,kalbi kirden arınanları anlamadıklarını söylemeleri üzerine Rasulullah sav Pâk olan, günahtan, şüphe, hile, yalan ve hasetten arınmış olan” buyurmuştur. (Siret Ansiklopedisi-1_Afzalur Rahman)

            Hz. Ömer ra’ın Sa’d b. Ebi Vakkas’a tavsiyesinden: “Şunu da bil ki kişi, kalbinin temiz olmadığını iki yoldan öğrenebilir: Eğer kişi hak yolunda kendisini övenlerle yerenleri bir tutarsa kalbi temizdir. Diğer yol da, kişinin kalbinden diline hikmet dökülmesi ve halk tarafından sevilmesidir. (Taberi) (Hayatüs Sahabe-2)

            Osman ra’den: “Eğer kalpleriniz temiz olursa Allah’ı anmaktan usanç duymaz” (Hayatüs Sahabe-4)

Kametle ilgili meseleler: Hanefilere göre cemaat “haya alel felah”ta imam ayağa kalktıktan sonra ayağa kalkar. Kametin kıbleye yönelerek ve yürüyüp konuşulmadan getirilmesi sünnettir. Hanefilere göre, imamlık edecek kimsenin müezzinlikte yapması en faziletlisidir. Çünkü peygamberimiz sav ez-Ziya’da bildirildiğine göre bir yolculukta ezan okuyup kamet getirmiş ve öğlen namazını kıldırmıştır. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Müezzin kamet getirirken  mescide giren kimse imam mihraba geçinceye kadar oturur. Ayakta beklemesi mekruhtur. Oturur, müezzin “hayya ale’l felah” cümlesine varınca kalkar. (İbni Abidin-2)

            Kamet getirirken yürümek mekruhtur. (İbni Abidin-2)

Kametten önce ihlas okumak: Bu bidattır. Kuran dinlemek farzdır. Halbuki bu esnada cemaat nafile ile meşguldür. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Kametten önce ihlas suresi ya da daha başka şeyler okumak bidattır. Bu tür okuyuşlar zaten klişeleşmiş hale geldikleri için kimse onları, şuuruna vararak Kuran gibi dinlememektedir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

Karanlıkta namaz kılmak: Karanlıkta namaz kılmak sahih ise de ışık yakmak mümkünken karanlıkta namaz kılmak birkaç bakımdan mekruhtur. Işık, asgari secde yerini görecek kadar olmalıdır. (Fetvalar 4-Nevzat Akaltun)

Kardeşe zekat: Ahmet’in fakir olan kardeşine zekat vermesi caiz olur. (Nevzat Akaltun Fetvalar 1)

Karşılama, temel atma kurbanları: Törenlerde birinin gelmesinin şerefine kurban kesmek, puta veya o gelen kişiye ibadet maksadıyla kesilen kurban değildir. Bu hayvanlar ya o kişinin gelişine şükran olarak, ya da kurban niyeti olmaksızın,  gelenin şerefine, şuna buna et yedirmek için kesilir. Bu maksatla kesilen hayvanın eti haram olmaz. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Bir insan için kurban kesilmesi küfürdür ve kesilen meyte hükmündedir, yenmez. Hacıların ya da gazilerin kudümü (gelişleri) için hayvan kesilmesi de küfürdür” denmiştir. (Hindiyye) Yeni alınan araba, ev, atılan temel vb şeyler de aynıdır. Yalnız burada şu incelik vardır, başkası için demek, keserken başkasının adını anarak demektir. Binaanaleyh, bir büyük zatın gelişine, ev ya da araba almasına duyduğu sevinçten ötürü kurban keserse bu küfür olmadığı gibi kesilen hayvan de leş olmaz, eti yenir. (Şeyh Davud-İçtihad Tartışması) Bismillah diyerek kesse dahi bir kimsenin yoluna, bir evin temeline, bir arabanın tekerine vb kesilen, kanı oraya buraya sürülen kurban en azından çirkin bir bidattır, küfrü gerektirmese dahi günahı gerektirir ve etinin yenmesi de şüpheli olur. Zaten bu kurbanı görenler, filan, falanın gelişi için, yada filan iş için kurban kesti derler ki, bu da onun kesiliş gayesinin Allah için olmadığını gösterir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Kasaptan alınan et: Netice olarak müslümanların yaşadıkları bölgelerdeki mezbahalarda kesim işlerini yapan kasaplar, ateist olmayan Ehli Kitap kimselerdense ve kesimi Allah’tan başkası adına yapmıyorlarsa, meseleye yaklaşımımız, bunların kestiklerinin yenilebileceği noktasındadır. (Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş)

            Halkının çoğu müslüman veya kitap ehli olan ülkelerde, kesilmesi gereken hayvanların etleri yenebilir. Resulullah sav’e “Ya Resulallah gittiğimiz yerlerde bize et getiriyorlar, keserken besmele çekip çekmediklerini bilmiyoruz, bunu yiyelim mi diye sordular”, “Allah’ın adını anın ve yiyin” cevabını aldılar. (Buhari-Zebaih)

Kaynana ve kayınpeder ilişkileri: Baba dostlarına iyi muamele etmek ve eşlerinin anne-babası sağ ise onları toplumsal anlayışa göre kaynana ve kaynata görmeyerek, birer anne ve baba gibi kabul etmektir. Şanı yüce Rabbimiz kendisine kulluk eden müminlerin anne ve babalarına nasıl değer veriyorsa, herhangi bir müminde kendisine hizmet eden hanımının veya kendisi için çalışan kocasının anne ve babasına da aynı değeri vererek, onlara güzel muamelelerde bulunmak durumundadır. (Kişiye Özel-Mehmed Alagaş)

Kaza namazını mescitte kılmak: Kaza namazlarını mescitte kılmak mekruhtur. Zira namazı geciktirmek günahtır. Bunu meydana çıkarmamalıdır. (Bezzaziye) (İbni Abidin-2)

Kerahat vakitlerinde Kuran okumak: Bahr’da, Buğye’den naklen “Kerahat vaktinde Peygamber sav’e salâvat getirmek Kuran okumaktan efdaldir” denilmiştir. (Dikkat edin yasaktır değil, efdaldir.) (İbni Abidin-2)

Kısa kollu gömlekle namaz: Erkeklerin uzun kollu gömlekle kollarını sıvayarak namaz kılmaları mekruh ise de kısa kollu gömlekle namaz kılmaları mekruh değildir. (Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı)

Kıyafette teşebbüh ve şapka giymek: Teşebbüh, yani kafir ve fasıklara benzemek yasaktır. Şapka Osmanlı döneminde sırf gayri müslümleri taklid gayesiyle giyilmesi bakımından teşebbüh alameti sayılırdı. Fakat bugün şapka giymede gayri müslimleri taklid söz konusu değildir. Belki adet böyle olduğu için giyilmektedir. Bu itibarla niyette gayri müslimlere benzem söz konusu olmayınca şapka giymek teşebbüh alameti sayılmaz. (Halil Gönenç-Fetvalar)

40 ve 52. Geceler: Ölünün 40 ve 52 gecesi ile ilgili hiçbir şey varid olmamıştır. Böyle gecelerde özel merasim tertip etmek doğru değildir. Bu cahil halkın uydurduğu bir bidattir. (Halil gönenç)

Kız istemek nikah sayılır mı?: Bir kimse nikah maksadıyla kız istemeye kalabalık kimseler gönderir de, kızı babası veya velisi, onların huzurunda tezviç ederse sahih olur. İçlerinden yalnız konuşan dünür sayılır. Kalanlar nikaha şahittirler. Bununla fetva verilir. (Fetih) (İbni Abidin-5)

Kredi Almak: Bu kesinlikle haramdır. Çünkü bu Muhammed sav’in alanı, vereni, yazıcısını ve şahitlerini lanetlediği faizin kendisidir. Böyle kesinlikle haram olan işlerin helallik kazanabilmesi için gerekli azık, elbise ve tedavi edilmediği takdirde hayata mal olacak hastalık gibi nedenlerinin olması gerekir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

            Faiz ödeyenin darda kalmış olması onu günahtan kurtarabilir; ancak bunun için bazı şartlar vardır: 1- Faizli borç almanın sebebi zaruret veya haklı bir ihtiyaç olacaktır; lüks harcamalar ruhsat kapısını açmaz. 2- Daha önce bütün kapılar çalınacak, faiz vermeden ihtiyacı giderme yolları aranacaktır. 3- Alınan borç zaruret ve ihtiyaç miktarını aşmayacaktır. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Bir müslümanın başka imkanı yoksa, faizsiz kredi de bulmamıyorsa mesken edinmek, kiralayacağı bir yere peşinat ve dipozit ödemek, işini kurmak için alet, tezgah, makina vb temin etmek maksadıyla faizli kredi alır, bu durumda faiz ödemek kendisi için caizdir, bundan dolayı günahkar olmaz, günahkar olanlar onu bu durumda bırakanlar, islamın sosyal adalet ve dayanışma kurumlarını ihmal edenlerdir, cemaattır, toplumdur. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Ancak burada enflasyon oranı faiz oranından çok çok düşük olduğundan pozitif faiz olmasa da bir negatif faiz gerçekleşmekte ve krediyi alanın faiz vermesi şöyle dursun, para değerinin düşmesiyle, aldığının çok azını vereceğinden devletten faiz almaktadır. Problem buradadır ve aslında milletten alınan bu fazlalığın tekrar millete verilmesi şartıyla bu tür krediler caiz olmalıdır, demektedirler. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

             Bir hususun altını çizmekte fayda var: “Enflasyon kadar faiz, riba değildir” hükmüne katılmıyorum. Anlatmaya çalıştığım bu değil. Bazı hocalarımız, enflasyon %80 ise bankaların %80 dolayında verdikleri faizler riba hükmüne girmez diyorlar. Bu hükmü iki bakımdan sakıncalı buluyorum. 1. Enflasyon tam bir sıhhatle ölçülemediği için, iki oran arasındaki küçük farklar faiz şüphesini artırır. 2. Böyle yapmakla, faizci bankacılık sistemini meşrulaştırmış oluruz. Benim anlatmaya çalıştığım, devletin hepimizden topladığı vergilerden meydana getirdiği bir takım fonları, hakkımız olduğu halde kullanmamamız halinde, bunu rakiplerimizin kullanacağı ve piyasada aleyhimize bir rekabet ortamının meydana geleceğidir. Aslında gerek konut, gerek tarım veya ihracat kredilerine faiz hiç uygulanmayabilir ve devletin ilave bir zararı olmaz. Mesela, yüzde 30 faizle iki yıllığına verilen bir konut kredisinin bileşik faizi 69 milyondur. Bugün aldığınız 100 milyon TL karşılığında, iki yıl sonra 169 milyon Tl ödersiniz. Devlet bu parayı normalde %80 faizle banka kredisi olarak kullandırmış olsaydı, iki senenin sonunda 324 milyon olurdu. Yani, evi olmayan vatandaşa 155 milyon liralık transfer yapılmıştır. Devlet dese ki, krediyi bir yıl sonra ödeyeceklerden hiç faiz olmayacağım, vatandaşa sadece 80 milyon liralık bir transfer yapmış olur. Ve birçok vatandaş, bu şıkkı tercih edebilir. Devletin görünürde faizli olan şıkkı tercih etmesi, birçok dindar vatandaşın bu haktan faydalanmasını önlemek içindir. (Mustafa Özel-7 Haziran 1996 Yeni Şafak) Dikkat! Yazar bir fıkıhçı değil bir ekonomisttir...(Yukarıdaki yazının devamı niteliğinde) Devlet vatandaşa %30 faizle kredi verdiği takdirde, vatandaş bu krediyi kullanarak (%80 enflasyona karşı) %50 kazançlı çıkıyor, diyorsunuz. Peki Devlet bu durumda %50 zararlı çıkmış olmuyor mu? Devlet aleyhine zarara yol açmış olmakla faizli bir muamele yapmış olmaz mıyız? Olmayız. Devlet bu transferi fakir fukaranın ev sahibi olması için yapıyor. Bir nevi zekat fonundan fakirlere yardım edilmesi gibidir bu. Ancak, 7 Haziran tarihli yazıda da belirttiğim üzere, eviniz olduğu halde bu transferden faydalanırsanız, yoksul bir insanın hakkını gaspetmiş olursunuz. (19 Haziran 1996)

            İslam her çeşit faizi azıyla ve çoğuyla kıyamete kadar haram kılmıştır. Enflasyonun altında kalan faizlerin haramlığın dışında tutulması diye bir şey yoktur. Bir lira da olsa faizdir ve haramdır.(Ziya Eryılmaz-Meseleler ve Çözümler)

Kız kaçırma: Kızlarını evlendirmede islami esasları ölçü almayan anne-babaların, başka dünyevi gerekçelerle vermemeleri halinde kızlarını karşılıklı rıza ile kaçırarak evlenmek Hanefi mezhebine göre caizdir. Şafii mezhebine göre değildir. Ama islama zıt hareket etmeyen anne-babanın kızı da Allah’ın rızasının babanın rızasına bağlı olduğunu bilmelidir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Koçun yumurtalıkları: Kesilen koçun yumurtalarının yenmesi dinen mekruhtur. (Fetvalar 4-Nevzat Akaltun)

Kokmuş etin yenmesi: Kokmuş eti yemek haramdır. Halebi “Necis olduğu için değil, zarar vereceği için haramdır” der. (İbni Abidin-1)

Kolonya: Kolonya içinde alkol maddesi bulunduğunda necistir. Bir yere isabet ederse onu yıkamak icap eder. Hanefi mezhebinde fetva var ise de sakınmaları daha evladır. (Fetvalar-Halil Gönenç)

            İspirto ve kolonya İmam Azam’a göre necis değildir. (Ezber Mecellesi) (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

                        Bu mesele içkinin pis olup olmaması ile ilgili bir meseledir. İmam Serahsi ve İmam Kasâni’nin tasniflerine göre;

1-                  Şarap çiğ üzüm suyunun, kabarıp keskinleşerek köpük atmış halidir( İmamayn’e göre hamr olabilmesi için köpük atması şart değildir). Bu bütün imalara göre kaba(muğallaza) pisliktir. Bir dirhem miktarından fazlası namaza manidir.

2-                Yaş ve kuru hurmadan ve kuru üzümden yapılan içkiler( seker,fadîh, nakî). Bunlar da aynen şarap gibi kaba pisliktirler. Pis olmadıklarına dair bir rivayette vardır. Ebu Yusuf’a göre hafif pislik olup; sadece fazla miktarı namaza mânidir.

3-            Yedi grup içkinin geriye kalanları ise- sarhoş edenlerini içmek haram olsa dahi- pis olmayıp namaza mani değildirler.

Bütün bunlardan şu sonuca varabiliriz; Hanefi mezhebinde, özellikle Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre üzüm ve hurma dışındaki şeylerden yapılan içkiler, sarhoş edenlerini içmek haram olsa bile pis değildirler. Kolonya, şampuan, esans, parfüm vb sıvılar üzüm ve hurma dışında bir şeyden yapılıyorsa- ki şu anda hepsinin öyle olduğunu sanıyorum- veya bu iki şeyden yapılsa dahi sarhoş edici alkol ihtiva etmiyorsa bu iki imama göre pis değildirler, namaza mani olamazlar. Alkol ihtiva etmeleri halinde diğer bütün imamlara göre pistirler. Bu durumda müslümanların önünde iki yol vardır; ya takvaya ve ihtiyatlı olana sarılıp, en azından şüphelidir, diyerek kullanmamak; ya da fetvayı esas alarak bu tür sıvılardan sakınmamak. Bunların her ikisine de bir şey denilemez. ( Fetvalarla Çağdaş Hayat- Faruk Beşer)

Kollar sıvalı iken namaz kılmak: Bir kimsenin, elbesesinin kollarını dirseklerine kadar sıvayıp, kolları açık namaz kılması mekruhtur. Fetevayi Kadihan’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Kotla namaz: Şart olan, avret sayılan mahallerinin, cildin rengi belli olmayacak şekilde örtülmesidir. Vücut hatlarının belli olması, cildin rengi görülmedikten sonra, namaza mani değildir. (Ceziri, ö. N. Bilmen)

Kölelerin satışı: İki yakın akraba olan, biri küçük diğeri de onun nesep yönünden akrabası ve büyük ise bu iki kölenin birbirinden ayrılarak satılması caiz değildir. Zira Hz. Peygamber, baba ve anadan biriyle küçük çocuğunu ayıran kardeşle kardeşi birbirinden ayıran kişilere lanet etmiştir. (İbni Mace) (İbni Abidin-10)

Köpek havlaması ve horoz ötmesi: Köpek havlayınca euzü çekilir. Ebu Davud’dan hadis var. Horoz ötünce Allah’tan fazilet ve ihsan istenir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Kumar: Bakara 219.ayetin tefsirinde Razi derki: İbni Sirin, Mücahid ve Âta’dan; kendisinde kaybetme riski olan herşeyin, hatta çocukların cevizle oynadıkları oyunların kumar olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi)

Kunut duasının anlamı: Ey Rabbimiz! Biz ancak senden yardım dileriz. Sana istiğfar ederiz. Hidayeti senden bekleriz. Sana iman eder, yaptığımız hatalardan dolayı sana tevbe ederiz. Sana tevekkül eder, sana güvenir ve dayanırız. Her hayrın her nimetin senden olduğunu itiraf ederek sana teşekkür ettiğimiz gibi ayrıca sana küfredip duranları alaşağı ederiz. (Surelerle Yolculuk_Mustafa Uzun)

Kuran okutma(sahabeye): Peygamber sav zaman zaman sahabileriyle birlikte oturup kıraati güzel olan sahabilerinden birine, kendilerine Kuran tilavet etmesini teklif ederdi. (Acuri’den) (Asrı Saadette İslam-1)

Kurana karşı ayak uzatmak: Kuranın bulunduğu tarafa ayak uzatmak eğer aynı hizada değilse mekruh olmaz. Keza, Kuran çivide asılı olduğunda, bir kimse, o istikamete ayaklarını uzatsa, bu mekruh olmaz. Garaib’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Yatarken Kuran okumak: Ayakta ve yatarken de Kuranı Kerimi okumakta bir beis yoktur. (Hindiyyeden) (Fetvalar_Halil Gönenç)

Kuranı Kerimi okumak ve dinlemek: Bir kimse bir kitap yazmakla meşgulken birisi gelip Kuranı Kerimi yüksek sesle tilavet eder ve onu dinlemek mümkün olmazsa yüksek sesle Kuranı tilavet eden kimse vebale girer.(Hindiyye) Kuran okuyanın yanındakilerin dinlemesi mümkün değilse, sessizce okuması gerekir. (Halil Gönenç-Fetvalar)

Kuran toplantıları: Maliki mezhebinde bir sureyi mesela yasin suresini okumak için toplanmak mekruhtur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Kurbanlık: Kulak ya da kuyruğunun üçte birinden fazlası kopuk olmamalı, yaratılıştan kulaksız olmamalı, doğuştan kuyruğu yok olmamalıdır. Sığırın dişisi tercih edilmelidir. Koyun boğazlamak sığırın yedide birine iştirakten daha iyidir. Kıymette eşit olduğu takdirde koç diğer koyunlardan efdaldir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

Kurban derisi: Kurban derisi sadaka olarak verilebilir veya evde kullanmak üzere işlenebilir. (Hidaye Tercümesi)

Kurban etinin taksimi: Tahmini taksim caiz değildir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Kurbanın eti nerelere verilir?: Kurban kesen zat onun etinden dilediği kimselere verebilir. İster zengin, ister fakir olsun, ister müslüman, ister zimmi olsun farketmez. Gıyasiyye’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Kurbanlık hayvan ölür veya çalınırsa: Kurban niyetiyle satın alınan hayvan öldüğünde, zengin olanlar için, yerine başka bir hayvanın kurban kesilmesi lazım gelirken, fakirlere bir şey lazım gelmez. Şayet kurbanlık hayvan çalınırsa veyahut kaybolursa yerine kurban niyetiyle başka bir hayvan satın alnırsa, daha kesim günleri çıkmadan önce çalınan veya kaybolan hayvan da bulunursa, zengin için, hayvanlardan yalnız birisinin kesilmesi lazım gelirken, fakir için, her ikisinin kesilmesi lazım gelir. (Hidaye Tercümesi)

Kuş beslemek: Bülbül ve kanarya gibi kuşlarla oynayıp onlarla vakit geçirmek doğru değildir. Bununla beraber böyle kuşları evde bulundurup kafeste hapsetmek de haram değildir. (Halil gönenç)

Kutuplarda namaz: Kutup bölgeleri ile benzer yerlerde yaşayan müslümanlar ise namaz vakitlerini kendilerine en yakın normal vakitlerin bulunduğu bölgelere göre takdir etmelidirler. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Kutuplar gibi gece-gündüzlerin anormal uzunlukta olduğu yerlerde, namaz ve oruç gibi ibâdetlerin ifası hususunda, bâzı âlimler, Müslümanları ibâdetlerin feyzinden mahrum etmemek için ihtiyat ve temkin yolunu benimsemişler, takvâ cihetini tercih etmişlerdir.

Buna göre, kutuplar gibi anormal vakitli yerlerde oturan kimseler, namazlarını aynı meridyen üzerinde kendilerine en yakın bulunan normal vakitli yerlerin takvimlerine uymak suretiyle kılarlar. Oruçlarını da aynı şekilde îfa ederler.

Bu şekilde düşünen İslâm âlimleri, "Ancak bir sene kadar uzun sürecek Deccal günlerinde namaz vakitleri takdir edilir..." meâlindeki hadîs-i şerîfin işaretine dayanmaktadırlar. (Bk. Merakı'l-Felâh, s. 53, İst. 1327).

Görüldüğü gibi hadîs-i şerîf'te, 1 gün, bir sene kadar uzadığı takdirde 5 vakit namazın normal 24 saatlık vakit üzerinden takdir yoluyla kılınabileceğine ima edilmektedir. Demek ki kutuplarda vakit yok diye namazı terk yerine, takdir yoluyla, namazları 5 vakit kılmak mümkündür. Ve bu daha ihtiyata uygundur. Böylelikle Müslümanlar ibâdetlerin feyz ve nûrundan nasibsiz kalmamış olurlar.

Kutuplarda takdir yoluyla günde beş vakit namazın kılınabileceğini söyleyenler; güneşin batıp hemen doğması sebebiyle sabah veya yatsı ve vitir namazlarının vaktinin olmadığı yerlerde ise, bu namazların sâkıt olmayacağını kazasının gerektiğini söylerler. Çünkü, her ne kadar namazın sebebi vakitse de, asıl sebeb ve illet, emr-i İlâhîdir. Allah'ın "Namaz kılınız" şeklindeki emir ve hitabıdır.

Bu cihetle her Müslüman günde 5 vakit namazla mükelleftir. Vakti olmayan namazlar ise, kaza edilir.

İmam-ı Şâfiî'nin de ictihadı bu şekildedir.

Oruç ibadetinde de aynı durum vardır. Orucun sebebi olan ay'ı görmek mümkün olduğu halde, imsâk ve iftar vakitleri taayyün etmemektedir. Bu sebeble, oruç ibâdetinin mükelleften sâkıt olacağını söyleyen âlimler olduğu gibi, namazda olduğu şekilde, takdir yoluyla oruçların tutulması gerektiğini söyleyenler de vardır. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen)

            İmam Şafiye göre tanyeri ağarması ile güneşin batışının belirgin biçimde görülmediği yerlerde yaşayan müslümanlar, tanyeri ağarması ile gün batımının belirgin biçimde gözlenebildiği en yakın yerin vakitlerine uyarak oruç tutarlar. Gece veya gündüz süreleri 24 saatten uzun olan yerlerde de aynı hüküm geçerlidir. Namaz konusundaki hüküm de aynıdır. Güneşin batışı, tanyerinin ağarmasının başlangıcı olan yerlerde de aynı hüküm geçerlidir. Böyle yerlerde yatsı namazının vakti akşam şafağının kaybolma ve bir süre sonra tanyeri ağarma olaylarının yaşandığı en yakın yerin yatsı vaktidir. (İslam 3-Said Havva)

Küfür ehlinin bayramına katılmak: Ebu Hafsel Kebir diyor ki: “Bir kimse bir yumurtayı Nevruz gününe saygı duyarak bir gayri müslime hediye ederse kafir olur.” (Fetvalar-Halil Gönenç)

Küfür sözleri: Bir kimse imanında şüpheye düşüp “inşallah ben müslümanım” dese, bu şahıs kafir olur. Et-Tehyir Fi Kelimatil Küfr kitabında “Bir kimse eğer başkasının küfrüne rıza gösterirse, uzun süre azap görür fakat kafir olmaz denilmiştir.” Günah işleyen bir kimse, “ islami işleri açıktan yapmak lazımdır” dese, kafir olur. Allahu Teala’nın emirlerinden biriyle alay eden kimse kafir olur. Bir kimse diğer kimseye yalan söyleme der, diğeri de yalansız iş mi var? Derse, o anda kafir olur. Bir kimse Peygamberlerin sünnetinden birine razı olmazsa kafir olur. Bir kimse alime sebepsiz yere buğz ederse küfründen korkulur. Bir kimse haram maldan bir fakire sadaka verse ve bundan sevap beklese kafir olur. Nevruz günü, onları tazim maksadıyla, onlara bir yumurta bile hediye etmek küfürdür. Bir kimse kalbi imanla mutmain olduğu halde, kasden küfür söylerse kafir olur. Allah yanında mümin olmaz. Fetavayi Kadıhan da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

            Zikirle istihza eden, içki içerken, zina ederken ve haramlığı kesinleşmiş fiilleri yaparken bismillah diyen kafirdir. Zar ve remil atarken, küçük taşlarla fal bakarken ve oyun oynarken bismillah derse kafir olur. Haram bir şeyi bitirdikten sonra elhamdülillah diyen kimse helal kabul ederek derse kafir olur, bazılarına göre kafir değildir. Bir kimse, bir fakire haram bir maldan tasadduk eder de sevap umarsa kafir olur. Fakir de verilenin haram olduğunu bildiği halde dua eder, öbürü de amin derse kafir olur. Bir kimse bir müslümanın ağzına küfür ederse kafir olur. Yemeğe cima kelimesiyle söven kimse kafir olur. Eti yenen hayvanlardan birine söverse İmamı Azam’a göre kafir, İmameyne göre değildir. Bir kimse küçük günah işleyip kendisine tevbe et diyene ne yaptım ki tevbe edeyim derse kafir olur. Bir kimse küfür kelimesini söylerken diğeri de buna gülerse, gülen kafir olur. Söz de güldürücü bir taraf varsa ve zaruri bir gülme hasıl olmuşsa kafir olmaz. Bir vaiz küfür kelimesini konuşur, dinleyenler de bunu kabul ederlerse kafir olurlar. Günah işleyen bir kimse islam açıktan olmalıdır, derse kafir olur. Bir kimse, diğerine, git filan adama iyiliği emret derse, diğeri de onun bana ne zararı var, bana ne kötülük yaptı ki ona iyiliği emredeyim derse kafir olur. Zira bu adam iyiliği emretmeyi kabul etmemekte ve iyiliği emretmeyi nefsi, şahsi ve dünyevi şeylere bağlamaktadır. Fakat bana ne zararı var derse bazılarına göre kafir değildir. Bir kimse bir kötülüğe, bir günaha başlarken, diğerine gel güzel güzel yaşayalım veyahut da kimse bizim gibi neşeli olamaz derse kafir olur. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

            İmam Kurtubi Tefisirinde: “Küfre rıza küfürdür. Masiyete rıza masiyettir” diyor. Molla Hüsrev Siyerül Ecnas’da “Şayet bir kimse, kelimei küfür konuşsa ve bir cemaat de o konuşanın sözünü kabul eylese, o cemaatin hepsi kafir olur” (Dürerul Hükkam) El-Muhit adlı kitapta şu meseleden bahsedilmiştir: “İnsanlar küfür kelimesini söyleyen kimseye hiç bir şey söylemeyip, küfür kelimesini konuştuktan sonra mecburiyet yokken onun yanında otururlarsa, küfre iştirak etmiş olurlar” (Fıkhı Ekber Şerhi) (Küfür Tek Millettir-Mustafa Çelik)

Küfrü söylemek: Bir kimse küfür lafzını söylerken ne demek olduğunu bilir, fakat inanmazsa en doğru görüşe göre kafirdir. Çünkü iman ikrar ve tasdiğin birleşmesi ile tamamlanır. Küfredince ikrar ortadan kalkmış olur. Şayet küfreder de, manasının ne demek olduğunu bilmezse Kadıhan’a göre kafir olmaz. Küfrü icab ettiren bir lafzı herhangi bir zorlama olmaksızın bilerek kullanırsa, bütün alimlerce kafirdir. bİlmeyerek kullanırsa ekseriyete göre kafir, bazılarına göre değildir. Bir kimse kendi isteği ile elfazı küfürden bir söz sarfeder de, bu sözün küfür olduğuna inanmadığını veya bilmediğini söylerse, bütün alimlerce kafirdir. Zira, bilmemek özür değildir. Bir kimse zorlama olmadığı halde dili ile küfrü icab ettiren bir söz söyler ve kalbi ile mutmain olursa yine kafirdir. Zira bize göre bir kimsenin kafir veya mümin olduğu ancak sözü ile anlaşılır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Küfürbazlık: Biri, “Kahpe orospu” dedi. İbni Abbas ra: “Senin dediğin doğru da olsa, Allah ağzı bozuk ve küfürbaz kimseleri sevmez, dedi. (Buhari) (Hayatüs Sahabe-3)

Kürtaj: Ulema “Dört aydan önce velev kocasının izni olmadan çocuğu düşürmek mübahtır” demişlerdir. Nehir sahibi diyor ki: “Şimdi şu kalır; Acaba gebe kaldıktan sonra çocuğu düşürmek mubah mıdır? Evet, henüz bir uzvu yaratılmamış olmak şartıyla mübahtır. Bu da ancak 120 gün sonra olur. Haniyye’nin kerahet bahsinde şöyle denilmektedir: “Ben helaldir diyemem çünkü ihramlı bir kimse bir avın yumurtasını kırsa onu öder. Zira yumurta avın aslıdır. Bu ceza ile karşılaştığına göre, burada da en azından özürsüz düşürse, kadına günah yazılır” İbni Vehban şu halde çocuk düşürmenin mübah olması özür haline yorumlanır. Yahut çocuk düşüren kadın, öldürmüş kadar günah işlemiş sayılmaz, manasına alınır. (İbni Abidin-6)

            İmam Gazali çocuğun oluşmasını, aşılanmadan doğuma kadar evrelere ayırdıktan sonra ilk devrede (sperm yumurtayı aşılayınca) düşürmenin cinayet olduğunu, devreler ilerledikçe cinayetin daha da büyüdüğünü kaydetmiştir. (Muhammed Murtaza-İtfafüs Sade(İhya Şerhi) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

M     

Mehir ve hediye: Eğer bir kimse karısına bir şey verdikten sonra kadın ona: “Sen bunu bana hediye olarak verdin” o da: “Hayır, ben onu sana mehirden mahsuben verdim” derse, söz erkeğindir. (Hidaye Tercümesi)

Mehirden söz edilmezse nikah caiz midir?: Mehirden bahsedilmemiş ise mihri misil icab eder. Yani kız kardeş, hala ve amca kızı gibi soyları bir olanların mihri ne kadar ise o kadar vermek lazımdır. (Hidayeden)(Halil Gönenç)

Mehirden vazgeçmek: Hz. Ömer ve Kadı Şureyh ra “Eğer bir kadın mehrinin hepsinden veya bir kısmından vazgeçerse, fakat daha sonra isterse, kocası ona mehri geri vermelidir. Çünkü kadının sonradan istemesi, mehirden kendi isteğiyle vazgeçmediğini gösterir” diye hüküm vermişlerdir. (Tefhimül Kuran-Mevdudi)

Mekruh: İmam Muhammedden rivayet edilen şudur: Tüm mekruhlar haramdır. Ancak haramlığında kesin nâss bulunmadığı için mekruh, haram tabiriyle ifade edilmez. Şeyhayn’a göre (İmam Azam ve Ebu Yusuf) mübahtan çok, mekruhun harama daha yakın olduğu söylenmiştir. (Hidaye Tercümesi)

            Merveri, İmam Muhammed’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir. Hakkında nass bulunan her mekruh haramdır. Ancak bir mekruh hakkında nass bulunmaz ve haramdır diye lafzına ıtlak olunmazsa, o müstesnadır. Yani böyle bir mekruh haram değildir. İmam Azam ve İmam Yusuf, mekruh, harama yakın şeydir, buyurmuşlardır. Hidaye’de de böyledir. Muhtar olan da budur. (Fetevayi Hindiyye)

Mektupla boşanma: Başka memleketten karısına gönderdiği mektupla boşama vukû bulur. (Ali Efendi, Kaynak) (Fetvalar 3-Nevzat Akaltun)

Mektupla selam: Bir kimseye mektupla bir selam geldiğinde, ona da mektupla karşılık vermek farzdır. Çünkü Allah Teala: Bir selam ile selamlandığınız vakit, siz ondan daha güzeli ile selamı alın” buyurmuştur. Nisa suresi 86.ayetin tefsirinden sonra. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi)

Memurluk: Firavunların istilası altında bulunan meşru müesseselerde, müslümanlar ikame-i adalet ve icra-i ahkamı şeriat yapmaya muktedir oldukları müddetçe kafirlerin velayetleri altında dahi olsa çalışmaları caizdir. (Ruhul Meani-Alusi) (M.Çelik) darul harbde müslümanların firavunların birtakım yaptırımlarını kabullenmeleri, firavunları kabul ettikleri anlamına gelmez. Müslümanlar nerede olurlarsa olsunlar, şeran meşru olan her fiili yapabilirler. (Darul Harb Fıkhı-Mustafa Çelik)

            Tağutun memuru olmasına rağmen insanların uyanmasına vesile olacak faydalı şeyler anlatan bir öğretmenin durumu, geleneksel bir dini grubun maaşlı personeli olarak insanları uyutacak şeyler anlatan kişinin durumundan çok daha iyidir. (Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş)

            İçine düştüğümüz bir yanlışta, bugün devlet kuruluşlarında çalışan insanları samimiyetsizlik, hatta imansızlıkla suçlamamızdır. Halbuki peygamberimiz as ve onun şanlı ashabı bedelini ödeyip de azad edinceye kadar hiçbir köleye, artık sen müslüman oldun öyleyse artık müşriklere hizmet etme, kaç, bırak gel! Senin rızkını Allah verir dememişlerdir. Bilakis bedellerini ödeyerek onları hürriyetlerine kavuşturmuşlar, daha sonra bırakın gelin, demişlerdir. Bugün bizler bedel ödemeye pek yanaşmıyoruz da efendim bu insanlar rızık korkusuyla, makam korkusuyla yapıyorlar, halbuki rızık Allah’a aittir deyip ucuz kahramanlık yollarına sapıyoruz. Rızkın Allah’a ait olduğunu Pegamberimiz as ve ashabı herhalde bizden çok daha iyi biliyorlardı. Fakat onlar bizim gibi her şeyi hep başkalarından beklemiyorlar, bilakis nerede bir köle varsa iflas etmek pahasına onları azad ediyorlardı. (Surelerle Yolculuk_Mustafa Uzun)

Memurun maaşı: Hiçbir kimse benim elimdeki mal şüpheden  hâlidir, helaldir diyemez. Çay, kahve, şeker gibi şeyler devlete ait Tekel dairesinden gelmiyor mu? Halkın elinde sigara, tuz, para vb şeyler hepsi devletin malı değil midir? İbni Hacer, Zerkeşi’den naklen söyle diyor: “Haram, bir ülkede umumileşir helal nadiren bulunursa, ihtiyaç nispetine göre ondan istifade etmek caizdir.” (Fetavayi Kübradan) (Fetvalar-Halil Gönenç)

            Resmi kurumlarda çalışırken tağutluk misyonunu reddeden ve bu misyonun icraatinden sakınan kardeşlerimizin, maaşlarını nereden aldıkları değil, hangi iş karşılığında aldıkları önemsenmesi ve mn plana çıkarılması gereken bir husustur. (Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş)

            Peygamberimiz: “Vali tayin ettiğimiz kimsenin eğer eşi yoksa kendisine eş, evi yoksa kendisine ev, hizmetçisi yoksa kendisine hizmetçi ve bineği yoksa kendisine binek sağlanmalıdır.” (Tirmizi) (İslam 4-Said Havva)

Mesbuk: Namaza sonradan yetişen kimse, kaçırdığı rekatları kazaya başladıktan sonra yalnız başına namaz kılan gibidir. Sübhanekeyi okur, kıraat için euzü besmele çeker ve okumaya başlar. Sübhanekenin okunma yeri, eğer gizli okunan namazsa iftitah tekbirinden sonradır. İmam Hanbelden rivayet edilen Yetiştiğiniz kadarını kılın, kılamadığınızı kaza edin” hadisi Ebu Hureyre’den merfu olarak gelmiştir. Müslim demiştir ki: Uyeyne bu lafızda hataya düşmüştür. Bu hadisi ondan başkasının Zühri’den rivayet ettiğini bilmiyorum. Bu hadisi altı imam Yetiştiğiniz kısmı kılın, yetişemediğinizi tamamlayın” ifadesiyle rivayet etmişlerdir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Mebuk kıraat hakkında namazın başını, teşehhüd hakkında sonunu kaza eder. (İbni Abidin-2)

Mescide abdestsiz girmek: Sahih olan kavle göre mescide abdestsiz girilir. (Fetevayi Hindiyye)

Mescidde konuşmak: Hızanetül Fıkıh kitabında, şöyle zikredilmiştir: Mescidde mubah olan dünya kelamı konuşmanın haramlığına dair bir belge yoktur. Mubah olmayan sözler ise konuşulmaz. Salatül Cellabi isimli kitapta “Dünya kelamından mubah olanları, mescidde konuşmak caiz olur. En evla olan, zikirle meşgul olmaktır” buyurulmuştur. (Fetevayi Hindiyye)

Mescidlerin süslenmesi: Bazı alimlerimiz mihrab üzerine nakış yapmayı ve kıble cihetinin duvarına nakış yapmayı kerih görmüşlerdir. Çünkü bunlar namaz kılan şahsın kalbini meşgul eder. Fakih Ebu Cafer’de, Siyeri Kebir şerhinde, “Mescid duvarını süslemek ister az olsun, ister çok olsun mekruhtur. Fakat tavanını az süslemeye ruhsat vardır; çoğuna ise yoktur” buyurmuştur. Muhit’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

            İmam Malik, Ebu Husayn’ın şöyle dediğini rivayet eder: bir ümmetin ameli kötüleştiği vakiti, mescitlerini süslerler.” (Asrı Saadette İslam)

Mesh ve çoraplar: İmam Ebu Hanife’ye göre çoraplar üzerine meshetmek caiz değildir. Ancak eğer çorabın dibine deri çekilmiş ise, ozaman caizdir. Diğer iki imam ise; “Su çekmeyecek kadar kalın çorapların meshi caizdir” demişlerdir. Kalın çorap; bir şeye bağlanmadan yere dikildiği zaman boğazı üzerinde durup yere düşmeyen çoraptır ki böyle çorap mesh gibidir. (Hidaye Tercümesi)

Mesh eden imama uymak: Ayaklarını yıkayanın mesh edene uyması da sahihtir. (İbni Abidin-2)

Mesh ve sürenin bitmesi: Meshin süresi bittiğinde kişi mestlerini çıkarıp ayaklarını yıkadıktan sonra namaz kılabilir. Abdestin geri kalan kısmını yenilemesi gerekmez. Süre bitmeden de mestler çıkarılırsa mesh bozulur. Çünkü mestler ayaktan çıkınca, ayak yıkanmadığı için abdestsizlik ona geçmiş olur. (Hidaye Tercümesi)

Mevlid: Bundan daha çirkin olmak üzere, minarelerde mevlid okutmayı nezrederler. Halbuki bu mevlidde şarkı ve oyun gibi şeyler de vardır. Sonra bunun sevabını peygamber sav’e hediye ederler. (İbni Abidin-4)

            Ehli sünnet alimleri; Mevlid Merasimlerinin bidat olduğu hususunda müttefiktir. İbni Abidin, mevlidin “müzik ve eğlence, başka bir şey olmadığı” üzerinde hassasiyetle durmuştur. (Şifaül Alil) konu sadece yüksek sesle şiir okumak şeklinde ele alınsa dahi, fetva verilemez. Çünkü peygamberimiz mescidde yüksek sesle şiir okunmasını yasaklamıştır. Bunu her ferd; kendi evinde istediği gibi okuyabilir ve muhtevası üzerinde düşünür. Hiç kimsenin bu mahiyete bir itirazı olamaz. Ancak ibadet kasdıyla; merasim düzenlemek ve bu işi meslek edinenlere ücret karşılığı okutturmak caiz değildir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            İmam Şarani “Son zamanlarda zuhûr eden en kötü bidatlardan birisi de, büyük ibadet diye üzerine düştükleri mevlid cemiyetleridir. Bu cemiyetlere çoluk, çocuk, kadın, erkek toplanıyorlar, böylece haramları, bidatları ve daha bir çok kötülükleri işliyorlar.” (Tenbihül Muğterin) Bir de mevlidin son kısmında (Muhammed hakkı için, Arşı ala hakkı için) gibi cümleler zikrediliyor. Bu da doğru değildir. Zira hiçbir varlığın Allah’tan alacağı yoktur. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

Mezarlıkta Kuran okumak: Şeyhül İmam Ebu Bekir Muhammed bin Fadl’in şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kabristanlıkta, Kuranı Kerimi gizli okumakta bir beis yoktur. Aşikare okumak ise mekruhtur. Ebu İshak el-Hafız hocası olan, Ebu Bekir Muhammed bin İbrahim’in şöyle dediğini nakletmiştir: Mülk süresini mezarlıkta, ister gizli ister aleni okumakta bir beis yoktur. Fakat bunun haricinde, başka süre okunmaz, kabristanda Kuran okumak, eğer sesine aşina olmak niyetiyle olursa, aleni olabilir. Böyle bir niyeti olmayınca, gerçekten Allahu Teala her hangi şekilde okursa okusun onu duyar. Fetevayi Kadıhan’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye) bir adam ölünce, onun varislerinden birisinin, sahih kuran okuyan şahsı oturtup, kabrinde Kuran okutması mekruh olmaz. Bu İmam Muhammedin kavlidir. Ebu Bekir bin Ebu Said’in şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Kabirleri ziyarette müstehap olan İhlas suresini yedi defa okumaktır. (Fetevayi Hindiyye)

Mezar taşına yazı yazmak: Mahiyeti ne olursa olsun mezar taşına yazı yazmak caiz değildir. Cabir’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sav, mezar taşına yazı yazmak, üzerine bina inşa etmek ve ayak ile üzerine basmaktan nehy etmiştir”(Tirmizi-Nesai) Hanefi uleması bazı ölünün tanınması için üzerine isim ve soyisim yazılmasına müsaade etmiştir. (İbni Abidinden) (Halil Gönenç)

Mezhepler arasındaki farkların nedenleri: Bu ayrılıklar, çeşitli sebeblerden ileri gelir. Kur'an'da hüküm ifade eden âyetleri (ki bunlara, nass denir) anlayış, herkes için başka başka olabilir. Zira nassların, usûl-i fıkıhta beyan edildiği üzere, pek çok kısımları vardır: Hafî, mücmel, sarîh, kinâye, mecaz, hakikat, mutlak - mukayyed, hâs - âmm gibi. Bu yüzden müctehidlerin aynı nassı anlayışları farklı farklı olmaktadır.

Ayrıca, hadîslerin de nevileri, çeşitleri vardır. Mütevâtir, meşhûr, haber-i vâhid, mürsel, muttasıl, münkatı' gibi.

Bu hadîsleri delîl olarak kullanma konusunda da müctehidler ihtilâf etmişlerdir. Bunun neticesinde de farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Meselâ Hanefîler hadîsler konusunda titiz davranır. Haber-i vâhidi (Tek sahâbenin rivâyet ettiği hadîsi) delil olarak kabûl etmezler. Şâfiîler ise, haber-i vâhidi kabûl eder ve onu Kıyâs'a tercih ederler. Hanefîler mürsel hadîsi alır, Şâfiîler almazlar.

İşte bu gibi delillerdeki ihtilâf ve kabûl edilen delilleri de farklı anlayış, müctehidlerin aynı mes'elede farklı hükümler vermelerine sebeb olmuştur.

Fetva verilen beldenin örf ve âdetleri de, müctehidlerin yaptıkları ictihadlara te'sir etmiştir. Müctehidler Arasında Görüş Ayrılıkları Olmasının Mahzûru Var mıdır?

Hayır, bil'akis bu ihtilâflar, ümmet için rahmet olmuştur. Herhangi bir mes'ele hususunda bir mezhebde zorlukla karşılaşınca, zaruret halinde, o mes'ele başka bir mezhebin kolaylık ifade eden hükmü ile halledilme yoluna gidilmiştir. Böylece mezheblerin varlığı ümmet için kolaylık ve genişliğe vesile olmuştur.

"Ümmetimin ihtilâfında rahmet vardır" meâlindeki hadîs-i şerîfin ifade etmek istediği mânâ da bu olsa gerektir.

  Mezheblere Ne Lüzum Var? Herkes Kendisi Kur'an'ı ve Hadîsi Okuyup Hüküm Çıkaramaz mı?

Müslüman olan her ferdin, dinî mes'eleleri ve hükümleri doğrudan doğruya Kur'an ve Sünnetlerden öğrenmesi mümkün değildir. Bunu, ancak müctehidlik pâyesine erişmiş, salâhiyetli İslâm âlimleri yapabilir. Geriye kalan Müslüman halka, o büyük din âlimlerinin îzah ve görüşlerini anlamak ve benimsemek, onların yolundan gitmek düşer. İlâçların ham maddesi bitkiler, otlar, madenler vs. olduğu halde, nasıl herkes ondan ilâç yapamıyor, bu iş için ayrıca eczacılık tahsili gerekiyorsa, dinî mes'elelerde temel kaynak Kur'an ve Sünnet olduğu halde, ondan hüküm çıkarmak işini de sıradan her Müslüman yapamaz; ancak müctehidlik seviyesine ulaşmış âlimler yapabilir. Herkesin dinî kaynaklardan hüküm çıkarmağa ilmi, bilgisi, aklı, idrâk seviyesi, basiret ve feraseti yetmez. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen)

Mezhep değiştirmek: İbni Abidin şunları kaydeder. “Bazılarına göre o kimseye o mezhepte kalmak lazımdır. Bazıları da lazım olmadığını söylemişlerdir ki, essah olan da budur. Ulema arasında şuyû bulduğuna göre, avamdan olan bir kimsenin mezhebi yoktur.” Hidaye şerhinde diyor ki: “Amminin kalbine yatan kavil ile amel etmesi bence daha doğrudur. Şu halde iki müctehidden fetva ister de, kendisine muhtelif cevaplar verirlerse, evlâ olan, kalbinin yattığı müctehidin sözü ile amel etmesidir. Bana göre kalbinin yatmadığı müctehidin sözü ile de amel etmesi caizdir. Zira âmminin kalbinin yatması ile yatmaması eşittir. Ona vacip olan, bir müctehidi taklid etmektir, bunu da yapmıştır” (İbni Abidin) Eğer bir kimsenin kendi mezhebinden başka bir mezhebe geçmesi kendisi için açık bir ictihad ve delil sebebiyle olursa bu caizdir. hAtta sevaba nâil olur. Eğer bir mezhepten diğer bir mezhebe geçmesi, bir içtihad ve delil sebebiyle olmayıp, bilakis dünya maksadı ve menfaatı için olursa bu çirkindir, günahtır, te’dip ve taziri gerektirir. (Yusuf Kerimoğlu-Fıkhi Meseleler)

            Bir gün bir mezhebe göre namaz kılar, ertesi gün başka bir mezhebe göre kılmak isterse, bundan men edilmez. Hulasa muayyen bir mezhebi iltizam etmek lazım değildir. Muhalif mezheple de amel edilebilir. Birbiriyle bağlantısı olmayan iki hadisede, iki ayrı mezheple amel etmesi caizdir. (İbni Abidin-1)

Minbere çıkarken okunan ayet: Terkiye “innallahe ve melaiketühü...” ayeti ile “Arkadaşına sus dersen, hata etmiş olursun” hadisini okumaktır. Bu İmam Hanefi’ye göre tahrimen mekruh, İmameyn’e (İmam Muhammed, Ebu Yusuf) göre caizdir. Malikilere göre mescidin vakıf şartnamesine konmadığı sürece bidat ve mekruhtur. Şafilere göre bidatı hasenedir. Hanbelilere göre konuşmak caiz olduğundan o da caizdir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Hatibin hutbe okumak için minbere çıkarken her basamakta dua etmesi bidattır. Hakkında bir hadis veya bir eser varid olmamıştır. Asrı saadette böyle bir şeyi yapan olmadığı gibi, selefi salihin zamanında da olmamıştır. Kadı Beydavi’nin bu husus için verdiği fetva tuhaftır. (Mugnil Muhtaçtan) Bazı yörelerde hatip cumanın sünnetini kılınca müezzin tarafından hayrat sahibine, caminin bânisine ve Bilali Habeşiye dualar yapılır. Sonra da İnnallahe ve melaiketühü..ayeti okunur. Bu ayet okunurken imam minbere çıkar. Bütün bunlar bidattir. Bunlar hutbenin sünnetlerine aykırıdır. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

Mirasta kadının payı: Bir kadın; babası, erkek ve kız kardeşi, yakın akrabaları, kocası ve çocuklarının malından pay alır. (Siret Ansiklopedisi-2)

Mudaraa: Ebu Derda ra’den “Biz, birtakım kimselerin yüzüne gülüyorsak da kalbimiz onlara lanet okur. (El-Hılye) (Hayatüs Sahabe-2)        

Muska taşımak: Bazı Kuran ayetlerini ihtiva eden muskaların taşınması ve üzerinde olduğu halde helaya girilmesi ve onlara dokunulması caizdir. Cünüb dahi olsa böyledir. Şu kadar var ki kendilerinden ayrı bir kapak ile muhafaza edilmeleri gerekir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Alimler rukye (üfleme)nin üç şart dahilinde caiz olabileceğini söylemişlerdir. 1. Allahu Teala’nın isimlerinin söylenmesi. 2. Manasının anlaşılır olması ve okunan şeylerin Arapça olması, 3. Şifanın, bu okunan şeyden değil de Allah’tan geleceği inancıyla okunması. İnsanın şifa amacıyla astığı veya taktığı her şey islam tarafından yasaklanmıştır. İbrahim Nehai’de “Sahabeler ister kuran ayetlerinden olsun ister başka şeylerden olsun muska takmayı hoş karşılamazlardı” demiştir. Tercih edilen muskanın bütün türlerinin yasak sayılmasıdır. Peygamberimiz Muska taşıyanın Allah muradını tamam etmesin. Kim de nazar boncuğu takarsa Allah huzurlu bir şekilde yaşatmasın” dediği rivayet edilir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

            Ruveyfi der ki: Resuli Ekrem sav bana dedi ki: Ey Ruveyfi’ umarım ki sen, benden sonra uzun zaman yaşarsın. Şu insanlara söyle ki; kim sakallarını boyarsa veya boynuna (nazar için ip veya boncuk) takarsa yahut hayvan tezeği ile veya kemikle taharet yaparsa Muhammed sav ondan beridir.” (Ebu Davud 1, Nesai, İmam Ahmed)  boynuna ip takmak sözü ile muska takmak veya nazar boncuğu takmak yasaklanmıştır. Hanefi ulemasından Ayni, bu iplerin muska takmak için kullanılan ipler olduğunu söylemiştir. (Ebu Davud Tercümesi 1) 

            Peygamber sav hastalıkların tedavisini emretmiş, hastalandığı zaman kendisi de günün şart ve imkanları ölçüsünde, ilaçlar kullanmış ve tedavi görmüştür. Ayrıca, Cenabı Hak’tan şifa isteyerek dua etmiş, şifa talebi ile bazı sure ve ayeti kerimeleri okumuştur. Böyle yapan kişilerin yaptıklarını da reddetmemiştir. Ayet ve duaların yazılıp, muska olarak taşınmasına gelince; Hz. Peygamber, uykuda korkanların okumalarını tavsiye buyurduğu bir duayı, ashaptan Abdullah b. Amr’ın aklı eren çocuklara öğrettiği, henüz aklı erecek yaşa gelmemiş olan çocukların da yazıp boyunlarına astığına dair rivayete dayanarak, bazı bilginler bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. Ancak İbni Abbas, İbni Mesud ile Hanefiler ve bazı Şafiler de nazarlık vb taşınmasını yasaklayan rivayetlere bakarak ayet ve duaların yazılıp taşınmasının caiz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir. Muskacılığın meslek haline gelmemesi, dinin ve dini duyguların basit çıkarlara alet edilmemesi bakımından ayet ve duaların muska olarak yazılmaması, şüphesiz daha uygundur. Çocuklara ve okuma bilmeyenlere, okuma bilenler menfaat beklemeden okuyabilirler. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

            Abdullah b. Mesud ra’den: “Hamail ve tılsımlar, nazar boncukları ve şirinlik muskaları şirktir.” (İmam Ahmed) (Hayatüs Sahabe-3)

            Said b. Cübeyr’den rivayet edilmiştir: Kim bir insanın boncuk ve muska takmasını engellerse, bir köle azad etmiş gibi sevaba girer” Eğer bu muska, Kuran ayetlerinden bir ayet veya Allah’ın isim ve sıfatlarından biri olursa, bu durumda bunu kullanmak nehy kapsamına girer mi? Yoksa, istisna edilip takılması caiz olur mu? Selef bu hususta ihtilaf etmiştir. Bazıları ruhsat vermiş, bazıları ise menetmiştir. Nehyin genel olması, şerre giden yolun kapatılması, Kuranın pisliklerle karşı karşıya gelmesi, Kuranın hafife alınması gibi durumlara yol açtığından dolayı muskanın kullanılmasının caiz olmadığını düşünüyoruz. (Tevhidin Hakikati-Yusuf el-Kardavi)

            Peygamber sav, kendisine biat etmek için gelen bir adamın kolunda muska olması, sebebiyle biatını kabul etmemiştir. Adam muskayı kaldırdıktan sonra biatını kabul etmiştir. Bu esnada Resulullah sav şöyle demiştir: “Kim muska takarsa şirk koşmuş olur” (İmam Ahmed) (Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık Akkiraz)

            Yardıma ulaşmanın yolu ancak Allah’a kulluktan geçer. Onun dini için, mallarımızla ve canlarımızla cihad etmekten geçer. Yoksa muska taşımakla, cevşen taşımakla Allah yardım etmez. Ve bizi hiçbir şeyden korumaz. (Surelerle Yolculuk-Mustafa Uzun)

            Ebu Bekir el-Ensari şöyle rivayet etti: “Rasulullah sav ile bir yolculuğunda beraberdim. Gördüğü her hayvanın boynunda bulunan nazarlık, boncuk ve bunun gibi ne olursa koparması için bir elçi gönderdi.” (Buhari, Ebu Davud, Ahmet, Muvatta) İbni Mesud ra’den Rasulullah sav şöyle buyurdu: “Ruk’a, temaim ve tevle şirklerdendir.” (Ebu Davud, İbni Mace, Hakim, Elbani) Ruk’a; tılsımlı söz ve şekillerle hastalıkları tedavi etmeye çalışmaktır. Çoğu kere bu söz ve şekillerin manası anlaşılmaz. Temaim: Nazardan korunmak için takılan nazarlıklar vb boncuklardır. Göz değmesinden korunmak için Kuranı Kerim ayetleri veya hadisi şeriflerin yazılıp muska şeklinde kişinin üzerinde bulundurulmasına bazı sahabeler izin vermiş; ancak çoğunluğu izin vermemiştir. İbni Mesud izin vermeyen sahabeler arasındadır. Tevle: Her çeşit muskadır. Karı kocanın arasını bulmak için yapılan muhabbet muskaları da bu şirkin kapsamına girer. Abdullah b. Akim ra’den: Rasulullah sav şöyle buyurdu: “Kim kendisini zarardan koruması için bir şey takarsa, Allah cc o kimsenin korunmasını taktığı şeye bırakır.” (Tirmizi, Nesai, Ahmed, Elbani-Daifül Cami) Kuranı iyice sarıp üzerinde taşımanın bunlara dahil olup olmadığı hususu ihtilaflıdır. Alimlerin bu konuda kesin bir hükümleri yoktur. (Tevhid-2)

Mübarek gecelerin ihyası: Belli günlerde Peygamberimizin oruç tuttuğuna dair bir şey varit olmamıştır. İslam fıkhında sünnette olanların dışında, belli günler için oruç tutmak caiz değildir. Aynı zamanda belli geceleri namaz için belirlemek de caiz değildir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Bazı islam ülkelerinde duyduğumuz, gördüğümüz gibi toplanarak o geceyi ihya ile geçirmek sonradan uydurulmuş bidat olan şeylerdir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Recep ayının faziletine dair herhangi özel bir hadis rivayet edilmemiştir. “Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayımdır. Ramazan tüm ümmetin ayıdır” şeklinde rivayet edilen hadis münker bir hadistir.

            Kandil gecelerine ait özel bir namaz yoktur. (Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı)

            Kesinlikle öğrendik ki, ne Peygamber efendimiz ne sahabiler ve ne de diğer imamlar Regaib adı ile anılan günün üstünlüğü ve özellikle bu gün oruç tutup bu gece ibadet etmenin fazileti hakkında tek bir söz söylemiş değillerdir. Böyle bir gün ve gecenin islama mal edilmesi girişimi, hicri dördüncü yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır. Durum böyleyken bu gece ve bu günün üstünlük taşıması caiz değildir. (Sıratı Müstakim-2_İbni Teymiyye)

            Bayram gecelerini, Şaban’ın yarıladığı geceyi, Ramazan’ın son on gecesini ve Zilhiccenin ilk on gecesini ihya etmek menduptur. Geceyi ihya bütün geceyi veya ekserisine şamil olan her ibadetle olur. Hz. Aişe ra’den rivayet olunan “Ben Peygamber sav hiçbir gece sabaha kadar ibadet ettiğini bilmiyorum.” (Müslim) hadisi hükmünce gecenin ekserisi tercih edilir. İbni Abbas’tan rivayete göre yatsı ve sabah namazlarının cemaatle edası geceyi ihya etmek sayılır. Ulema bayram gecelerinin ihyası hakkında da aynı şeyi söylemişlerdir. Bu mana Müslim’deki hadiste de geçer. İmdad sahibi “Yalnız başına nafile namaz kılmak” demekle daha sonra kitabının metnindeki “bu gecelerden birini ihya için mescitlerde toplanmak mekruhtur” sözüne işaret etmiştir. Bahır sahibi diyor ki: Bundan anlaşıldığına göre Recep’in ilk Cuma akşamı kılınan Regaib namazını cemaatla kılmak mekruhtur, bu bidattır. Rumeli halkının kerahet ve nafileden kurtulmak için onu nezir etmeleri batıl bir çaredir.” Bunu Bezzaziye sahibi ve Münye’nin iki şarihi de beyan ederek bu babda rivayet edilen sözlerin batıl ve uydurma olduğunu izah etmişlerdir. Makdisi Regaib namazının reddi hususunda bir eser yazmıştır. (İbni Abidin-2)

            Bezzaziye’den naklen Eşbah’ta bildirildiğine göre Regaib, Beraat ve Kadir namazlarında imama uymak mekruhtur. Bu namaz hicretten 480 sene sonra ortaya çıkmıştır. Bu mekruhtan murad, birbirini çağırmak suretiyle nafile namazı cemaatle kılmaktır. Bir kimse dini şeairden olmadığını bildirmek için bu GİBİ NAMAZLARI TERK EDERSE İYİ YAPMIŞ OLUR. (Bezzaziye’den) Bu ibareden anlaşılıyor ki, nezir etmekle, nafileyi, cemaatle eda etmekten kurtulmuş olmaz. (İbni Abidin-3)

            Recep ayının veya orucunun, onda birkaç gün oruç tutmanın, regaib gecesi gibi ondaki bazı gecelerde kılınacak namazın faziletine dair hadisler hep mevzûdur. (İbni Teymiyye, Mevsili, İbni Kayyım, Firûzabadi, Şemhûdi, İbni Hacer, Leknevi) Misal; “Recep Allah’ın, Şaban benim, ramazan da ümmetimin ayıdır.” “Recep’in ilk cumasından gafil olmayın, çünkü o, meleklerin regaip diye isimlendirdikleri bir gecedir.” (İbnül Cevzi, İbni Kayyım, İbn Arrâk, Acluni, Suyûti, Şevkani, Leknevi. Suyuti zayıf der. Münavi ise Hafız Irâki’nin Tirmizi şerhinde hadisin çok zayıf olduğunu bunun yanında Deylemi’nin üç tarikle rivayet ettiğini söyler. Abdülkadir Geylani de Gunye’de zikreder. Bununla beraber Leknevi’nin dediği gibi bu hadis muhaddislerin ittifakıyla mevzudur.) İbni Kayyım bu konuda doğruya en yakın hadisin İbni Mace’nin rivayet ettiği “Resulullah recep ayını oruçlu geçirmekten nehyetti” hadisi olduğunu söyler. Tebaranı’de rivayet ettiği bu hadisin her iki senedinde de Davud b. Âta el-Medeni bulunmaktadır, Ahmed b. Hanbel ile Buhari bu zatın güvenilmez biri olduğunu söylemişler, diğer hadisçiler de cerh etmişlerdir. (İbn Adiyy, Cevzi, Zehebi) (Hadis Problemleri-Enbiya Yıldırım)

            Şaban ayının ortasındaki gece (Beraat) kılınacak namaza dair tüm rivayetler mevzudur. (İbni Kayyım, Suyuti, İbn Arrak, Şevkani, Leknevi) Haftanın bazı günleri veya geceleri kılınan namazlara dair hadisler mevzudur. (İbni Teymiye, İbni Kayyım) (Hadis Problemleri-Enbiya Yıldırım)

            Kuranı anlamaya, Onunla hayatını düzenlemeye çalışmadığı halde, Kadir gecesini ibadetle geçirerek “bin yıllık” sevabı bir gecede kazanmaya koşanlar büyük bir aldanış içindedirler. Hayatımıza anlam katan Kurandır. Ömrümüzü bereketlendiren de odur. Tesettürlü yaşayacağımız bir gün tesettürsüz yaşayacağımız bin aydan, namaz ile yaşayacağımız bir gün, namazsız yaşayacağımız bin aydan, yardımlaşacağımız bir gün, bencilleşeceğimiz bin aydan hayırlıdır. Bunu böyle anlamıyor da “Ya Rabbi, Sen namazla, infakla, ana babaya itaatla zinayla vs ilgili kararlara almış, bu kararları insanlara indirmeye başladığın geceyi bin aydan hayırlı kılmışsın. Bu kararlara göre yaşayacağımız bir gün, bunlara muhalif yaşadığımız bin aydan hayırlı buyurmuşsun ama, biz bu kararlara uymadan yaşarız. Nefsimizin çıkarlarımızın peşinden koşarız. O günleri kutlarız” diyorsanız yazıklar olsun sizlere. Eğer bu şekilde Kadir gecesine çıkarak, camilere mevlit dinlemeye gitmeyle, bir iki saat ağlamayla kendinizi Allah’ın azabından kurtaracağınızı zannettiyseniz aldandınız gitti demektir. Biz Kuranı kendi hayatımıza nasıl indiririz düşüncesinde olmadığımız halde, Kadir gecesi, takdir gecesi olacaktır ama, bin aydan daha hayırlı olmayacaktır bizim için. (Surelerle Yolculuk_Mustafa Uzun)

            Nafile namazı cemaatle kılmanın bidat olmasıyla ilgili Aliyyül Kari’nin Mevzuat adlı kitabında şunlar yazılıdır: “...aşure namazı, regaib namazı, recebi şerif gecelerinde bilhassa miraç gecesi ve şabanın on beşinde her rekatında on ihlasla yüz rekat nafile namaz kılmak Rasulullah sav tarafından işlenmemiş uydurma namazlardır...Hanefi fakihleri bu mübarek geceleri ihya etmek maksadıyla cami ve mescidlere toplanmayı mekruh görmüşlerdir. Şürunbulali merhum Nurul İzah’ında şöyle demiştir: “Mescidlerde bu gecelerden bir gece ihya etmek üzere toplanmak, mekruhtur.” (Merakılfelah) (İslam Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

Mürşide bağlanmak: Mürşide bağlanmak şahıstan şahısa değişen hükme tabidir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

Müslüman olmadan önceki namazlar: Kafir müslüman olursa, kafirlik hayatında kılmadığı namazların kazasıyla mükellef tutulmaz ki islama rağbeti olsun. (Büyük Şafi İlmihali)

N     

Nafile namaz ve cemaat: Daha açık söylemek gerekirse her hangi bir nafile namazı kılmak, Kuran okumak veya Allah’ı zikretmek gibi ibadetler için cemaat halinde bir araya gelmek, arasıra olduğu takdirde çok iyi bir şeydir. Nitekim elimizde Rasulullah sav “Zaman zaman cemaatle nafile namaz kıldığını”, “Aralarında katıldığı sahabileri Kuran okuyan bir arkadaşlarını dinlerken bulunca, kendisinin oturup onlarla birlikte okunan Kuran ayetlerini dinlediği” ile ilgili güvenilir belgeler (hadisler ve sahabi rivayetleri) vardır. Yine “sahabilerin bir araya gelince aralarından birinden Kuran okumasını istediklerini ve hep birlikte okunan Kuranı dinlediklerini ve Rasulullah sav’in sözlerini inceleyen veya Allah’ın adını zikreden guruplardan övgü ile bahsettiği de kesindir. Aşağıdaki hadis bu övgülerin iyi bilinen bir örneğidir: “Her hangi bir grup, Allah’ın evlerinden birinde toplanır da aralarında Allah’ın kitabını okur ve müzakere ederse mutlaka kendilerini Allah’ın rahmeti çepeçevre kuşatır, kalplerine huzur iner, melekler etraflarını sarar ve Allah onlardan yanındakilere (meleklere) övgü ile bahseder.” (Müslim Zikir:11) Yalnız şeriatin emrettiği cemaatli ibadetler dışında haftadan haftaya, aydan aya ve yıldan yıla tekrarlanan cemaatli toplantılar düzenlemeye gelince, bu davranış beş vakit namaz, Cuma namazı ve bayram namazlarını kılmak üzere bir araya gelen cemaatlere benzer ki, böyle bir şey sonradan ortaya çıkarılmış bir bidattır. Bu yüzden şeriatımız “sünnet” olan cemaatli toplantılar ile “adet haline getirilmiş” cemaatli toplantıları bir birinden ayırmıştır. Gerek Ahmed-i Hanbeli ve gerekse diğer mezhep imamları nass’a dayanan bu ayırımı önemle vurgulamışlardır. Nitekim Ebu Bekir Hilal “kitabül Edeb” adlı eserinde İshak b. Mansur Kevsec’in, Ahmed İbn Hanbeli’ye “Bir gurup müslümanın bir araya gelerek hep birlikte el kaldırıp Allah’a dua etmeleri sence mekruh mudur?” diye sorduğunu ve İmam’dan “Sık sık olmamak ve önceden kararlaştırılıp toplanmış olmamak şartı ile kardeşlerinin böyle yapmalarını mekruh görmüyorum” şeklinde cevap aldığını belirtmektedir. (İbni Teymiye-Bidatlar)

            Nafile namazları iki, üç kişinin cemaatle kılmalarında ihtilaf vardır. Ama imamdan başka cemaat dört kişi olduklarında ihtilaf yoktur, yani mekruh olmasında ittifak vardır. Fukaha “Nafile namazın cemaatle kılınması mekruh olduğundan Regaib, Beraat, Kadir gecesi namalarında imama uymanın mekruh olduğunu tasrih etmişlerdir. (Mülteka Tercümesi-1)

Ayakkabı ile namaz: Ayakkabısı temiz olan kimse diğer vakit namazlarını ayakkabı ile kılabildiği gibi cenaze namazını da kılabilir. (Halil gönenç)

İnce elbise ile namaz kılmak: İnce elbise ile namaz kılmak caiz değildir. Mesela kadının saç rengini gösteren ince tülbent ile başını örtüp namaz kılması sahih değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç)

Kısa kollu gömlekle namaz kılmak: Erkeğin kısa kollu gömlekle namaz kılması sahihtir. Ancak kısa kollu gömlek ile gezmek veya namaz kılmak memlekette adet değilse böyle bir gömlekle namaz kılmak doğru değildir. (Fetvalar-Halil Gönenç)

Namaz ve ateş: Mum kandile karşı yanar vaziyette ve keza yanan ateşe karşı namaz kılmak mekruh değildir. Zira mecusiler ancak kor halindeki ateşe taparlar. Yanan ateşe tapmazlar. (İbni Abidin-2)

Namazların birleştirilmesi: En iyisi fakihlerin ihtilafından kurtulmak için ve Peygamberimizin bu birleştirme işine devam etmemesine binaen iki namazı cem etmemektir zira cem etmek daha iyi olsaydı, peygamberimiz seferde kısalttığı gibi bunu da devamlı yapardı. Kılınmasına kail olanlar sefer hali, yağmur vb kar, soğuk hava gibi durumlar, Arafat ve Müzdelife’de bulunma halinde müttefiktir. Malikilere göre hastalarda ilk farzı vaktin son cüzünde, ikinci farzı vaktin ihtiyarı olan ilk cüzünde kılabilirler. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            "Namaz mü'minlere vakitli olarak farz kılındı" âyet-i celîlesi gereğince, her namazın vaktinde kılınması farz-ı ayındır. Bu sebeble iki vakit namazını bir vakit içinde kılmak (ki fıkıhta buna Cem'-i Salâteyn denir) Hanefî mezhebine göre câiz olmaz. Zira, iki vakti bir arada kılmak, ya birini vakti girmeden kılmak (takdim) veya vakti çıktıktan sonra kılmak (te'hir) yoluyla olur. İkisi de sahih değildir. Vakti girmeden namaz kılınmaz. Namazı vaktinden sonraya bırakmak da câiz değildir. Edâ yerine geçmez.

Bu kaidenin yalnızca hacılara has olmak üzere iki istisnası vardır.

Biri, Arafat'da takdim cem'i,

Diğeri, Müzdelife'de te'hir cem'i.

Çünkü Peygamber Efendimiz buralarda namazlarını iki vakti birleştirerek kılmışlardır.

Arefe günü Arafat'da ikindi olmadan öğlenin farzından sonra ikindi namazı kılınır. Büyük bir cemaatla imamın arkasında kılınan bu namaz için, tek ezan ve biri öğle, diğeri ikindi için olmak üzere iki kamet okunur. İki namaz arası böylece ayrılmış olur. Arada nâfile ve sünnet namazları da kılınmaz.

Bu namazı büyük cemaatle, imam arkasında kılmak zarureti İmam-ı A'zam'a göredir.

İmameyn, hacının tek başına da cem' yapabileceği görüşündedir.

Müzdelife'de ise, o günün akşam namazı yatsı namazı ile birlikte yatsı vaktinde, tek ezan ve tek kametle kılınır. Burada her iki namazın vakti de girmiş olduğundan ikinci namaza başlandığını bildirmek için ikinci kamete ihtiyaç görülmemiştir.

İmam-ı Şâfiî'ye göre, yolculukta öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını hem takdim, hem de te'hir suretiyle birlikte kılmak câizdir. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen)

            Yolculuk hali dışında belli mazeretler sebebiyle namazların ikişer ikişer birleştirilerek kılınmasının cevazı da çoğunluk tarafından benimsenmiştir. İnsanların öyle işleri vardır ki, belli bir zaman süresince onu bırakmaları mümkün değildir. Bırakıldığında mala, cana, maddi ve manevi bakımdan önemli olan menfaate zarar söz konusudur. İşte böyle durumlarda namazların, birincisinin veya ikincisinin vaktinde, birleştirilerek kılınması caiz görülmüştür. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Namazı bozan sesler: Ohlamak, gülmek, ağlamak, inlemek. Bu dört halin her birinde, iki harf meydana gelmesiyle anlam taşımasa bile namaz bozulur. (ah, uf gibi) (Büyük Şafi İlmihali)

Namaz ve çamur: Yolda giden kimsenin elbiselerine çamur sıçrayıp kirletse elbisesini yıkamadan namaz kılması caizdir. (İbni Nüceym) (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

            Caddenin çamuru, pis şeyin buharı, hayvan pisliklerinin tozu, köpeklerin gezdiği yer ve damladığı yerler kapta belli olmayan kirli suyun sıçraması afv edilmiştir. Çamur, insan fışkılarıyla karışık bile olsa afv edilmiştir. En makûlü çamur çok olursa namaza manidir demektir. Çamurlu yerlerden işine gidip gelenler müstesnadır. (İbni Abidin-1)

Namaz ve imâ: Bir kimse eğer başı ile imâ yapmaya gücü yetmezse, namazı tehir edip gözleri veya kalbi veya kaşları ile imada bulunmaz. Yatarak yahut yaslanarak ima edemeyecek derecede hasta olan kişiden namaz düşmez, namazlarını sayısı çok da olsa kazasının manasını anlayacak derecede şuuru yerinde ise kazasını yapmak gerekir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Namazın kaçması ve teyemmüm: Bazıları: “Vakit namazını kaçıracağından korkan kimse teyemmüm eder” der. Halebi “Teyemmüm edip kılmak, sonra kaza etmek daha ihtiyatlıdır” diyor. (İbni Abidin-1)

Namaz ve kadının saçı: Kadın saçını gösteren tülbent ile namaz kılamaz. (H.Gönenç ve Celal Yıldırımdan) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

Namaz ve karanlık: Karanlıkta namaz kılmak sahih ise de ışık yakmak mümkünken karanlıkta namaz kılmak birkaç bakımdan mekruhtur. Işık, asgari secde yerini gösterecek kadar olmalıdır. (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

Namaz kılanın önünden geçmek: Derler ki: Namaz kılanın önünden geçmek, eğer namaz kılan ile geçen arasında bir hail (engel) bulunmaz ve geçen kimse namaz kılanın secde edeceği yerden geçer ve namaz kılanla geçenin azaları birbirlerine muhazi olursa günahtır. (Hidaye Tercümesi)

            Safta boş yer bulunursa mescide giden kimse orayı doldurmak için namaz kılanın önünden geçebilir. Bir kimse namaz kılanın önünden geçmek isterse elinde birşey bulunduğu takdirde onu namaz kılanın önüne koyar. Sonra geçer ve o şeyi alır. İki kişi geçmek isterse, biri namaz kılanın önünde duru. Diğeri geçer. Öteki de öyle yapar. İki kişi birbirleri hizasında geçerlerse (diklemesine) namaz kılan tarafında olan günahkar olur. (İbni Abidin-2)

Namazdaki mekruhlardan: Tek ayak üzerinde durmak, abdesti sıkışıkken namaz kılmak, namazın fiillerini imamla aynı anda yapmak da mekruhtur. Saftan ayrı durmak, saf arasında açıklık bırakmak mekruhtur, aşağıda olursa değildir. Namazda secdede kolları yere yatırmak mekruhtur. Başın üstünde veya önünde, sağında, solunda bulunan bir resme doğru namaz kılmak da mekruhtur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Namazda niyet:  Niyet mana itibariyle kasıt demek ise de, burada kişi hangi namazı kılmak istiyorsa kalbinde o namazı kasdetmesi gerekir. Eğer kişinin kalbinde böyle bir kasıt yok ise, diliyle söylemesinin hiçbir yararı yoktur. Eğer kişi imama uyarak namaz kılıyorsa, ayrıc imama uyma niyetini de getirmesi gereklidir. (Hidaye Tercümesi)

Namazın rekatında şaşırırsan: Sık sık böyle oluyorsa düşünerek bir neticeye varır ve geri kalanı tamamlar. Düşünerek bir neticeye varamıyorsa, kendini en az bir rekat kılmış kabul eder ve diğer rekatları da onun üzerine ilave ederek namazını tamamlar. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Namazdaki selamlar: Hanefilere göre namaz, birinci selamda “aleyküm” kelimesinden önce selam sözünü söylemekle son bulur. İmam iki kere selam vermekle sağında ve solunda bulunan melek, insan ve cinlerden müslüman olanlara selam vermeye niyet eder. Selam sözünü çok uzatmamak ve seri okumakta sünnettir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Namazdan sonraki musafahalaşma: Bazı namazlardan sonra cemaatin toplu halde tokalaşmaları sünnet değil bidattir. Nevevi ve İbni Abdisselam gibi bazı alimler “bidat olmakla beraber, mubahtır yapılabilir” demişlerdir. Ancak Aliyyül Kari haklı olarak bu ifadeyi reddetmiş ve “sünnet olan musafaha karşılaşan iki müslümanın, ilk karşılaştıklarında yaptıkları tokalaşma olduğuna göre buna uymayan bir şekilde ve namazdan sonra toplu musafaha çirkin bir bidattir” demiş, Ebu Davud şarihi Şemsülhak’da ona katılmıştır. Hz. Peygamber ve sahabe devrinde, böyle bir uygulama mevcut değildir. (Şemsülhak-Avnul Mabud, Münavi-Feyzül Kadir, Ayni-Umdetül Kari) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Namazların arkasından namazın bir gereği gibi görülerek yapılması ve terkedildiğinde kınanmayı gerektiren bir adet halini alması bidattir ve terkedilmesi gerekir. Yoksa musafaha namazın arkasından da yapılır önünden de yapılır. (Nevevi-Feteva) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Namaz surelerini bilmeyenin namazı: Zarureten “Allahu Ekber, Elhamdülillah veya Sübhanallah” lafızlarından hangisine gücü yetiyorsa veya bunların hepsini hatta yine Kurandan olmak şartıyla başka tesbih ve duaları ekleyerek okuyabilir. Bir adam Resulullah’a gelerek: “Benim Kuran’dan birşey okumaya gücüm yetmiyor. Bu konuda bana bir şeyler öğretemez misiniz? Dedi. Bunun üzerine Resulullah sav buyurdu ki: “De ki, Subhanallahi vel hamdulillahi ve La ilahe illallahu vallahu ekber ve La havle vela kuvvete illa billahil azim” Adam dedi ki, Ey Allah’ın Rasülü bunlar Allah için bana bir şey yok mu? Rasulullah da buyurdu ki: De ki: Allahümme irhamni verzukni ve afini vehdini” bunun üzerine adam kalkarken elleriyle de böyle dedi. Rasulullah da bu adam iki elini de hayırlarla doldurdu, dedi” (Ebu Davud, Nesai) (İslamda Meseleler ve Çözümleri-Ziya Eryılmaz)

Namazın terki: Hz. Ali ra “Kim namazı terkederse kafirdir” İbni Abbas ra “Kim namazı terkederse kafir olur” İbni Mesud “Namazı terkeden kişinin dini olmaz. Cabir b. Abdullah ra “Kim namazı terkederse kafir olmuştur.” Ebu Derda ra “Namazı olmayanın imanı da olmaz.” Hafız Munziri de bu eleştirileri naklettikten sonra şöyle der: Sahabelerden bir kısmı ve onlardan sonra gelen tabiinler, vakti çıkıncaya kadar bekleyip, namazını kasden kılmayanın kafir olduğunu söylemişlerdir. Bu tabiinler ve sahabeler şunlardır: Ömer b. Hattab, Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Muaz b. Cebel, Cabir b. Abdullah, Ebu Derda ra. Sahabelerin dışında Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahaveyh, Nehai, Hakem b. Uteybe, Ebu Davud, Ebu Şeybe, Züheyr b. Harb vs (Tergib vet Terhib’den) İmam İbni Teymiyye namaz kılmayan hakkında şunları söylemiştir: Namaz kılmayan bir kimseye selam vermek ve davetine icabet etmek doğru olmaz.” Müslüman bir babanın kızını namaz kılmayan bir kişiyle evlendirmesi caiz değildir. Herhangi bir kuruluş sahibinin namaz kılmayan bir insana iş vermesi de doğru değildir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

            Bir kimse kendisine namaz kıl diyene, bekle Ramazan gelsin de kılarız derse kafir olur. Bir kimse, kendisine namaz kıl diyene, bu işi kim sonuna kadar götürebilir veya sen kıldın da ne kazandın, ne kâr elde ettin derse kafir olur. Bir kimse namazı kasden terkederse, kazaya hiç niyet etmez, azabdan korkmazsa kafir olur. Çok namaz kıldım, çok Kuranı Kerim okudum felaketler benim üzerimden kalkmadı diyen kafir olur. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi) Hülasa kitabında, namazı ve cemaati terk edenin şehadeti kabul edilmez, denmiştir. Namaz kılmayan bir kadını boşamak en uygun bir davranıştır. Namaz kılmayan kimse, kılıyorum kılıyorum bir şeyim artmıyor, bu iş nefsime çok uzun geliyor diyen kimse kafirdir. Daha zamanı var, daha ben bekarım diyen kimse kafir olur. (Gümüşhanevi)

            İbni teymiyye’den: “Namazı terk edenlerin kafir olduğuna hüküm verilir. Selefin çoğunluğunun ve Maliki, Şafii mezhebine mensub bir gurup ile Ahmed b. Hanbel’in mezhebine mensub bir kesimin görüşü de budur”  (İman ve Tavır- Beşir Eryarsoy)

            Ömer ra.den: “Minber üzerinde” –Namaz kılmayan kimse müslüman değildir.” (Kenz) (Hayatüs Sahabe-3)

            Allah’a imandan sonra namazın ibadetlerin en şereflisi ve en kıymetlisi olduğuna Enam suresinin 93.ayeti dikkat çekmektedir. Baksana, namaz hariç, zahiri ibadetlerden hiçbirisi hakkında "iman ismi kullanılmamıştır. Nitekim Cenabı Hak Allah imanınızı, yani namazınızı, zayi edecek değildir. (Bakara: 143) buyurmuştur. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi)

            “Her kim şu beş vakit namazı muhafaza ederse, namazı onun için kıyamet günü nur olur, burhan ve necat olur. Her kim de beş vakit namazı muhafaza etmezse, kıyamet günü onun için ne nur olur ne de burhan ve necat olur. Kıyamet günü Karunla, Hamanla, Firavunla ve Übey İbni Halefle beraberdir.” (Müsned, Darimi, İbni Hibban)

            Hanefilere göre tembellik ederek namazı terkeden kişi fasıktır. Böyle bir kişi hapsedilir ve tevbe edip namazını kılıncaya kadar vücudundan kan çıkacak şekilde dövülür. Ya tevbe edip namazını kılar veyahut hapishanede ölür gider. (Dürrül muhtardan) Namazı terkeden kişinin mutlaka cehenneme gideceğinde asla şüphe yoktur. İslam devletinin bulunduğu yerde kelimei şehadet getirerek mümin olduğunu ibraz eden bir kişi namaz kılmak zorundadır. (Devletsiz İslam-Mehmed Göktaş)

            Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'in anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işitmiştir "Kişiyle şirk arasında namazın terki vardır."  Müslim, İman 134, (82); Ebu Dâvud, Sünnet 15, (4678); Tirmizî, İman 9, Metin Müslim'in metnidir.    Tirmizinin metni şöyledir: "Küfürle îman arasında namazın terki vardır."

            Tirmizî ve Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde: "Kulla küfür arasında namazın terki vardır."  Tirmizî, İman 9, Ebu Dâvud, Sünnet 15, İbnu Mâce, Salât 77,

             Abdullah İbnu Şakik merhum anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashâb'ı ameller içerisinde sadece namazın terkinde küfür görürlerdi."  Tirmizî, İman 9,

            Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu  vesselam şöyle buyurmuşlardır: "Kulla şirk arasında sadece namazın terki vardır. Onu  terketti mi şirke düşmüş demektir." (İbni Mace)

            Farz olduğunu kabul etmekle beraber, yapılışını ağır, hakir görürse ve terk ederse hükmü hakkında hukukçular farklı görüştedirler. Ebu Hanife’ye göre, her namaz vaktinde dövülür, öldürülmez. Hanbeli’ye göre kafir olur, bu sebeple de öldürülür. Şafi’ye göre, terk ile kafir olmaz, öldürülmez, dayak da atılmaz, mürtedde olmaz. Tevbe etmesi istenir, tevbe eder ve yapacağına söz verirse ceza terk edilir ve kılması emredilir. İnsanların huzurunda kılmaya zorlanmaz. Tevbe etmez, kılacağını da söylemezse o zaman Şafinin bir görüşüne göre terk sebebiyle öldürülür. Bir görüşüne göre de 3 gün sonra öldürülür. Kılıçla öldürüleceği belirtilir. Ebu Abbas b. Süreyc’e göre sopa yerken belki tevbe eder diye sopayla öldürülür. Orucu terk edenler, ramazan boyunca yeme ve içmeden alıkonulur, hapsedilir. Tazir cezası uygulanır. Borcunu ödemeyenlerden imkanı varsa vereceği miktar zorla alınır, özrü varsa hapsedilir. Şayet güç durumda ise imkan buluncaya kadar beklenir. (Ahkamus Sultaniyye-İmam Maverdi)

            Rasulullah sav: “Rukû’u olmayan dinde hayır yoktur.” (İmam Ahmed, Ebu Davud)

            “Kişi ile küfür arasında namazı terketmek vardır.” (Müslim) Eğer bir kişi namazın farzıyyetine inandığı halde, ancak tembellik veya ihmalkarlıkla namazı terk ediyorsa; yine hakim tarafından tevbeye ve namaz kılmaya davet edilir. Bu davete icabet etmezse, öldürülmesi vaciptir. Ancak, öldürüldükten sonra müslüman olarak kabul edilir. (Büyük Şafii İlmihali)

            “Bizimle onlar arasındaki sözleşme namaza dayanır. Kim namazı terkederse kafir olur.” (Tirmizi, Nesai) “Kim ikindi namazını terkederse, iyi amelleri siliniverir.” (Buhari, Nesai) Abdullah İbni Mesud diyor ki: “Aramızda namazdan geri kalanların mutlaka münafık olduklarını gördüm. Onun münafıklığı mutlaka ortaya çıktı.” Allah cc: Hiç şüphesiz namaz, kalplerinde Allah korkusu olanlardan başkalarına ağır gelir. Onlar ki, Rablerinin huzuruna varacaklarını hesap eder ve kesinlikle O’na döneceklerini bilirler (Bakara: 45-46) peygamberimiz “Kulun kıyamet günü hesaba çekileceği ilk amel namazdır. Namazı eksiksiz olursa felaha ve başarıya ermiş, eğer bozuk çıkarsa, aldanmış ve hüsrana uğramış olur. Eğer kulun farz namazlarında eksiklik bulunursa yüce Allah “Bakın bakalım, bu kulumun amel defterinde nafile namaz var mı?” buyurur ve farz namazlardaki eksiklikler nafile namazlarla tamamlanır. Arkasından diğer amelleri ile ilgilii sorgusu da aynı şekilde yapılır.” (Tirmizi) (İslam-Said Havva)

            Bir hadisi şerifte buyuruluyor ki: “Taammüden (kasıtlı olarak) bir kimse, bir vakit namazını kazaya bırakırsa, cehennemde seksen bin sene kalacaktır.” (Mektubatı Rabbani 266.mektup)

            “Enbiyadan sonra kötü nesiller ona halef oldular ki onlar namazı zâyi ettiler ve şehevatı nefsiyelerine ittiba ile doğru yoldan çıktılar. Binaanaleyh onlar yakında cehennem ateşine mülaki olurlar.” (Meryem:59) buyurulmuştur. “Gayy” cehennemde sırf şerden ibaret olan bir deredir ki o dereden cehennemin diğer dereleri istiaze ederler ki bu derece şehviyatı nefsiyyelerine tebeiyetle günahı kebair işlemeğe musır olup namazlarını da zayii ve terk edip kılmayanlar muazzep olacaklardır. “Ashabul yemin sorarlar ki “Sizi cehenneme hangi ameliniz soktu?” Onlar biz namaz kılanlardan olmadık. Fukaraya yemek yedirenlerden olmadık ve biz bâtıla dalanlarla bâtıla dalardık ve hatta bize ölüm gelinceye kadar kıyameti yalanlardık dediler.” (Müddessir:40-48) (M. Sami Ramazanoğlu Altınoluk Dergisi 131.sayı)

            Huzeyfe ra demiştir ki: “Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey huşu en son kaybedeceğiniz ise namazdır.” (Asrı Saadette İslam-1)

            Umursamayarak, yani tembelliğinden dolayı kasden terk eden fasık olur ve namaz kılıncaya kadar hapsedilir. Bazıları kan akıncaya kadar dövüleceğini söylemişlerdir. İmam Şafi’ye göre bir tek namazdan dolayı haddi şeri (ceza) olmak üzere öldürülür. Bazıları kafir olduğu için öldürüleceğini söylemişlerdir. (Metinden) Kan akıncaya kadar dövülür diyen Mahbubi’dir. Zira o şöyle der: Aralarında Zühri de bulunan bir takım ulema öldürülmeyeceğini, fakat tazir edileceğini ve ölünceye kadar yahut tevbe edinceye kadar hapis edileceğini söylemişlerdir.” İmam Malik ve İmam Ahmed’in mezhepleri de öldürmektir. İmam Ahmed’den bir rivayete göre kafir olduğu için öldürülür. Hanbelilerin cumhuruna göre muhtar olan kavil budur. (İbni Abidin-2)

Namaz tesbihatının yapılışı: Namazdan sonra yapılan zikir ve duanın sessiz yapılması sünnettir. Çünkü Saadet asrında ve Hulefai Raşidin zamanında zikir ve dua sesli yapılmazdı. Ancak cemaat cahil olursa öğreninceye kadar seslice, öğrendikten sonra gizlice yapılmalıdır.(Fetavai Kübradan) (Halil Gönenç)

            Ayetel Kürsi, İhlas ve Muavvazeteyn okuyup sonra tesbih edilir. Bugün sadece Ayetel Kürsi okunuyor, bu sünnete uygun değildir. Sureleri okuduktan sonra tesbihe üflemek bidattır. Namaz sonu zikirleri tesbih aletiyle yapılabileceği gibi, parmak ya da parmak boğumlarıyla da yapılabilir. Peygamberimiz parmakla saymanın efdaliyetine işaret etmiştir. (İbni Abidinde) Cemaat halinde tesbih duaları yapılmaz. (Hindiyyeden) Yapılan zikir ve duanın sessiz yapılması sünnettir. Ancak cemaat cahil olursa öğreninceye kadar seslice yapılabilir. Tesbih dualarını herkesin ayrı ayrı söylemeleri sünnettir. Bunun yerine başkalarının söylemesi bidattir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

Namaza yetişme ve teyemmüm: Maliki mezhebine göre, beş vakit namazın farzları, abdest veya gusül alındığında gecikecek, teyemmüm ile kılındığında geçmeyecekse, vakit bu derecede sıkışmış bulunursa teyemmüm ile kılınır, sonra da yeniden kılınması gerekmez. (Fıkhul Mezahib) Bugün Malikilerin ictihadını tercih etmek gerekir. Çünkü namazların kazasını edasına denk tutmak mümkün değildir. Vaktin gusül veya abdest için yeterli olmaması bir imkansızlık ve darlıktır, teyemmümde işte bu gibi darlıkla sebebiyle meşru kılınmıştır. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Namazda uzvun ¼’inin açılması: Hanefilere göre namazda iken, herhangi bir avret yerinin dörtte biri kendi tesiri olmaksızın açılır ve bu bir rükün eda edecek kadar sürerse namaz fasit olur. Eğer kendi tesiri ile açılırsa namaz o anda batıl olur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Nazarlık: İslam uleması “İsabeti Ayn”ın (göz değmesinin) hak olduğu hususunda müttefiktir ancak bunu nazarlık önleyebilir mi? İşte bu suale “evet” demek mümkün değildir. Çünkü tevhid akidesini parçalar. Nazar boncuğu ve nazarlık takmak bidattir, derhal terkedilmelidir. Resuli Ekrem sav’in üzerinde nazarlık bulunan bir kişinin beyatını kabul etmediği muteber kaynaklarda yazılıdır. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Ahmed bin hanbel, Ukbe b. Amir’den merfu’ olarak rivayet etmiştir: Kim boncuk asarsa, Allah onun işini bitirmez. Kim katır boncuğu takarsa Allah onu korumaz” Diğer bir rivayette: “Boncuk takan şirk koşmuş olur” buyurulmuştur. Boncuk takmanın anlamı, bunun bir hayrı celbettiğine veya bir şerri defettiğine kalbin inanmasıdır. Bu kesinlikle şirktir. (Tevhidin Hakikati-Yusuf el-Kardavi)

Necaset: Eti yenen kuşlar müstesna diğerlerinin pisliği necistir. Ancak tavuk, ördek, kaz gibi hayvanların kokusu çirkin olan pisliği, necaseti galizadır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

            Havada tersleyen (işeyen) kuşlardan, eti yenenlerin fışkısı temiz, yenmeyenlerin hafif necasettir. Koyun, keçi ve sığırın fışkıları ğaliz necasettir. (İbni Abidin-1)

            Vücuttan çıkan ince cerahat elbise veya vücuda el ayası kadar bulaşmadıkça namaza mani değildir. (Fetavayi Behçe) (Fetvalar 2-Nevzat Akaltun)

Nema ödemeleri: Memurun rızasına bakılmaksızın kendisinden kesilen para onun hakkıdır. Bu para yine onun rızasına bakılmaksızın bankalarda işletilmekte, faize verilmekte veya devlet tarafından faizle kullanılmaktadır. Memur kendisine zaman zaman verilen ve adına faiz denilen meblağı alıp bir yere kaydettikten sonra istediği gibi sarfeder ve bunu devletin kestiği ana para olarak kabul eder (bu niyetle alır ve harcar) faiz diye ödenen meblağlar, kendisinden kesilen para meblağına ulaşınca, bir de geçen zaman içinde paranın ne kadar değer kaybettiğini hesaplar (enflasyon miktarını) veya hesaplattırır. Rızası dışında kesilen para kendisine ödenirken, kesildiği günün değeri üzerinden ödenmelidir, bu fark memurun hakkıdır. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            İslama göre faiz olmayan bir muameleye başkaları faiz dese de o faiz olmaz. Faiz ya da faiz şüphesi taşıyan para yenmemeli, faiz olduğu söylenmeden bir hayır ya da –varsa- aslında alınmaması gerektiği halde alınan vergilere verilmelidir. Faiz; mubadeleli akitlerde taraflardan birisi için şart koşulan karşılıksız fazlalıktır. Nema da karşılıklı yapılan bir anlaşma yoktur. Zorunludur. Kesintiyi yapan da fazlalığı veren de devlettir. Bu uygulamada karşılıksız bir fazlalık yoktur. Devlet çalıştırdığı paranın bir miktarını tasarruf sahibine veriyorsa bu zaten faiz olmaz. Çalıştırma olmadan sadece faiz olarak verilse, değer kaybından dolayı ortada bir fazlalık olmaz ve yine faiz olmaz. Sonuç olarak nema faiz değildir, bunda faiz şüphesi de yoktur. Herşeye rağmen şüphe edenler, en azından kendilerinden kesilen kadarını tamamlayıncaya dek alırla. Adı ne olursa olsun kendi paralarını almış olurlar. Şüphe olsa bundan sonrakilerinde olur. O kadarını da zaten vermiyorlar. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

            Politikacıların zorunlu tasarruf adını verdikleri hadise, islam fıkhı açısından gasp hükmündedir. Bu kesintilerin hak sahiplerine, aynen iade edilmesi gerekir. Fakat İtimad Senedi hükmünde olan Türk lirasının “değeri ölçme” ve “değeri koruma” açısından içinde bulunduğu hal malumdur. 1987 yılında yapılan kesinti miktarının, satın alam gücü ile bugünkü verilen miktarın gücü, aynı değildir. Fakat satın alma gücündeki değişim nedir? Sualine verilecek cevap meçhuldür. Zira resmi enflasyon rakamları, gerçeği ifade etmemektedir. Adil olan bir “ehli hibrenin” tespiti de söz konusu değildir. Bu durumda Resuli ekrem sav’in “Helal açık (ve belli), haram da açık ve bellidir. Bunların arasında birtakım şüpheli şeyler vardır ki, ,insanların çoğu bunların helal veya haram olduğunu bilemezler. Şüpheli şeylerden sakınan kimseler, dinini ve ırzını korumuş olurlar” (Buhari-Müslim) buyurduğunu dikkate alıp, nema denilen şüpheli kısımdan sakınmak gerekir. Zorunlu tasarruf adı altında sizden kesilen miktarı aynen almanızda bir mahzur yoktur. Zira bu kendi malınızdır. İşverenden kesilen miktar ise (rızası olmadığı için) şüphelidir. Nema denilen kısım için de, şüpheli kazanç diyebiliriz. Bunun fakir, miskin, dul, kimsesiz ve zulmen mahkum edilmiş insanlara verilmesinde –şüpheden korunmak için- fayda vardır. (Yusuf Kerimoğlu-Akit 9 Ağustos 1996)

Nikahın yenilenmesi: Kişinin, kadını bir daha nikahı altına geri alması da "seni” yahut “karımı bir daha nikah altına aldım” deyimiyle olur. Kişi karısını bir daha nikahı altına almak isteyince buna iki kişiyi şahit tutması müstehabtır. Şayet şahit tutmasa yine de geçerlidir. (Hidaye Tercümesi)

Nişanlıların Birlikte Gezmesi: Nişan, nikah değildir. Nikahlılar için mubah olan şey asla nişanlılar için mubah olmaz. (Halil Gönenç-Fetvalar)

O     

Oje ve abdest: Kadınlar el ve ayak parmaklarına oje vb şeyler sürüyorlar. Bunlar el ve ayak tırnaklarında bulunduğu müddetçe -altlarına su girmeyeceğinden- cünüplükten kurtulamazlar ve abdestleri de olmaz. (Büyük İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç)

Okumak bilmeyenin imamlığı: Okumak bilmeyen bir kimse, eğer okumak bilen ve bilmeyen kimselerden oluşan bir cemaate namaz kıldırırsa –İmam Ebu Hanife’ye göre- hepsinin namazı fasiddir. Diğer iki imama göre ise bilmeyenlerin namazı yerindedir. (Hidaye Tercümesi)

Organ nakli: Öldükten sonra bir organını, kurtuluşuna vesile olacak bir hastaya nakletmekte beis yoktur. Sağlıklı olan kimsenin böbreğinin hayatı tehlikede olan bir hastaya, hazır doktorların nezareti altında verilmesinde bir beis yoktur. (Fetvalar-Halil Gönenç)

            Hastaya verilecek mubah bir ilaç yoksa, o takdirde gayri müslimden bile olsa, kan alıp vermek caizdir. Şafii fukahasının hicri 5. Asırdan sonra gelenlerinden bir çoğu, diri bir insanın kırık kemiğini, ölü insan kemiğiyle düzeltmeyi veya tamamen kırık olanı çıkarıp, yerine ölü bir insanın kemiğini koymayı caiz görmüşlerdir. Buna kıyasla, dirinin gözünü islah için, ölü gözü nakletmek caizdir. (Celal Yıldırımdan) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Ademoğlunun kılının satılması da caiz değildir. Onunla faydalanılması da caiz değildir. İnsanın parçalarından hiçbir parçanın satılması ve faydalanılması da caiz değildir. Zira Ademoğlu, mükerremdir. Kerameti için caiz değildir. (Mülteka Tercümesi-3)

            Organ nakli ve tüp bebek, otopsi vb de tedavi zarureti sebebiyle caiz olmaktadır. (Helaller ve Haramlar-Hayreddin Karaman)

            Alimler bir insandan bir başkasına herhangi bir uzuv aktarılamayacağını, zaruret içerisinde de olsa bunun caiz olmayacağını çeşitli ifadelerle ve hemen hemen ittifakla söylemişlerdir. (Nevevi-EL-Mecü’l, Mugnil Muhtaç, Mecmaul Enhur) Yapay organlar ve domuz dışındaki kemik vb lerini bu gaye ile kullanmakta da sakınca olmadığını söylemişlerdir. En ihtiyatlı görülen bu izaha göre; insanın tek hedefi, nasıl olursa olsun yaşamak değil, ne kadar yaşarsa yaşasın bir gün nasılsa ayrılacağı bu dünyadan, asıl dünyasını kazanarak ayrılmaktır. Bizce caiz olmadığını savunan görüşün delilleri daha güçlü daha ihtiyatlı daha insani görülmektedir. Bazı nedenler şunlar, dokuların uyuşmayabileceği, uzuvları alınan bir insan ne derece onlarındır diğer yandan diğer insanların uzuvlarıyla yaşayan insan bu organlarla işleyeceği haramlar,  haşrin cismani olacağını savunan görüşe göre nakledilen bir organ mesela kalp tekrar dirilmede kimin organı olarak dirilecektir? Organ naklinin bir kalemde caiz olduğunu söylemek, aynı zamanda alternatif çarelerin de önünü tıkamak ve insanı gibi görülen bir uygulamanın, daha insani olana engel olması anlamına gelebilir. Nitekim yakınlarda dinlediğim bir radyo programından ABD’de kadavra görevi üstlenecek yapay bir vücut geliştirilmiştir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Orucun bozulması halinde ne yapmalı: Ramazanda orucu bozulan kimsenin gündüz boyunca imsakı (bir şey yememesi, içmemesi) vaciptir. (İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç)

Oruçlunun ağır işte çalışması: Ramazan ayında sıcak bir ülkede veya harareti yüksek bir maden ocağında çalışan bir kimse  işini Ramazandan sonraya bırakması mümkünse “yani geçim hususunda sıkıntı çekmeyecek ve malı telef olmayacaksa” muvakkaten işine son vermek mecburiyetindedir. Yoksa çalışmadığı takdirde kendisi veya çocukları sefalete maruz kalacak veya ekin gibi malı telef olacaksa her gece oruç tutmak için niyet getirir çalışamayacak hâl gelirse orucunu bozar. İbni Abidinden) (Halil Gönenç)

            Remli şöyle diyor: Camiül Fetava’da bildirildiğine göre bir kimse geçim derdi ile meşgul olurken zayıf düşerek oruç tutamazsa orucu bırakarak her gün için yarım sâ’ yiyecek verebilir. Yani orucunu kaza edecek başka günlere yetişemezse, demek istiyor. Yetişirse kaza etmesi vacip olur. Bu izaha göre, orak zamanı oruçlu olarak işe gücü yetmez, geciktiği takdirde ekin helak olursa, şüphesiz orucu bırakıp sonra kaza eder. Ekmekçi de öyledir. (İbni Abidin-4)

Orucun başlangıcı ve hilalin gözlenmesi: Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezhebine göre hesaba dayanarak Ramazan orucunu tutmak ve bayram yapmak caiz değildir. Dünyanın herhangi bir yerinde rüyeti hilal sabit olursa, bütün müslümanlara oruç tutmak ve bayram yapmak vacip olur. (Halil Gönenç)

            Astronomi alimlerinin, ayın hareketlerini esas alarak yaptıkları hesaplara itibar edilerek, Ramazan ayına başlanılmaz. iBni Abidin muvakkitlerin (hesap uzmanlarının) sözüne itibar yoktur. Nehir de  şu ibare vardır: Muvakkitlerin filan gecede hilal şöyle görülecektir demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez. Sahih kavle göre velev ki adalet sahibi olsunlar. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Şaban ayının 29.gecesi akşam üzeri gurup vaktinde insanların hilali gözlemeleri bir vecibedir. hilali görürlerse ertesi gün Ramazan orucuna başlarlar. Eğer hava bulutlu ise, Şaban ayını otuza tamamlarlar. İhtiyar’da da böyledir. Hilali gören kimsenin parmakla göstermesi mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye)

            Şaban ayının 29.akşamı hilali aramak gerekir. Eğer hilal görülürse oruç tutulur. Hava kapalı olup hilalin görülmesine imkan bulunmazsa o zaman Şaban ayı 30 gün olarak tamamlanır ve ondan sonra oruca başlanır. (Hidaye Tercümesi)

            Bazı alimler de illeti değiştiği için hükmün değişikliğine cevaz vermiştir: Müellefi-i kulüb payının durdurulması ve kameri ayların başlarını bulmada rüyete değil de hesaba dayanılması gibi.. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Nasslardaki ifadelerden, hilalin tespiti illada çıplak gözle olacaktır, bunun dışında –kesinlik arzetse de- başka bir yolla hilali tespit edemezsiniz, gibi bir kayıt yoktur. Diğer taraftan ayın, güneşin ve diğer yıldızların belli bir hesap ve ölçü dahilinde olduğu, rastgele ve başıboş olmadığı Rabbimiz tarafından bize haber verilmektedir. “Güneş de ay da hesap iledir. Semayı, onu, O yükseltti ve ölçü koydu.” (Ahzap:31) (İslamda Meseleler ve Çözümleri-Ziya Eryılmaz)

            Ulemamız, ramazan ayının girmesi hakkında astronomi alimlerinin sözlerine itimad edilmeyeceğini açıkça söylemişlerdir. Bu sözün esası orucun farziyeti “Hilali görürseniz oruç tutun!” hadisi şerifi ile hilalin görülmesine bağlanmıştır. Hilalin doğması görülmesine bağlı değil, astronomi kaidelerine göredir. Bu kaideler haddi zatında doğru da olsalar ay filan gece doğar da bazen görülür, bazen görülmeyebilir. Şarih Teala hazretleri orucun farz olmasını, ayın doğmasına değil, görülmesine bağlamıştır. Benim anladığım budur. (İbni Abidin-2)

            “Muvakkitlerin sözüne itibar yoktur” Yani halka oruç farz olmak için onların sözü delil olamaz. Hatta Mi’rac adlı kitapta, “Onların sözü bil ittifak muteber değildir. Müneccimin kendi hesabı ile amel etmesi caiz değildir.” Denilmiştir. Nehir’de de şu ibare vardır: “Muvakkitlerin filan gece hilali gök yüzünde şöyle görülecektir; demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez. Sahih kavle göre velev ki adalet sahibi olsunlar. Nitekim İzah’ta da böyle denilmiştir. Şafilerden İmam Subki’nin bir telifi vardır ki, onda müneccimlerin sözünü kabule meyletmiştir. Çünkü hesap kesindir.” Vehbaniyye şerhinde de bunun gibi sözler vardır. Ben derim ki, Subki’nin sözünü kendi mezhebinin sonra gelen uleması reddetmişlerdir ki, onlardan bazıları İbni Hacer ile Remli’dir. (İbni Abidin-4)

            Allah Teala “Güneş ve ay husban iledir.” Buyurmuştur. Bundan murad, Güneşle Ay’ın seyretmeleri hesapladır, demektir. (İbni Abidin-1)

            Bir belde halkı ramazan hilalini görseler ve 29 gün oruç tutsalar, diğer belde halkı da ayı görseler ve onlarda 30 gün oruç tutsalar, 29 gün tutanların bir gün kaza orucu tutmaları icab eder. (İbni Nüceym) (Fetvalar 1-Nevzat Akaltun)

Oruç ve banyo: Vücuda dışardan herhangi bir şey girmedikçe oruç bozulmaz. Bu itibarla ister temizlik, ister serinlemek maksadıyla olsun, ağız ve burundan su kaçırmamak şartıyla banyo yapmakla oruç bozulmaz. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

Oruçlunun cünüb olarak sabahlaması: Oruç tutan bir kimsenin cünüb olarak sabahlaması veya gündüz uyuyup ihtilam olması orucuna bir zarar vermez. Muhiyt’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

            İhtilam olunca, banyo yaparken kulağına veya mazmaza yaparken elinde olmayarak ağzına su sızsa dahi orucunu bozmaz. Çünkü bu affedilen hatalardandır. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

Oruçlunun göz yaşını yutması: Bir oruçlu ağzına giren bir veya iki damla göz yaşını yutarsa orucu bozulmaz. Gözyaşı fazla olursa bozulur. (Fetevayi Hindiyye)

Oruç ve hamilelik: Hamile bir kadın karnındaki ceninin ölüm tehlikesinden korkarsa orucunu tutmaması daha uygundur. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

Oruç ve iğne: İmameyne göre bir şey, hılki bir medhalden içeri girmedikçe, oruç bozulmaz. Binaanaleyh hariçteki bir yaraya konulan ilaç içeriye kadar gitse de oruca zarar vermez. Bu halde iğne ile orucun bozulmaması lazım gelir. Binaanaleyh bir baş göstermeyince iğneleri iftardan sonra yaptırmak ihtiyata uygundur. (Ö. N. Bilmen ) (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

Oruç ve kolonya: Racih olan görüş kolonyanın necaseti mugallaza olmasıdır. Kolonya ister muhaffefe olsun, ister mugallaza olsun şayet necis olarak onu kabul edersek Ramazanı şerifin içinde ve dışında kullanılması caiz değildir. Tahirdir dersek her zaman kullanılmasında bir beis olmaz. (Halil Gönenç)

Oruçlunun kulağına su kaçarsa: Kulağına su giren veyahut damlatan kimsenin orucu bozulmaz. Çünkü suyun kulağa hiç bir faydası yoktur. Yağ ise öyle değildir. (Hidaye Tercümesi)

Oruç ve kusmak: Midesi bulanıp elinde olmayarak kusan kimsenin orucu bozulmaz. Zira peygamber sav “Elinde olmayarak kusan kimseye kaza lazım gelmez. Kendini kasten kusturan kimseye ise kaza lazım gelir. (Ebu Davud-Tirmizi) (Hidaye Tercümesi)

Oruç ve misvak: Oruçlu olan kimse için –ister sabah ister akşam olsun- ağzına yaş misvak sürmek mekruh değildir. (Hidaye Tercümesi)

Oruç ve nefes açıcı spreyler: Yoğunlaştırılmış suni oksijen, yiyecek, içecek cinsinden olmayıp sırf hastanın teneffüs imkanını kolaylaştırmak için kullanılan bir maddedir. Astımlı hastaların rahat nefes almalarına sağlamak amacıyla ağıza püskürtülen oksijenli ilacın orucu bozmayacağı mutalaâ olunmuştur. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

Oruç ve niyet: Oruçta müslümanlara kolaylık olması için öğleye kadar da niyet yapılabilir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Oruçlunun serinlemesi: İmam Ebu Hanife’ye göre –abdestin dışında- oruç tutan kimsenin ağzına ve burnuna su alması, başına su dökmesi, suda yıkanması ve ıslak beze sarılması mekruhtur. İmam Ebu Yusuf’a göre ise bunlar mekruh değildir. Fetva bu kavil üzeredir. Serahsi’nin Muhitin’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Oruçlunun tahareti: Oruçlu kimsenin istincada (taharette) mübalağa yapması mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye)

Oruç tutamayacak derecedeki ihtiyarın orucu: Oruç tutmaya gücü yetmeyen şeyhi fani iftar eder ve her gün için bir yoksula fidye verir. Fetevayi Hindiyye de şeyhi fani ölümüne kadar her gün kuvveti noksanlaşan kimsedir ki, bunlar tekrar kuvvet bulmadan vefat ederler. Fidye verdikten sonra oruç tutmaya gücü yeter hale gelen yaşlı kimsenin vermiş olduğu fidyesinin hükmü, batıl olur. Bu kimsenin önceden tutmamış olduğu oruçlarını kaza etmesi gerekir, der. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

Oruç tutmamak: Rivayet edildiğine göre Ramazanda adamın biri oruç tutmadı bunun üzerine Ebu Hureyre ra şunları söyledi “Bir yıl oruç tutsa da bu günler ramazanda oruç tutmadığı günlerin yerine geçmez” İbni Mesud’dan şöyle rivayet edilir: “Hiçbir ruhsata dayanmadan Ramazandan bir gün oruç tutmayan kişi sair zamanlarda bir yıl boyunca oruç tutsana tuttuğu bu oruçlar ramazan orucunda tutmadığı günün yerini karşılamaz.” (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

Oruç ve yer değişikliği: Bir yerde oruca başladıktan sonra, daha önce akşam olan bir yere uçakla giden bir kimse, gittiği yerdeki vakte göre orucunu açacaktır. Eğer batıya giderse durum yine aynıdır. Yani gittiği yerin vaktine uyarak orucunu açacaktır. Yüksek bir yerde bulunan kimse güneşin gurubunu (batışını) görmeden iftar edemez. Aynı şekilde uçakla giden kimse üzerinde olduğu yere göre değil güneşin batışına göre iftar edebilir. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

Unutarak orucu yemek: Unutarak orucu yemekte olan birini gören bir kimse, şayet onun akşama kadar oruç tutacak kudrette birisi olduğunu anlarsa muhtar olan kavle göre o kimseye oruçlu olduğunu hatırlatmaması mekruh olur. Ancak unutarak orucunu yemekte olan bir kimse zayıf veya yaşlı bir kimse ise ona haber vermeme ruhsatı vardır. Zahiriyye’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Kar yağmur tanesi ve oruç: En sahihi şudur ki kar ve yağmur tanelerinin boğaza kaçması ile oruç bozulur. (Hidaye Tercümesi)

Otobüste namaz: Hanefi fıkıhçılarının farz namazlar hakkındaki görüşü şudur: Sefer süresi yolda dahi olsa kişi, farz namazları, özrü (zaruret) olmaksızın binek üzerinde kılmaz. (Serahsi, İbni hümam) Yol arkadaşlarının inip kendisini beklememesi, inmesi halinde hırsız, yırtıcı hayvan, düşman korkusu bulunması, ortalığın yağmur ve çamur olması, ihtiyar olup, inip binmede yardımcısının bulunmaması, bineğinin huysuz olması vb şeyler özür olarak görülmüş ve böyle durumlarda farzların da binek üzerinde (otobüste) kılınabileceği söylenmiştir. (Serahsi, İbni Hümam) İma ederken ön koltuğa secde etme yerine, dönebildiği kadar kıbleye dönüp, rüku için biraz, secde için ise biraz daha fazla eğilerek kılacaktır. Şoföre uyarıyı her namaz vakti yapacak ancak çekişmeye ve tartışmaya girmeyecektir. Güzel bir ikazı nazarı itibara almayan şoför, huysuz bineğe fevkalade kıyas edilir ve bu, farzı arabada kılmak için bir özür sayılabilir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

Oyun oynanan kahvenin çayı: İçinde oyun oynanan kahveye girmek, çay, kahve gibi meşrubat içmek için değil, İslamı tanıtıp emri bil maruf nehyi anil münker farizasını ifâ etmek için olursa gitmek caiz, hatta lazımdır. Böyle bir görev olmazsa çay içilsin içilmesin oraya gidip oturmak haramdır. (Fetvalar-Halil Gönenç)

Ö     

Ölünün gömülme vakti: Hiçbir vakit ölüleri gömmek mekruh değildir. (Hidaye Tercümesi)

Ölünün sorgusu hakkında: İbni Hacer’den sorulmuş bazı sorular: Ölü oturarak mı sorguya çekilir yoksa yatarak mı? Oturduğu halde sorulur. Ruh cesedin içine girer mi? Evet girer fakat bu konudaki rivayetlerin açıkları, ruhun vücudun üst kısmına girdiğini gösterir. İbni Kayyım “Hadisler sorgu anında ruhun cesede iade edildiğini tasrih ederler. Fakat bu iade ile bizim alıştığımız, mutad hayat elde edilmez ki, ruh bedenin idare ve tedbiriyle uğraşıp yemek ve içmeye muhtaç olsun. Bu iade ile ancak bir çeşit hayat elde edilir ki, onunla sorguya çekilir, imtihan edilir. Nasıl ki, yatanın hayatı, uyanığın hayatından değişik bir şeydir. Hadis, ruhun devamlı vücutta kaldığını göstermiyor. Ancak, ruhun misalinin, devamlı olarak kabirle ilişkisi olduğunu gösteriyor. Vücut çözülse, parçalansa, dağılsa da.. Hafız İbni Hacer’e ölü hangi dilde cevap verir diye sorulmuş: “O, hadisin zahiri sual ve cevabın Arapça olduğunu gösteriyor, demiş. Ve bununla beraber, herkesin soru ve cevabı kendi lisanıyla olması muhtemel olduğunu söylemiş. Hanefilerden Bezzazi Fetavasında şöyle demiştir: sual ölünün yerleştiği yerde olur. Hatta vahşi bir hayvanın karnına girse, sual orada olur. Tabutta defn edilmeden kaldığı müddetçe sorguya çekilmez. (İmam Suyuti-Kabir Alemi)

Ölüye Kuran okumak: İmam Şafii ve Malike göre ölüye Kuran okumak hiçbir fayda vermez. Ne Peygamber sav zamanında ne de sahabe devrinde ölü için Kuran okunmamıştır.” Derler. Bazı ulemaya göre, duaya kıyasla, Kuran tilavet etmek ölüye fayda verir (Mugnil Muhtaçtan) İmam Muhammed ra kabristanda Kuran tilavet etmek mekruh değildir, demekle iktifa etmiş fayda verir veya vermez dememiştir. (Hindiyyeden) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Fetih sahibi: “Cenaze sahibinin yemek ziyafeti vermesi mekruhtur. Çünkü ziyafet, musibetlerde değil şenliklerde meşru olmuştur. Bu kötü bir bidattır. İmam Ahmed’le İbni Mace’nin sahih isnadla Cerir b. Abdullah’tan rivayet ettikleri bir hadiste şöyle denilmiştir: “Biz cenaze sahibinin evinde toplanmayı ve onların yemek vermesini yascılıktan sayardık.” Bezzaziyyede de şu satırlar vardır: “Birinci ve üçüncü günlerde ve bir haftadan sonra yemek yapmak, bayramlarda kabre yemek götürmek, KURAN OKUMAK İÇİN DAVET YAPMAK, hatim veya surei Enam’ı yahut ihlası okumak için sulehayı ve hafızları toplamak mekruhtur. Hasılı Kuran okunurken, yemek için yiyecek hazırlamak mekruhtur.” Mirac sahibi bu hususta uzun uzadıya söz etmiş ve şöyle demiştir: “Bu fiillerin hepsi riya ve gösteriştir. Bunlardan korunmalıdır. Zira bunları yapanlar, Allah’ın rızasını murad etmezler.” Münye şerhinde ise, Cerir b. Abdullah’ın hadisine aykırı bir hadisle inceleme yapılmıştır, o hadiste Peygamber sav’in bir cenaze dönüşünde bir kadın tarafından davet edildiği ve davete giderek kendisine yemek getirildiği bildirilmektedir. (İbni Abidin) Ben derim ki: Bu hadis söz götürür. Çünkü bu umumi olmayan bir vakıadır. Hususi bir sebebi olması ihtimali de vardır. Cerir hadisi böyle değildir. Halbuki Münye sahibi, bu konuda, bizim mezhebimizde, Şafilerle Hanbeliler gibi başka mezheplerde rivayet edilen deliller üzerinde inceleme yapmış, mezkur Cerir hadisiyle istidlal ederek kerahete hüküm etmiştir. (İbni Abidin-3)

Ölüden medet ummak (İstiğase): Ziyaret edilenden bir şey istenmez. (Mezahibi Erbaa) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Allah’tan istenmesi gereken şeyler, Allah’tan başkasından istenmez. İnanç konusunu ilgilendirdiği için şirke götürür. Herhangi bir müslüman hayattaki müslümanlardan dua isteyebilir. Fakat kişi öldükten sonra ondan ne dua, ne de başka hiçbir şey katiyyen istenmez. Herhangi bir fayda ya da zarar isteme, hastalıklara şifa isteme vb Allah’tan başkasından istenmez. (İslamda Meseleler ve Çözümleri-Ziya Eryılmaz)

            “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” (Yunus:18) Bu ayetten çıkarılan manalardan biri de şudur: Onlar, bu putları ve heykelleri, kendi peygamberlerinin ve büyüklerinin şekillerinde yaptılar ve her ne zaman bu heykellere ibadetle meşgul olurlarsa, o ulu kişilerin, Allah katında kendileri için şefaatçi olacaklarını iddia ettiler. Bunun bir benzeri de, zamanımızdaki pek çok insanın, onların kabirlerine saygı duyup hürmet ettiklerinde, Allah katında onların kendilerine şefaatçi olacağı inancını taşıyarak, büyük zatların kabirlerine tazim ile meşgul olmalarıdır. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi)

            Kabir ziyareti Resulullah sav’den rivayet edilen şekliyle caizdir. Bununla beraber kabirlerden yardım dilemek, onlara seslenmek, herhangi bir hacetini gidermesini istemek, ona nezirde bulunmak, mum yakmak, çaput asmak, el yüz sürmek, Allah’ın dışında bir üzerine yemin etmek, kabirleri mescid haline getirerek namaz kılmak, tavaf eder gibi etrafından dönmek ve buna benzer tüm bidatlarla savaşmak gerekir. (İslam Davetçilerine-Abdullah Nasıh Ulvan)

            Bazı tasavvuf ehli ile diğer bazı kimselerde sıkıntılarının giderilmesi, kötü bir durumun izalesi bir faydanın temini yahut bir zararın def’i için ölü veya diri olan salih kimselerden istiğase (yardım) bir âdet haline gelmiştir. Zikir halkalarında “medet” kelimesini kullanırlar. “Medet ey falan büyük! Medet ya filan efendim!” denildiğini görüyoruz. Bazı halkta Hızır as “Ya Hızır” şeklinde çağırmakta, anne çocuğuna Hızır seni korusun, diye dua etmektedir. “Ya Muhammed Rabbinin yanında bana şefaatçi ol” diyeni ile “Ey Muhammed, bana şefaat et” diyeni birbirinden ayrı tutarım. Birinci şekil, tevessül konusundan bir cüzdür. İkinci şekil ise, salih kimselerin kabirlerini ziyaret eden bazı kimselerde gördüğümüz, kabirde yatandan ihtiyaçlarının giderilmesi için direkt olarak istekte bulunmaktan bir cüzdür. Bu kimseler salih bir kimsenin kabrine giderek “Ey filan beni evlendir” “Ey falan bana şifa ver” “Ya falan şu ihtiyacımı gider” şeklinde veya buna benzer sözlerle direkt olarak kabir sahibinden talepte bulunurlar. Hasan el-Benna “Yüce Allah’ın “O kimseler ki iman ettiler ve sakınıyordular” (Yunus:63) sözünde zikredilenlerdir. Değil başkalarına fayda veya zarar vermek, ne hayatlarında ne de öldükten sonra kendi kendilerine fayda veya zarar dokundurmaya kadir olmadıklarına inanmakla beraber, şeri şartlar dahilinde keramet onlar için sabittir. Meşru dairede kabir ziyareti sünnettir. Lakin kim olursa olsun kabirde yatandan yardım dilemek, bunun için onu çağırmak, ihtiyaçlarının giderilmesini ondan istemek, ona kurban kesmek, kabirleri yükseltip üzerlerine örtü sermek, kabirleri aydınlatmak, onlara sürtünmek, Allah’tan başkasıyla yemin etmek ve buna benzer şeyler bidatlerdendir. Kötülüklere yol açmamak için onları tevil cihetine gitmemelidir.” Der. Tasavvuf ehlinin kullandıkları “medet” kelimesi, salihlerin isimlerini zikrederek bereketlenme babında kullanılmaktadır. Bazıları da, ruhların alemi şehadetle ilişkilerinin imkan dahilinde olduğunu düşünerek bunu kabullenmektedir. Yüce Allah geçmişimize dua etmemizi istemiştir. Onlardan birşeyler beklemek niyetiyle onları çağırmayı değil. “onlardan sonra gelenler derler ki: “Rabbimiz bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” (Haşr:10) Mesele tersine çevrilip onlardan istememiz yanlış bir davranıştır. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva)

            Türkiye’deki medfun olan zat ne kadar derecesi yüksek olursa olsun, ondan doğrudan doğruya istekte bulunmaz. Böyle bir hareket ve niyette bulunursa şirk olur. Ancak o vesile yani vasıta kılınır. (Sadık Dânâ Altınoluk Dergisi 123 sayı)

            Ebu Yezid el-Bistami’den gelen haberde “Yaratığın yaratıktan yardım istemesi, boğulmuş birisinin boğulmuştan yardım istemesi gibidir.” Allah Teala buyuruyor ki Hatırla o vakti ki, siz Rabbinizden yardım istediniz, O da size yardım edip icabet etti.” Allah bu ayette yardım istemenin kendisinden olacağını açıklar. Şeyh Ebu Abdullah Kureşi’de der ki: “Yaratığın yaratıktan yardım istemesi, tutuklunun tutukludan yardım istemesi gibidir.” İbni Teymiyye bize, Resulullah’a inanma ve itaatla tevessülün her halükarda, bâtıni ve zahiri hayatından ve ölümden sonra, Resulullah’tan tevessül etmek herkes üzerine farzdır. Bu tevessül herkese açıktır. Her kim Resulullah’tan başka birisine benim veya bizim için dua et derse, bu kişi Resulullah’a uymuştur.” Alusi de der ki; vesile istenenin ölü veya gaib olması durumuna gelince, bunun caiz olmadığında ve seleften hiç kimsenin yapmadığı bir bidat olduğunda şüphe yoktur.” (Cilâul Ayneynden) (İbni Teymiyyede Tasavvuf-Tıblevi Mahmud Sa’d)

            İslamda dilek ve istekler sadece Allah’a arzedilir. Allah’tan başkasına sığınmak ve O’ndan gayrisinden mağfiret dilemek doğru değildir. Kimisi dua etmek için türbelere, yatırlara koşuşturuyor. Kimisi de mezarlara elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bir çeşit tapınma hareketleri yapmaktadırlar. Bu hareketlerin cümlesi yanlıştır ve bâtıldır. Şu bir gerçektir ki, dua etmek için kabir başına gitmeye gerek yoktur. Zira kabirde yatan mevtalar insanların dileklerini yerine getiremezler. Dua eden kişi ile Allah arasında vasıta olamazlar. Çünkü islamda Allah’a sığınmak, O’na dua etmek için bir aracıya ihtiyaç yoktur. Kul, vasıtasız Allah’a iltica eder. Bu itibarla bir kimse “Filan yatıra gittim ona dua ettim, o mübarek zatın himmetiyle duam kabul olundu” derse bu caiz değildir. Duam oraya gidince kabul olacak inancı da yanlıştır. Kabirlere gidip kurban kesme adeti islamdan önceki kavimlerin müşrik adetlerindendir. İslam dini kabirler üzerine kurban kesmeyi yasaklamıştır. Peygamberimiz sav “Kabirler üzerinde kurban kesmek islamiyette yoktur” (Fethül Kebir) buyurmuşlardır. (Yaşayan Hurafeler-Kemaleddin Erdil)

            Günümüzde yatır ve türbe ziyaretlerin amacı ölüden medet ummak, yardım istemektir. Dirilerden istenmeyen şeylerin ölülerden istenmesi doğru değildir. Yardım yalnızca Allah’tan istenir. (Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık Akkiraz)

            Evliyayı kirama yakınlaşmak maksadı ile “Ey seyyid filan! Eğer hastam düzelir veya kaybım elime geçer yahut hacetim görülürse, sana şu kadar altın veya gümüş yahut yiyecek veya mum ve zeytin yağı adadım!” gibi sözler, bilittifak batıldır. Bahır’da da böyle denilmiştir. Bunlar birçok sebeplerden batıl ve haramdır. Şöyle ki: 1- Bu iş mahluka nezirdir. Mahluka nezir caiz değildir. Çünkü nezir ibadettir mahluka ibadet yapılmaz. 2- Kendisine nezir yapılan kimse ölüdür. Ölü hiçbir şeye malik olamaz. 3- Bu işi yapan kimse ölünün TASARRUFTA BULUNDUĞUNU ZANNEDERSE, BU İTİKADİ KÜFÜRDÜR. (İbni Abidin-4)

            “Şeriate en uzak bidat, birçok insanın yaptıkları gibi, ölüden muradının husûlü için yardım istemektir. Bu hâl puta tapmak gibidir. Ölüden medet dilemek, şekli bir benzeyiş değil, fiili bir putperestlik, müşrikliktir. Ölüden yardım ( dilemek avamı) zavallılığa düşürmüştür. Allah ile kendi arasında bir vasıta ve şefaatçiyi kabule kendisini mecbur bilen adam, ya zanneder ki, Allah, kulunun isteğini bilmiyor. Yahut kendi uzaklarda olduğunda işitmiyorda böyle vasıtaya muhtaç oluyor. Bir hükümdarın, kabul etmek istemediği dileği, vezir ve memurlarının tesiriyle kabul ettiği gibi. Dünya büyüklerinin idarelerinde vasıtaya mecbur oldukları gibi. Böylece fâsid ve batıl zanlara katılan adam bilmiyor ki, padişah devletin intizamı, asayişin devamı, halkın rahatı için  bu vasıta ve müşavirlere muhtaçtır. Bazı cahiller “ziyaret” denilen türbelere giderek kıtlık, kuraklık, düşman istilası gibi felaketlerden korunmak, muradına kavuşmak için ölüden medet umarlar. Aleyhüsselatü vesselam efendimiz, peygamberlerinin mescitlerini kabir yaptıklarından dolayı yahudilere ve hıristiyanlara lanet etmiştir. Bu türlü hareketler insanı islamdan uzaklaştırır, putperestliğe doğru götürür. (İslamda Kabir Azabı-İmam birgivi’den) (Kurana Muhatap Olmak-Said Çekmegil)

            Kuduri diyor ki: “Ebu Yusuf’un şöyle dediğini işittim: Ebu Muhammed dedi ki; Dua ederken, falanın, filanın hakkı için bana şunu bunu ver demek, bir müslümana yakışmaz. Çünkü kulların Allah’ta hakları yoktur ki bir defa insan aracılığı manasına “filan evliyanın, falan şeyhin hakkı için” denildi mi, artık o veli veya şeyh, avam nazarında mukaddesleşmekte, türbesine kandiller yakılıp kurbanlar kesilmekte. Bu tür hareketler putperestlerin ve sapık itikatlıların hareketlerine öylesine benzer ki, adeta; bunlar putperestliktir, diyesimiz gelir.” (Kurana Muhatap Olmak-Said Çekmegil)

            Kendilerine adak yapılmış olarak, meşayihin kabirlerinde, meşayih için adak olarak kesilen kurbanları dahi, fıkhî rivayetlerde fukaha şirke dahil  edip üzerinde sıkı durdular. Sonra bunu, şeran men edilen cinne tapanların kestikleri cinse dahil eylediler. Kendisinde şirk şaibesi olduğundan, bu amelden dahi sakınmak gerek. Zira, adak yolları bunun dışında çoktur. Neden dolayı, öyle bir şekilde hayvan boğazlanıp da, cinne tapanların cin için kestiklerine benzetilip onlara katılmak olsun? Kadınların, meşayih niyeti ile oruç tutmaları da böyledir. Bunların isimlerini ekseriyetle kendiliklerinden uydururlar. Onların niyeti ile de oruç tutarlar. Taleplerini ve maksatlarını da bu oruçlar sebebi ile, o meşayıhtan hacetlerinin yerine gelmesini talep ederler. Sanırlar ki, işlerinin yerine gelmesi onlardandır. Böyle bir fiil, Allah’ın ibadetinde başkasını ortak etmektir. Ona ibadet yolu ile hacetlerin talebini başkasından yapmaktır. Bu filleri izhar ettikleri zaman, bazı kadınlar der ki: “Biz bu oruçları Allah için tutarız. Ancak, onun sevabını meşayıhın ruhlarına hediye ederiz.” Böyle bir söz, onlardan gelen hile yoludur. Eğer bu sözlerinde doğru iseler, oruç için günlerin tayinine ne hacet? Bu manada yapılan işler aynen dalalet olup şeytanın aldatmacalarıdır. (İmam Rabbani-453.mektup)

Ölüye sövmek: İkrime müslüman olmak için Mekke’ye yaklaştığı zaman Peygamber Efendimiz ashabına “Ebu Cehil’in oğlu İkrime mümin ve muhacir olarak geliyor. Sakın babasına sövmeyin. Zira ölüye sövmek ölüye yetişmediği gibi, sağ olanları da incitir, dedi. İkrime geldiği zaman hanımı da peçeli olarak yanında idi. (Hayatüs Sahabe-1)

Ölüye tabi olmak: Ebu Nuaym’dan: “Abdullah b. Mesud şöyle dedi: İçinizde herhangi biriniz, dininde başkasına uymasın. Eğer inanıyorsa inansın. İnanmıyorsa inanmasın. Şayet başkasına uymaktan kendinizi alamıyorsanız, bari sağ olanlara değil, ölmüşlere uyunuz. Zira sağ olanların fitneden korunmuş olmalarına güvenilmez.” (Hayatüs Sahabe-4)

Ölünün yerine oruç ve namaz: Ölünün yakını ölü yerine ne namaz kılabilir ne oruç tutabilir. (Hidaye Tercümesi)

            Ölenin vasiyeti üzerine, kalan namazlarını varisinin kılması caiz olmadığı gibi, kalan orucunu da tutması caiz değildir. Yalnız, namaz kılar ve oruç tutar da sevabını ölene bağışlarsa caizdir. Çünkü bizim mezhebimize göre bir kimse amelinin sevabını başkasına bağışlayabilir. (İbni Abidin-3)

Ölü yıkanmadan Kuran okumak: Ölü yıkanmadan yanında Kuran okumak mekruhtur. Ancak başka bir odada okunmasında bir sakınca yoktur. Yıkandıktan sonra yanında da okunabilir. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

Ömrün uzatılması: Selman ra’den: “Kazayı ancak dua geri çevirir, ömrü ise ancak birr (iyilik ve itaat) artırır.” (Tirmizi-Kader:6) Rasulullah sav şöyle buyurmuştur: “Allahım! Muhakkak ki ben başıma geleceğin kötüsünden, şakilik (bedbahtlık) mertebesinden, belanın beni yenmesinden ve düşmanların başıma gelene sevinmesinden sana sığınırım” Kulun başına ancak yazılmış olan şeyler gelecek olsaydı, Rasulullah sav hükmedilenin kötülüğünden Allah cc’ya sığınmazdı. Enes ra’den “Kim rızkının genişlemesini ve ömrünün uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.” (Buhari-Edep:12 Buyû:13 Müslim-Birr:20,21 Ebu Davud-Zekat: 45) Dediler ki o halde şu ayetlere nasıl mana veriyorsun? “...Ecelleri geldiği zaman da, ne bir saat geri kalırlar ne de ileri geçerler.” (Nahl 16/61) “Allah eceli geldiği zaman hiçbir canı ertelemez.” (Münafıkun 63/11) “Allah’ın taktir ettiği vakit geldiği zaman ertelenmez.” (Nuh 71/4) Ben de derim ki; her ayetin manasını kendi ihtiva ettiği lafızla tefsir ederim, zira birinci ayette ecelleri geldiği zaman, ikincisinde “ecel geldiği zaman” üçüncü ayette “Allah’ın taktir ettiği vakit geldiği zaman” buyurulmuştur. Yani ecel gelip çatınca, elbette ne ileri geçebilir ne de geri kalabilir. Gelip çatmadan ise Allah cc’ün onu dua, sıla-i rahim, yahut hayır yapmakla geciktirmesi, şer işleyen yahut Allah cc’ün bitiştirilmesini emrettiği şeyi kesen ya da Allah cc’ın sınırlarını çiğneyen kimse için de öne alması caizdir. Ömer b. Hattab hakkında ileri geri konuşulduğunda Kab’ul Ahbar’ın söylediği şu söz ne kadar güzeldir: “Allah’a yemin ederim ki eğer Ömer ra Allah’tan ecelini geciktirmesini isteseydi elbette geciktirirdi.” Bunun üzerine kendisine şöyle denildi: Muhakkak ki Allahu Teala “Ecelleri geldiği zaman ne bir saat geri kalırlar ne de ileri geçerler.” (Araf 7/34) buyurmaktadır. O da cevap olarak: “Bu ecel hazır olduğu zamandır. Daha önce ise artması da azalması da caizdir.” Dedi ve Allahu Teala’nın şu buyruğunu okudu: “Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır.” (Fatır 35/11)

Özürlü bir kimsenin abdesti: İbrahim Nehai: “Bu kimse öğle namazı için vaktin sonunda abdest alır; bu abdestle hem öğleyi hem ikindiyi kılar. Akşam için vaktin sonunda abdest alır, o abdestle de hem akşamı hem de yatsıyı kılar demiştir. Zaman zaman sidiği gelen, içi giden, devamlı yellenen, burnu kanayan iyi olmayan, yarası devamlı kanayan kimseler her vakitte abdest alırlar. Bu abdestle bir vakit içinde o özürden başka bir şeyle bozmadıkları müddetçe farz ve nafile namazlardan diledikleri kadar kılabilirler. (Mülteka-1)

Özürlünün imamlığı: Abdestli kişinin teyemmümlüye, abdest uzuvlarını yıkamış olan kişinin, mesela mest üzerine veya sargı üzerine meshetmiş olan kişiye; ayakta duranın oturan kişiye iktidası da, bunun tersine bir iktida da sahihtir. Nafile kılan farz kılana uyabilir, fakat aksi sahih değildir. İma ile namaz kılan kişi kendi durumunda olana uyabilir. (Diyanet İlmihali 1)

            Devamlı bir özrü olan sidiğini ya da abdestini tutamama, kan akması vb Hanefi ve Hanbelilere göre kendisi gibi olanlara imamlık yapabilir. Diğerlerine yapamaz. Malikilere göre mekruh olmakla birlikte herkese yapabilir. Şafilere göre herkese yapabilir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2-Vehbe Zühayli)

P     

Pelteğin imamlığı: Pelteğin okuyamadığı harfleri okuyabilen bir kimse bulunursa imam olan pelteğin de, diğerlerinin de namazı fesada gider. (Fetevayi Hindiyye)

            Esah kavle göre peltek olmayan bir kimse pelteğe uyamaz. (İbni Abidin-2)

Peruk: Saçla hiçbir suretle faydalanmak, istifade etmek caiz değildir. Zira bu konuda hadis vardır: “Saç ulatan ve ulayan, başkasının saçını kendi saçına ekleyen ve bunu eklemede vasıta olan kişilere Hz. Peygamber ve Cenabı Allah lanet etmiştir.” Buyurulmaktadır. Ancak kadınların saçlarına uladıkları kılları hayvan kılından yapılması durumuna izin verilmiş, saç örgülerini, bu tüy ve kıllarla uzatmalarına cevaz verilmiştir. (İbni Abidin-10)

            Kadının saçını erkeğe benzeyecek ölçüde kısaltması, ya da tıraş etmesi de tedavi gayesiyle olmadıkça haramdır. (İbni Kudame-Mugni) Peruk olarak insan saçından başka birşey kullanmasına izin verilmiştir. (İbni Abidin) (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Peygamberimizi görmeden iman edenlerin mükafatı: Ebu Ümame ra’den Peygamber Efendimizin “Ne mutlu o kimseye ki, beni görmediği halde bana iman eder” buyurarak bunu yedi kez tekrarladığını rivayet etmiştir. (İmam Ahmed) Ebu Ya’la’dan Peygamber Efendimiz “Ah, kardeşlerimi ne zaman göreceğim diye hasret çekti. Ashap- Ya Rasulallah biz senin kardeşlerin değil miyiz? Dediler. Peygamber sav: Siz benim arkadaşlarımsınız. Kardeşlerim beni görmedikleri halde bana inananlardır, buyurdu. (İmam Ahmed) (Hayatüs Sahabe-2)

Peygamberimize salatu selam getirmek: Bir kimse peygamber sav’in ismini duyarsa, o şahsın, peygamber sav’e salatu selam getirmesi gerekir. Şayet bir mecliste peygamber sav’in ismini tekrar tekrar duyarsa, bu hususta alimler ihtilaf etmişler bazıları “Her işittiğinde değil de, bir defa efdaldir. Okumasını bitirdikten sonra söylerse bu efdal olur. Eğer okumazsa bir şey gerekmez”demişlerdir. Eğer peygamber sav’e âl ve ashabına, ismini her işitmesinde salatu selam getirmezse, zimmetinde o salat borç olarak kalır. (Fetevayi Hindiyye)

Peygamberimizin tesbihte parmaklarını kullanışı: Abdullah b. Amr’in “Resulullah as’ı, tesbih çekerken sağ elinin parmak uçlarını sayarken gördüm” dediği rivayet edilir. (Asım Köksal-İslam Tarihi 18.cilt)

Pijama ve sabahlık ile namaz: Setrü avrete riayet etmek ve temiz olmak şartı ile ev kıyafeti olan pijama ve sabahlıkla namaz kılmak caizdir. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

Pislik yiyen hayvanın kesimi: Pislik yiyen hayvan, etinin kokusu gidinceye kadar kapanır. Bu müddet tavuk için üç gün, koyun için dört ve meşhur kavle göre deve ve sığır için on gündür. (İbni Abidin-1)

R     

Rabıta: Meşayihin ruhlarından yardım ve medet ummak, onların, menfaatı temin edecek, mazarratları def edecek güçte olduklarına, gaybı bildiklerine inanmak, insanın dünya ve ahiret işlerinde bir takım tasarrufta bulunabileceklerini zannetmek yanlıştır. Bunların kabirlerini aynı inançla ziyaret edip onlara kurban adamak da dinen tehlikeli bir davranıştır. Alimleri, faziletli insanları, Allah dostlarını sevmek, ilim öğrendiği kişilere saygılı olmak bir müslümandan beklenilen bir davranıştır. ancak, Allah’dan beklenilmesi gerekeni –kim olursa olsun- başkalarından beklemek dinimizin tevhid ruhuna aykırıdır. Bu anlamda rabıta, insanı şirke kadar götürebilir. (Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı)

            Hadis kitaplarında Peygamberin konuşmalarını nakleden sahabilerin “Şimdi onu görür gibi duyuyorum, onun şöyle şöyle yaptığını gözümle görür gibiyim” tarzındaki ifadeler, bu tür hayalde canlandırmanın fıtri ve tabii oluşunu göstermektedir. Rabıta da kafa karıştıran hususlardan biri belki resimle yapılan rabıtadır. Bu işin fotoğrafla yapılması, genellikle tehlikeli değerlendirmelere sebebiyet vermektedir. Bunun için resimle rabıta yapılmaması tavsiye edilmektedir. (Kamil Yılmaz Altınoluk Dergisi 122.sayı)

Ramazan ayında niyet: Ramazanda niyeti geceden unutup, öğleden evvel niyet etse orucu sahih olur. (İbni Nüceym) (Fetvalar 1- Nevzat Akaltun)

Ramazan orucunu tutmamak: Ramazan ayında niyet etmeksizin bir gün oruç tutmayan kimseye keffaret lazım gelmez. Yalnız kazası gerekir. (Diyanet Fetvası 1965)

Reankarnasyon: Rafızilerin itikadına göre ruhlar tenasüh halindedirler. Yani ruhlar bir cisimden diğer bir cisme intikal ederler. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Ruh hastasına okunacak dua: Übeyy b. Kâb ra’den: “Bir Arabî Peygamber efendimize gelip: Kardeşinin ruh hastası olduğunu söyleyince Peygamberimiz sav onun üzerine, Fatiha ve Bakara suresinin başından dört ayet, sonundan üç ayet, Bakara 163.ayeti ile Ayetül Kürsi, Araf 54.ayeti, Mü’minun suresinin sonundan 114.ayet, Cin 3.ayet, Saffat suresinin başından 10 ayet, Haşr suresinin sonundan üç ayet, İhlas, Felak ve Nâs surelerini okudu. Bunun üzerine adam kendisinde hiçbir şey yokmuş gibi ayağa kalktı.” (İmam Ahmed, Tirmizi, Hakim) (Hayatüs Sahabe-4)

Ruhların ziyaretleşmeleri: Ahmed, Hakim ve tirmizi, Nevadirül Usul’da Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiklerine göre Peygamber sav “Bir günlük mesafede müminlerin ruhları birbirini ziyaret ederler. Halbuki o zamana kadar biri diğerini görmüş değildir.” Buyurdu. Bezzar sahih bir senedle Ebu Hureyre’den şöyle demiştir: “Mümine ölüm gelince, göreceğini görür ve Allah’a yalvarmayı sever. Allah da onun gelmesini ister. Müminin ruhu semaya yükselir. Diğer ruhlar onu karşılarlar. Akrabaları hakkında malumat edinmek üzere soru sorarken cevaben “filan hala dünyadadır (yaşıyor) deyince taaccup ediyorlar. “Filan da benden önce öldü deyince de o bize gelmedi” diyorlar. (İmam Suyuti-Kabir Alemi)

            İbni Kayyım, Ruhların Ziyaretleşme ve Görüşmeleri bahsinde demiş ki: “Ruhlar iki kısımdır. Nimet gören ruhlar ve azap gören ruhlar. Azap görenler, görüşüp ziyaretleşemezler. Nimet görenler ise serbesttirler, görüşürler, ziyaretleşirler. Dünyadaki eski hatıralarını birbirlerine zikrederler. Her ruh, aynı meslekte olan bir arkadaşıyla bulunur. Allah buyuruyor: “Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, Allah’ın nimetlendirdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraber olur. Onlar arkadaş olarak ne iyidirler.” (Nisa:69) Bu beraberlik dünyada, berzahta ve ahirette sabittir. İnsan bu üç diyarda sevdiğiyle beraber olur. (İmam Suyuti Kabir Alemi)

Rüşvet ne zaman verilir?: Rüşvet sadece iki yerde verilebilir. 1) Haksız bir yerde hapis ve işkenceye maruz kalındığında 2) Malın elinden gitmesi durumunda rüşvet vermek çare ise o zaman ona başvurulabilir. (Şirvani, İbni Abidin) (Halil Gönenç)

            Hediye şartsız olarak verilse ve fakat alan, kendisine, devlet dairelerinde ona yardım etmesi için hediye verdiğini kesinlikle bilse, ulemamız bunda bir beis olmadığı görüşündedirler. Her hangi bir ön şart ve bekleyiş olmaksızın ihtiyacını giderse ve ondan sonra hediye verse, bunu kabul etmekte bir beis yoktur. Bu hususta almanın hoş olmayacağına dair İbni Mesud’dan rivayet edilen haber, takvanın ileri derecesini bildirir. Bu husus Bezzaziyye’de de aynıdır. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer) 

            Rüşvetin bazı nevileri vardır: 1- Bir kimsenin diğer bir kimseye dostluk ve muhabbet için olmayarak, hediye vermesidir. Bu nevi, hediye veren için de, alan için de helaldir. 2- Bir şahsın diğer bir şahsa onun kendisini korkutması sebebiyle, onun korkusundan nefsini korumak için hediye vermesidir. Bir kimsenin hükümdarın zulmünden canını veya malını kurtarmak için ona hediye vermesi gibi... Bu çeşit hediye helal değildir. Bu gibi hediyeyi alanlar, söylenilen azabın altına girerler. 3- bir kimse diğer birine kendisiyle hükümdar arasında olan işini düzeltmesi için, malını hediye verir ve ihtiyacını açıklar. Bu da iki yönlüdür: a- Onun isteği haram olur. Bu durumda alana da verene de helal olmaz. B- İsteği mübah olur: o da iki yönlüdür: Hükümdarın huzurunda isteğini açıklaması şartıyla hediye verir. Bu durumda her ikisine de almakta vermekte helal olmaz. Bir başka çeşidi de: Bir kimse hükümdara kendisini hakim tayin etsin diye veya başka bir iş için hediye verirse, bu da her ikisine de haram olur. Muhit’te de böyledir. (Hindiyye-6)

            Normal yollardan hakkını alamayan bir kimsenin sırf hakkını alabilmek için rüşvet vermesi caizdir. (İslam 4-Said Havva)

Rüya: Peygamberlerden başka hiçbir kimsenin rüyası, ne kendi için ne de başkaları için delil olmaz. (İslam Akaidi-A. Lütfi Kazancı)

S     

Sabah namazına farzda yetişen kimse: Eğer sünnet kıldığı takdirde ikinci rekatte imama yetişeceğini umarsa hemen sünnetini kapıda kılar ve ondan sonra içeri girer. Sünneti kapıda kılar dedik çünkü imam cemaatle namaz kılarken cami içinde imamdan ayrı olarak namaz kılmak mekruhtur. (Hidaye Tercümesi)

Saç ve bıyıkları boyamak: Saçları ve bıyıkları kına ve benzeri, suyun nüfuzuna engel olmayacak nitelikteki boyalarla boyamak gusül abdestine mani değildir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

Sakal ve bıyık bırakmak: Sakalı kesmek Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezheplerinde haram görülmektedir. Nevevi, Rafii, Gazali ve Şafii alimlerinin çoğuna göre sakalı kesmek tenzihen mekruhtur.(İanetüt Talibinden) Peygamberimizden gelen hadislerden bir kısmında sakalı uzatmak ve bıyığı kısaltmanın fıtrattan olduğu belirtilmişken, bir kısmında da açıkça sakalı uzatıp bıyığı kısaltmak emredilmiştir. Ebu Davud’u şerheden Hattabi, Hz. Aişe vasıtasıyla rivayet edilen ve içerisinde sakalı uzatıp bıyığı kısaltmanın da bulunduğu on şey fıtrattan olduğu bildirilen hadisin şerhinde alimlerin çoğunun burada fıtratı sünnet manasına anladıklarını kaydeder. Hattabi devamla “Bunun manası şudur: Şüphesiz bu hasletler bizim kendilerine uymakla emr olunduğumuz Peygamberin sünnetlerindendir. Çünkü Cenabı Hak “Sen onların yollarına tâbi ol” buyurmuştur der...Bunu için sakal vacip veya sünnettir. (Halil Gönenç-Fetvalar)

            İbni Hümam “Kadınlaşan erkeklerin ve bazı mağriblilerin yaptığı gibi, sakalın bir kabzadan az bırakılmasını hiçbir alim mübah görmemiştir. Sakalı tamamen kazımak ise Hindli yahudilerin ve İranlı mecusilerin adetidir. Ehli sünnetin bütün müctehid imamları “Sakalın mütevatir bir sünnet olduğunda ve tamamen kazımanın haramlığında ittifak etmişlerdir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Sakalı kesmek Şafii’ye göre mekruh, diğer üç mezhebe göre haramdır. Sakal duası sonradan ihdas edilmiştir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Eba Nuh ile Ced Cemire Peygamber efendimizin yanına girdikleri zaman sakallarını tıraş etmiş ve bıyıklarını bırakmış oldukları için Peygamber efendimiz onların yüzüne bakmaktan ikrah etti ve: “Yazıklar olsun size! Bu ne biçim kılıktır.” Diye onları kınadı. Onlar da Kisra’yı kastederek –Bizim Rabbımız ise böyle emretmiştir, dediler. Peygamber efendimiz “Benim de Rabbim bana sakalımı bırakmamı ve bıyıklarımı kestirmemi emretmiştir.” Dedi. (Bidaye İbni Cerir’den) (Hayatüs Sahabe-1)

            Bir tutamdan az olan sakal, bazı Mağriblilerle kadınlaşmış erkeklerin yaptığı gibi kısaltmaya gelince, bunu kimse mübah görmemiştir. Bütün sakalı kazıtmak ise hint yahudileri ile Acem mecusilerinin işidir. (Fetih) (İbni Abidin-4)

            Ebu Davud şarihi es-Suki, sakalı emreden on kadar sahih hadis zikrettikten sonra, aksine delil olmadığı için, bu emirlerin vücup ifade ettiğini, bu yüzden sakalı kesmenin dört mezhebe göre de haram olduğunu söyler. Bir kabzeden az olan sakalın alınmasını muhanneslik ve bazı Mağribliler’e benzemek olduğunu, bir kabzeden fazlasının ise alınması gerektiğini delilleriyle anlatmaya çalışır. (Sübki-Menhel) sakal yokken bıyığı da kazımak, kadına benzemek sayılacağından, muhanneslik olması itibariyle ikinci bir mahzurlu iş olmalıdır. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

            Sakalla ilgili hadisler ile tatbikata bakan ulema sakalı tıraş etmenin haram olduğu neticesine varmışlardır. Kadı Iyad bunun mekruh olduğunu söylemiştir. Aynı mahiyette peygamberimizin söylediği boyama emrini yerine getirmenin farz ve terkinin haram sayılmaması da bu görüşü destekler. (İbni Hacer) Bazı muasır alimler bunun bir adet meselesi olduğunu düşünerek mübah olduğunu söylemişlerdir. Kardavi’de ikinci görüşü tercih eden muasır bir alimdir. (Kardavi-Helal ve Haram, Şerbasi-Yeselunek) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Sünnet miktarı olursa, sakalı uzatmak da mekruh değildir. Sünnet miktarı bir tutamdır. Nihaye sahibinin açıkladığına göre, sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek vaciptir. Bunun muktezası, kesmemenin günah olmasıdır. Meğer ki vücup “subût” manasına yorumlana. (İbni Abidin-4)

Sarıkla namaz: Sarıkla namaz kılmanın faziletinden bahseden bütün hadisler, ya “mevzudur” ya da “sabit değildir” damgasını yemişlerdir. Fakat bu, sarıkla namaz kılmanın yasak olduğu yada genel olarak sarığın şiar olmadığı anlamına gelmez. Gerçi namazın bir sünneti olduğunu söyleyenler de vardır. Nitekim Allah Resülünün sarıkla namaz kıldığı sabittir. Fakat genel olarak, sarığın bir islam şiarı olduğunda çoğunluk müttefiktir. Ebu Davud’un ve daha başkalarının rivayet ettikleri: Müşriklerle bizim aramızdaki fark, kalansüveler üzerindeki sarıklardır” hadisi şerifi her ne kadar sahihlik derecesine ulaşmış değilse de, birçok rivayetlerle desteklendiği için, zayıf olarak da görülmemiştir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Satılan malın kusurunun söylenmesi: Malın kusurunu satıcının söylemesi vacip olduğu gibi, bunu bilen herkesin söylemesi de vaciptir. Peygamberimiz sav “..bu kusuru bilen başkası da söylemezse kendisi için helal olmaz, yani sorumlu olur.” (İmam Ahmed) Büyük Şafii İlmihali)

Satışı çeşitli zamanlara bağlamak: Satışı hacıların gelişiyle kayıtlamak caiz değildir. Aynı şekilde satışı hasat, ekini dövme, üzümü kesme ve koyun kırpma zamanlarıyla kayıtlamak da caiz değildir. Çünkü bu işler ileri geri olmaktadır. (Hidaye Tercümesi)

Satranç oynamak: Satranç, düşünme ve aklı kullanmağa sevk eden bir oyundur. Şartsız olduğu takdirde bazı sahabe ile Şafii mezhebine göre caiz ise de Hanefi Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre haramdır. (Halil Gönenç-Fetvalar)

            Satranç oyunu Sahabei Kiram döneminde bilinmekteydi. Bu konuda ihtilaf vardır. İbni Abbas ra ve Ebu Hureyre ra mübahlığı üzerinde durmuş, Hz. Ali ra ve diğer bir kısım sahabei kiramda kumar noktasını ele alarak haramlığını esas almıştır. Molla Hüsrev “Satrançla kumar oynarsa yahut satrançla oyalanıp namazı terkederse şahidliği kabul edilmez. Fakat kumarsız ve namazı terketmeksizin sadece satranç oynamak bize göre (Hanefi) mekruh ise de İmam Şafiye göre satranç mübah olmakla, onda içtihada mesağ vardır. Tavla ve dama ise bunun zıddınadır, çünkü her ikisi de şer’an yasaklanmıştır. Zahirür Rivayeye göre tahrimen mekruhtur. (ibni Hümam, Molla Hüsrev, Mülteka) (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Satranç, tavla, on dörtlükler gibi her çeşit oyun oynamak mekruhtur. Eğer kumar söz konusu olmayıp sadece eğlence maksadı ile ise, o zaman vakit zayi etmek olduğu için yine iyi değildir. (Hidaye Tercümesi)

Savaş halinde namaz kılmak: Göğüs göğüse savaş halinde, nmazın velli bir şekli yoktur. Askerlerin her biri kendi başına muktedir olduğu halde yürüyerek, durarak, binek üzerinde, yüzü kıbleye doğru olsun olmasın namaz kılabilir. Ruku ve secdeleri işaretle yapar. Yani başının hareketiyle ruku ve secdeleri yerine getirir. Bu halde namaz kılarken savaşın gerektirdiği hareket ve darbeler mazeret sayılır, yani sakıncası yoktur. Ancak namaz esnasında bağırıp çağırmak ve konuşmak mazeret sayılmaz. Ayrıca mükellef olan kimse, içinde bulunduğu her şiddetli korku halinde, mesela akan selden veya yırtıcı hayvanlardan kaçışı sırasında bu şekilde namaz kılabilir. (Büyük Şafi İlmihali)

Seferi namaz: Yolculuğa çıkmış bulunan kişi, bir ihtiyaç için memleketine geri dönse mukim olur. Bir şehirde memur olsa, asıl köyüne ziyarete gitse mukim olur. Çünkü bu kişi iki vatanlıdır. Bir kimsenin asıl vatanı kendisi, ailesi ve ev eşyası ile tamamen başka bir şehre hicret edince batıl olur. Bunun delili hicretten sonra Hz. Peygamber’in kendini Mekke’de yolcu saymasıdır. Hanefilere göre emniyet içindeyse seferde sünnet namazlarını kılar. Yolculuğa devam mecburiyeti varsa kılmaz. Muhtar olan görüşte budur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Bir kimse namaz kılarken, mukim mi, misafir mi olduğu hususunda şüpheye düşerse 4 rekat kılar. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

            Vatanı asli: Kişinin doğduğu veya evlendiği yahut yerleştiği yerdir. İlk vatanında kimsesi kalmadığı zaman bu vatan yalnız misli batıl olur. İlk vatanında ailesinden kalanlar varsa batıl olmaz. Her iki vatanda da namazlarını tam kılar. (İbni Abidin-3)

Selam verilmeyecek davranışlar: Şaka yapan yaşlıya, yalan söyleyen kimseye, boş söz konuşana, insanlara sövene, sokaklarda kadınların yüzüne bakan kimseye –tevbe ettiği bilinmedikçe- selam verilmez. Gunye’de de böyledir. Şarkı söyleyene, bevl edene, güvercin uçurana, hamamdaki veya başka yerdeki açık çıplaklara selam verilmez. Böyle olanların verdiği selamı iade etmek gerekmez. Gıyasiyye’de de böyledir. Günahkarla karşılaşınca selama önce başlamamak esahh olan kavildir. (Fetevayi Hindiyye)

Senet, çek ve bono satışı: Senet, bono ve çek satmak veya satın almak caiz değildir. Çünkü bunlar para veya meta’ değildir. (Halil gönenç)

Sıkışık hallerde namaz kılmak: “Sizden biriniz namaza dururken helaya gitmek ihtiyacı duyarsa önce helaya gitsin” (Ebu Davud 1, Tirmizi, Darimi, Ahmed) Namazı sıkışık bir şekilde kılmanın namazı bozmayacağı görüşünde olanlar “Hadisteki nehy, namazın dışındaki kişilerle ilgilidir. Bizzat namazla ilgili değildir. Bilakis namazın hiçbir farzını terketmeden eda eden kimse için iadesi gerekmez"”dediler. şafiler ve Hanbeliler bu görüştedir. Önce ihtiyacın giderilmesi sonra namaza durulması menduptur. Hanefilere göre farzlara ve vaciplere dikkat edilmesi şartıyla bu halde kılınan namaz sahihtir. Ancak namazda gerekli huzurun sağlanmaması sebebiyle mekruhtur. Zira namazda aranan husus huzuru kalp ile namazın eda edilmesidir. Bu bakımdan cemaatle namaz kılarken abdestine sıkışan kimse, ikinci bir cemaat bulamama ihtimali bile olsa namazı bozup, abdest ihtiyacını giderdikten sonra abdest alıp namazını yeniden kılar. (İbn Abidin) Şafilerle Hanbeliler bu görüştedirler. İnsan gönlünün arzu ettiği bir yemek hazırken de yine namaza durmamalıdır. (Ebu Davud Tercümesi 1)

Sıkışık durumda olanla alışveriş: Hanefiler “Sıkışık durumda olan kimsenin alış verişi geçersizdir. Bu şöyle olur: Adam bir yiyecek, içecek, giyecek vb maddeyi almak zorundayken satıcı söz konusu malları normal fiyatlarından yüksek, hatta fahiş fiyatlarla satıyor. Eğer biri malını satmak zorundayken çok ucuza kapatılmak istense onun da hükmü aynıdır.” Sıkışık bir durumda olan kimseyi düşük ücretle çalıştırmak da aynı kategoriye girer. “Zarar vermek de zarara uğramak da yoktur.” (İmam Ahmed, İbni Mace) (İslam 4 Said Havva)

Sıvılardaki necaset miktarı: Sıvı necaseti galizelerde “az” avuç içinden daha az olanlardır. Bağışlanmış olmasına rağmen az necasetle kılınan namaz, meşhur görüşe göre tahrimen mekruhtur. Katı necaseti galizede “az” dirhemden 2.17 gr’dan az olan miktardır. Elbisedeki hafif necasetin azı, elbisenin dörtte birinden az olandır. Bedende de necasetin bulaştığı kol ve ayak gibi organın dörtte birinden az olandır. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Sigara: Hanefi fukahası “Haramın sabit olması için kat’i ve şüphesiz bir delil şarttır” hükmünde müttefiktir. Tütün insanı sarhoş etmediği için diğer içkilerin yasaklanmasındaki illet mevcut değildir. Müminler nasıl vacip olan bir ibadeti eda hususunda titizlik gösteriyorlarsa, tahrimen mekruh olan hususlarda da titiz olmak durumundadırlar. Hanefi fukahası; istihsanı, kıyas içerisinde müteala etmiştir. Sigara, gerek insanın sağlığına gerekse malına verdiği zarardan dolayı mekruhtur. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Bir anda zarar verenle, zamanla zararlı olan arasında haram olmaları bakımından bir fark yoktur. Mali zararı da vardır. “Gereksiz yere saçıp savurma! Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” Sigaranın haram olduğuna fetva veren alimler şunlardır: Şeyhül İslam Ahmed Senhuri, İbrahim el-Likani, Ebu Gays el-Kaşşaş, Dımeşk alimlerinden Necmeddin b. Bedreddin, Yemen alimlerinden İbrahim b. Ceman ve öğrencisi Ebu Bekir b. El-Ehdel. Hanefi olan Şeyh Ebu Sehl Muhammed İbnul Vaiz der ki: “Kati deliller onun mekruh oluşunu, zanni deliller de haram oluşunu göstermektedir. Bu nedenle (tahrimen) mekruh olduğunu savunuyor. Doktorlar geç de olsa sigarada ölüm mikrobu bulmuşlardır. Şayet ulema bu maddede zarar olduğu konusunda kesin bir karara varsaydı hiç çekinmeden onu haram kılarlardı. Bizim kanaatimiz haram olması mekruh olmasından daha kuvvetlidir. Alışkanlık haline geldiğinde biyolojik ve ekonomik zararın olacağı kaçınılmazdır. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

            Tütün, 15. asırdan sonra, İslâm ülkelerine girmiştir. O zamandan beri, İslâm uleması onu içmenin hükmü üzerinde durmuşlardır. Şöyle ki:

a. Bâzı âlimler, tütünün mübah olduğunu söylemişlerdir. Bunu söyleyenler, tütünün zararı olmadığını ve Şâri' tarafından men'edilmediğini ileri sürmüşlerdir.

Halbuki, bugün tütünün zararları ilmen kesin şekilde ortaya çıkmıştır. Zararsız olduğu söylenemez. Şâri'nin men'etmediğini söylemek de doğru olmasa gerektir. Zira Şâri', her haramı ismen tek tek zikretmemiştir. Hüküm, sadece sarih ve hususî naslarla değil, naslarda geçenlerin haram kılınış illetlerine bakarak yapılan kıyas ve istidlâl yollarıyla da verilebilmektedir. Bu bakımdan hakkında sarih nas olmayan bir nesne hakkında kıyas ve istidlâl yoluyla bir hüküm verilmesinde hiçbir mâni yoktur.

b. Bâzıları da sigara içmek mekruhtur, demişlerdir. Bunlar, kıyasla sâbit bir hükme, haram demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sâhibi olmamaları yüzünden bu hükmü vermişlerdir.

c. Bâzıları da sigara içmek, özellikle tiryakisi olmak haramdır, demişlerdir. Bunların mesnedi ise, sigaranın vücuda zarar vermesi, israf olması ve nafaka mükellefiyetinde darlığa yol açması gibi sebeplerdir.

Bu 3 sebebden biri gerçekleştiği yer ve durumda, sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise, mekruhtur. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen)

            Hem içene hem de o ortamda bulunan şahıslara ve çevreye verdiği zararlar, israf ve hakların ihlaline yol açabileceğinin kuvvetle muhtemel olması dikkate alınarak, sigara içmenin kural olarak dinen “harama yakın mekruh” sayılması gerekir. Ancak beden verdiği zarar ilmen ve tıbben açıklık ve kesinlik kazanmışsa, açık bir israfa ve kişinin nafaka yükümlülüğünü etkileyip aile fertlerinin ve bakmakla yükümlü bulunduğu kimselerin nafakasını kısmasına yol açıyorsa, zorunlu harcamalardan ve asli ihtiyaçlarından bile fedakarlık yapmaya zorluyorsa, o takdirde sigara içmenin dinen de “haram” olduğu söylenebilir. Nargile ve enfiye gibi alışkanlıklar da bu çerçevede değerlendirilebilir. (Diyanet İslam İlmihali-2)

            Tütün içmenin hükmü de bundan anlaşılır. Şurunbulali bunu Vehbaniyye Şerhinde şu sözleri ile manzum olarak anlatmıştır: “Tütünü satmak ve içmekten men edilir. Oruçta onu içen şüphesiz iftar etmiş olur. Şayet faydalı zannederse keffaret vermesi de lazım gelir.” (İbni Abidin-4)

            Tütün 15.asırdan sonra yeni dünyadan islam ülkelerine girmiştir. Tütünün mübah olduğunu söyleyenler zararı olmadığını ve Şâri tarafından men edilmediği deliline dayanmışlardır. Halbuki, sigaranın zararı bugün ilmen, kesin olarak bilindiği için zararsız denemez. Hüküm kaynakları yalnız sarih ve hususi nasslar değildir. Nasslarda geçenlerin haram kılınış sebeplerine bakılarak yapılan kıyaslar ve diğer istidlal yolları vardır. Sigara içmek mekruhtur diyenlerin dayanağı, kıyasla sabit bir hükme haram demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sahibi olmamalarıdır. Sigaranın haram olduğunu söyleyenlerin delilleri zarar, israf ve nafaka mükellefiyetidir. Netice olarak denebilir ki, bu üç sebepten birisinin gerçekleştiği yer ve zamanda sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise mekruhtur. Her iki durumda da sigaranın içilmemesi, terkedilmesi dince gereklidir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Sigaranın mutlak haram olduğunu söyleyenlerin tutundukları deliller, onun mutlak mubah olduğunu söyleyenlerin delillerinden hem daha çok hem de daha tutarlıdır. Sigaranın hükmü mutlak haramla, mutlak mubahın orta noktasından mutlak harama daha yakındır. Buna da tahrimen mekruhtur denilebilir. Haram diyenler arasında Şurunbulali, Mesiri, Ed-Dürrül Münteka sahibi Selim es-Senhuri, İbrahim el-Lekkani, Halid b. Ahmed, İbni Haldun, Necmeddin el-Gazzi, Kalyubi, İbn Allan, Ahmed el-Behuti. Haramlık gerekçelerinden bazıları Bu kişilerin ağzı kokar bu da sürekli camiye gelmemelerini gerektirir. Ayeti kerimede “Mümin erkekler ve mümin kadınlara hak etmedikleri bir şeyle eziyet edenler şüphesiz açık bir buhtan ve günahtan yüklenmişlerdir.” (Ahzap:58) Sigara içenler içmeyenler için küçümsenmeyecek bir eziyettir. Eza veren şey aynı zamanda pisliktir. Ayette “habis” (murdar) şeylerin haram kılındığı bildirilmiştir. (Araf:157) Sigaranın teneffüs edilen kısmı dumandır, yani ateştir. Suçlulara ceza aracı olarak yaratılan şeyler insanlar için nimet olamazlar. Sigara hiçbir faydası bulunmayan safi bir israftır. İsraf ise haramdır. Sigara abesle iştigaldir. Sigara islam alemine hıristiyan ve yahudilerden geçmiştir. Sigara insan için zararlı bir şeydir. “zarar ve zarara mukabil zarar yoktur” “Kendi kendinizi öldürmeyin”(Nisa:29) “Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” (Bakara: 195) Sigara bir çeşit uyuşturma etkisi yapmaktadır. Sigara en azından şüphelidir. Böyle şeylerde hadiste de belirtildiği gibi harama düşürür. Sigara konusunda islam halifesinin yasaklaması söz konusudur. Sigara insanı ibadetten ve zikirden alıkoyar. Sigara tiryakileri oruca zor tahammül ederler. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

            Fakat her halükarda tütün ziraatı ve sigara alım satımı yapmaktaki mahzur içilmesinden daha azdır. Çünkü sigaranın maddesi bizzat (li-aynihi) pis değildir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

            Her yıl ABD’de 440 bin, İngiltere de 120 bin insan sigara nedeniyle ölmektedir. Tüm dünyada bir yıl içinde ölenlerin sayısının 13-14 milyon olduğu tahmin edilmektedir. (Ribat Dergisi 169.sayı)

Sigara kokusu ve cemaatle namaz: Sigaranın zararı bugün tıbben sabit olduğundan, cami ve cemaatine gitmesine engel olan sarmısak ile soğan kokusu kadar kerih görüldüğünden onu içmemek daha uygundur. (Halil Gönenç)

Sigorta: Hiçbir tereddüt olmadan Allah’a tevekkük bazı havassın hâli ve kârı olabilir. Resulün ümmetine tavsiyesi tedbirdir. Sigortada tedbirlerden biridir. Ancak sigorta, insanların istikbal endişesini, kaza ve felakete uğrama korkusunu istismar ederse islamın bunu meşru görmesi düşünülemez. Bilinen üç sigorta çeşidi vardır. 1- Devlet sigortası, 2- Üyelik sigortası, mesela bir iş koluna mensup üyelerin, içlerinden birinin kaza ve felakete uğradığı zaman yardım edilmek üzere periyodik bir meblağ vermeleriyle gerçekleşir. Bu da meşrudur, teşvike değer bir sigorta çeşididir. 3- Ücretli sigorta. Bir sigortacının kaza, yangın vb durumlarda zararı ödemek, bunlar meydan gelmezse hiçbir şey ödememek üzere bir şahısla ücretli sigorta akdi yapmasıyla vücut bulur. Bu şekil bilhassa sigortacının kazancı açısından islami ahkama aykırıdır, ancak zaruret halinde (diğer sigorta çeşitleri bulunmadığında) caiz olabilir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Müslümanların pirimli sigorta şirketleri kurup işletmeleri caiz değildir. İslami sigorta kurumlarının bulunmadığı ülkelerde müslümanlar, mallarını ve sağlıklarını –hayatlarını değil- mevcut sigorta şirketlerine de sigorta ettirebilirler. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Mal ve hayat sigortaları yaklaşık yüz yıl önce çıkmış ve islam alimleri bununla ilgili çeşitli yorumlar yapmışlardır. İslam alimlerinin bir kısmı, sigorta şirketi haramdır demiş, bazıları da içinde faiz olmamak şartıyla helal olduğuna hükmetmiştir. Haramdır diyenlerin delilleri şunlardır; çünkü bu akidde aldanma mevcuttur. Bir nevi kumardır. Faiz ihtiva etmektedir. Başkasının malı haksız yere alınmaktadır vb sebepler ileri sürmüşlerdir. Helaldir diyenlerin delilleri ise şunlardır: Sigorta akdinin bir satış akdi olmadığını, aksine felakete uğramış kimselerin zararının hafifletilmesi için bir yardım ve dayanışma akdi olduğunu, ayrıca zarara uğrayan kişinin tek başına bu yükü kaldıramayacağını, ancak başkasının yardımıyla bu felaketi izale edeceği gibi sebepler ileri sürmüşlerdir. (Büyük Şafi İlmihali)

            Kapitalist sistemde herkesin hayatını sadece kendi imkanlarına dayanması esastır. Eğer bir kişi yaşlılığı için bir kenara bir koymazsa, yaşlılığında yoklukla yüz yüze gelebilir; eğer bir kişi çocuklarına bir bırakmadan ölürse, çocukları bir parça ekmek bulamadan kapı kapı dolaşacaklardır. Hasta olduğunda birikmiş parası olmayan kişi tedavisini bile sağlamaya muktedir olamayacaktır; evi yanan, iflasa uğrayan veya başına başka bir çeşit ani felaket gelen kişi yine bir birikimi yoksa hiçbir yerden hiçbir destek bulamaz. İslam, beytül mâl varolduğu sürece sizin için hiçbir açlık ve barınak yokluğu tehlikesi olmayacaktır. (Siret Ansiklopedisi-2)

Sövmek: Eğer bir kimse bir başkasına “Ey orospunun oğlu” diye söver ve o kimsenin annesi de sağ olmadığı için onun yerine oğlu davacı olursa ona ceza lazım gelir. (Hidaye Tercümesi) Bir kimsenin bir müslümana zina isnad etmeyip, sadece ona fasık, kafir, habis yahut hırsız demesi de idari cezayı gerektirir. (Hidaye Tercümesi)

Susuz kalmak ve içki içmek: Bir şahıs şarap içmeye zorlansa veya haram olduğnu bilmeyerek içse cezalandırılmaz. Susuzluğu gidermek için içki içerse cezalandırılır. Çünkü içki susuzluğu gidermez. (Ahkamus Sultaniyye-İmam Maverdi)

Sünnetle farz arasında konuşmak: Sünnetle farz namaz arasında konuşmak namazı ifsad etmezse de sevabı eksiltir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Sünnet namazları: Sünnet namazları farzlarda meydana gelen eksiklikleri tamamlamak ve kıyamet gününde Allah’ın huzurunda farzlardaki eksiklikler için bir gerekçe olarak kullanılabilir. Muhakkik alimler, imamın müstehap namazları sık sık terketmesi gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü cemaat zamanla bu namazları vacipmiş gibi algılayabilir. İnsan bankalarda yatan malını ve servetini artırmayı düşünür de niçin Allah katında değer ifade edecek olan iyiliklerini artırmayı düşünmez? Kıyamet gününde insanın hesaba çekileceği ilk şey namazdır. İlk önce farz namazlarına bakılır. Şayet farz namazlarını tam eda etmişse bırakılır yoksa sünnetlere bakılır onda da eksiklikler varsa bu sefer nafile namazlara bakılır. Farz namazlarından eksik olanlar bu sünnet ve nafile namazlarıyla tamamlanır. Şunu da belirtelim ki bir müslüman rükünlerini, adaplarını ve şartlarını tam manasıyla yerine getirdiği müddetçe farz namazlarıyla yetinmesinde herhangi bir kusur ve günah olmaz. Peygamber sav: Sadece farz namazlara, ne bir ekleme ne de bir eksitme yapmaksızın kılacağını söyleyen adam için Eğer sözünde durursa felah bulur” veya “Eğer söylediklerini yaparsa cennete girer buyurmuştur” (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

Sünnet namazları evde kılmak: Bu secde yerlerinin çoğalması için yapılır. Farzı camide kıldıktan sonra eve gelip sünneti evde kılmak daha efdaldir. (Büyük Şafi İlmihali)

Sünnet namazların terki: Sünnet namazlar sünneti müekkede ve sünneti gayri müekkede olarak ikiye ayrılır. Sünneti müekkede olan namazlar, Peygamber sav efendimizin devamlı kılıp pek az terketmiş oldukları sünnetlerdir. Bu sünnetlerin yapılması  sevaptır. Kasden terk edilmesinde azap yok ise de itab (azar) vardır. Ancak aşırı yorgunluk, hastalık vb durumlarda sünnet namazlar terk edilebileceği gibi yolculuk esnasında seferi durumda da terk edilebilir. Sünneti gayri müekkede; Peygamber Efendimizin ibadet maksadı ile arasıra yapmış oldukları şeylerdir. Bu sünnetlerin yapılması güzeldir. Sevaba ve Peygamberimizin şefaatine vesiledir. Kılanlar, sevabını alırlar; terk edilmesi ise azarlanmayı gerektirmez. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

            Mesele hakkında Hanefi mezhebinden İbni Nüceym gibilerin Şafii görüşüne meyletmeleri de hesaba katılarak, kırkbeş elli yaşlarından sonra namaza başlamış birisi gibi çok fazla kaza namazı olanların, sünnet yerine terkettiği farzların kazalarını kılmaları daha uygundur. Ancak bu görüşü tamim etmek ve bununla fetva vermek doğru olmaz. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

Sünnetin terki: Sünneti terk eden cehennem azabına layık olmaz. Fakat şefaatten mahrum olup itaba layık olur. Sünneti işleyen şefaata nail olur. (Fetvalar-1 Nevzat Akaltun)

Ş     

Şarap imalatçısına üzüm satmak: Şarap imal edeceği bilinen kişiye üzüm şırasını satmakta beis yoktur. Çünkü bununla direkt masiyet söz konusu değildir. (Hidaye Tercümesi)

            Şirayı içki yapan adama satarken maksad ticaret ise haram değildir. İçki yapması için verilirse haramdır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Şarkı söylemek: Şarkıcı ve şiirin güzeli güzel, çirkini de çirkin ve haramdır. Ancak, çalgılı aletlerle olursa mutlaka caiz değildir. (Mühezzeb) Ashabı Kiram ile büyük islam alimlerinden şiir ve kaside yazmamış (söylememiş) olanı hemen hemen yok gibidir. Binaanaleyh şiir ve şarkı söyleyip yazmakta herhangi bir sakınca yoktur, yeter ki islamın getirdiği ölçüler dahilinde olsun. (Halil Gönenç-Fetvalar)

Şek gününde oruç: Bir kimse şek gününde nafile oruca niyet etmiş olursa, sahih olan kavle göre, bunda bir beis yoktur. Eğer bu günün Ramazandan olduğu ortaya çıkarsa, o kimse ramazan orucunu tutmuş olur. Şaban ayından olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç nafile olur. Bu durumda orucunu bozarsa, kaza etmesi lazım gelir. Çünkü bu oruca açıkça nafile niyeti ile başlamıştır. Kadıhan’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

            Şek günü, yani Ramazandan olduğu kesin olarak bilinmeyen şabanın otuzuncu günü Ramazan diye oruç tutulamaz. Ancak eğer istenirse nafile olarak tutulabilir. (Hidaye Tercümesi)

Şeriat kabuk mu? Bazıları “Şeriat, meyvenin kabuğu gibidir, daha içi var, özü var diyorlar” halbuki insanı küfre götüren sözler ve fiillerle ilgili kitaplara baktığımızda şeriatı küçümsemek, hor görmek; herhangi bir yolu, sistemi, metodu, hükmü ondan üstün görmek, beğenmek, bağlanmak küfür sebebi olarak sayılmıştır. Ancak biz biliyoruz ki bu müslümanlar şeriatı küçük gördüklerinden dolayı böyle söylemiyorlar. Şeriatı daha güzel yaşama adına bunu söylüyorlar. Fakat aynı sözün şeriatı küçük görme manasına da geldiğini bilip kelimeleri ona göre seçmek gerekir. Öyleyse tarikle sıratı karıştırmayalım. Sıratı müstakiym de olmamız bize yeter. Başka yollara, hele şeriatı yetersiz görüp, daha ileri götüreceğini iddia eden yollara asla ihtiyaç yoktur. (Surelerle Yolculuk-Mustafa Uzun)

Şevval orucu: İmam Malik’ten: “Ramazan Bayramından sonra altı gün oruç tutan hiçbir alim ve fakih görmedim. Ashaptan hiçbirisinden de bu konuda bir rivayet bana gelmedi. Ancak alimler, bazı cahillerin bu altı günü Ramazana dahil etmelerinden ve bir bidat uydurmalarından korkarak bunu mekruh bulmuşlardır. Şayet alimler bu konuda ruhsat vermiş olsalardı, onların da bayramdan sonra altı gün oruç tuttuklarını görürlerdi. (Muvatta 2-İmam Malik)

            Müekked nafile oruçlardan biri de Şevvalin altı gününde tutulan oruçtur. Nitekim Eyyup ra’den Rasulullah sav’in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: “Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, bütün yıl oruç tutmuş gibi olur.” (Müslim-Sıyam:204, Tirmizi-Savm:53, Ebu Davud-Savm:58) Sevban ra’den Rasulullah sav şöyle buyurdu: “Kim Ramazanda ve bayramdan sonra altı gün oruç tutarsa bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur. Çünkü kim bir iyilik yaparsa onun için on katı sevap vardır.” (İbni Mace-Sıyam:2,33 Nesai-Sıyam:39) (Allah Dostları-İmam Şevkani)

Şeyh değiştirmek: İmam Suyuti; Bir şeyhe daha önce bağlanmışken sonradan başka birine bağlanan insan bunlardan hangisine bağlılığını sürdürmesi lazımdır? Sorusuna: “Ne buna ne ona bağlanmak mecburiyetinde değildir. Çünkü bağlanma mecburiyetinin hiçbir aslı yoktur. Zira tek asıl ve esas islam cemaatine ve onun imamına bağlanmaktır” demektedir. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva)

Şeyhi olmayanın şeyhi: Şeyhi olmayan, yani şeri ilimleri öğretecek kimsesi bulunmayan, daha doğrusu ne öğrenen ve de öğrenmeyi kabul eden kimse demektir. Böylelerinin şeyhi şeytandır. Ama ilim ışığında seyreden kimsenin şeyhi ilim ve şeriattır. Usûl alimleri bizzat sahabinin sözünü kabul etmemişlerdir. Sahabinin sözü bağlayıcı değilken başkalarının sözü nasıl bağlayıcı olabilir? Bu cümlenin anlamı sadece bir tek ihtimal halinde sahih olabilir. Şöyle ki; kendi kendine şeri ilimleri öğrenmeye gücü olmayan cahil bir insan, bidat ve hurafeler içinde yüzmektedir. İbadet ve muamelelerinde ve diğer tasarruflarında bilmeden hareket etmektedir. Böyle bir kişinin şeyhi şüphesiz şeytandır. Ama kendi kendine öğrenme kudreti olan ve sahih ilmin ışığında seyreden bir insanın şeyhi, kitapları ve sahih ilimdir. ilmi ehlinden alan kimsenin şeyhi de kendilerinden ilim aldığı kimselerdir. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva)

Şeyhin resmini öpmek: İster şeyh, ister alim veya herhangi bir büyüğün resmini, ona tazim ve ondan himmet beklemek niyetiyle taşımak ve öpmek caiz değildir. Çünkü bu hem dinimizin “sadece Allah’tan yardım dileme” prensibine aykırı; hem de batıl din mensuplarının resim ve şekillere tapmalarına benzemesi açısından mahzurludur. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

Şeyhin vasıta olması: Günümüzde bazı insanlar bâtıl bir kıyas yaparak şöyle diyorlar: “Efendim, nasıl ki bir belediye başkanının, devlet başkanının yanına girmek, herhangi bir işini görmek için bir adamını bulman gerekiyorsa, Allah’a ve Resulüne ulaşmak için de mutlaka bir vasıta gerekir. Hatta direkt olarak Allah’a ulaşılamaz. Önce veli bir kula ulaşacaksın. O seni yetiştirecek, Resule ulaştıracak. Sonra Resul yetiştirecek Allah’a ulaştıracak” bunlar tamamen islam dışı sözlerdir. Peki islam dışı olduğuna delilimiz nedir? Birincisi; Allahu teala ne belediye başkanıdır ne de devlet reisidir ki kapısında kapıcılar bulunsun. Allah, peygamberlerin, velilerin, mürşidlerin nasıl Rabbi ise, bizim de Rabbimizdir. Onlara karşı başka bize karşı başka değildir. Araya vasıta konulmadan kendisine ulaşılamayanlar zalimlerdir. İkincisi; Fatihayı okuyan herkes “Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım dileriz” ayetini okuyor. Bu Rabbimizle karşılıklı konuşmadır. Madem ki biz direkt Allah’ın huzuruna gidemiyorsak, Ona ulaşamıyorsak, ne diye kendimizi kandırıp sanki Rabbimizin huzuruna kabul edilmiş gibi karşılıklı konuşma kipiyle konuşuyoruz? Demek ki, bize şah damarımızdan daha yakın olan Rabbimizin huzuruna girmek, Ondan birşeyler istemek için herhangi bir vasıtaya ihtiyacımız yoktur. Eğer böyle olmayıp da aracılara ihtiyaç olsaydı bu bize zulüm olurdu. Çünkü benim Rabbime her an ihtiyacım var. Ne zaman, ne isteyeceğim belli olmaz ki. Ben her an aracıları nasıl bulacağım. Kaldı ki aracılar da zaten Rabbime muhtaçlar. (Surelerle Yolculuk-Mustafa Uzun)

T     

Tadili erkan: Vaciptir. Rüku, secde vb hareketlerde azalar kalkma, doğrulma gibi durumlarda teskin olmalıdır. Öyle ki, ruku ve secdede, bunlardan kalkınca bir tesbih miktarı mafsallar mutmain olmalı, her uzuv mahallinde istikrar etmelidir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Taklid: Taklid Maturidi mezhebine göre caizdir. Mutezile ulemasına göre caiz değildir. Bize göre taklid yapan kimse günahkardır. Her ne kadar delilleri terk ettiğinden dolayı günahkar olsa da mukallidin imanı sahihtir. Sonunun kötü olabileceğinden korkmak haktır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Tasavvuf ilmi: İmam Rabbani der ki: “Yarın kıyamette bize sorulacak olan şeriattır, tasavvuf değil. Cennete girmek, cehennemden kurtulmak ancak şeriatı uygulamaya bağlıdır. İlim ehli kendi kurtuluşlarına ilave olarak çevrelerindekileri de kurtarırlar. Ama tasavvuf ehli sadece kendilerini kurtarırlar. Bu yüzden ehli ilim, ehli tasavvuftan üstündürler. Eğer sofi tasavvuf ilmi yanında şeriat ilmini de alırsa o zaman kendisi de şeriat alimlerine dahil olmuş olacaktır. (48.mektuptan) (Tasavvufi Yorumlarıyla Kırk Hadis-Sadreddin Konevi)

            Seyyid Ahmed Rufai der ki: “Tarikat, şeriatın aynı, şeriat da tarikatın aynıdır. İkisinin arasında olan fark lafızdadır. Maddeten ve manen netice birdir. Şeriatın kabul etmeyip reddettiği her şey zındıklıktır. Bilip bilmeyen birtakım kimse daima (filan şöyle dedi) (falan evliya böyle söylemiş) diye konuşmak nasıl olur? Bu sözler, bu işler boştur. Ancak ehli sünnetten olan müctehidlerimizin söylediklerine uygun ise ona bakmalıyız. Kulluk muamelesini, kulluk işlerini bunların dedikleri ölçüde tasdik etmeliyiz, işlerimizi onunla ayarlamalıyız, ondan sonra da tefekkür edebilirsiniz.” (İslam Dini) (İkaz-Mehmet Güleç)

            İnsana öncelikle lazım olan, ehli sünnet vel cemaat görüşünün iktiza ettiği biçimde, itikadını düzeltmektir ki bu zatlar, fırkai naciyedir. İkinci olarak, fıkhi hükümlere göre, yararlı salih amelleri işlemektir. Şayet, tevfiki ilahi müsait olursa, farzları, sünnetleri, vacipleri, müstehapları, helali, haramı ve şüpheli işleri öğrenip anlatılan itikada ve amele dayalı iki kanat dahi hasıl olduktan sonra, hakikat alemi canibine uçmak mümkün olur. İtikada ve amele dayalı iki şeyin husulü olmadan; hakikat alemi canibine uçmak muhaldir. (Mektubatı Rabbani-95.mektup)

            Sofiyye yoluna girmekten maksad; imanın hakikatı sayılan şeriata bağlı itikadlara karşı yakini artırmaktır. Fıkıh hükümlerini yerine getirmekte kolaylık yolunu bulmaktır. İş, bunun ötesinde birşey değildir. (Mektubatı Rabbani-207.ve 210.mektup)

            Meselelerden bir meselede, ulema ile sofiyye ihtilaf halinde olduğu zaman, tam bir şekilde mülahaza edilince görülecektir ki, Hak ulema tarafındadır. (Mektubatı Rabbani 266.mektup)

            Sonuç olarak denilebilir ki, bugün tasavvufun tamamen kaldırılması düşüncesinde olanlar olduğu gibi, işlenmekte olan yanlış inanış ve amellerin temizlendiği tasavvufu savunanlar da vardır. Bu isimlerden aklıma gelen bazıları şunlardır: Yusuf Kerimoğlu, Said Ramazan Bûti, Yusuf el-Kardavi, Halil Gönenç bu isimlerin başında sayılabilir.

Tavla oynamak: Tavla oynamak cumhuru ulemaya göre haramdır. Peygamber sav “Tavla oynayan kimse sanki elini domuz et ve kanı ile boyamış gibidir.” (Müsnedi Ahmed ve Ebu Davud) (Halil Gönenç-Fetvalar)

            Tavla ve iskambil oynayan günaha girer. Söz de olsa, oyun da olsa insanı kötülüğe, günaha, cehenneme götürür. Resulullah sav bunlardan nehyetmiştir. (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

Tavuk: Tavuk kesilip karnı yarılmazdan, tüyünü yolmak için kaynar suya atılsa o tavuk necis olur. (Bu surette o tavuk yolunup karnı temizlendikten sonra üç defa temiz su ile yıkansa tavuk eti temiz olur.) (İbni Nüceym) (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

            Süt, bal ve pekmez üç defa kaynamakla, şarapla pişen et üç defa kaynatılıp soğutmakla temizlenir. Keza içi yarılmadan yolmak için kaynar suya atılan tavukta öyledir. Fetih’te tavuğun ebediyyen temizlenmeyeceği bildiriliyor. Ama Ebu Yusuf’a göre temizlenir. Buradaki illet tavuğun kaynamakla pisliği çekmesidir. Ancak et, kaynadıktan sonra pisliği içecek ve etin içine işleyecek kadar durmadıkça mezkur illet sabit olmaz. Kaynar su ile yolunan ette bunların ikisi de tahakkuk etmemiştir. Zira su, kaynama derecesine varmaz. Et dahi suyun içinde yalnız sıcaklık cildin dış kısmına ulaşacak kadar durur. Şu halde kaynak su ile yolunan kuzu etinde evlâ olan, üç defa yıkamakla temizlenmesidir. Şerefetül Eimme tavuk, işkembe ve kaynak ile yıkanan kuzu hakkında buna kail olmuştur. Bahr sahibi de onu tasdik etmiştir. (İbni Abidin-1)

            Tavuk vb hayvanlar usulüne göre kesilip ölünce, kolay yolmak için sıcak suya batırılması halinde yalnız derisi pislenir, pislenen deri ise yıkamakla temizlenir ve yenir. (Helaller ve Haramlar-Hayreddin Karaman)

Tayyi mekan: Kim bir veli için tayyi mekan (Aynı anda birden fazla yerde bulunmak, göz açıp kapayana kadar uzak mesafeleri aşmak) caizdir derse cahildir. Hatta bazıları tekfir etmiştir. Irak uleması; bu ancak mucize olur. Ona keramet diye inanmak cehalet veya küfürdür, demişlerdir. Horasan ve Batı Türkistan uleması onu bir keramet olmak üzere ispat etmişlerdir. Bu meselede İmam Muhammedin bu sözünden başka diğer üç imamdan bir nakil yoktur. (İbni Abidin-7)

Taziri (dayak) gerektiren suçlar: İçki içenlerin yanında bulunan şahıs –içmese bile- içki şüphesi ile tazir olunur. Yanlarında içki şisesi bulunan şahıs, tazir olunur ve hapsedilir. İçki satan ve faiz yiyen müslüman, tazir olunur ve hapsedilir. Keza, teganni edip, şarkı, türkü söyleyen, ölü için birşeyler söyleyerek ağlayan ve kadın gibi davranan kimseler, tevbe edene kadar tazir ve hapsolunurlar. Nehrül Faık’ta da böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

Tefsir kitabı ve abdest: Kuran lafızları tefsir kısmından daha çok olursa o tefsiri abdestsiz tutmak haram olur. Diğer halde bu tür kitapları tutmak için abdest almak menduptur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Tefsir kitaplarına abdestsiz el sürülemez. Bunun dışındaki dini kitaplara el sürmek için abdest almak menduptur. (Nimeti İslamdan) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

Tek kişi imamın neresinde durur: Açık olan rivayete göre tek kişi imamın tam hizasında durur. İmam Muhammed ise “Ayak parmaklarını imamın ökçesi hizasına koyar” demiştir. İki kişi olursa arkada dururlar. Hadise göre efdali budur. İbni Mesud’dan gelen esere göre ise imamın ortada olması da caizdir. (Hidaye Tercümesi)

Telkin vermek: Hanefi mezhebine göre, definden sonra telkinden ne nehyedilir ve de onunla emredilir. Tercih yapmamakla beraber telkini meşru görmüşlerdir. Bazı kimselerin telkin verecekleri vakit, cemaati kabrin başından uzaklaştırmalarının hiçbir mesnedi yoktur. (Dürretül Fahireden) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Cenaze defnedildikten sonra telkin yapılmaz. Ama yapılırsa mâni de olunmaz. Cevhere de bunun ehli sünnete göre meşru olduğu bildirilmiştir. Şu kadar demek kâfidir: “Ey fulan oğlu filan! Hangi dinde olduğunu hatırla ve Rab olarak Allah’a din olarak islama, Peygamber olarak da Muhammed’e razı oldum de” Ya Rasulallah babasının adını bilmezse ne yapacak? Diyenler oldu. “Adem ile Havva’ya nispet eder” buyurdular. Kabirde soru sual edilmeyene telkin yapılmamalıdır. Esah kavle göre peygamberlerle müminlerin çocuklarına kabirde sual yoktur. (İbni Abidin-3)

Teravih namazı: İki rekatta bir selam vererek kılınır. Dört rekatta bir selam vererek kılınması sahih değildir. Şunu ifade edelim ki bu bir sünnet namazdır, 20 rekat kılmak şart değildir. İki rekat, sekiz rekat veya yirmi rekat kılınabilir. (Büyük Şafii İlmihali)

            Vitirden önce ve sonra kılınabilir. Bir kimse teravihin bir kısmına yetişemezde imam vitire kalkarsa, imamla birlikte vitiri kılar; sonra da yetişemediği kısmını tamamlar. Teravih yirmi rekattır. Fethul Kadir’de beyan olunduğuna göre delilin muktezası sekiz rekatın sünnet olmasıdır. Kalanı müstehabdır. (İbni Abidin-2)

Teravih namazında acele etmek: Namazlarını kalbi ve bedeni huşudan yoksun kılan veya kıldıranlara tavsiyem şudur: Teravih namazlarını huşusuz yirmi rekat kılmaktansa sekiz rekat huşulu kılmak daha hayırlıdır. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

Teravih namazında işlenen bidatlar: Teravih namazı kılarken her iki veya dört rekatın selamından sonra; müezzin, cemaat ve hatta imamlar hep bir ağızdan yüksek sesle ilahi, salâvat ve tekbirler getirmeleri de sünnete muhalif ve mekruhtur. Bunlar bidattır. Zira tervihadan maksat, kılınan rekat kadar istirahat yapmak ve huzuru bozmadan sessiz olarak tesbih, tehlil veya tefekkür gibi amel ve hallerle meşgul olmak sünnete uygun olanıdır. Teravih namazını kılmak için mahalle camilerini bırakıp başka camilere giden günahkarların halleri de ayrı bir bidattır. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)

Teravih namazında niyet: Her iki rekat başında, tervih için niyet etmeye ihtiyaç yoktur. Esah olan da budur. (Fetevayi Hindiyye)

            Teravih namazında her selamdan sonra, namazdan çıkılacağı için, yeniden niyet edilmelidir. Hilaftan kurtulmak için bunun daha ihtiyatlı olduğunda şüphe yoktur. (İbni Abidin-2)

Tesbih kullanmak: Gösteriş olmamak şartıyla tesbih kullanmakta beis yoktur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

Teşehhüdde dua okumak: İkinci teşehhüdden sonra Kuran ayetlerine ve varid olan dualara benzer dualar istendiği kadar yapılabilir. Zira İbni Mesud ra rivayetine göre Peygamber efendimiz sav ona: Teşehhüdden sonra duaların en güzelini ve senin hoşuna en çok gidenini seç” (Ebu Davud) (Hidaye Tercümesi)

Teşehhüde ve parmak: Elleri uyluğun üzerine koyar. Parmakların arası az açılır, uçları dizlerin üzerine konur, fakat en sahih olan görüşe göre, ellerle diz kapakları tutulmaz. Mutemed olan görüşe göre, kelimei şehadet getirirken sağ elin işaret parmağı, “Lâ” derken kaldırılır, “illallah” derken indirilir ki bu kaldırma ve indirme işaretleri ile Allah’ın eşinin bulunmadığı teyid edilmiş olsun. Oturuşta parmakların hiçbiri yumulmaz. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Dört mezhebe göre de sünnettir. Hanefiler, teşehhüdün sonunda “Lailahe” sözünü söylerken işaret parmağını kaldırır “illallah” sözünü söylerken işaret parmağını indirir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Şehadet getirirken şehadet parmağıyla şehadette bulunmaz. Fetva buna göredir. Lakin mutemed olan kavil Kemal, Halebi, Şeyhul İslam vb gibi müteahhirinin sahih buldukları kavildir ki o da şehadet parmağı ile işaret etmesidir. Çünkü Peygamber sav bunu yapmıştır. Ulema bu kavli İmam Azam ile İmam Muhammed’e (tarafeyn) nispet etmişlerdir. Nefi’ ederken kaldırır, ispat ederken indirir. İşaretin şekli şehadet getirirken orta ve bağ parmak halka yapılarak ve küçük parmakla yüzük parmak yumularak, şehadet parmağı ile işaret etmektir. Ayni’de parmak kaldırmanın müstehap, Muhit’te ise sünnet olduğu bildirilmiştir. Bu iki sözün arasını bulmak için sünneti gayri müekked demek mümkündür. (İbni Abidin-2)

            “...şehadet parmağıyla işaret ederdi.” (Müslim) İmam Muhammed, sağ elin baş parmağı ile orta parmağını halka yapmak, diğer iki parmağını yumarak şehadet parmağını kaldırmakla olur, der. Bazıları parmakların yumulmadan işaret edileceğine, birtakımları da baş parmağı diğer parmakların altına getirmek sureti ile parmağı kaldıracağını söyler. Şehadet parmağının kaldırılmasına lüzum görmeyenler de bulunmuşsa da onların kavilleri sahih rivayetlere muhaliftir. Şehadet parmağıyla işaret yapılırken tevhidi yani Allah’ın birliğini, ihlası niyet etmek gerekir. (Sahihi Müslim Tercümesi-Ahmed Davudoğlu)

            “Hz. Peygamber sav, sol elini dizi üzerine yayar, sağ elinin bütün parmaklarını kapatarak, şehadet parmağı ile işaret ederdi. Gözü ile de ona bakardı.” (Müslim, Ebu Avane, İbni Huzeyme. Humeydi Müsnedinde yine Ebu Ya’la Müsnedinde İbni Ömer’den sağlam bir isnadla şu ilaveyi yapmışlardır: “Bu şeytanın figanıdır. Hiçbir kimse, onun böyle yapmasından ötürü yanılmasın” Humeydi’nin kendisi de parmağını diker ve şöyle derdi: “Müslim b. Ebi Meryem diyor ki: bana bir adam Şam’daki bir kilise de Peygamberlerin namazda böyle yapar vaziyette resimlerini gördüğünü nakletti.” Ben derim ki bu hoş ve garip bir nüktedir. Senedi de o şahsa kadar sağlamdır. Hz. Peygamber sav şehadet parmağıyla kıbleyi işaret ettiği zaman baş parmağını orta parmağının üzerine koyar (Müslim, Ebu Avane) bazen de bu iki parmağı ile halka yapardı (Ebu Davud, Nesai, İbnul Carud el-Munteka, İbni Huzeyme, İbni Hibban, es-Sahih sağlam bir isnadla. İbni Mulakk’ın da hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hadisin İbni Adiyy’de de bir benzeri vardır. İmam Tahavi “bununla dua ederdi” ifadesi hakkında şöyle diyor: “Bu hadiste olayın namazın sonunda olduğuna delil vardır.” Ben diyorum ki yine bu hadiste işaretin ve parmağın hareketinin  selama kadar devam etmesinin sünnet olduğuna delil vardır. Çünkü dua selamdan öncedir. Bu Malik ve başkalarının mezhebidir. İmam Ahmed’e sormuşlar “Kişi parmağı ile namazda işaret eder mi?diye. ahmed kuvvetli bir ifade ile “evet” cevabını vermiştir. İbni Hani bunu “Mesail”inde nakletmektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki; teşehhüdde parmağı hareket ettirmek Hz. Peygamber’den çıkmış bir sünnettir. Ahmed ve diğer hadis imamları bununla amel etmişlerdir. Bunun namaza yakışmayan abes bir şey olduğunu iddia eden bir takım kimseler Allah’tan korksunlar. Onlar böyle yapmanın Hz. Peygamberden sabit olduğunu bilmelerine rağmen bu düşünceyle parmaklarını hareket ettirmiyorlar. Onlar bunun tevilinde de Arap üslubunun delalet etmediği tarzda tevilinde zorlanıyorlar ve müctehidlerin anlayışlarına muhalif hareket ediyorlar. Ne gariptir ki; onlardan bir kısmı, sözü sünnete ters düşse de, bu meselenin dışındaki meselelerde imamı müdafaa ediyorlar. Delil olarakta şunu ileri sürüyorlar: imamın yanıldığını söylemek o müctehidi kötülemek ve ona saygısızlık etmektir. “Sonra bunu unutuyorlar, bu sağlam ve Hz. Peygamber’den sabit olan sünneti reddedip onunla amel edenlerle de alay ediyorlar. Bilerek veya bilmeyerek bu alaylarının kendi imamlarını da içine aldığının farkında değiller. Çünkü, sünneti bize getiren bizzat O’dur. Sünnetle amel etmek onunla alay etmektir. İşaretten sonra parmağı indirmek, ya da onu Kelime-i Tevhiddeki (Lâ) ve (illa) lafızları ile kayıtlandırmak ise, tamamen sünnette yeri olmayan, hatta bu hadisin delaletine ters düşen bir husustur. Şehadette parmağın hareket ettirilmeyeceğini bildiren hadis, isnat yönünden sabit ve sağlam değildir. Sağlam  bile olsa hadis olumsuz mana bildirmektedir. Bu hadis ise olumlu mana ortaya koymaktadır. Alimlerce bilindiği üzere, müspet mana menfiye tercih edilir. “Hz. Peygamber sav parmağını kaldırdığı zaman hareket ettirerek dua ederdi. (Ahmed, Bezzar, Abdulgani el-Makdisi, hasen bir isnadla Beyhaki) “Hz. Peygamber her iki teşehhüdde de böyle yapardı. (Nesai, Beyhaki sahih bir isnadla) (Hadislerle Hz. Peygamberin Namaz Kılma Şekli-Elbani)

Tevazu: Ali ra’den: Üçe şey tevazunun başıdır. 1. Kişinin rastladığı kişiye önce selam vermesi 2. Meclisin aşağı yerinde oturmaya razı olması 3. Riya ve gösterişten hoşlanmaması. (Kenz) (Hayatüs Sahabe-3)

Teyemmümde yüzük: Fakihler, teyemmüm esnasında, abdestin hilafına teyemmümde yüzüğün çıkarılmasını beyan etmişlerdir. (Hidaye)

Top oynamak: Top oynamak namazın terkine vesile olursa veya islama muhalif başka hareket olursa o cihetten haram olur. Yoksa haddi zatında haram değildir. (Halil Gönenç-Fetvalar)

Tuvalet yeri ve kıble: Eğer o yer, abdest bozmak için tahsis edilmişse (tuvaletler gibi) yüzü veya sırtı kıbleye vermek caizdir. (Büyük Şafii İlmihali)

Tüp bebek: Kadın veya eşindeki bir kusur sebebiyle, tabii ilişki ile gebeliğin gerçekleşmesi mümkün olmadığı durumlarda döllendirilecek yumurta ve sperm, her ikisi de nikahlı eşlere ait olmak, doğacak çocuğun maddi, ruhi ve akli sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisinin olmayacağı tıbben sabit olmak şartıyla, tıbbi usüllerle gebe kalmalarında, islami hükümler açısından bir sakınca yoktur. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

            1986 yılında Amman’da yapılan İslam Konferansı Teşkilatına bağlı İslam Fıkıh Akademisi bu konuda şu sonuca varmıştır: 1- Kocanın sperminin yabancı bir kadından alınan yumurta ile döllendirilerek karısının rahmine yerleştirilmesi, 2- Yabancı bir erkekten alınan spermin kadının rahmine yerleştirilmesi, 3- Oluşan embriyonun başka bir anne adayına yerleştirilmesi, 4- Yabancı erkek ve yabancı kadın hücresinin döllendirilerek kadının rahmine yerleştirilmesi, 5- Kocanın spermi ile karısının yumurtasının dışarıda döllendirilmesiyle oluşan embriyonun, kocanın diğer karısının rahmine yerleştirilmesi şeklinde yapılan suni döllenme ve tüp bebek uygulamaları, islamın bu konuda koyduğu temel ilke yasak ve amaçlara ters düştüğü için şeran caiz değildir. Buna karşılık kocanın spermi ile kadının yumurtaları alınarak oluşacak embriyonun kadının rahmine yerleştirilmesi işlemi ihtiyaç halinde başvurulabilecek, tedavi karakteri taşıyan ve dini ilkelere de ters düşmeyen bir yol olup dini bir sakınca taşımaz.” (Diyanet İslam İlmihali-2)

Türbe yapmak: Cabir ra’den rivayet edilmiştir ki, Efendimiz sav, kabirlerin kireçlenmesini, üzerinde oturulmasını, bina yapılmasını yasaklamıştır. (Müslim) (Tevhidin Hakikati-Yusuf el-Kardavi)

            Bugün birçok insanın yaptığı gibi, kabrin çimento ile inşa edilmesi tahrimen mekruhtur. (Yalnız büyük zatların, din alimlerinin mezarlarını duvarlarla çevirmenin ve üzerlerine kubbe yapmanın bir sakıncası yoktur.) (Büyük Şafii İlmihali)

            Kabirleri inşa edip üzerine sanduka yerleştirmenin üstüne perde çekmenin ve baş tarafında sarık sarmanın islamda yeri yoktur. (Fetvalar-1 Halil Gönenç)

            Hz. Ali ra, Ebu’l Heyyac el-Esedi’yi Yemen’e gönderir ve kendisine şöyle der: “Resulullah’ın gönderdiği bir iş için seni gönderiyorum, Yerden yüksek ne kadar kabir varsa yık ve ne kadar heykel varsa yerle bir et.” (Müslim Cenaiz:93) (Tasavvuf ve İslam-İbrahim Sarmış)

            Peygamberimiz sav: Onlar, aralarında bulunan iyi bir adam ölünce mezarı başında mabed yaparlar, sonra da bu mabedi o gördüğünüz resimlerle süslerler. Onlar Allah’ın kötü kullarıdırlar.” (Buhari, Müslim, Nesai)

Türbelerde namaz: İmam Ahmed ve diğer fıkıhçılardan gelen delillere göre islam dininde, cami ile kabrin bir arada bulunmasına yönelik icma yapılamaz. Bunlardan hangisi önce yapılmış ise diğeri önce yapılanın yanına inşa edilemez. Önce yapılan yerinde bırakılır. İkisinin bir arada bulunması caiz değildir. Yanında kabir bulunan bir camide namaz kılmak caiz değildir. (İbni Kayyımdan) (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

            Namaz kılanın üç arşın yakınlığında, karşısında kabirler olup, gözün onlara ilişse kerahet vardır. (Abdurrahim) (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

            Rasulullah sav şöyle buyurmuşlardır: “Habeşliler öyle kimselerdir ki, içlerinden salih bir kimse ölünce, hemen onun kabrinin üzerine mescid yaparlar ve resmini de o mescide koyarlardı. İşte onlar Allah katında halkın en şerlileridir” (Buhari-Müslim) “İnsanların en şerlileri, kıyamet koptuğu zaman hayatta olanlar ve kabirleri mescid haline getirenlerdir” (Ahmed-Ebu Hatim)

Türk lirası verip, dolar almak: Meselâ 1000 Amerikan dolarının bugünki de­ğeri kadar Türk lirası ve­rip bir yıl sonra ödemek üzere 1200 Amerikan doları alına­maz. Çünkü bunlar birbirleri­nin yerine geçebi­len şeylerdir. (Abdülaziz Bayındır-Faiz ve Ticaret)

Tütün satışı: Benim kanaatime göre tütünü tiryaki olarak içmek haram, ara sıra bir iki tane içmek ise mekruhtur. İçilmesi haram ve mekruh olan bir nesneyi yetiştirmek ve satmak caiz değildir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

V     

Vaaz mı Kuran mı?: Vaaz dinlemenin evla olması, Kuran ayetlerini anlayıp, şeri manalarını tedebbüre ve hikmetli vaazlarından istifadeye kudreti olmayanlara mahsustur. Çünkü bunlara kudreti olan bir kimsenin Kuran dinlemesinin evla hatta vacip olduğunda şüphe yoktur. Cahil böyle değildir. O Kuran okuyandan anlamadıklarını muallimden ve vaazından anlar. Binaanaleyh bu onun için daha faydalıdır. (İbni Abidin-2)

Vade farkı koymak: Alış veriş peşin olursa normal olarak kâr etmek tabii olduğu gibi vadeli olursa da insaf dairesinde karşı tarafı yıkmadan belirtilen zamanı ölçerek kâr elde etmekte tabiidir. Her tarihte bu tip alış veriş olmuştur. Yani alış verişte vade farkı alınmıştır. Alış verişte vade farkını eklemek cumhuru ulemaya göre caizdir.(Neylül Evtardan) (Halil Gönenç)

            Ebu Hanife’ye göre, para tedavülde olduğu sürece, değeri ister artsın, ister eksilsin, borç aynen ödenir. Para değerindeki değişmenin, ödenecek miktar üzerinde bir etkisi olmaz. İmam Ebu Yusuf’a göre, sözleşmenin yapıldığı tarihteki değeri, kullanılmakta olan bir başka para veya altına göre takdir edilip ödenmesi gerekir. İmam Muhammed’e göre ise, bu durumda sözleşmenin yapıldığı zamana değil; paranın değerinin değiştiği zamana itibar edilir. Günümüzde paranın çok sık değer değiştirdiği göz önüne alınarak, Ebu Yusuf’un fetvasıyla amel edilmesi, ayrıca tarafların helalleşmeleri yerinde olur. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

            Vadesinde ödenmeyen borçların makul ve ekonomik bir vade farkı ile tahsil edilebilmesi için karşılıklı rızayla ilk akdin bozulması (ikale yapılması) yine karşılıklı rızayla aynı malın aynı müşteriye yeni bir fiyatla satılmasıdır. Fıkıh kitaplarında satılan malın mevcut olması halinde bu işlemi caiz görmektedir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

                        Bir satış içerisinde, iki satış caiz olmaz: (vadeli satış ve vade farkı) Günümüzde en çok tartışılan konulardan birisi de; bir malın "peşin" ve "vadeli" satışındaki, fiyat farkıdır. Bir mal; peşin "bin liraya" satın alınabilirken, vade süresine göre "bin ikiyüz" veya "bin beşyüz" liraya alınabilmektedir. Mal aynı olduğuna göre; fiyatın farklılaşması "vade faktörüne" dayanıyor demektir. Bunu "Pazarlık sonucu malın fiyatının farklı olabileceği" tezi ile izah etmek mümkün değildir. Zira ticari piyasada bir malın "Peşin" ve "Veresiye" fiyatları; faiz oranları ve enflasyon dikkate alınarak ilan edilmektedir. Günümüzde birçok müellif; vadeli satıştaki vade farkını pazarlıkla izah ederek, fetva vermektedir. Esasen ticaretle uğraşan birçok mü'min: "Peşin ve vadeli satış arasında fark olmazsa biz ayakta duramayız. Vadeli satışları takip için, ayrıca eleman görevlendiriyoruz" diyerek, içinde bulundukları durumu izaha gayret ediyorlar. Paranın değerinin sürekli düşmesini de; ayrı bir delil şeklinde ele almaktadırlar. Darû'l İslâm'da para; "itimad senedi" değil, bizzat maldır. Esasen şer'an satışın: "Malın, mal ile mübadelesidir" şeklinde tarif edilmesinin sebebi de budur. Para, altın, gümüş veya bunların yerine kaim olacak nakit (kaime) dir. Günümüzde de kullanılan T.C. parası ise; belli bir mal karşılığında basılmamakta, "İtimad senedi" mahiyetini korumaktadır. Emisyon (fazla para basmak) ise; değerini değiştirmektedir. Bu değişiklik; bazen çok kısa sürede olmaktadır, cehalet süreklidir.  Şimdi konunun Darû'l İslâm'daki durumunu izaha gayret edelim. Abdullah İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Attab b. Esed'i Mekke-i Mükerreme'ye vali olarak gönderirken: "- İnsanların, bir satış içerisinde iki satış yapmalarına müsaade etme, yasakla" emrini vermiştir. Hanefi fûkahası: "Bir malın, peşin "şu fiyata" vadeli (veresiye) "bu fiyata" sattım" şeklindeki ifadelerle satılması caiz değildir"  (İmam-ı Kasani-El Bedaiû's Senai-Beyrut: 1974 C: 5, Sh: 158 vd. Ayrıca Şeyh Nizamüdinni ve Heyet-El Feteva-ı Hindiyye-Beyrut: 1400 C: 3, Sh: 136, İmam-ı Serahsi-A.g.e. C: 14, Sh: 36. Feteva-ı Bezzaziye-C: 4, Sh: 431) hükmünde ittifak etmiştir. Mesela: "Şu buzdolabını peşin olursa "110.000 TL", vadeli olursa "160.000 TL." karşılığında sattım" gibi!.. Ancak müşteri bu iki fiyattan birisini, aynı mecliste kabul eder ve mesela: "Ben vadeli olarak "160.000 TL." karşılığı satın aldım" derse caiz olur mu? Yasaklamanın illetini; malın fiyatındaki cehalete bağlayan müctehidler indinde bu caizdir. Zira cehalet ortadan kalkmış, iki tarafın (icab ve kabulle) rızası söz konusu olmuştur. Yasaklamanın illetini; vade sebebiyle malın fiyatının yükselmesine bağlayan müctehidler indinde caiz değildir. Zira Resûl-i Ekrem (sav), "Kim bir satış içerisinde, iki satış yaparsa, ona iki fiyattan az olanını almak veya faiz yemek vardır" (Tac Tercümesi, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud) hadisinin zahiri esastır. Çünkü bir şeyin helal veya haramlığı hususunda ihtilaf hasıl olursa, itiyaden uzak durmak (Şüpheliden kaçınmak) gerekir" hükmünü beyan etmişlerdir. Hz. Ömer (ra)'in rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif'te: "Malum olan ribayı terkettiğiniz gibi, riba (faiz) şubesi olan işleri de terkediniz" buyurulmuştur. ( İmam Ebû Bekir El Cessas-El Ahkamû'l Kur'an-Beyrut: 1335 C: 1, Sh: 465. (Not: İbn-i Abidin "Mecmuati'r Resail" isimli eserinde bu hadisi zikretmekte ve "-İki satıştan maksat, söylediği iki fiyattan az olanını kabul ederse mesele yoktur. Çok olanı kabul ederse faiz yemiş olur" demektedir.) Pazarlık etmek; hem satıcının, hem alıcının şer'i hakkıdır. Sonuç olarak ticaretle meşgul olan mü'minlerin; bir satış içerisinde iki satış yapmaktan kaçınmaları, tek fiyat söylemeleri daha uygundur. Bu sayede "şüpheden" kurtulmuş olurlar.

 İmam Serahsi’nin konuyla ilgili olarak iki tespiti söz konusu. Şimdi bunları gözden geçirelim: “Resuli Ekrem Sav Hz. Attab b. Esed’i Mekke’ye vali olarak gönderdiğinde ona şu talimatı vermiştir: Mekke halkını, bir satış içinde iki şart (peşin şu, veresiye bu) koşmaktan    ve seleften menet” biz bu rivayeti esas alıyor ve bununla amel ediyoruz. (El-Mebsut-Serahsi) Bu tespitte; kat’i bir tercih ortaya koymuştur. Fakat ne gariptir bu tercih hiç dikkate alınmadan; Mebsut’un 13.cüzünün, 8.sahifesinde yer alan; “İki fiyattan birisi üzerinde anlaşma sağlandığı takdirde bu alışverişin caiz olacağını” beyan eden hüküm zikrediliyor. Sonuç olarak yazara göre vadeli alışverişlerde aradaki fiyat farkında bankalardaki faiz oranlarının etkili olması ve ilgili hadisin illeti olarak; malın fiyatındaki belirsizliği görmesi nedeniyle bu tür alışverişlerden kaçınmak gerekir. Ancak yazar Türkiye’deki enflasyon gerçeğinden de bahsetmeden geçemez. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            İşçi, terzi, boyacı, tornacı ve sobacı gibi, yaptığı işte eseri veresiye yahut taksit için konulan ayrı ayrı fiyatlardan biri üzerinde anlaşsalar ve böylece belli bir fiyatla alışveriş kesinleşse, bu şekilde yapılan akit sahihtir. Zira aktin sıhhat şartı olan fiyat belirlilik kazanmıştır. (Mebsut) (Fetvalar 4-Nevzat Akaltun)

Vahdeti vücut: Ali el_Kari: “Herhangi bir insanın, Allah’ın bir parçası olduğunu söyleyenler bütün tevhid dinlerinde kafir olur. Söyledikleri en büyük küfür olmasına rağmen, hristiyanlar her şey Allah’tır, dememişlerdir. Hiçbir kimse, “yaratıklar Yaratanın aynıdır; yaratan, yaratılanın kendisidir, münezzeh olan Hak, müşebbeh olan halktır” dememiştir. (Firra’l Avn fi Mudai İmanı Firavn) (İbrahim Sarmış-Tasavvuf ve İslam)

Varislere yapılan vasiyet: Kişinin varisleri arasında herhangi birine vasiyet etmesi geçerli değildir. Zira Peygamber Efendimiz sav Cenabı Allah her hak sahibinin hakkını vermiştir. Şunu bilin ki, bir vârise vasiyet olamaz.” (Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Nesai) (Hidaye Tercümesi)

Müslüman olmayanın vasiyyeti: Müslümanın gayri müslime, gayri müslimin de müslümana vasiyyeti geçerlidir. (Hidaye Tercümesi)

Vatanı asli: Vatanı Asli; kişinin doğduğu veya evlendiği yahut yerleştiği yerdir. İlk vatanında kimsesi kalmadığı zaman bu vatan yalnız misli bir batıl olur. İlk vatanında ailesinden kalanlar varsa bâtıl olmaz. Her iki vatanında da namazlarını tam kılar. (Metin kısmı İbni Abidin-3)

Vesile nedir?: Ey iman edenler, Allah’a saygılı olun, O’na (yaklaşmaya) vesile arayın” (Maide:35) Bil ki, bütün yükümlülükler iki nevide toplanmıştır. Bunların bir üçüncüsü yoktur. 1- Yasaklanmış olan şeyleri terketmektir ki Allah’a saygılı olun emriyle, işte buna işaret edilmiştir. 2- Emredilenleri yapmak ki Allah cc buna, O’na (yaklaşmaya) vesile arayın buyruğuyla işaret etmiştir. Öyleyse bundan murad, O’nun rızasını elde etmek için kendisine ulaştıran vesileyi aramaktır ki, işte bu da ibadet ve taatlarla olur. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi)

Y     

Yahudinin yanında çalışmak: Hz. Ali ra aç olduğu bir gün, bakracı bir hurma olmak üzere bir yahudiye çalışmıştır. (El-Kenz, Tirmizi) (Hayatüs Sahabe-2)

Yaş günü: Yaş günü kutlamalarını yapılış amacı ve doğurduğu sonuçlar itibariyle değerlendirmek gerekir. Bu kutlamalarda amaç, bir kişinin doğmuş ve o anda kutlamış olduğu yaşa gelmiş olmasının sevincini yakın arkadaş ve dostlarıyla paylaşmaktan, bunu toplanıp hoşça vakit geçirmek için vesile yapmaktan ibaret olduğunda, kutlamanın meşrû ölçüler içinde yapılması şartıyla, mâkul ve caiz olduğunu söylemek gerekir. Yılbaşı eğlence ve kutlamalarında da olduğu gibi, bu tür kutlamaların yabancı kültüre imrenme ve taklit unsurları galip gelirse sakıncalı olacağı tabiidir. (Diyanet İslam İlmihali-2)

            Sıradan şahısların yaş günleri ile ilgili kutlama ve merasimlerin günümüzde dinle ilgisi kalmamıştır, bunlar milli örfler haline gelmiş, hatta millilik sınırını da aşarak küreselleşmiştir. Bunun dini bir sakıncası yoktur. Ancak kendi çocuklarımızın yaş günlerini kutlarken şekilde başka kültürleri taklit etmemeliyiz. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Yatarak Kuran okuma: Ayakta ve yatarken de Kuranı Kerimi tilavet etmekte beis yoktur. (Hindiyye) (Fetvalar-1 Halil Gönenç)

Yeme kan karıştırmak: “De ki, bana vahyolunanlar içinde bir yiyenin yemesi için ölü eti, akıtılan kan, domuz eti –ki, bu gerçekten murdardır- ya da Allah cc’tan başkası adına kesilmiş iş bir fısk dışında haram kılınan bir şey bulamıyorum. (Enam:6) Hiçbir tefsirde temas edilmemekle beraber, yukarıda mealini verdiğimiz ayette haram olarak sayılan maddelerin kime haram olduğu, “bir yiyenin yemesi için” gibi ilginç bir Kuran ifadesi ile anlatılır. Hayvanlarda birer yiyen olduğuna göre bu ayete bu maddelerin onlara da haram olduğuna işaret olsa gerektir. Öyleyse hangi oranda karıştırılırsa karıştırılsın, yem yapmak üzere kan almak isteyen bir müslüman onu nasıl satın alacak, satan nasıl satacaktır? Görüldüğü gibi iki tarafın yaptığı muameleyi meşru kılacak bir yol yoktur. Mekruh olmakla beraber bu hayvanlar yenilebilir... “Pak olmayan şeyleri, mesela bozulup temizliğini kaybeden kokmuş etleri vesaireyi, etleri yenebilen hayvanlara yedirmek caiz değildir.” (Ö. N. Bilmen)(Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Yeminde istisna: Eğer bir kimse herhangi bir şey için yemin ettikten sonra hemen ardından “inşallah” derse, o kimseye yemin ettiği şey lazım gelmez. Zira peygamber efendimizin sav Kim ki herhangi bir şey için yemin ederken “Allah dilerse” dese yemin etmemiş gibi olur” buyurmuştur.” (Hidaye Tercümesi)

Yenilebilen hayvanlar: Şafiilere göre at, kertenkele, samur, kirpi, veber ve sincap gibi hayvanların eti mubahtır. Sırtlan ve tilki gibi azı dişi zayıf olup da onunla kapıp parçalama durumunda olmayan hayvanların eti haram değildir. Ekin kargası da helaldir. Keler haramdır. (Büyük Şafii İlmihali)

Yenilmesi yasak olan hayvanlar: Midye, istiridye, istakoz ve salyangoz haramdır. (Fetvalar-Halil gönenç)

Yılbaşı: İttifakla kabul edilen fıkhi kaidelerden birisi de şudur: “Müslümanın, bir başka dinin şiarı (alameti farikası) olan bir fiili kendi ihtiyarı ile yapması küfürdür.” Nevruz ve yılbaşı kutlamaları alimlerimizce başka dinlerden ve inanç sistemlerinin şiarları olarak görülmüş ve hüküm ona göre verilmiştir. Bazı Hanefi alimleri demişlerdir ki, adı geçen bütün bu (başka inançların gereği olan bayram ve kutlamalara) katılan ve bundan tevbe etmeyen onlar gibi kafirdir. İmam Malik’in arkadaşlarından biri de demiştir ki, nevruz günü (o günü tazim için) bir karpuz kesen sanki domuz kesmiş gibidir. Dolayısıyla müslüman, böyleleriyle oturması, kesmede ve pişirmede onlara yardımcı olması ile günahkar olmuş olur. (Türkmani)  Yılbaşı gibi başka inançların şiarı olan günlere, o güne tazim ve kutlama maksadıyla katılmak, aynı maksatla o günlerde tebrikleşmek ve hediyeleşmek, yine aynı maksatla hindi almak, yemek, ziyafet çekmek, bu tür kutlamalara katılmak küfürdür. PTT’nin ucuz hizmetinden yararlanmak için tebrikleşmek küfür değilse de, onlara benzeme ve onların uygulamalarını yaygınlaştırma ve meşru gösterme anlamı taşıdığından tehlikeli ve mahzurludur. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Yüksek sesle Kuran Okumak: Kuranı kerimi okurken, cenazede, harbde, vaazda sesi yükseltmeyi mekruh görmüşlerdir. Binaanaleyh “vecd” adını verdikleri şiir ve ilahiler nağmelerle okunurken sesin yükseltilmesini mekruh olduğunda şüphe yoktur.(Mülteka Tercümesi-4)

 

Z     

Zararlı şeyler: Maide 6.ayetinde Razi: Zararlı şeylerde aslolan onun meşru (helal) olmamasıdır. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi)

Zaruret hali: Fethül Kadir’in kaza bölümünde, ölüm derecesinde veya uzvun kaybı ile ilgili bulunmayan maslahatın celbi veya mefsedetin def’i için müslümanın, devlet adamına veya aracıya rüşvet verebileceğinden bahsediyor. Bu bir çelişki değil midir? Müslüman mesela, malını kurtarmak için rüşvet vermese ve malı elinden haksız yere alınsa, ne ölür ne kör olur, bu durumda rüşvet verip malını kurtarabilir demek, “ihtiyaç zaruret gibi kabul edilir” demek değil midir? (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

Zekat ve borç verilen para: Geri ödeneceği kesin olan alacakların, her yıl alacaklı tarafından zekatlarının ödenmesi gerekir. şayet her yıl zekatı verilmemiş ise, alacak tahsis edildikten sonra, geçmiş yıllara ait zekatların da ödenmesi gerekir. İnkar edilen ve geri alınma ihtimali görünmeyen alacaklar için, alacaklının her yıl zekat vermesi gerekmez. Şayet böyle bir alacak ödenirse, üzerinden yıl geçtikten sonra zekatı ödenir, geçmiş yılların zekatı ödenmez. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

Zekat ve cami: Zekat ile cami yaptırılamaz ve ölülere kefen alınamaz. (Hidaye Tercümesi)

Zekat  ve kadının bilezikleri: Ama kadına islamın tanıdığı hakların tanınmadığı, kadının ezildiği, erkeğin hakimiyeti değil de baskısının bulunduğu ailelerde, hanıma ya da geline, altınlar bir kandırmaca olarak verilmişse, istendiğinde zorla da olsa alınabiliyor ve kadının isteğine hiç bırakılmıyorsa demek ki, o altınlar aslında kadının değildir. O onlarla sadece kandırılmaktadır, o takdirde zekatlarını da erkeğin ya da bu durumda olan, kayınpederinin vermesi, kurbanı onun kesmesi gerekir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

Zekatını kardeşine vermek: Kardeş kardeşe her ne kadar bakmakla yükümlü olsa da kendi zekatından vermesi caizdir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

Zekatta niyetin zamanı: Zekatı verdikten sonra niyet etmek hususunda Mecma şerhinde şöyle demektedir: “Zekatı verdikten sonra mal fakirin elinde duruyorsa caizdir, durmuyorsa caiz değildir. O zaman sadaka yerine geçer. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

Zekatını önceden vermek: Nisaba malik olan bir kimse birkaç senenin veya birkaç nisabın zekatını önceden verse sahih olur. Musannıfın “nisaba malik olan” diye kayıtlaması şundandır: O kimse nisabdan az bir mala sahip olur da 200 dirhem için 5 dirhemi önceden verir, ikiyüz dirhemin senesi sonra dolarsa bu caiz olmaz. Kırk koyun için önceden bir koyun verir de elinde 39 koyun kaldığı halde sene dolarsa fakire verdiği koyun nafile sadaka olur. (İbni Abidin-4)

Zengin olan baba oğulun Kurban kesmesi: Bir evde bulunan, buluğa ermiş oğul ile, babanın malları ayrı ise ikisinin de kesmesi icab eder. Malları birlikse babasının kesmesi kifayet eder. (Fetvalar 1- Nevzat Akaltun)

Zikir: Şayet insanlar Allahu Teala’yı zikir, tesbih için toplanırlarsa, gizli söylemeleri, aşikareden, daha faziletlidir. (Fetevayi Hindiyye)

            Abdullah b. Mesud ra’den “Sünnet yolunda normal yürümek, bidat yolunda hızlı yürümekten evladır” (El-Müstedrek) Ebu Buhteri’den: Abdullah b. Mesud bir gün akşam ile yatsı arası camide zikir edildiği haberini aldı. –Siz bidat olan bir şeye öncülük ediyorsunuz. Eğer sizin bu yaptığınız bidat değilse, Muhammed’in ashabı delalet içindedirler, demek lazım gelir, demiş. Oradakiler af dileyip dağılmışlardır. Amr b. Abdullah b. Zübeyr’den: “Bir gün eve geç geldim. Babama, camide zikrediyorlardı, içlerinden kimisi titriyor ve o kadar cezbeye tutuluyorlardı ki, Allah korkusundan düşüp bayılıyorlardı, dedim. Babam: “Onların yanına gitmemi yasakladı ve: “Ben Resulullah’ı, Ebu Bekir’, Ömer’i Kuran okurken gördüm. Onlardan hiçbiri cezbeye tutulmuyor ve bayılmıyordu. Bu kimseler Allah’tan onlardan daha mı çok korkuyor! (Hılye) (Hayatüs Sahabe-3)

Zulmü desteklemek: İmam (Devlet başkanı), zulme devam ederse, insanların onu desteklememeleri gerekir. Çünkü desteklemeleri halinde zulme karşı yardım etmiş olurlar. (Fetevayi Hindiyye)

 

ÇEŞİTLİ SORULAR     

--Dilenciye para vermek sevap mıdır?

--Dilenciye para verilir. Peygamber SAS diyor ki: "İsteyen kim olursa olsun, at üstünde gelse bile verin!" diyor. Verildiği zaman sevap olur amma, dilencileri gruplara ayırmak lâzım!.. Bu devirde bu işin tüccarları türedi. Baktın, işin tüccarıysa, gerçekten ihtiyacı yoksa, vermeyebilirsin. Gerçeğini, hakîkisini bulmağa gayret edersin. Bu adam sahtekârdır diye içinde tam bir his belirmiyorsa, o zaman küçük büyük bir şey verirsin. Vermeyi teşvik ediyor Peygamber SAS... Verince de sevap olur.

İçkiye harcarsa, kumara harcarsa, zinaya harcarsa... Burda dilenip, gidip şurda meyhanede içecekse, ona verilmez tabii... Bazısı cami kapısında cemaati ayartıyor, parayı topluyor. Ondan sonra gidiyor, günahını işliyor. Öyle olanlara vermemek lâzım!..

--Dükkânımda sigara satmamın bir mahzuru var mı?

--Sigara sıhhate zararlıdır. Alimlerimizin bir kısmı mekruhtur demiştir. Bazı mezheblere göre haramdır. Meselâ, Suudî Arabistan'da bugün haram diye fetvâ veriyorlar. Osmalı diyarına ilk geldiği zaman, dört mezhebin fakihlerinden sorulmuş; o zaman haram demişler. Sonradan biraz belvâ-yi âm meselesinden, yâni herkes mübtelâ olduğundan dolayı, "Kerahat-i tahrimiye ile mekruhtur." demişler.

O bakımdan, mümkünse satılmaması lâzım geliyor.

--Tavuklar kesileceği zaman, beş voltluk cereyan verilmiş suya daldırılarak uyuşturuluyor. Bu şekilde kesilen tavukları yemekte bir sakınca var mı?

--Uyuşturulan hayvanın kesilmesinde sakınca yoktur. Hayvan ölmüşse, o zaman murdar olur. Ölmeden kesildiği zaman, bir mahzur olmaz!.. Uyuşur, bayılır... Canlı ise, kalbi tık tık atıyorsa, kestiğin zaman kanı çıkıyorsa; bir şey değil, yenilir.

--Cinlerle irtibat kurarak haber veren ve cinleri yakarak bazı hastalıkları tedavi ettiğini söyleyen kimseler duyuyoruz; İslâm'da bu tür tedavi var mı?

--Benim bildiğime göre, böyle bir tedavi tarzı yok ve bu cinlerle uğraşanların da sonunda büyük sıkıntılara, zor durumlara düştüklerini, bir kenarda, köşede çatladıklarını, patladıklarını görüyoruz.

Bize dua tavsiye edilmiştir, Kur'an-ı Kerim okumak bildirilmiştir. Cinlere de müessir olacak "Kulhüvallah", "Kul eûzü birabbil felak", "Kul eûzü birabbin nâs", "Ayetel kürsî", "Fatiha-i Şerife" gibi herkesin bilebildiği, söyleyebildiği dualar vardır. Peygamber Efendimiz bunları okumayı tavsiye etmiştir.

Bu duaları ettiği zaman insan, insin ve cinnin şeytanlarının şerlerinden, hattâ her türlü mahlûkatın şerrinden emin olur. O bakımdan, biz dua ederek tedavi olmağa çalışırız.

Dua ederek tedavi vardır. Fatiha okuyarak, Sûre-i İhlâs okuyarak, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini okuyarak tedavi vardır. Bu şekilde Peygamber Efendimiz tedavi etmiştir. Hastalanan bir kimsenin hasta olan uzvuna elini koyup:

(Es'elullahel azîm, rabbel arşil azîm, en yeşfiyek) tarzında, yedi defa dua etmeyi hadis-i şeriflerde bize tavsiye etmiştir. Bu çeşit dualar vardır. Fakat yakma, yıkma vs. şeyler ve cinlerle uğraşmak pek uygun şeyler değildir.

Soru:

--Büyüden korunmanın çaresi nedir?

--Ben büyü işlerinden pek anlamam. Yalnız anladığım bir şey var, "Kul hüvallahu ehad" "Kul eûzü birabbil felak" "Kul eûzü birabbin nâs", büyüyü de bozar, şifa da verir. Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne dua edince hepsi geçer. Ben böyle bilirim.

Bu büyüye de aklımı fazla takmayı da uygun görmüyorum, sizin de takmanızı uygun görmüyorum. Her şeyi de büyüye bağlamanızı da uygun görmüyorum.

Bazı şehirlerde bu büyü lafı pek büyümüş, iki kişi kavga ediyor; "Büyü yaptılar buna!" diyorlar. Siz kendiniz hatadasınız, karılığı kocalığı iyi bilmiyorsunuz, büyü yaptılar diye suçu başka yerde arıyorsunuz. Sabuna iğne batırmış da, kuyunun içine atmış da, eriyince şöyle olmuş da, böyle kalmış da...

Zararı Allah verir, faydayı Allah verir. Hastalığı Allah verir, şifayı Allah verir. Esmâ-i Hüsnâ'nın içinde, Allah'ın mübârek isimlerinden birisi de "Ed-Dârr", zarar veren... "En-Nâfî'" onun arkasından geliyor; o da fayda veren demek... Zarar veren de Allah'tır, fayda veren de Allah'tır. İnsan Allah'a dayandı mı, ne büyü tesir eder, ne şeytan tesir eder.

Şeytanın tesir etmediğini ayet-i kerimede bildiriyor Allah-u Teâlâ Hazretleri:

(İnnehû leyse lehû sultànün alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn) "Sağlam iman edip de Allah'a tevekkül edenlere onun zararı olmaz." diye bildiriyor.

Onun için, büyüye filân aklınızı takıp da, hiç kafanızı karıştırmayın!.. Çünkü, bunlar bir takım psikolojik bozukluklara yol açıyor. Allah'a dayanın, Allah korur.

--Parasına olmasa dahi oyun oynanan kahveden alış-veriş yapılabilir mi, çay kahve içilebilir mi?

--Parasına olunca kumar oluyor, parasına olmadığı zaman da vakit öldürmece oluyor. Eğlence, keyf, lehv deniliyor ona... Doğru değil... Mecbur olmadıkça bu gibi yerlerde bulunmamak gerekiyor.

Hani mecburiyet olur... Yağmur yağıyor, dışarda dursan olmayacak gibi; birisiyle buluşacaksın, onu ancak orda görebilirsin gibi mecburiyetler olursa... Yolculuk esnasındaki durumlar oluyor. Meselâ, bir yerde otobüs park ediyor, başka çare olmuyor... filân. Mecburiyetler biraz mazeret olur. Onun dışında muhtaç olmadıkça gitmemek lâzım!..

Ama, kumar oynanmadığı zaman, ordan çay içmesi olabiliyor.

--Fotoğraf çekilebilir mi, fotoğrafla resim arasında fark var mı?

--Bu hususta alimler farklı görüşler belirtmişlerdir. Bazılarına göre fotoğraf da resim gibidir. Resim yapmak günah, --insan ve hayvan resmi-- heykel yapmak günah... Ahirette onlar azablandırılacaklar bu işi yaptıkları için... "Hadi bakalım canlandır şu yaptığını!" diye orda itab olunacakları bildiriliyor.

Bazı alimlere göre de fotoğraf, dışarıdaki ışıkların kağıt üzerine aksidir. Yâni "Servinin havuza aksetmesi gibi filân bir şeydir. Onun için bunun mahzuru yoktur!" diyenler de var.

Demek ki, ihtilâflı bir konu olmuş oluyor. İhtiyata riayet etmek isteyenler çektirmez. O alimlerin fetvasına göre müsaade tarafını alanlar, o müsaadeyi kullanır. Vebali, mes'ûliyeti kendisine ait olmak üzere...

--Yılbaşında müslüman nasıl hareket etmeli? Çerez satan bakkal, o gün çerez satabilir mi?

--Çerez satan bakkal, satabilir. Müslüman yılbaşı eğlencelerine katılamaz! Evinde bu eğlenceleri yapamaz! Evini o gece için hazırlayamaz! Çam ağacı alamaz, hindi kesemez. Gâvurlara benzeyemez, kâfirlerin yaptığı işleri yapamaz! Noel Baba'ya itibar edemez. Böyle saçma şeyler tamamen İslâm'ın dışındadır. Yapmaması icab eder.

Hristiyanlar çam ağacını koyuyorlar; çünkü, "Hazret-i İsa ağaca inecek." diye düşünüyorlar. Noel Baba, hristiyanların ne idüğü belirsiz bir şahsiyetidir, bizimle hiç ilgisi yoktur. Yılbaşı eğlencelerini yaparsak, büyük günah kazanmamıza vesile olur. Bizimle hiç alâkası yoktur.

Onun için biz o gün, diğer günlerden daha erken yatalım, ibadetimize daha düşkün olalım! Yatsı namazından sonra hemen yatalım, bizim ışıklar sönsün. Geceleyin teheccüd namazına kalkalım o gün, dörtte, üçte... "Yâ Rabbi! Bu kâfirlerin, bu cahillerin yaptığı ile benim hiç alâkam yok!.. Ben onlara hiç razı değilim, onlar gibi de yaşamadım yâ Rabbi!" diye dua edelim! Yatsı ve sabah namazlarında camide olmağa dikkat edelim ve onların hiç bir şeyine uymamağa gayret edelim!

--Ölünün arkasından kırkıncı günü mevlid okutulması doğru mudur?

--Böyle bir mecburiyet yoktur. Mevlid zâten Osmanlılar zamanında Süleyman Çelebi merhum tarfından yazılmış bir şey... Peygamber Efendimiz zamanında olan bir şey değil... Ölüye mevlid okutulması da dinimizin aslından olan bir şey değildir.

Mevlid, Peygamber Efendimiz'e sevgisini, saygısını, muhabbetini dile getiren bir şiirdir. İnsanlar ilâhileri okur gibi onu okuyorlar. Meselâ ben de geçen gün bir tutturdum, yatıp uyuyuncaya kadar hep dilimde:

Canım kurban olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed!..

Ne güzel söylemiş Yunus Emre!.. İçimden söyledim durdum. İnsan dayanamıyor güzel olunca, söyleyip duruyor. Mevlid de öyle, bir ilâhinin büyüğü yâni... İlâhiler küçük oluyor, sekiz on satırdan ibaret oluyor. Mevlid de çok satırı olan bir ilâhi gibi...

İlâhi söylenebilir. Çünkü, Peygamberimiz şiir söylenmesini yasaklamadı. Hattâ Hassan ibn-i Sâbit RA'a dedi ki, "Yâ Hassan, müşriklere cevap ver, hicvet onları!.. Cebrâil AS seni de te'yid edecek." diye teşvik de etti.

--Rüya ile hangi şartlarda amel edilebilir?

--Rüya bir şer'î delil, şeriat yönünden bir hüküm kaynağı olamaz. Çünkü, herkes bir çeşit rüya görüyor. O zaman din böyle rüyaya bağlanırsa tepetaklak gider.

"--Ben rüya gördüm şu şöyle... Ben rüya gördüm bu böyle... Ben rüya gördüm namazı bıraktım... Ben rüya gördüm ramazanı yedim..."

Her şeyi görebilir insan... Çünkü şeytan var insanın içinde, nefsi var... Hani düşü bile azıyor rüyada... O halde rüya şer'î delil olmaz, umûmî delil olmaz.

Ama, rüyanın bir de rüya-yı saliha kısmı vardır. Bunun da bir aslı esası vardır. Böyle salih rüya olduğu zaman, o salih rüyayı bir kaç defa görür, ikaz olur. Onlardan da, şeriatin genel çizgisini zedelemeyen bir rüya ise ona riayet edilir. Bazan rahmânî olur, bir işaret olur, bir ikaz olur.

--Sakal bırakmak sünnet... Sakal bırakıp kesmek mi, yoksa her zaman, hergün kesmek mi haramdır?

--Sakalı kesmek, Efendimiz'in tavsiyesine aykırıdır. Hilkati tağyirdir. Bazılarına göre haramdır, bazılarına göre hükmü değişiktir. Kesmemek lâzım!.. Ama memurdur, polistir, askerdir, öğrencidir; mecburdur. O zaman kesiyor ama, Allah'tan af dileyerek kessin; fırsat olduğu zaman sakalını bıraksın.

--"Sakalı bırakırken hanımın müsaadesini almak gerekiyor." diyorlar; doğru mu?

--Doğru değildir. Sakalı kesmek haramdır. Bırakmak gerekli olduğundan... Sorarsanız, "Yapma!" der. Bazı kimselere sorsanız, "Namaz kılma!" der, bazı kimselere sorsanız, "Oruç tutma!" der. (Esad Coşan-Güncel Meseleler)

--Pop aletleriyle dînî ve millî mûsiki olur mu?

--Bu bir akımdır. İnsanlar zaman zaman çeşitli devrelerden geçiyorlar. Meselâ, Türk şiirinde divan şiiri vardır, halk şiiri vardır; bunlar farklıdır. Çeşitli devreler vardır; Tanzimat devresi vardır, Millî Edebiyat devresi vardır, Beylikler Devri Edebiyatı vardır, Osmanlı devresi vardır... Çeşitli edebî akımlar gelip geçiyor. Form, şekil olarak veya vasıta, alet olarak çeşitli şeyler kullanılıyor. Değişebiliyor bunlar asırdan asıra, çağdan çağa... Bölgeden bölgeye bile değişiyor. Karadeniz'in çalgısıyla, İsparta'nınki aynı olmuyor. Başka isimleri, başka şekilleri oluyor. Bu mühim değil, mûsukînin içindeki sözler ve neye hizmet ettiği mühim... Adam yeni bir mûsikî akımına mensub, öyle yaşamış ama, dindarlaşmış. O akım ve üslûb ile dînî eserler veriyor. Olabilir, bu da bir çeşit... Ayakkabıların modası olduğu gibi, elbiselerin modası olduğu gibi... Bir zaman İspanyol modası vardı, paçalar kocamandı. Sonra başka modalar çıktı, blue-jean modası çıktı vs. Mühim olan gayenin tahakkukudur. Yâni İslâm'a hizmet gayesiyle hece vezniyle de olur, aruz vezniyle de olur... Şu şekilde de olur, bu şekilde de olur. Ben şekli önemli görmüyorum, amacı önemli görüyorum. Hangi amaçla yapılmış çalışma; o önemlidir.Bana şahsen garip geliyor. Ben şahsen, bizim klasik ilâhileri seviyorum da, bu modern parçaları biraz garipsiyorum. Belki siz de garipsiyorsunuz. Belki gençler de hoşlanıyor. Zevkler ve renkler tartışılmaz. İstikamet iyi olduktan sonra, niyet iyi olduktan sonra, hizmet edilen alan iyi tarafa doğru olduktan sonra, olabilir.Rasûlüllah SAS'e muhabbeti dile getiriyor, ama şu üslubda... Ne yapalım, o da onun üslûbu!.. Kur'an-ı Kerim'i medhediyor veyahut müslüman kahramanlarından bir tanesini canlandırıyor; tamam, güzel bir şey...

--İslâm'da kâr haddi var mıdır?

--Şu kadar diye sabit bir yüzde yok... Piyasanın genel durumu içerisinde, insaf dairesinde bir kâr olacak. İnsafsızca olmayacak. Adama, "Yâhu beni amma aldatmışsın, belimi bükmüşsün!" dedirtecek tarzda olmayacak. Mâkul bir ölçü içinde olacak. Meselâ, bazan insan bir yerden bir kelepir mal düşürmüş oluyor. "İlle ben bunu yüzde bilmem kaç kârla satacağım!" demesine lüzum yok... Kelepir düşürmüştür, halletmiştir, imar etmiştir; onun kârı serbesttir. Piyasanın normal değerinden; yâni malı bilen, almasını satmasını bilen bir insanın kabul edebileceği bir mâkul fiyatla satacak. Hiç bilmeyen bir insana ikibin liralık şeyi otuz bin liradan sat, parasını aldıktan sonra da kıs kıs gül; İslâm'da böyle şey yok... Ona gabn-i fâhiş derler; yâni büyük bir aldatma... Bu İslâm'da haramdır.Ama, mâkul ölçüler içerisinde, piyasanın şartlarına göre, mal bir azalır, değeri birden yükselir. Gazetelerde her gün okuyorsunuz: Altın düştü, dolar çıktı, mark yükseldi... Bir sürü piyasa hareketleri oluyor. O piyasa hareketleri içinde, normal ölçülerde kârlarını tesbit edebilirler.

--Bir kimse vadesi gelen borcu ödeyemedi. Ne zaman ödeyebileceği de belli değil. Bir başka bir para birimine çevirmek caiz olur mu?

--Karşılıklı konuşarak olabilir.

--Parayı borsa ve hisse senedinde değerlendirebilir miyiz?

--Hissesini aldığı fabrika helâl iktisâdî faaliyet yapıyorsa, olur. Haram iktisâdî faaliyet yapıyorsa, o zaman haram faaliyette bulunan bir şeye ortak olacağı için günah olacağından, olmaz! Faizli işlem yapıyorsa veya bira üretiyorsa, yaptığı işte kusur varsa veya ürettiği şeyde İslâm'a aykırı bir durum varsa, o zaman olmaz. İslâmî usüllere göre çalışıyorsa, böyle bir müessesenin hisse senedini almak câizdir. Ortak olmak demektir. Onları alarak parayı değerlendirmek mümkün...

Fakat ben borsadaki bu hisse senetleri hikâyesini, bu adamların kumara döndürdükleri kanaatindeyim. Amerika'dan aşılama bir moda... Bu işi artık hisse senedi alıp, o fabrikaya ortak olmak tarzında değil de; alıyor, değerlendiği zaman satıyor. Güyâ kâr ediyor ama, çoğu zaman değerini kaybediyor, zarar ediyor. Güzel oynayamıyor borsada, çok kere zarar oluyor.Sağlam yürümek daha iyi... Bildiğiniz insanlarla, samîmî dostlarla iş yapmayı tavsiye ederim.

--Döviz alım-satımı câiz midir? Enflasyondan korunmak için ne yapılmalı?

--Döviz alım-satımı câizdir. Buna sarf derler; yâni paranın bir başka para ile tebdili, değiştirilmesi, exchange câizdir.Enflasyondan korunmak için elde para bulundurmamalı, parayı dâimâ kullanmalı!.. Tek kelime ile söylemek gerekirse, duran para durduğu yerde ağzı açık benzin tenekesi gibidir, uçar gider. Onun için ya parayı çalıştıracaksınız; ya bir hayra sarfedeceksiniz, mânevî kazanç kazanacaksınız; ya bir mala bağlayacaksınız ki, para para olmaktan çıksın, başka bir şeye dönüşsün! Siz de enflasyonun şerrinden kurtulun!..

--Bir kimsenin şahsı için hayat sigortası yaptırması câiz midir?

--Sigorta İslâmî bir müessese değildir. Birileri veriyor, hiç karşılığını almıyor; ötekiler alıyor, istifade ediyor. Gayr-i adil oluyor. Onun için caiz değil... Mecburiyet yoksa yaptırmaması lâzım!..Ama, meselâ arabası var, sigorta olmadan trafiğe çıkartmıyorlar. Böyle mecburiyet olduğu zaman yaptırabilir. Keyfi olarak yaptırmaması lâzım!..

--Devlet zorunlu tasarrufun faizini veriyor. Bu para haram olur mu?

--Haram olur. Bu parayı yememeli!.. Ya almamalı; ya da almak mecburî oluyorsa, alıp hayıra vermeli!.. Kendisinin istifade etmesi haram oluyor.

--Okula gidiyorum, cumayı kaçırıyorum; ne yapmalıyım?

--Tabii bu bir umûmî belâdır. Memleketin üzerine gelmiştir bu gibi şeyler... İbadetleri yapmakta zorluklar oluyor, şartlar zor oluyor. Bütün müslümanların bu zor şartları düzeltmeğe, değiştirmeğe çalışması lâzım gelir. Haksızlığı haklı tarafa götürmeğe çalışması lâzım gelir. Bu arada tabii, bu işi yapamayanlar yapabilmenin şartlarını araştırmalı!.. Mahzuru yoksa cuma günü o vakitlerde gidivermeli... Herhangi bir şekilde kılamıyorsa, o zaman o günün öğle namazını kılması gerekiyor. Kaçırmamağa çalışmalı...

--Nişanlı kişilerin birbirleriyle konuşmalarının hükmü nedir?

--Konuşma olabilir; çünkü, nişanlanmışlardır. Hattâ nişanlamadan bile bir kimse çarşıya pazara çıkıp ciddî bir şekilde alışveriş yapabiliyor. Başkalarıyla örtülü olarak, belli bir ciddiyet dairesinde konuşabiliyor. Ama, nişan nikâh demek olmadığı için, aralarında yine mesafe ve bir ciddiyet olması lâzım! Lâubâlilik olmaması lâzım! Öyle tek başlarına gezmek, ikisi yalnız bir yerde kalmak filân gibi şeyler olamaz.

--Haremlik selâmlığın sınırı nedir? Hanımıyla gelen bir akrabam veya arkadaşımla, tesettüre uygun olarak bir arada oturabilir miyiz?

--Tabii, kendisine nikâh düşmeyen akrabalarıyla oturabilir. Onun dışında nikâh düşenlerle oturmaması, haremlik selâmlık uygulaması uygun olur.

Herhangi bir şekilde eğer oturma mecburiyeti çıkmışsa, o zaman da dış tesettürün tam olması lâzım!.. Yâni, sokaktaymış gibi saçın başın tam örtülü olması lâzım ki, günah olmasın!

--Bir kız, babasının daha sonra izin vereceğini bilirse ve zaruret durumu varsa, babasından habersiz nikâh kıydırabilir mi?

--Nikâh hususunda bizim mezhebimizde esas olan kişilerin kendileridir. Şafii mezhebinde ve bazı mezheblerde velisinin izni de şarttır. Ama her şeyi usûlüyle yapmak için, hakkı olanlara sorarak nikâhı güzel yapmak olabilir. Ama bazan anneler babalar dinsiz oluyor, müslümana vermek istemiyorlar, açık kimseye vermek istiyorlar... Böyle garip durumlar olabiliyor. Esas itibariyle hak kendisinindir bizim mezhebimize göre...

-- İslâm'da kadının tesettürü nasıl olmalıdır?

--İslâm'da kadının tesettürü, el hariç bilekten, ayak bileğinden ayak hariç, yüz hariç her tarafını örtmek tarzında olmalıdır. Fıkıh kitaplarında, fitne bahis konusu olduğunda yüzüne de peçe takarsa iyi olur diye de bir hüküm vardır. Orası mecbur değil ama, fitne olacaksa, bakılacak, sataşılacak vs. gibi durumlar olursa örtmesi iyi olur denmiş.

Örtü bol olacak; el hariç, ayak hariç, yüz hariç bütün vücudunu örtecek, vücudunun hatlarını belli etmeyecek!..

Şimdi --streç diyorlar galiba-- dar bir blue-jean pantolon giyiyorlar; bu tesettür değil!.. Neden?.. Bütün her şeyi belli... Veyahut üstüne dar bir blûz giyiyor, her tarafı belli... Olmaz! Veyahut şeffaf, altı görülüyor. Olmaz!

Bir hadis-i şerifte okumuştuk, Peygamber Efendimiz: "Kâsiyâtün, âriyâtün" diyordu. Ahir zamandaki bazı insanları anlatırken, "Giyinmiş ama çıplak!.." Nasıl giyinmiş ama çıplak?.. Elbisenin kumaşı şeffaf, görünüyor alt tarafı da ondan... Örtecek, altını göstermeyecek, vücut hatlarını belli etmeyecek!.. Yüzü, eli, ayağı hariç her tarafını güzelce kapatması lâzım! İslâm'da örtü böyledir.

--Hocam, ben öyle örtünürsem patlarım!

--Hiç bir şey olmaz. Ben senden daha fazla örtünüyorum. Erkekler daha fazla örtünüyor. Öyle değil mi?.. Erkekler maşaallah kadınlardan daha fazla örtünüyor. Daha az örtünme hakları varken, erkekler daha fazla örtünüyor. Bol giyersin. Bol olduğu zaman havalanır içi, hiç bir şey olmaz. Böyle güzelce örtünmesi lâzım geliyor. Tesettür böyle...

Asıl ince tesettür ise, hassas, tam böyle takvaya uygun tesettür, erkeklerin gözüne hiç görünmemek... En güzeli o... Yâni, giyimli de olsa ortada görünmemek... Erkeklerin gözünün önünde geziyor, çarşıyı dolaşıyor, pazarı dolaşıyor, alışveriş yapıyor, kumaş beğeniyor, başörtü beğeniyor... Sütyenini, acaba bu numarası bana uyar mı, uymaz mı diye sorarak alıyor, ediyor... Olmaz!.. Mümkün olduğu kadar, böyle şeyler yapmayacak. Nazarlara, gözlerin dikildiği bir duruma gelmemeğe gayret edecek. Güzel olanı bu!..

Çarşı pazar işini kocası yapsın, oğlu yapsın, akrabası yapsın...

--E, iyi kumaşı bilemezler!

--Biraz kötü kumaş giy, Allah rızası için!.. İyi tarif et!.. Muvakkat olarak getirsinler; beğenirsen alırsın, beğenmezsen iade edersin... Ama, çarşıya pazara gidip de, elin adamıyla alışveriş, konuşma vs. olmasın.

Ben şimdi hoca olduğum için, zaman zaman gösterip anlatıyorum: Bakın, çarşıya gitmiş şu kadıncağız... Başı örtülü mü, örtülü... Mantosu var mı, var... Bak, biberleri almak için eğildi, neresine kadar görünüyor!.. Tesettür olmuyor. Beyler hanımlarına dikkat edecekler. Altına şalvar giyinecek, eğilse de görünmemesini sağlayacak.

--Uzun mantom var ya, dizimin altında!..

Dizinin altı da zaten nâmahrem... Orasını da göstermemen lâzım, bileğine kadar...

--Naylon çorap giyiyorum!

Naylon çorap örtü değil... Naylon çorap hiç bir şey değil... Ne ısıtır, ne örter. Yalnız bir işe yarar: Parmakların arasında mantar üremesine yarar, kaşıntı yapmağa yarar. Ayağının sırtı kaşınmak isteyen naylon giysin!.. O kadar. Başka bir işe yaramıyor.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Allah rahmetine erdirsin şalvar giyenleri!.." Erkek için de öyle, kadın için de öyle... Şalvar giydiği zaman eteği isterse açılsın, isterse otursun, ister dizini kaldırsın, ister tarlada çalışsın... Neden bizim Adana'mızda, Urfa'mızda, Antalya'mızda halkımız şalvar kıyafetini benimsemiş?.. Tarlada da çalışıyor, her işi yapıyor. Bol, gayet güzel, gayet rahat... O sıcak şehirlerde, o sıcaklığa rağmen gayet rahat çalışılabiliyor. İslâm'ın tesettürü böyle aziz ve muhterem kardeşlerim!..

--Vadeli satışlarda fiat farkı caiz midir?

--Bu hususta fıkıh alimlerine sorduğumuz zaman, söyledikleri şudur ki: Vadeli satışlarda paranın geç gelmesinden dolayı fiyatı yüksek söylemek mümkündür. Ama, ilk mecliste pazarlık yapılırken:

"--Kaç ayda ödeyeceksin?"

"--Altı ayda ödeyeceğim."

"--O zaman bu malı ben sana şu kadara satarım." diye bu pazarlık konuşması olmuş oluyor. Akit tamam olduktan sonra,

"--Tamam, aldım."

"--Sattım..." dedikten sonra o fiyat değişmez. Altı ay sonra parasını ödeyemese, bir sene sonra ödeyeceğim dese, yine o altı ay sonraki para olur. Yâni, pazarlık yapıp söz kesildikten sonra, fiyat değişmez.

Bu şekilde olursa caiz olur dediler.

--Bir bakkal veresiye defterine, vermiş olduğu malın fiyatını yazmadan sadece cinsini yazabilir mi?

--Mal alındığı zaman fiyatının belli olması lâzım! fiyatı müphem kalırsa alışveriş olmaz. Ya da bu malı sana verdim, bu kadar malı senden alırım demesi lâzım. Meselâ, bir kilo pirince bir kilo pirinç... fiyat belli olmadan şu kadar şey demek olmuyor, alışveriş tamamlanmamış oluyor. Senin aldığın malın fiyatı şudur diyecek ve defterine yazacak. Hem onun defterine yazacak, hem kendi defterine yazacak. fiyatı fazla söyleyebilir. Adam bir ay sonra, iki ay sonra ödeyecek diye, isterse sana şu kadar fiyata satıyorum diyebilir; ama, fiyatı müphem bırakamaz.

ANA SAYFAYA GIDER